Sunday, October 17, 2010

Deniz Som ve Sıkmabaş.../ Hikmet Çetinkaya

Kuru yapraklar düşüyor, ıslak toprağa.

Duru bir güzellik, bahçedeki çiçeklerin üzerinde.

Kendi düşleriyle avunan çocuklar, o yaz bahçelerinde kahkaha atan genç kızlar, delikanlılar.

Televizyona bakıyorum bu sıra...

Yine aynı konu: “Sıkmabaş”.

Hukuk fakültesini bitiren “sıkmabaşlı” kızlarımız avukat, yargıç, savcı, öğretmen, doktor olabilirlermiş...

Biri diyor ki:

“Ne var bunda, laikliğe aykırı mı?”

Bir süre sonra yine bu konu tartışılacak ve şöyle denilecek:

“Sıkmabaşlı kızlarımız polis, subay, astsubay olabilirler; ne var bunda?..”

Gecenin sessizliği içinde düşünceler ormanında dolaşıyor gibiyim...

Yıllar önce Almanya’da bir Türk çocuğu okula giderken, duvarlarda İsa’nın çarmıha gerilmiş, o kanlı fotoğraflarından etkilenip, durumu ailesine anlatarak şöyle demişti:

“Baba, ben okumak istemiyorum...”

***

Baba kızından durumu öğrenince okul yönetimine başvurdu, o resimlerin kaldırılması için. Okul yönetimi bunu kabul etmedi.

Tuttu, yerel yargıya başvurdu.

Yerel yargı da “resimler kaldırılmaz” kararını verdi aylar sonra.

Türk göçmeni olan baba, inat etti, federal mahkemeye gitti. Dava epey uzun sürdü ve sonunda şu kararı verdi:

“Almanya, eyalet sistemine dayalı federal laik demokratik bir hukuk devletidir. İsa’nın o resimleri bir dinin başka din üzerinde baskı kurması anlamına gelir. Müslüman Türk kızı bundan etkilenip okulu bırakmıştır. Resimlerin okulun duvarlarından kaldırılmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.”

***

Sabah uyandığımda içinde bir sıkıntı ve hüzün var...

Bu sırada telefonum çalıyor:

“Deniz Som’u yitirdik...”

Günlerdir beklediğimiz acı haber, yağmurlu bir havada geliyor.

Bir an gözlerimi yumuyorum, 90’lı yılların başına dönüyorum...

Orhan Erinç, İbrahim Yıldız ve ben, Deniz’le oturuyoruz benim odamda. Deniz işten ayrılmış ve Cumhuriyet’e dönmek istiyor yeniden.

Ve dönüyor.

Kaç yıl geçmiş aradan? 16-17 yıl mı?

Deniz’i spor servisinde çalıştığı yıllardan tanıyorum.

Abdülkadir Yücelman’ın yanında yetişti önce. Mizah gücü ve kıvrak kalemiyle çok iyi işlere imza attı.

En çok onunla tartışırdım...

Odama gelir, başını uzatır, gülümserken takılırdım:

“Ne haber huysuz Deniz?”

Yanıtı hazırdı:

“İyiyim en büyük huysuz Hikmet Abi!”

İnatçı ama sevimli bir kişiliği vardı... Ezenden değil ezilenden yanaydı...

Ben bu yazıyı Deniz için yazıyorum.

Yağmur hızlanıyor bu sırada...

Bir yıl içinde yitirdiklerimiz geliyor aklıma... Mehmet Sucu, Abdülkadir Yücelman, Turhan Selçuk, İlhan Selçuk ve Turhan Ilgaz ...

Cep telefonum susmuyor... Tüm gazeteci arkadaşlarım arıyor...

Ne denli seveni varmış benim huysuz arkadaşımın!

***

Bu yazı senin için yazıldı sevgili Deniz...

Laik demokratik Cumhuriyetin altı oyuluyor, “sıkmabaş”ın özgürlük olduğu anlatılıyor, Türkiye’deki kadın hakları savunucuları ise susuyor.

Kadının özgürlüğü salt başını örtmesinden mi geçiyor, derdin sen yazılarında.

Bak bugün “laiklik yeniden gözden geçirilsin” diyen bakanlar var. Haydi üniversitede başları örtülü girsinler derslere.

Anadolu’ya gidin, ilköğretim çağındaki kız çocuklarının sıkmabaşla derslere girdiklerini göreceksiniz.

Evet Deniz, sen bunları yazdın hep...

Tam bağımsızlıktan yanaydın, emperyalizme karşıydın, emekçinin haklarını savunurdun.

Gazeteye öğle saatlerinde geldim.

Gözleri nemliydi arkadaşların. Gencinden orta yaşlısına dek herkesin.

***

Masama oturdum... Pervanelerin ay ışığında uçuştuğu yaz gecelerini, İzmir’de kurduğumuz rakı sofralarını düşündüm.

Seninle Bursa Kitap Fuarı’nda yaptığım kavgayı... Senin Vehbi Bağcı’yla “sayfa konusundaki” o bitmez tartışmalarını.

Ne derdi İlhan Selçuk, anımsadın mı:

“Yahu bu Cumhuriyet’te çalışanların hepsi kaçık... Zaten kaçık olmasalar Cumhuriyet’te ne işleri var?”

Odamdayım ve yazımı sonlandırıyorum Sevgili Deniz...

Başımın üzerinde sessiz bir bulut geçerken mırıldanıyorum kendi kendime:

“Ansızın kaldırdığın kol açılıyor, tutuşuyor. Yüzün geri gidiyor. Hangi artan sis kaçırıyor benden bakışını? Uzun gölge uçurumu, ölümün sınırı.

Sessiz kollar karşılıyor seni, başka bir kıyının ağaçları.”

Ölümler, hüzünler, acılar...

Hava yağmurlu, kuru yapraklar düşüyor toprağa...

Tuesday, August 17, 2010

NEDEN Mİ 'HAYIR'!.....................
12 Ağustos 2010

NEDEN Mİ ‘HAYIR’?
Bugün Feleknaz aradı. O, Adıyaman’da bir tekel işçisiydi. Ankara çadırlarında tanışmıştık. Adıyaman tekel işletmesinin, hüzünlü, yıkık dökük binasında yeniden karşılaşmıştık. Arkamızda uzanan altın sarısı balyalar, yıkık çatıdan giren yağmurda ıslanıyorlardı. Cumhuriyetin damgasını taşıyan küçük tahta tütün masalarının bıçak kesiklerine giren yağmur damlaları yerdeki su birikintilerine telaşla düşüyordu. Bir zamanlar Feleknaz’ların oturduğu küçük iskemleler sağa sola dağılmışlardı. Tütün bandı sessiz, üzeri tütün tozu yağmur karışımıyla kaplı, bize bakıyordu. Aşağıda yemekhaneye toplanmış tekel işçisi kadınlar, çaresizliklerini haykırıyorlardı.* * * Feleknaz mı? O artık 4Cli.

Birçok diğeri gibi köleleşti. Sahipsiz kaldı, parasız kaldı, kış soğuğunda kaldırımlarda yattı. Sonunda verilen parayı aldı. Yaşaması lazımdı!Bana soruyor? ‘Evet’ mi? ‘Hayır’ mı?‘Senin fikrini öğrenmek istedik!’ diyor.Konuyla ilgili aldığım ilk telefon ya da ileti değil bu. Yazdığım ilk yazı da olmayacak. Ama bir şey anladım. Sözler anlaşılabildiği oranda etkili. Ve anlaşılabilmesi, anlatanın becerisinde gizli!
Yani, ‘Halk anlamıyor!’ lafı işin bahanesi. Anlatın o zaman. Anlatabilin! Anlatabilelim! En azından neden anlatamadığımızı, neden aktaramadığımızı, neden bilgiyi karşı tarafa geçiremediğimizi bilelim!Bizim derdimiz, bildiklerimizi birbirimize anlatmak değil ki! Bildiklerimizi, bilgi alması engellenmiş, her yolla kandırılmış, aldatılmış, açlıktan bitap düşmüş, işsizlikten dumura uğramış olanlara aktarabilmek…

Bağımsız Türkiye Partisi, İşçi partisi, Yeniçağ Gazetesi ve Ulusal Kanal’ın ‘neden HAYIR’ duyuruları en kolay anlaşılır ve etkili olanlar.
Onlardan bir derleme yapalım.

Neden mi ‘HAYIR’?

82 Anayasasının daha da şeddelisi ve aynı odaklarca hazırlanan bir Anayasa ile, bu milletin bugüne kadar kazandığı tüm haklar gaspedileceği için! Bugüne kadar ANAYASA MAHKEMESİ ve DANIŞTAY’ın DUR dediği tüm belalar yasalaşıp Türk milletinin önüne geleceği için!

Nedir Yargının ‘DUR’ dedikleri bir bakalım.Türk halkı HAYIR oyuyla, neye HAYIR demiş olacak sıralayalım:

HAYIR demek,

Küresel sermayenin sırtlanlarının TOPRAKLARIMIZA;
MADENLERİMİZE,
SUYUMUZA elkoymaya KANUNEN hak kazanmasına HAYIR demektir.…

Şu anda yasa dışı olarak ülkemizde faaliyet gösteren 350 yabancı maden şirketinin, tüm doğal kaynaklarımızı, suyumuzu, borumuzu, petrolümüzü ve neyimiz varsa hepsini YASAL OLARAK talan etmesine HAYIR demektir!

HAYIR demek,Suriye sınırımızda Kıbrıs'ın 3 katı büyüklükteki mayınlı arazi ve altında yatan trilyonlarca dolarlık petrole İsrail’in el koymasına HAYIR demektir.

Büyük bir çoğunluğu elden çıkarılmış olmakla beraber, henüz hala bizim olan, ağır sanayi işletmelerinin, limanların, KİT arazilerinin, pul parasına yabancı sermaye ve yerli işbirlikçilerine YASAL OLARAK peşkeş çekilmesine HAYIR demektir.

Tekel işçilerinin can siperane direnişleri sonucu, Danıştay tarafından durdurulmuş olan 4C kölelik yasasının, tüm çalışanları kapsamasına HAYIR demektir.

HAYIR demek,Tüm memurların, hükümet tarafından kurulan bir komisyonun oyuncağı haline gelmesine, dilencileştirilmesine, 9000 iş günü çalışıp, ölünce emekli olmaya HAYIR demektir.

Meralarımızın, hazine arazilerimizin yabancılara tahsis edilmesine HAYIR demektir.

‘Paran kadar sağlık’ politikasına, eczanelerin yok edilmesine HAYIR demektir.

Tarım ve hayvancılığın yok edilmesine HAYIR demektir.Danıştay tarafından satışı durdurulan, şeker fabrikalarının, tarım çiftliklerinin YASAL OLARAK satışının önünün açılmasına HAYIR demektir...

Genetiği değiştirilmiş ürünleri sofranıza iteleyen küresel şirketlere HAYIR demektir.. Unakıtan’ın Gül’ün Erdoğan’ın çocuklarının milyon dolarla oynarken her dört gençten birinin işsiz kalmasına HAYIR demektir..

HAYIR demek, Türk ordusunun Paralı askere dönüştürülme projesine HAYIR demektir..

Güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlayan AB uyum yasalarına HAYIR demektir.

ABD ile istihbarat paylaşımına HAYIR demektir.100 yıldır Batının elinde oyuncak olan tarikatlara, etnik ırkçı bölücülük yapan odaklara HAYIR demektir.

HAYIR demek tüm bu saydıklarımıza HAYIR! YETER! DUR! demektir!.

‘EVET’in arkasında sırtlan dişlerini gıcırdatan Yedi Düvel vardır!.. Bu referandum, küresel sermayenin Türkiye’yi işgal planında çok önemli bir adımdır.Avrupa ve Amerika’dan yükselen sesler, koro halinde ‘EVET’ demektedir.

Pentagon, Washington, Brüksel ‘EVET’ demektedir.

İsrail ‘EVET’ demektedir…

Barzani ‘EVET’ demektedir.

Fethullah Gülen,
Pensilvanya’dan:‘Değil sadece kadını erkeği, çoluğu çocuğuyla hatta imkan olsa mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” demiştir.
Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP, referandumu boykot’ görüntüsü altında “evet” propagandası yapmaktadır.

AKP, hergün şehit cenazesi kalkarken terör örgütüyle aynı safta yeralmamak için BDP’ye ‘boykot’ cenahını uygun görmüştür.

BİZ işte tüm bu rezilliğe HAYIR diyoruz!Faşist bir siyasi parti elinde tüm insan hakları ve demokratik özgürlüklerin yok edilmesine HAYIR diyoruz!.

Tüm yasal haklarımızın , küresel çete emriyle, iktidar eliyle gaspedilmesine, konuşma, düşünme, yazma hürriyetimizi kaybetmeye HAYIR diyoruz.

İzlenmeye, dinlenmeye, fişlenmeye HAYIR diyoruz. Yargıçların bir parti tarafından atandığı ve bir partili olarak vatandaşı yargıladığı bir düzenin kurulmasına HAYIR diyoruz!

İnsan hakları, Demokrasi Özgürlük çığlıklarıyla tüm haklarımıza el konulmasına HAYIR!
diyoruz.

Suçunun ne olduğunu bilmeden, ‘kurbanlık koyun gibi’ içerde tutulan gazeteci, parti başkanı, subay ve aydınların hayatının gaspedilmesine HAYIR diyoruz..


TUNCAY, MUSTAFA, UFUK, DENİZ VE DİĞERLERİ Biliyoruz ki her gecenin sabahı var.

Ve bu sabah yakın.
Yeter ki siz ruhunuza ve bedeninize iyi bakın!

Banu AVARbanuavar@superonline.comwww.banuavar.com.tr

Tuesday, July 20, 2010

Şair Cesareti…
Emre Kongar
13 Temmuz 2010

Türkiye, AKP iktidarı tarafından bir “Korku İmparatorluğuna” dönüştürüldü…

Herkes her an her yerde izleniyor, dinleniyor, konuşmalar, ilişkiler, toplantılar kaydediliyor…
Bir sabah özel konuşmalarınızı gazete manşetlerinde görebilirsiniz…
Hem de çarpıtılmış, saptırılmış olarak.
Bir sabah kapınız çalınabilir…
Apar topar gözaltına alınabilirsiniz.
Masumsanız, önce içeri atılır, sonra içerdeyken masumiyetinizi kanıtlamaya çalışırsınız.
***
Bu ortam içinde, şimdi soru şu:
Türkiye referandumda “Evet” diyerek…
Yargıyı da kendi denetimine alıp demokrasiyi rafa kaldıracak olan “cahil cesaretine” mi..
Yoksa “Hayır” diyerek..
Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni savunan “şair cesaretine” mi yol verecek?
***
Şair Özdemir İnce, yine ön aldı, çok doğru bir iş yaptı:
11 Temmuz’da Hürriyet’teki yazısında, 32. ölüm yıldönümünde, kafatasçı katillerce öldürülen ortak dostumuz Doç. Dr. Bedrettin Cömert’i andı.
Özdemir İnce iyi bir şairdir…
Çok iyi bir şair!
Cesur bir aydındır…
Demokrasiyi cesaretle savunan bir aydın!
(Malum, AKP iktidarında artık demokrasiyi savunmak cesaret işi olmuştur.)
Bedrettin öldürüldükten sonra, bir konuşmamda “Artık kapımı açmaya korkuyorum!” demiştim.
(Öyküsünü ilerdeki günlerde anlatacağım.)
Özdemir, bu sözlerim üzerine bana ithaf ettiği bir şiir yazmış ve kendi daktilosuyla kâğıda döktüğü metni imzalayarak armağan etmişti.
Bedrettin’in öldürülmesinden bir ay yirmi gün sonra yazılmış olan bu şiiri siz okurlarımla paylaşıyorum:
Katiller karşısında sadece arkadaşlarına “Korkma” demekle yetinmeyen, kendisi de çok cesur olan bir şairin cesaretini bir kez daha vurgulamak için.
KORKU NE?
Emre Kongar’a
Korkma, sev bayağı sözcükleri,
kâğıt çiçekleri, taşbasmalarını,
aç bütün pencereleri
ya deniz göreceksin
ya dağlar ya da ova,
korkma sağır duvarlardan
asker çantasından
polis palaskasından,
her gün bir başka yanını vursalar da
eksilmeyeceksin,
kim çalarsa çalsın aç kapını, korkma,
bu aşkla, bu gülüşle, bu yürekle,
ya sonsuz bir deniz bulacaksın karşında
ya da bir ay en olgun çağında.
Haberler: bir yanımızın daha
vurulduğunu söylüyorlar;
bak akıyor, kanıyor her şey,
büyüyor onları boğacak olan kan.
ÖZDEMİR İNCE
Karlovassi, Sisam adası, 31.8.1978
***
Bugünün koşullarında da güncel geçerliliğini aynıyla koruyan bir şiir bu!
Bana “Korkma” diye seslenen Özdemir İnce, bilmiyorum, şair duyarlılığıyla İstiklal Marşımıza gönderme yapmış mıydı?
Ama bildiğim bir şey var:
Kendisi hiç korkmadı:
Ne etnik ayrılıkçılardan, ne şeriatçı demokrasi düşmanlarından…
Bugün de aynı cesaretle yazılarını, şiirlerini sürdürüyor:
Korkmadan…
Yılmadan…
Bıkmadan…
Usanmadan…
Ve en önemlisi:
Dönmeden!
Özdemir İnce, ölümden bile korkmadan, gerçek demokrasiye, “bir başka dünyanın mümkün olduğuna” inanan bir kuşağın temsilcisidir.
***
Türkiye önümüzdeki referandumda demokrasiyi rafa kaldırmaya çalışan “cahil cesaretine” karşı, insan haklarını, demokratik ve laik sosyal hukuk devletini savunan “şair cesaretine” kulak vermelidir!

Wednesday, June 30, 2010

BU GİDİŞİN BAŞI VAR, BİR DE SONU



google_protectAndRun("render_ads.js::google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
24.06.2010 18:58
Karakter boyutu :
Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson .. Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:
‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’
Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…

Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…
O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…

Türkler inaılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar , Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar…Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. …

Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.


BATIYA HAYRAN AYRAN BUDALALARI!
1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı.. Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi ..

Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında , Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!

2. paylaşım Savaşına kadar ‘ecnebi uzmanlar’ yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar…2. Dünya savaşı ile bir süre ara verdiler.. Yalta’da yeni bir düzen kuruldu artık Avrupa’nın mührünü Amerika alacaktıSavaşın sonunda ‘yeni dünya’ sırtlanları İsmet İnönü’yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler.

Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluş’dan 24 yıl sonra Türkiye’yi esir etti.Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO’ya alındık Bedelini Korede kanla ödeyecektik. Üstüne üstlük ‘Canım Amerika!’ diye şarkılar söyledik!Hollywood filmleri seyrettik, Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..
1956’da küresel elitin önde gelen ismi, Rockefeller, ABD başkanı Eisenhower’a: ‘Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok!’ diyordu.. Sonra Ortadoğu’daki yüksek idealleri için, işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak işlerine gelmeyenleri devirmek amacıyla yardım fonlarının kullanılacağı’ karara bağlanıyordu..1966’da NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD’ye devrettik.1971’de ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizin bedelini birbirimizi kırdırarak ödettiler Ardından bir darbeyle işi bitirdiler!Uslanmayıp 1974’de Kıbrıs barış harekatını yapınca ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık..1984’de Türkiye ağır sanayi hamlelerine Güneydoğu Anadolu Projesini ekledik.
PKK ile ödüllendirildik!
SEVR HORTLADI!

100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip Türkiye’nin önüne kondu.
Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu..

Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip ülkemizin başına koydular…

1991’de başa geçirdikleri Turgut Özal’a kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar.Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar..

Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi!

Derken Özal, ‘Bir Türk-Kürt Federasyonu’ndan’ bahsediverdi!Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi….


1995’de Avrupa Birliği ‘Kürt Sorununu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız!’ diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları Azınlık konumuna oturtuldu…Aynı anda Türkiye’nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu.1999’da Apo Türkiye’ye verildi. Artık İmralı’dan terörü yönetecekti!Vatan evladı ölmeye devam etti!

2002 de Türkiye’ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti.. Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP’ye iktidar koltuğunu verdi!2004’de Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi… Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ‘VUR!’ deniyordu.Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğuya NATO uçaklarıyla aktı…Ordunun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı.

İstihbaratımız ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız, 10 yıl içinde 50 kat arttı.Eşzamanlı olarak Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel ‘iktidar’ girişimleri teröre zemin hazırladı.Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı.

Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar. ‘Sahiplerinin sesi’ olmaya can atmaktaydı!Üniversiteler şirketleşmeyi tamamlıyorlardı. İşbirliği yapan akademisyenler rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.2007’de Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip Ankara’ya yuvalandı.Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri’ye davet edildi..(!)

ARTIK ‘YETER’ DİYENLER…

Şimdi geldiğimiz noktada her şey apaçık ortada! Düşman belli..

Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi.Çokuluslu şirketlerin kontrolünde ABD ve Avrupa Birliğinin elitleri, ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar, İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler !.

Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar…

Hepsini toplasanız 10 bin kişiyi bulmazlar!Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon..

Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet… Sessiz ama derinden, son anda ‘YETER’ diyen…İşte bu nedenle ZALİMler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor.

Bu millet artık Terörün Washington ve Brüksel’den fışkırdığını biliyor. Batıyla ittifak yapanların, eşbaşkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da!Eylüldeki referandum halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman başka bir dönem başlayacaktır!Allah tüm şehitlerimize RAHMET eylesin!!! Onların kanı yerde kalmayacak!

Banu AvarOdatv.com

Sunday, June 20, 2010

Adım Adım Eyalet...
Adım Adım Bölünme
Ali Serdar Bolat

Aydınlık Gelecek

Her planın, projenin bir başlangıç noktası vardır. Örneğin, 5 katlı bir ev yapmak için önce temel kazmak zorundasınız. Doktor olabilmek için de önce ilkokula başlamanız gerekir. 7 yaşında doktor olan gördünüz mü?

Gelelim Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'ne...

Nedir bunun amacı?

Eski ABD Dışişleri Bakanı Kondi Rays'ın övünerek açıkladığı gibi, "24 İslam ülkesinin sınırlarını ve rejimlerini değiştirmek".
Ve bu alt üst oluşlarla İslam ülkelerini zayıflatarak İsrail'in varlığını güvence altına almak.
Ama bir anda 24 ülkenin sınırları ve rejimleri değiştirilemez, öyleyse bir yerden başlamak gerekli.

Başlangıç noktası, İslam ülkeleri arasında ikinci bir İsrail meydana getirmek. Yani Ortadoğu'da Amerika'nın tam kontrolünde olan yeni bir devlet meydana getirmek.
Öyle ki, bu devlet projenin uygulanmasında bir ABD üssü olarak kullanılabilecek.
Hem de, İsrail'e tamamen dost bir devlet kurulmuş olacak.
İsrail bölgede yalnızlıktan kurtulacak. İşte bu devlet, projede "Büyük Kürdistan" olarak belirlenmiştir.
Bu İkinci İsrail, varlığını tamamen Amerika'ya borçlu olacağı için buna Kukla Devlet diyoruz. "Büyük Kürdistan", Türkiye, Irak, Suriye ve İran'dan koparılacak olan toprak parçaları birleştirilerek kurulacaktır. Başşehri ise Diyarbakır olacak. İşte, bu projenin Eşbaşkanı olduğunu 34 değişik yer ve zamanda kameralar karşısında açıklamış olan Recep Bey, yine kameralar karşısında: "Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi var ya, işte bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir" diyerek planı ifşa etmişti. "Büyük Kürdistan"ın kurulmasına Barzani Devleti oluşturularak başlandı.
İşbirlikçi Türkiye hükümetleri, Amerikan Çekiç Güç'ün görev süresini defalarca uzatarak Barzani Devletinin oluşturulmasına katkıda bulundular. Çekiç Güç, Irak ordusunun kuzeye geçmesine engel olarak yıllarca bu Kukla Devletin yavaş yavaş oluşmasını sağladı.
Şimdi sıra geldi Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunu Barzani Devleti ile birleştirmeye.

Irak işgali öncesinde ABD'nin o zamanki Ankara Büyükelçisi Robert Pearson bu görevi şöyle anlattı:
"Türkiye'nin güneydoğu ve doğusuyla, Irak'ın kuzeyi tek bir ekonomik bölge olmalı". Geçen hafta Türkiye'ye gelen Barzani ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "Tam ekonomik entegrasyon" kararı aldılar. Demek ki, burada da başlangıç noktası ekonomik entegrasyon. Ekonomik olarak bütünleşecek olan Kukla Barzani Devleti ile Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu, siyasi olarak birleşmeye bir adım daha yaklaşmış olacak.
Bu süreçte, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunun Ankara ile bağlarını gevşetmesi gerekiyor. Bunu sağlamak için, önce Kalkınma Ajansları kuruldu.
Bu sayede eyaletleşmenin önü açılıyordu. Daha sonra Adalet bakanlığı, Bölge İstinaf Mahkemeleri kurulması için harekete geçti. Böylece merkezi yönetim ve denetim zayıflayacak, ekonomik ve yönetsel olarak Ankara'dan giderek bağımsızlaşan eyaletler meydana gelecekti. Şimdi de bunun hukuki altyapısını hazırlamak için AKP hükümeti düğmeye bastı. Belediyeler Kanunu'nda değişiklik yapılması için 14 AKP Milletvekili kanun teklifi verdi. Bu teklif kanun olarak yasalaşırsa, belediyelerin yetkileri inanılmaz şekilde genişleyecek. Belediye başkanları eyalet valisi gibi hareket edebilecekler. Zaten daha önce, PKK'lı belediyeler, Barzani Devletinin belediyeleri ile bir birlik kurmuşlardı. Şimdi bu birlik, ekonomik entegrasyonu sağlamak ve Ankara'nın yönetim alanından çıkarak Erbil yönetimi etrafında birleşmek için hukuki açıdan da serbest hale gelecek. Bundan sonraki adım da, eşyanın tabiatı gereği, entegre olmuş ekonomik bölgenin siyasi bir sınır içinde birleşmesidir.
Bu da, ya referandum yoluyla, ya da kitlesel ayaklanma yoluyla hayata geçirilecektir. Bunun altyapısı da hazırlanmıştır.

İşbirlikçi Türkiye hükümetleri, İkiz Yasalar denilen ihanet yasalarını kabul ederek, bu soruna Birleşmiş Milletler'in müdahalesinin önünü açtılar.

Ekonomik bütünleşme sağlanınca PKK'nın yasal partisi "İkiz Yasalar gereğince kendi kaderimizi tayin etmek istiyoruz" deyip referandum isteyecek.

İkiz Yasalar gereği Türkiye Hükümeti "Ayrılma Referandumu"nu kabul etmek zorunda kalacak.

Kabul etmezse, ayaklanma başlayacak.

Türk Ordusu ayaklanmaya müdahale ederse,
İkiz Yasalar'a atıfta bulunan Birleşmiş Milletler askeri müdahalede bulunacak.

Bir yandan da:

"Eskiden Ermeni soykırımı yaptıkları gibi şimdi de Kürt soykırımı yapacaklar" diye dünya kamuoyuna müdahale kabul ettirilecek.

(Ermeni Soykırımı yasaları çıkarılmasının sebebi tarih araştırması değil, Türkiye'yi bölmek için yapılacak olan askeri müdahalenin şimdiden altyapısının hazırlanmasıdır.
Bizim şaşkın ve işbirlikçi politikacılarımız "Tarihçiler araştırsın" diyecek kadar ihanet içindedirler. Emperyalist ülkeler tarih araştırması yapmıyor, Türkiye'yi bölmek için dünya kamuoyunu hazırlıyor.)

İşte hain plan bu.

Kendisinden önceki işbirlikçi hükümetlerin mirasını devralan AKP hükümeti, bu hain proje için gereken adımları aceleyle atmaya çalışmaktadır. "

Açılım" denen ihanetin kısaca açıklaması budur. ++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Kalkınma Ajansları ile eyaletleşmeye ekonomik zemin hazırlayan iktidar, çalışmalarına hız verdi.

Önce Adalet Bakanlığı, 'Yargı Strateji Reformu Taslağı'yla İstinaf Mahkemeleri'nin hayata geçirilmesi için harekede geçti.

Şimdi de Belediye Kanunu'nda değişiklik yapılmak isteniyor.

Böylece, Türkiye'nin parçalanacağı endişesiyle büyük tepki çeken eyelatleşmenin önünü açmak için büyükşehir belediye başkanlarının yetkileri genişletiliyor.

AKP'li 14 milletvekilinin hazırladığı Belediye Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM'de bugün görüşülecek.

Buna göre; belediye, belediye meclisi kararıyla;
konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilecek.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilecek alanın üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 ve en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususların takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisinde olacak.

Sınırsız yetkiler geliyor

Bu arada, CHP'li milletvekilleri, hazırladıkları muhalefet şerhinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e geniş yetkiler tanındığını belirterek, şöyle dedi:

"Teklifin, AKP'li Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kentin çeperinde, nazım imar planına göre korunması gereken açık alan niteliği taşıyan boş alanlarda, plan kararlarına ve plan onama kararlarına karşı açılmış davalarla eş zamanlı olması dikkat çekicidir."

Şerhte, yasaya 'üzerinde yapı olan veya olmayan, "imarlı veya imarsız " ifadesi eklendiği belirtilerek, kentin istenen bölgesi alınıp daha sonra da yüksek rant ödeyenlere terk edileceği, büyükşehir belediye sınırları içindeki kamu kurumlarına ait gayrimenkullerin 'harca esas değer' üzerinden, komik bir bedelle belediyeye devredileceği belirtildi.

Askerden izin alınmayacak Teklife, İçişleri Komisyonu'nda eklenen önergeyle, kanunun yürürlüğe girmesinden önce henüz hükme bağlanmamış davalarda bu kanun hükümleri uygulanacak.

CHP de, "Bu kanun yürürlüğe girmesinden önce yargı mercilerine açılmış ve henüz hükme bağlanmamış davalarda bu kanun hükümleri uygulanır" ibaresiyle süren davalara müdahale edileceğini iddia etti.

TSK'nın kullanımında bulunan yerlerde Bakanlığın muvafakati alınmayacak.

Aynı durumun başta İstanbul ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere diğer belediyeler için de geçerli olduğu belirtilerek, bu belediye başkanlarının eyalet valisi gibi hareket edebileceği belirtiliyor. Böyle yasayla Anıtkabir'i bile kamulaştırırlar Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, Belediye Kanunu'nda yapılmak istenen yasa tasarısına büyük tepki gösterdi. Tanık,"TBMM'ye sunulan yasa tasarısıyla 'acele kamulaştırma' yetkisi Belediye Başkanlarına verilmektedir. Bu yetki, ancak savaş halinde veya afet durumlarda kullanılabilen bir şeydir.

Bu yetkiyle örneğin Ankara'da askeri alanların, Atatürk Orman Çiftliği'nin, Anıtkabir'in, hatta belediye binalarının dahi kamulaştırılabilmesi sağlanacaktır" dedi.

CHP, ŞERH KOYDU

Bu tam bir rant yasası olur.Yasaya 'üzerinde yapı olan veya olmayan, imarlı veya imarsız' ifadesi eklendi. Kentin istenen bölgesi alınır, yüksek rant ödeyenlere terk edilir! Komik bir bedelle devredilir Büyükşehir belediye sınırları içindeki kamu kurumlarına ait gayrimenkuller 'harca esas değer' üzerinden, komik bir bedelle belediyeye devredilir. Davalara da müdahale edilecek

http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8928
Kürt açılımı oy kaybettirince...

Sekiz ay önce Habur Kapısı’ndan on binlerce kişinin katıldığı törenle Türkiye’ye giriş yapan ve kurulan “gezici mahkemeye” çıkarılarak serbest bırakılan PKK’lı teröristlerin bir bölümünün önceki gün tutuklanması pek çok çevrede şaşkınlıkla karşılandı.
Gazetelerde ve televizyonlardaki “Kürt açılımının bittiği” yorumlarının ağırlık noktası “Devlete bundan sonra kim, neden güvensin?” sorusuydu.Oysa işin aslı bu değil. Biz daha aylarca devlete olan güveni, yargıdaki gariplikleri tartışırız. Olayın iktidar tarafından algılanışı farklı.Çünkü iktidar bir “Kürt açılımı” yapmamıştı, sadece Kürt açılımı adı altında AKP oylarının yükseleceğini hesaplamıştı.
AKP’ye akıldanelik yapan maskeli faşistler, medyadaki işgalleri sayesinde boylarından çok büyük ses çıkardıkları için iktidara “Kürt sorununu da çözersen artık seni kimse tutamaz.

Avrupa Birliği’ne giriyorsun, bölgede etkin güç oldun, dünya Türkiye’den söz ediyor, bunlar iyi güzel, ama bir de Kürt sorununu çözdün mü tamamdır” diyorlardı.İktidar olaya sadece bölgesel bakınca bu görüş değer kazandı ve AKP sözde “Kürt açılımına” karar verdi.İlk başlarda, bu girişim toplumun birçok kesiminde, hatta o güne kadar PKK terörüne “Kürtçülük” olarak bakanlarda bile bir umut yarattı.
Nereye kadar?
Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan rezalete kadar.
O gün, bizzat bir AKP’li yöneticiden duyduğum şu sözü unutmuyorum.
Demişti ki “İl başkanlarının telefonlarına çıkamaz olduk.
İnanılmaz bir tepki yağıyor, il başkanlarımızın bazıları partinin kapısına kilit vurup gitmişler çünkü korkuyorlar.
”Nitekim bu tepki AKP yönetimini de şoke etti.
Başbakan ilk 24 saat durumun farkında olmadığı için “barış” gösterileri yaptı ama hemen ertesi gün sert açıklamalar başladı. İlk icraat olarak da Avrupa’dan gelecek kafileye izin verilmedi.Ama artık cin çıkmıştı.
AKP Kürt kozunu kullanayım derken hızla oy kaybetmeye başladı.
“Zevahiri kurtarmak” adına bir süre sanki Kürt açılımının arkasında duruyormuş gibi yaptı.
“Bu bir demokrasi, kardeşlik projesidir” dedi.
Ama oy kaybı durdurulamayınca politika tamamen tersine döndürüldü.
Mekanizma işlemeye başladı.
KCK operasyonları adı altında kentlerde av başlatıldı.
Son hamle olarak da Habur’daki imajı düzeltmek adına tutuklamalar için emir verildi.İyi de, bu yeni politika AKP’ye eski oylarını tekrar kazandıracak mı?
Kürt yanlışı nedeniyle partiden uzaklaşanlar geri dönecekler mi?
Bana çok geç gibi geliyor.
Ünlü deyimimizdeki gibi “Takke düşünce kel görünür.”
Eski oylar gelmeyeceği gibi sırf bu açılıma kanarak AKP’ye destek verenler de şimdi kaçacaklardır.
Can Atakli19.06.2010

Diktatör ve Soytarı

Cumhuriyet 19.06.2010
CUMARTESİ
YAZILARI
ATAOL BEHRAMOĞLU
Diktatör ve Soytarı
Diktatör “dikte eden” kimse demek.
Böyle bakıldığında, dilimize “buyurgan” diye çevrilebilir.
Tartışmadan hoşlanmaz.
Ağzından çıkan her sözü “hikmet” olarak görür.
Eleştiriye tahammülsüzdür.
Zaten bir zaman sonra çevresinde onunla tartışmayı göze alabilecek kimse kalmaz.
Eleştirinin en küçük dozu bile bu çevrede yer bulamaz.
Bir an gelir, diktatörün çevresinde sadece şakşakçılar, dalkavuklar ve soytarılar kalmıştır.
Bu onun zaten yerinde olmayan akıl sağlığını daha da bozar.
Diktatörleştikçe yalnızlaşır, yalnızlaştıkça diktatörleşir.
Bu yalnızlaşmada diktatör ve soytarı birbirine karışır.
Kimin diktatör kimin soytarı olduğu ayırt edilmez olur.
***
Diktatör ve soytarı ilişkisini en güzel Charlie Chaplin anlatmıştır.
“Diktatör” adlı filminin adı pekâlâ “Soytarı” da olabilirdi.
Hitler orada soytarı olarak gösterilmiştir.
Saçları, bıyığı, deli bakışları ve davranışlarıyla o gerçekten de rol yapan bir soytarıdan farksızdır.
Saçsız ve bıyıksız Mussolini de öyledir.
Çünkü mesele saçta ve bıyıkta değil, davranıştadır.
Diktatörün akıl sağlığının bozukluğundadır.
Ciddi ve ürkütücü görünüşünün ardındaki zavallılığındadır.
***
Kasımpaşa’yı Unkapanı’na bağlayan caddelerden birinde genellikle sabah saatlerinde ortaya çıkan bir deli vardır.
Trafik polisliği rolünü üstlenmiştir.
Teneke parçalarını madalya olarak taktığı üniforma kalıntısı giysilerinin içinde görevini büyük bir ciddiyetle yerine getirirken insanın içinde acıma duygusu uyandırır.
Ne deliliğinin ne soytarılığının farkındadır.
Sanki ilahi bir güç tarafından görevlendirilmişçesine, zaten dar olan tek yönlü caddenin tam ortasında durmuş, gelip geçen arabaları el kol hareketleriyle yönlendirme çabasındadır.
Yüzündeki ve davranışlarındaki ciddiyete karşın ve belki de özellikle bu nedenle o bir soytarıdır.
Sanırsınız bütün bir yaşama yön verecek kadar kendini yücelerde gören bu zavallı deli, aklını kaçırmamış ya da akıl sağlığı zaten bozuk olarak doğmamış olsa, karşımıza bir diktatör taslağı olarak da çıkabilirdi…
***
Soytarıyla komedi sanatçısı arasındaki fark, soytarının ölçü tanımazlığındadır.
Soytarı ve diktatör arasındaki benzerliklerden biri de buradan geliyor olabilir.
Soytarı güldürmek için her türlü şaklabanlığı dener.
Diktatör için de akıl ve mantık tutarlılığı diye bir zorunluluk yoktur.
Tehditle sonuç alamadığında yalana başvurur.
Dün söylediğini bugün yadsıması olağan şeydir.
Gerekli gördüğünde kendini acındırmak için yalvarmaktan utanmaz.
Her şeyi yalan dolandır.
Görünürdeki hedefi ne olursa olsun, asıl sorun, kişiliğindeki doyumsuz buyurganlık hırsıdır.
Bu ise delilik değilse bile ciddi bir kişilik bozukluğu, diktatörün konumu bakımından da toplumlar için tehdit oluşturan bir tehlikedir.
***
Ben bir diktatördeki kişilik bozukluğunun görüntülerini 12 Eylül döneminde kapatıldığımız cezaevindeki TV haber programlarında izledim.
Söylediği her cahilane söz sanki bir Tanrı kelamı, bizlerin ve ülkenin kaderini yönlendiren tartışılmaz öngörüler, saptamalar ve direktiflerdi.
Bugün bu ülkede herhalde hiç kimse, sözünü ettiğim Kasımpaşalı deli bile o diktatörün yerinde olmak istemez...
Bütün diktatörlerin kaçınılmaz sonu giderek soytarılaşmak, sonunda da tarihin çöplüğünde layık oldukları yeri almaktır.

GAZETECİLİK MESLEĞİ ÖZGÜR KALMALI

ataolb@cumhuriyet. com.tr