Friday, May 30, 2008

Böyle bir iftira görülmedi!!! hem de bir Turkiye Disisleri Bakanindan!

Ertuğrul ÖZKÖK

ARTIK adını açıkça koyalım.AKP hakkında dava açıldığı günden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı koltuğu münhaldir. Boştur. Boşaltılmıştır.

Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, işini gücünü bırakıp, "AKP’nin kapatılmasını önleme" görevini üstlenmiştir.
Öyle yaptığı için de, artık izan çizgisini aşmıştır.

Avrupalıların gözlerine baka baka, "Türkiye’de Müslüman çoğunluğun dini özgürlük sorunu vardır" demesini neyle izah edeceğiz?

Basit bir hata, bir dil sürçmesi ile mi?
"Erdoğan sonrası AKP genel başkanlığı için şimdiden kampanyaya başlamak"la mı?
"Ağzının söylediğini kulağı duymuyor"la mı?
Yoksa daha az masum bir nedenle mi?
Mesela, "Cumhuriyet rejimine iftira"yla mı?
* * *
Kaç kere yazdım, üşenmeden, bıkmadan bir kere daha alt alta yazıp bilançoyu çıkarıyorum.
Bu ülkede kapalı cami mi var?
Namaz kılmak isteyene mani olan birini biliyor musunuz?
Hacca gitmek isteyen insanın önünü kim kesiyor?
Fitre ve zekát vermek isteyip de veremeyene mi rastladınız?
Kelime-i şehadet getirmek isteyenin ağzını biri mi kapatıyor?
Sayın bakan yapmayın, ülkenize bu kadar haksızlık etmeyin.
Bu ülkede, İslam áleminin en çirkin camilerini yapma özgürlüğü bile var.
Bazılarına, dini gırtlağına kadar siyasetin batağına sokma özgürlüğü bile tanınmış.
Din adına para toplayan bezirgán desen, onun kılına bile dokunan yok.
Öyleyse, partinizi kurtaracaksınız diye, ülkenizi bu kadar harcamanız hangi insaf ölçüsüne sığıyor?
* * *
Önceki akşam, Avrupa Vakıflar Merkezi Yönetim Kurulu için verilen bir yemekteydim.
Milyarlarca dolarlık bilançoları yöneten, dünyanın önde gelen vakıflarının temsilcileri İstanbul’da buluştu.
Boğaz’da açık bir alanda yemek yerken, ezan okunmaya başladı.
Yanımda oturan ünlü bir vakıf yöneticisi kulağıma eğildi ve şunları söyledi:
"Geçen hafta Tahran’daydım. Orada hiç böyle çok ezan sesi işitmedim. Ayrıca buradaki kadar çok cami de yoktu."
Kendisine şu yorumu yaptım:
"İran’a ben de gittim ve aynı gözlemle döndüm. İran’ın Şii yapısı ile Türkiye’nin Sünni ağırlıklı yapısı arasında fark var. Ama bana göre asıl fark şurada. İran’da bir dini sınıf, İslam’ı, devleti yönetmek için totaliter bir ideolojik sistem olarak kullanıyor. Türkiye’de ise Cumhuriyet rejiminin anayasası, dinin, devleti yöneten bir ideoloji haline gelmesine izin vermiyor."
Bu yorumdan sonra, asıl anlatmak istediğime geldim:
Bana göre Türk toplumu, İran toplumuna göre inancına daha bağlıdır. Daha da önemlisi, inancının gereklerini daha özgürce yerine getirebilmektedir. Dünyanın hiçbir İslam ülkesinde, Türkiye’deki kadar fazla cami yok. Peki bu camiler hangi dönemde yapıldı?
Tuhaf bir liberal-dinci koalisyonunun insafsızca saldırdığı laik Cumhuriyet döneminde değil mi?
O sırada Boğaz’ın kenarında birbiri ardına başlayan ezan sesleri, hálá devam ediyordu.
Yabancı misafire, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda o gün söylediği sözleri aktardım.
Hayret ifadesiyle yüzüme baktı.
* * *
Dışişleri Bakanı’nın bu sözlerini okuduktan sonra, artık şu noktaya geldim.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e yönelik bu saldırılar karşısında sessiz kalmamalıyız.
Bu insafsız, vicdansız kampanyaya ses çıkarmamak, artık bir suç ortaklığına dönüşüyor.
Bu ülkede, "Müslüman çoğunluğa eziyet ediliyor" sözleri, bizzat Cumhuriyet hükümetinin bakanı tarafından telaffuz edilebiliyorsa, bize düşen de bu hayasız iftirayı, aynen sahibine iade etmektir.
Bunu yapmak, telekulak çeteleriyle, akraba taallukat idaresiyle uğraşmaktan bile daha acil ve önemlidir.

Wednesday, May 28, 2008

Nuri Bilge Ceylan, sözleriyle Türkiye’nin gönlünü fethetmekle kalmadı. Bir cümleyle, oturup düşünmenin yolunu da açtı.

GENİŞ AÇI
HİKMET BİLA
Güzel ve Yalnız

‘Üç Maymun’ filmiyle Cannes’da ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan Türkiye’de günün adamı...
Aldığı büyük ödülle değil.
Çünkü o zaten ödüllerin yönetmeni. Bu, aldığı ilk ödül değil ki... Beş yıl önce de, iki yıl önce de ödüllerle döndü.
Ödül töreninde yaptığı konuşma ile konuşuluyor Ceylan.
***
Özlü sözleri oldum olası severim. Aslında herkes sever. Birkaç kelimede düşünceyi, duyguyu anlatabilmek ne güzeldir... O düşünceyi, o duyguyu isterseniz kitaplar dolusu yazılarla, saatler dolusu konuşmalarla anlatmaya gerek kalmaz artık.
Birkaç kelime yeter.
Ceylan ödül töreninde özlü konuştu: “Kazandığım ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum.”
Sadece on kelime.
On kelimede kitaplar dolusu anlam... Duygu, düşünce...
***
Yabancı medyanın gözü onun üzerindeydi. Dünyada büyük yönetmen olarak tanınıyordu. Avrupa kültür, sanat, sinema dünyası onu iyi biliyordu. Belki, daha önce başkalarından duydukları birkaç kelimeyi ondan da duymak için ağzının içine bakıyorlardı. “Türkiye şu kadar adam astı, bu kadar adam kesti” dediği anda flaşlar patlayacak, kameralar hareketlenecek, televizyonların ve gazetelerin haber merkezleri ayaklanacaktı.
Öyle bir şey demedi?
Öyle bir şey demedi de, ülkesini göklere mi çıkardı. Hamaset mi yaptı?
‘Lider ülkem’ de demedi.
‘Büyük ve güçlü ülkem’ de demedi.
Ne dedi?
‘Yalnız ve güzel ülkem’ dedi.
Tam gerçeği dile getirdi. Ödülünü ‘yalnız ve güzel ülke’sine adadı. ‘Yalnız ve güzel ülke’sini tutkuyla sevdiğini söyledi. Ülkesini yalnız bırakmak için, bırakınız tarihini, değerlerini, insanlarını, taşını toprağını bile aşağılayanlara inat... ‘Türkiye’ deyince, ‘ülke’ deyince, ‘yurt’ deyince dudak büküp burun kıvırtan Türklere inat... ‘Ülkemi ne kadar kötülersem, dışarıda o kadar prim yaparım’ diyenlere inat... Ülkesini sevmenin uluslararası ödül almaya engel olmadığını kanıtlayarak...
***
Nuri Bilge Ceylan, sözleriyle Türkiye’nin gönlünü fethetmekle kalmadı. Bir cümleyle, oturup düşünmenin yolunu da açtı.
Hem ‘güzel’ hem ‘yalnız’ olmanın sancısını belki herkesin hissetmesini istedi. “Üç Maymun’u oynamayın” dedi. “Hem ‘güzel’ hem ‘yalnız’sanız, ortada bir yanlış vardır” dedi.
Ceylan’ın sözlerinden sonra oturup düşünmek gerekmez mi?

Çağdaş ükeler ailesinin bir üyesi olmak için yola çıkan ve bu yolda çok büyük mesafe kat eden Türkiye, bugün neden yalnız bir ülke?
Güzel ve yalnız?
Yalnız olmak kötü.
Hem güzel hem yalnız olmak daha da kötü.

mailto:hikmet.bila@ntv.com.tr?subject=YoreNet%20e-MEDYA%20$%7BTARIH%7D-$%7BYAYIM_ADI%7D-$%7BHKODU%7D

Necati Dogru
Sinema endüstrisindeki gelişmeyi yakından izleyen Zülfü Livaneli’nin de geçen gün yazdığına göre; laik Türkiye’nin köyünde doğup, kasabasında büyümüş, şehrinin orta halli mahallelerinde fotoğraf sanatçılığına gönül sarmış Nuri Bilge Ceylan, kendisine En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren filmi “Üç Maymun”un çekiminde kullandığı teknikle (Color Grading Systems) de dünya sinemasında devrim yapacak bir ilke imza attı.

Ödülü aldı.

Alırken de gönlünün derinliklerinde yanardağ lavı gibi biriktirdiği duyguyu, “Bu ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” diye ifade ederek açığa vurdu.

Şerif Hocacılar!Bir düşünseniz.Birincilik ödülü alan bu yönetmenin; “Güzel ve yalnız ülkem” diye verdiği tepki, “Türklerden adam olmaz, AB olmazsa biz hiçiz, Ermeni’ye soykırım yaptık, Rum’a etnik temizlik uyguladık, Kürt’ü ezdik, Kıbrıs’ı işgal ettik, dindarı korkutup sindirdik, bu halk aşağılık, yalancıdır” diyenlerin suratında patlayan bir şamardır.
Değilse nedir?

‘Laik değiliz, Din her alanda olmalı!’

“....AK Parti, laik bir anlayışın savunucusu değildir.
Dini her alandan kovan bir felsefi laikçi anlayışın temsilcisi değiliz....”

Mustafa Mutlu


AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, önceki akşam Başbakanlık Yayın Holding’in televizyonlarından atv’nin konuğuydu. Ağırlıklı olarak partisinin kapatılma davası hakkında konuştu.

Eteğindeki bütün taşları döktü.

Ve öyle bir söz söyledi ki, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmakla suçlanan partisini, Anayasa Mahkemesi’nden önce tüm sağduyulu vicdanlarda mahkûm ettirdi:

“AK Parti, laik bir anlayışın savunucusu değildir.
Dini her alandan kovan bir felsefi laikçi anlayışın temsilcisi değiliz.”

***
“AKP’nin laik bir anlayışın savunucusu olmadığını” biz yazdığımızda, bu beyler bugüne kadar hep tam tersini söylediler.

“Değiştik” dediler.

Kafalarına göre tanımlamak şartıyla, hepimizden daha çok laiklik yanlısı olduklarını iddia ettiler.

Ama Dengir Mir Mehmet Fırat, artık gerçeği itiraf ediyor.

Bu sözler, mevcut yasalarımıza göre suçtur.
Siyaseten de büyük bir skandaldır.

Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, “din devleti yapma” arzusunun en açık itirafıdır!

***

“Dini her alandan kovan bir felsefi laikçi anlayışın temsilcisi değiliz” sözleri ise bana göre, kuruluşundan bu yana laikliği benimseyen Türkiye Cumhuriyeti devletine yöneltilmiş en büyük suçlamadır...

Fırat’ı bu sözlerini kanıtlamaya davet ediyorum ve soruyorum:

Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devleti, hangi dinden, hangi vatandaşının ibadet etmesini yasakladı?

Hangi camiyi kapattı?

Hangi din görevlisinin, görevini yapmasını engelledi?

Tam tersine, dar bütçesinden her yıl çok önemli bir payı Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayırarak, 100 binin üzerindeki caminin imamsız kalmasını önlemedi mi?

Haaa...

Bunlar yetmiyor size; ısrarla “dinin, her alanda” olmasını istiyorsunuz...

Yani; din, devlet yönetimine karışacak...

Kadrolar dini kriterlere göre doldurulacak...

Yargı, anayasaya ve yasalara göre değil, şeriata göre karar verecek...

Okullardaki eğitim, bilimsellikten çıkarılacak, dini içeriğe bürünecek...

Sosyal hayatta, dini kurallar geçerli olacak...

***

Dengir Bey:

Aklınızı başınıza toplayın...
Suudi Arabistan’da değil, Atatürk’ün ve dava arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde siyaset yapıyorsunuz!

Bu ülkede herkes istediği dine inanır ama devletin hiçbir “alan”ı, dini kurallarla yönetilemez...


Yine de size kızmıyorum...

Çünkü en azından arkadaşlarınız gibi yalan söylemiyorsunuz!

Peki; bu amacınıza ulaşabilir misiniz?

Yanıtım tek kelime...
Ama yazamam...

Suç olur!

***

GA(S)P!

Başbakan dün Diyarbakır’da Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) için yeni bir kaynak paketi açıkladı...

Peki, nereden buldu o kaynağı?

Çalışanların maaşlarından kesilen ama kullanılması “deveye hendek atlatmaktan zor olan” İşsizlik Sigortası’ndan!

Yani işçilerin parasıyla yandaş müteahhitler beslenecek, GAP da bitecek...
Böylece AKP de yerel seçimlerde belediyeleri tek tek toplayacak!


O Fon’da benim de param var...

Ve ben, paramı gaspedip, oy uğruna dağıtanlara asla hakkımı helal etmiyorum!

***
GÜNÜN SORUSU

Dün Diyarbakır’da Başbakan’ın konuştuğu salonun girişinde AKP’li görevliler ile polis arasında arbede çıkmış.
Polis cop kullanarak görevlileri dağıtmış.

1 Mayıs’ta işçilerin dövülmesini savunurken, o copların bir gün size yöneleceğini hiç düşünmemiş miydiniz?

***
Komplodur, komplo!

Dünkü Cumhuriyet’te son derece ilginç bir haber vardı:

Kara çarşaflı iki kadın, Antalya’da yaşayan Yücel Keleş isimli bir vatandaşa, “Yerel seçimlerde AKP’ye oy vereceğim” diye yemin ettirdikten sonra iki cumhuriyet altını vermiş...
Keleş de Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş.
Kadınların elinde, aralarında Yücel Keleş’in de isminin yazılı olduğu uzunca bir liste varmış!

“Din tacirleri”nin bu suç duyurusundan sonra vereceği tepki belli:

“Komplo!”

Tabii canım, hiç gerçek olabilir mi böyle bir iddia?

Komplodur, komplo...
Tabii, yersek!

http://www9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=180849&Categoryid=4

Sabah Gazetesi iftiharla sunuyor: "Barroso: Laiklik zorla dayatılmaz" demiş.

Özdemir İNCE

Barroso: Laiklik zorla dayatılmaz

TÜRK siyasetçilerin, gazete yazıcılarının, üniversite elemanlarının yanlışlarını düzeltmek zorunda kalmamız yetmezmiş gibi şimdilerde bir de Avrupa Birliği şövalyeleri ile uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Sabah Gazetesi iftiharla sunuyor: "Barroso: Laiklik zorla dayatılmaz" demiş.
Barroso hazretlerine laikliğin zorla dayatılması gerektiğini kanıtlamadan önce, hazretin bu inciyi yumurtladığı bağlamı sunalım:
KİBARLIK GEREKSİZ!
"AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye’nin bir gün AB’nin tam üyesi olması için, Türkiye’de tam demokrasi ve ’demokratik laikliğin’ olması gerektiğini belirterek, ’Laiklik zorla dayatılmaz. Avrupa’daki demokrasilerde normal olduğu şekilde tüm garantileriyle uygulanan demokratik bir süreç olmalıdır’ dedi." (Sabah, 09.05.08) Bu, yanlışlığın değil deli saçmasının neresini düzeltelim?
Türkiye’de okuldan çok cami var. Okullardaki sınıflarda öğrenciler yer bulamazken birden fazla camisi olan küçücük köyler var. Halk iki dini bayramında yılda toplam en azından 10 gün tatil yapıyor. Kurban kesiyor. Sosyetesi bile hacca ve umreye gidiyor. Milli voleybolcusu genç kız tesettüre giriyor. Ülkede 300’den fazla imam hatip okulu, neredeyse her üniversitede bir ilahiyat fakültesi, bütçesi üç bakanlığa bedel Diyanet İşleri Başkanlığı, binlerce Kuran kursu, tarikatlar tarafından yönetilen gene binlerce öğrenci yurdu, yüzlerce İslamcı gazete, dergi, yayınevi, radyo, onlarca televizyon kanalı var. Bankalar ve holdingler var. Kimsenin namazına, niyazına karışılmıyor. Yani herkes özel yaşamında inançlarını özgürce kullanıp uyguluyor. Daha uzatmaya gerek yok. Bu ülkede mi laiklik zorla dayatılıyor!? Kibarlığın hiç gereği yok: Çüş artık!

’ZORLAMA’NIN FERİŞTAHI
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde, devletin "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğu yazmaktadır. Ve bu madde Anayasa’nın 4. maddesine göre, değiştirilmesi bir yana değiştirilmesi teklif bile edilemez.

İşte size zorlama’nın feriştahı!

Anayasa’nın 2. ve 4. maddeleri, Asli Kurucu (Demokratik) İktidar’ın tercihini yansıtmakta ve dayatmaktadır. Bu iki maddeyi Tali Kurucu İktidar (Türevsel İktidar) da değiştiremez. (Yani AKP’nin egemen olduğu TBMM bile.)
Bu iki madde ancak İslamcı bir ihtilal ile, monokratik ve teokratik bir iktidar biçimi ile değişebilir.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti’nde laiklik bir devlet düzeni ve ilkesi olarak kendini zorlayabilir. Bu bir!
İkincisi: Bu iki maddeden hoşnut olmamak, laikliği yeniden tanımlama hevesleri, fırsat kollayan, geleceğe dönük şiddeti içermektedir. Bu nedenle AKP’nin kapatılma davası Venedik Kriterleri ile kesinlikle çelişmez.

Bir şair ancak bu kadar hukuk ve Anayasa hukuku dersi verebilir! Jose Manuel Barroso ve dostlarına ve AKP milletvekillerine, dostum Erdoğan Teziç’in "Anayasa Hukuku" kitabını okumalarını tavsiye ederim. Okusunlar ki yakında bazı önerilerim olacak!

Basinda Nuri Bilge Ceylan'nin basarisi....

Avustralya Basininda:
"Best director honours went to Turkey's Nuri Bilge Ceylan, an arthouse favourite, for his searing, visually stunning family drama, Three Monkeys." Theage

" From correspondents in Cannes May 26, 2008
TURKEY'S Nuri Bilge Ceylan won Cannes' Best Director prize today for his searing family drama Three Monkeys.
Ceylan, almost 40 and already winner of a batch of awards for his first four features, is regarded as one of the most distinctive film-makers of the last decade.
Three Monkeys, a tragedy revolving around jealousy, was his third appearance in competition at Cannes, where the movie was a critics' favourite among the 22 vying for the prestigious Palme d'Or award.
"The film is about life, about many things, about the inner world," he said.
"I don't make films on this or that as that is too didactic. And by the time I've ended a film the idea may have changed."
After running over a man at night, a politician running for election bribes his driver to claim responsibility for the accident.
But while the man is in prison, the politician seduces the driver's wife, and her son, a young adult, sees it all.
Ceylan, maker of Uzak and Climates, is a master of psychological subtlety and intimacy, shooting meticulously beautiful images helped by his use of high-definition digital video. "

http://www.theaustralian.news.com.au/story/0,25197,23757874-12377,00.html

Ceylan Fransiz basininda
Le Monde: “Jurinin odullendirdigi diger filmlerin aksine Ceylan’in filmi belli bir karamsarligi vurguluyordu”
UGUR HUKUM
PARIS - 21 yil aradan sonra gelen Altin Palmiye Fransiz basininin gozunu burudu. Dun Laurent Cantet’nin “Entre les murs / Duvarlar Arasinda” baslikli, sorunlu bir ortaokul sinifinin hikâyesini anlatan film disinda uzerinde konusulan bir film bulmak zordu.

Nuri Bilge Ceylan’a 61. Cannes Film Festivali’nde En Iyi Yonetmen odulunu getiren “Uc Maymun” normal odul listelerinin disinda pek yorum almadi.

L’Humanité ve La Croix gazeteleri festival sonuclarini sabah baskilarina dahi koymazken, Le Figaro Altin Palmiye, En Iyi Kadin ve Erkek Oyuncu odullerini yorumlamakla yetindi.

Kendisi ozel bir odul siralamasi yapan muhafazakâr gazete, Ceylan’i gormezden gelirken,
Palmiye’sini Israil filmi “Bachir’le Vals”e verdi.

Diger odulleri de Clint Eastwood, Matteo Garrone, Pablo Trapero ve Arnaud Deplechinarasinda paylastirdi.

TEK ISTISNA NURI BILGE CEYLAN
“Uc Maymun”a kisa da olsa deginen uc gazeteden ilki sol liberal Libération’du.

Odullerin agirlikli bicimde siyasi oluslarina gore verildigine dikkat ceken, gazete tek istisnanin Nuri Bilge Ceylan oldugunu ileri surdu. Filmin Ceylan’a ozgu ve onu onurlandirici bir “Intimist / Mahremci”ice-oze yonelik yaklasimla cekildigini yazan kolektif makalede, calismanin ince iscilikli, dijital paletten cikmis usta bir resme benzedigi belirtildi.

Merkez sol Le Monde da film hakkinda benzeri kisa bir yorum eklemis: “Jurinin odullendirdigi diger filmlerin aksine Ceylan’in filmi belli bir karamsarligi vurguluyordu.”

Toplam okur sayisi 2 milyonu askin iki bedava gundelik gazeteden Metro haberi, “En Iyi Yonetmen Odulu’nu cok agir ancak ulu/muhtesem niteleyebilecegimiz fotograflar esliginde karanlik bir hikâye anlatan Nuri Bilge Ceylan’in ‘Uc Maymun’u kazandi” seklinde aktardi.

Diger gazete 20 Minute ise filmi “Buyuk Sok” olarak nitelerken, filmin daha ilk sahnelerinden seyirciyi‘seytani bir girdapta buyuledigini’ yaziyordu. Yazi, “Bu filmin olmadigi bir oduller listesi tahayyul edemiyorduk” sozleriyle noktalaniyordu.

Nuri Bilge Ceylan ile gurur duymak!....

Tufan TÜRENÇ
" Nuri Bilge Ceylan’ı alnından öpüyorum
AH keşke o salonda olabilseydim. İnanın yerimden fırlar, Nuri Bilge Ceylan’ı kucaklar ve onu alnından öperdim.
O cümlesi var ya o cümlesi, beni tam can evimden vurdu.
Ben yıllardan beri yazı yazıyorum ama yıllardan beri onun o tek bir cümleyle anlattıklarını bir türlü anlatamadım.
Nuri Bilge Ceylan benim yüreğimi sürekli kanatan kahredici gerçeği üç dört sözcükle toplayıverdi:
"Bu ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum."
Yok yok... Kesinlikle bu cümleye sığdırılmış anlam ve felsefe sıradan bir insanın söyleyebileceği cinsten değil.
Belli ki o acı gerçek, benim gibi onun da yüreğini kanatıp durmuş.
"Yalnız ve güzel ülkem..."
Gerçekten de güzeldir ve yalnızdır bu canım ülke.
Hem içerde yalnızdır, hem de dışarda yapayalnızdır.
* * *
Yıllardan beri bu ülkenin yazgısıdır; politikacılar sadece ve sadece kendi çıkarlarını düşünürler.
Sadece kendileri, taraf ve etrafları için çalışırlar.
Onun için siyasi yolsuzluklar diz boyudur bu ülkede.
Siyasi gücü elinde tutan bir sürü çapsız politikacının talanından bir türlü kurtulamamıştır.
Onun için yapayalnızdır.
En büyüğünden en küçüğüne kadar iş dünyasının büyük bölümü de kişisel çıkarlarını daima ülkesinin çıkarının önüne koymuştur.
Meslek erbaplarının çoğu da aynı yoldadır.
Bu ülkede yaşayanlar, bu ülkenin nimetinden yararlananlar Türkiye’yi değil kendi çıkarlarını düşünürler genellikle.
Ve Türkiye uğradığı büyük ihanetlerin ortasında yapayalnız bir ülkedir.
Dünyada daha da yalnızdır.
Yaşadığı zor coğrafyada kurulan her türlü tuzakla, her türlü belayla tek başına boğuşur, boğuşur...
Bütün kalbimle inanıyorum ki, bir gün bu güzel ülkenin yalnızlık yazgısını Nuri Bilge Ceylan’lar kıracak

tturenc@hurriyet.com.tr

Sunday, May 25, 2008

Kıbrıs'ta Neler Oluyor? Mehmet Bedri Gültekin - Aydınlık

Değerli hocamız Prof. Dr. Erol Manisalı, son Kıbrıs gezisinin ardından Ulusal Kanal'da düzenli olarak katıldığı programda, çok önemli açıklamalar yaptı. Sayın Manisalı, daha sonra 16 Mayıs tarihinde Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, bu açıklamalarını yazdı.

Konu: KKTC'deki Geçitkale askeri üssünün bir İngiliz şirketine verilmesi ve İsrail'in inşasına başladığı iki adet liman ile beş bin nüfuslu bir yerleşim birimi.

Sayın Manisalı'nın bu açıklamaları yapmasından bu yana yaklaşık on gün geçti. Sonraki günlerde Yrd. Doç.Dr. Birol Ertan ile Yeni Şafak yazarlarından İbrahim Karagül de aynı konuda yazılar yazdılar.

Son derece önemli bir konu. Ama on gündür ne KKTC yetkililerinden, ne de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilgililerinden en ufak bir açıklama gelmedi.

YALANLANMAYAN İDDİALAR
Yalanlanmayan iddialar şunlardır:

1. Türkiye ve KKTC bakımından stratejik öneme sahip olan Geçitkale askeri havalimanı Talat Hükümeti tarafından bir ihale ile CAS adlı bir İngiliz şirketine verilmiştir. Yaygın kanaate göre bu olayın arkasında Amerika vardır.
Elbette bu kadar stratejik öneme sahip bir üssün İngilizlere verilmesi, AKP'den habersiz gerçekleştirilemez. AKP'nin bu adımı neden attığı üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu.
2. Geçitkale havalimanının 20-25 kilometre doğusunda bir İsrail şirketine, 5 000 kişinin yaşayabileceği bir kasaba inşaatı ve yönetimi konusunda izin verilmiştir. Liman inşaatları konusunda verilen izinlerle birlikte düşünüldüğünde, bu kasaba inşaatının masum bir sivil yerleşim yeri olmadığı anlaşılmaktadır.
3. Gene aynı bölgede bir İsrail şirketine iki liman inşa etme ve işletme konusunda yetki verilmiştir. Önemli olan nokta şudur: Limanlardan biri, uçak gemilerinin yanaşabilmesine uygun, 16 metre deniz derinliğinin bulunduğu yere inşa edilecektir.

İddialar bunlardır. Somut bilgilerle ortaya konan bu iddiaların gerçeği yansıttığı görülmektedir.
Bu gelişme ne anlama gelmektedir?

AMERİKA'NIN ASKERİ ÜSSÜ
Bu gelişmelerle birlikte Amerika'nın, önemli bir askeri güç olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yerleşmek istediği anlaşılmaktadır.İngiltere ve İsrail'in askeri bakımdan attıkları adımlar, gerçekte Amerika'nın attığı adımlardır. Yani İngiltere'nin askeri havaalanını ihale ile almasını, İsrail'in biri, uçak gemilerine hizmet etmek üzere iki liman inşa etmesini ve ayrıca bu havalimanı ve limanlarda istihdam edilecek personelin yaşayacağı bir kasabanın kurulmasını, doğrudan doğruya bir Amerikan projesi olarak görmek gerekir.

Amerika neden böyle bir üs inşasına ihtiyaç duymaktadır?

Büyük Ortadoğu Projesi karaya oturmak üzeredir.Irak ve Afganistan halklarının kahramanca direnişi ABD'yi zor durumda bırakmıştır. Irak ulusal direnişi, bu ülkedeki Amerikan askeri varlığını, kendini korumaktan aciz bir duruma düşürmüştür

İran'ın kolay lokma olmadığını artık Amerika'daki en kör gözler bile görmektedir. ABD İran ilişkilerinde inisiyatif, İran'ın eline geçmiştir.

Türkiye Amerika açısından "ne yapacağı belli olmayan bir ülke" konumundadır. Hele hele AKP hakkında açılmış olan kapatılma davası, Amerika'yı ve Batı'yı iyice telaşa düşürmüştür. Bu bakımdan Amerika açısından İncirlikteki askeri varlık da gönül rahatlığı ile dayanılabilecek bir unsur olmaktan uzaktır.
Öte yandan Büyük Ortadoğu Projesi, Amerika açısından varlık yokluk sorunu haline gelmiştir. Amerika'nın bu projeyi yürütmek için sağlam bir askeri üsse ihtiyacı vardır. Bunun için en uygun yerin KKTC olduğu anlaşılmaktadır.
İktidarlarını Amerika ve Avrupa'ya borçlu olan Erdoğan ve Talat Hükümetleri, emperyalistler için güvenilir müttefiklerdir.
"TÜRKİYE'YE SALDIRI KIBRIS'TAN BAŞLAR!"
Amerika ve İsrail'in askeri bakımdan Kıbrıs'a güçlü bir şekilde yerleşmesi hiç şüphe yok ki Türkiye için bir tehdittir. KKTC'de kurulacak olan üslerle "Ne yapacağı belli olmayan Türkiye"ye askeri müdahalenin ucu gösterilmektedir.

"Türkiye'nin savunması Kıbrıs'tan başlar". Bu tespit Türkiye'nin yurtseverlerine aittir. Anlaşılan emperyalistler ise, "Türkiye'ye saldırı Kıbrıs'tan başlar" diye düşünmektedirler.

KRALİÇE'NİN TÜRKİYE'YE GELİŞ NEDENİ
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde meydana gelen bu gelişmelerden sonra İngiltere kraliçesinin Türkiye'ye gelişi anlam kazanmaktadır. Beş yıllık Irak işgali boyunca AKP iktidarının ABD ve İngiltere ile yapmış olduğu işbirliği, özelleştirmeler ile İngiltere'ye sağlanan avantajlar, AB kapısında İngiltere ile birlikte bütün Avrupa'nın talimatlarının büyük bir gayretkeşlikle yerine getirilmesi; elbette ki kraliçenin büyük memnuniyet içinde yaptığı Türkiye gezisini ve AKP'ye sunulan desteği açıklamaya yardımcı olur.

Ama kraliçe'nin bir savaş gemisiyle gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin nedeninin sadece bunlardan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır.
Askeri bakımdan İngiltere'nin, Amerika adına Kıbrıs'ta atmış olduğu büyük adım, Kraliçe'nin dışa yansıyan büyük memnuniyetini ve AKP'ye ilişkin samimiyetini açıklamaktadır.

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7686

Thursday, May 22, 2008

Ceviz Kabuğu Nerede Olmalı? Hulki Cevizoğlu

1996 dan beri hemen hemen hic bir programini kacirmadigim Hulki Cevizoglu'nun 'Ceviz Kabugu' Programini izleme ayricaligini tasimak cok ozel bir duygu ve aydinlama hareketinin bir parcasi diye dusunuyorum.. Bu ayricalik; " hangi universiteden mezunsun" diye bir soru ile karsilastigimda dahi gercek mezun universite adi yerine, " Hulki Cevizoglu Univeristesine " gidiyorum ama hala mezun olamadim, yapacak cok sey var ama ... demek geliyor...

... ozellikle son yillarda Cumhuriyeti, deomraksiyi, gelismeyi her anlamda kalkinmayi Turklere layik gormeyen icten ve disdan gelen baskilara karsi direnen Turkiye'den belli bilinci almis yurtdisina cikmis kisilere ozel bir sorumluluk yukluyor olsa gerek!.
Benimle ayni duygulari tasiyanlara saygilarimla
Gul Arslan
ILGINIZE.......

Ceviz Kabuğu Nerede Olmalı? Hulki Cevizoğlu - Yeniçağ Gazetesi

Geçen hafta, 12 Mayıs’ta, kurulduğundan bu yana (yaklaşık 3 yıldır) birlikte olduğum Kanaltürk televizyonunun satıldığı açıklanmıştı.Üstelik bugüne değin aleyhinde büyük yayınlar yapılan Fethullah Gülen’i seven bir işadamına. Eğer kanalda kalırsa Ceviz Kabuğu gibi programlara “inceden serte doğru bir müdahalenin” olacağını adım gibi biliyorum. O yüzden, şimdi sizlere soruyorum. Hani Ceviz Kabuğu programında sorduğumuz SMS (kısa mesaj sorusu) vardı ya, onun gibi.“Ceviz Kabuğu nerede olmalı?”

NELER OLABİLİR?

..Önümüzdeki olasılıkları sıralayayım ki, mevcut koşulları bilerek yanıt verebilesiniz.

1 - CK, Kanaltürk’te kalırsa Atatürkçü yapısına müdahaleler olacaktır,
2 - Kalmaz, istifa ederse, hemen hemen hiçbir yerden teklif gelmeyecektir,
3 - Tahminlerin aksine CK’ya teklif gelecek, bir başka kanalda yayın yapabilecektir.
4 - Tepkileri azaltmak için yeni yönetim, kısa bir süre programın çizgisine dokunmadan yayına izin verecek, yaz tatilinden sonra bir daha yayın yaptırmayacaktır.
5 - Sizlerin aklına gelebilecek başka bir olasılık.
Bu biraz Bekir Coşkun’un, Emin Çölaşan’ın 22 yıl sonra Hürriyet’ten atılması sonrası yazdığı yazı gibi oldu. Sizler o tarihte, “Bir daha Hürriyet almayacağız” demiştiniz. Bu söz kısa bir süre tutuldu, şimdi alıyorsunuz. Hürriyet eski tirajına kavuştu. Bunu Kanaltürk için de yapacak mısınız?İşte tüm bunları düşünerek sizlere soruyorum: “Ceviz Kabuğu programı ne yapmalı?..” (Lütfen yanıtlarınızı, yukarıdaki e-posta adresine ya da “cevizkabugu.com.tr” ye yazınız. Ama son derece hızlı, olur mu?..)Bir hatırlatma daha yapayım. 22 Temmuz Genel Seçimlerinden önce, bağımsız milletvekili adayı olmadan önce canlı yayında sormuştum. Politikaya gireyim mi, girmeyeyim mi, diye. Yüzde 90, “evet, gir” demişti. Ancak, Ankara 1. bölgenin bırakın yüzde 90’ı yüzde 10’u oy verseydi, bugün yaşanan tüm bu sıkıntıların TBMM’ndeki sözcüsü olacaktık!!!..

ULUSALCI DAYANIŞMA VE BİLİNCİ VAR MI?.

.Bu arabaşlığı 1 Ocak 2008 tarihli yazımda da kullanmıştım.
Şöyle demiştim:

Bu duruma rağmen, milliyetçi, ulusalcı, kuvayi milliyeci; sonuçta Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerini benimseyen aydınlar arasında sıkı bir dayanışmadan söz edilebilir mi?.. Atatürkçü vatandaşlar arasında meydanlarda gördüğümüz bu dayanışmanın, ne yazık ki, aydınlar ve kanaat önderleri arasında olduğunu söyleyemeyeceğim. Evet, çok yazık ama bu bir gerçek.Kitleler bu dayanışmayı gösterir ve aydınlardan da bunu beklerken, gizli bir snopluk (kibirlilik, kendini beğenmişlik) mevcut. Ulusalcı aydınlar, diğerlerinin gösterdiği dayanışmayı göstermiyor.Yılın ilk gününde bu önemli bir itiraf. Ama gerçek.Bu önemli konunun ayrıntılarına ilerde mutlaka değinmem gerek.

Şimdilik, yılınızın mutlu geçmesini diler; ama umutları soyutlukta değil, kendi somut çalışmanızda aramanızı hatırlatırım.

TEK KİŞİLİK MUSTAFA KEMAL’LER
...Evet, aynen böyle demiştim. Bu dayanışmanın olmadığını her geçen gün görüyor ve kahroluyoruz. İnternet medyasında ve gazete ile televizyonlardaki haberleri gördükçe, “Keşke haklı olmasaydım” diyorum.Artık neredeyse herkes “tek başına”. Hepimiz “yalnızız.” Hepimiz “tek kişilik orduyuz.” Tıpkı Mustafa Kemal gibi. Dün 19 Mayıs’ı kutladık. Atatürk’ün Samsun’a çıkarak, vatanı kurtarma sürecini başlatmasını.


Ne diyordu Atatürk?

“Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır, önüne sonsuz engeller koyacaklardır, fakat sen bunlara dayanıklı olacaksın. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul ederek, hiç kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana ’büyüksün’derlerse, bunu söyleyenlere gülüp geçeceksin.”

Sunday, May 18, 2008

19 Mayıs Bağımsızlık Yolu...

Neval Kavcar
18 Mayıs 2008 Pazar 23:30
" Öyle garip hallerdeyiz ki. Çanakkale Savaşını anarken birkaç kelam etmek için, mutlaka Anzak hikâyelerini anlatmak durumundayız. İngilizler Anzakları, Türklere karşı savaşsınlar diye değil de, dostluk kursun diye gönderildiğinin farz edildiği garip kutlamalarla iç içeyiz. Tarihin en kanlı saldırıların yapıldığı Gelibolu sırtları, şarapnellerle parçalanmış insan kemiklerinden geçilmiyor. Mermi ve top sağanağı altında bir avuç vatan sevdalısı, devrin en modern silahlarını göğsünü siper ettiği o günleri unuttuk, her yıl atalarının öldüğü yere gelen sarhoş Anzakları ağırlıyoruz. Nerde ise “vatanımızı savunduğumuz” için özür dileyeceğiz.

Gelmesinler mi, elbette gelsinler ve İngilizlerin yerine ölen dedelerinin yasını tutsunlar. Ellerinde içki şişesi ile gezmesinler şehitlerimizin kemikleri üzerinde.

Şimdilerde İngiltere Kraliçesi ile nişan alışverişi yapılıyor, fakat 93 yıl önce 18 Mart 1915 de İngiliz Queen Elizabeth zırhlısı Çanakkale önlerini zorluyordu. Onca yılda değişen bir şey olmuş mudur? Devletlerarası dostluk mümkün müdür? Yoksa menfaat alışverişi mi hüküm sürer? İşte bu soruların cevabını, First Ladylerin eşleri öncelikle cevaplamalıdır.

Bu ülkede sanki İstiklal Savaşı yapılmamış gibi, sayısal çoğunluğuna güvenen bir parti kalkıyor, “Atatürk"ü Anayasadan çıkaralım” teklifini getiriyor. Daha öncede sordum, iktidar boy boy fabrikaları dikti de buna “Atatürk” mü mani oldu? Ülkede ki %20 varan işsizliğin vebali Atatürk"e mi aittir?

AB"nin buyurduklarını yapa yapa bölge halkının azdırılmanın sorumlusu, 19 Mayıs 1919"de İstiklal Savaşının ateşini Samsun"da yakan Mustafa Kemal midir?

İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, uçak ile Ankara"ya iniyor, İngiliz donanmasına ait savaş gemisi de Karaköy açıklarına demirliyor. Savaş gemisi niye İstanbul"a geliyor? Bu gösterişin sebebi nedir? Hem de 19 Mayısı kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde.

18 Mart 1915 de Gelibolu"dan öteye geçirmediğimiz Queen Elizabeth zırhlısı, bugün Queen Elizabeth HMS ILLUSTRIOUS adı ile Boğazlardan geçiyor. Kraliçeler artık savaş gemisi ile mi dolaşıyor? Bunun anlamı basit bir prestij midir?


14 Mayıs 2008 Kraliçenin Ankara"ya indiği günden 89 yıl önce Amiral Calthorphe, İzmir'in işgali için nota veriyordu. Yine aynı tarihte Foça, Karaburun, Urla, Yenikale istihkâmlarına İngiliz, Fransız ve Yunanlılarca asker çıkarılıyordu. 15 Mayıs 1919"da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilirken, İngiltere"ye ait harp gemisi açıkta durumu kontrol ediyordu.

Tüm bunlar unutuluyor ve bu devletin Cumhurbaşkanı İngiltere Kraliçe"sinden “Büyük Haç Nişanını” alarak göğsüne takıyor. Etik midir bu davranış? Misafir devletin kraliçeleri ya da devlet başkanları ile nişan alışverişi yapmak mecburiyeti mi vardır?

15 Mayıs 1919"da İzmir"in işgali ve orada ki katliamlar, derin bir üzüntü doğuruyor. İzmir"in işgali üzerine 18 Mayıs 1919 tarihli Newyork Tımes gazetesi, “Türklere Anadolu"da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyor. Osmanlı Devletini önce hasta eden Batı, daha sonra işgal etmeye geliyordu. 1. Dünya Savaşının, Osmanlıyı paylaşmak için çıkarıldığına gel de inanma.

Mondros Mütarekesinin ardından Anadolu"yu başta İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar olmak üzere işgal eden Avrupalı devletlerin “sırtlanlar” gibi pay kapma mücadelesinin üzerinden şunun şurasında ne kadar zaman geçti? Hepsini unuttuk, onlar istiyor biz yapıyoruz. 1918"in şartlarında gibiyiz adeta.

19 Mayıs 2008. Atatürk"ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutladığımız bugün, Türk Milletinin kurtuluş müjdesi ile yollara düştüğü tarihtir. Atatürk"ü anlayarak anma, Cumhuriyetin kazanımlarını koruma kararlılığımızı göstereceğimiz günlerdeyiz. Dün vahşice saldırdıkları bu toprakları, bugün yasalarla ele geçirme kurnazlığına yatan Batıların planlarını boşa çıkaracak olan bizlerin kararlılığıdır.

19 Mayıs 2008"i bu devleti kuran “Türklere” ve “Cumhuriyet”e hakaretin önünü açacak yasaların çıkarılması ile girmemiz, bizleri buruklaştırmış olabilir. Dün silahları ile bu topraklarda kan döküp, Anadolu"nun belki küçük bir bölümünü bize bırakmaktan bahsedenler için bu gün ne değişmediğini görmenin ızdırabını da yaşıyor olabiliriz.

Petrol Yasası çıkartıp petrollerimizi istedikleri gibi işleminin önünü de açmış olabilirler. TCK"nun ilgili hükmünün değişmesini sağlayıp, Türk"ün egemenliğini yasalar yolu ile silmeye de girişebilirler. Tüm bunları iktidarlarımız, AB"ye uyum adı altında gerçekleştirebilir. Bir devletin egemenliğinden daha önemli ne olabilir ki dünün işgalcilerine uyum sağlamaya çalışıyoruz, düşüncesini taşımak bize gereken gücü verecektir.

19 Mayıs bağımsızlığa giden yol demektir. AB ise egemenliğimizi teslim etmemiz gereken sömürge birliğidir. Bunu biliyoruz artık.

19 Mayıs 2008 bize, yeni hedefler gerektiğini düşüneceğimiz, yeni bir başlangıç olsun efendim."

http://www.aydinpost.com/author_article_detail.php?id=3622&uniq_id=1211539484

Saturday, May 17, 2008

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 10. Yil Nutuklarindan

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 10. Yil Nutku ve 1935 de Yapmiş olduğu Kurultay Nutku bulunmaktadır.
DİKKAT! ATATÜRK'ÜN KENDİ SES KAYITLARIDIR.download:-
1.BÖLÜM: 10uncu Yil Nutku.mp3 + ÖN KAPAK RESMİhttp://rapidshare.com/files/108217611/1.boeluem.rar-
2.BÖLÜM: 1935 Kurultayini Ac Nutku.mp3 + ARKA KAPAK RESMİhttp://rapidshare.com/files/108218766/2.boeluem.rar- kunuşmaların yazılı metni (PDF formatlı) - (yazıcı çıktısı alınabilir.)http://rapidshare.com/files/108216293/konu_ma_metni.rar

Friday, May 16, 2008

" Bagimsizligi sevmeyenler Ilhan Selcuk’u sevmezler." / “Yoksulluk ve Yolsuzluk" Programi ile Turkiye'nin nasil talan edildigini ogreniyorduk!!!

Ilhan Selcuk’u Herkes Sevmez
Ali Sirmen
Yegenimin on yasinda cin gibi bir kizi var, Elif. Zaman zaman gorustugumuzde konusuruz. Evlerine Cumhuriyet alirlar. Elif okula gidiyor, ama henuz Cumhuriyet okumuyor. Ne var ki, gazetedekilerin adlarini biliyor.

Ilhan Abi, apar topar gozaltina alinip, tahliyesinden sonra da, hastaneye kaldirilip, cok kritik bir ameliyati basariyla atlattigi surec sirasinda, belli ki, onlarin da evinde, sik sik konu edilmis. Bundan on gun kadar once, Ilhan Selcuk henuz hastaneden taburcu olmadan once, Elif bana sordu:

- Ilhan Selcuk’un basina gelenlere cok uzuldun degil mi?
- Evet, dedim, cok uzuldum, ama butun bunlari atlatacagindan da emindim.
- Annem-babam ve ben de cok uzulduk dedi Elif ve ekledi:
- Babamin arkadaslari da cok uzulduler, cok merak ettiler. Eniste bu Ilhan Selcuk’u herkes cok seviyor, yazilarina baslasin, artik ben de okuyacagim.
Guldum,
- Yaniliyorsun Elif, dedim Ilhan Selcuk’u herkes sevmez, hatta kimileri ondan nefret ederler.
Elif cok sasirmisti, biraz da inanmamis gibiydi, isin ucunu kolay birakacaga benzemiyordu usteledi:
- Mesela kimler sevmez?...
Ben on yasinda bir cocugun ciddiye alinmasi ve kendisiyle bir buyukle konusur gibi konusulmasi gerektigini artik bildigimden onunla cocuk gibi degil, yetiskin bir genc kizmis gibi konusmaya basladim.
***
- Mesela Elif, dedim, Ataturk’un yaptiklarini begenmeyenler, onlari bozmak isteyenler sevmezler.
Sordu:
- Neden?..
- Cunku Ilhan Selcuk Ataturk’u sever, onun oncusu oldugu Cumhuriyet devrimi sayesinde bugun ayakta kaldigimiza inanir ve onlari korumak ister.
Yarim yuzyildir, bu savasimin icindedir, kalemini o yonde kullanir.
- Oyleyse onu sevmeyenler, dedi Elif, Ataturk’u de sevmezler.
- Haklisin Elif, sevmezler, ama bunu uluorta soylemekten cekindikleri icin Ataturk’e dolayli yollardan vurmayi tercih ederler.
- Demek ki, Ataturk ve Cumhuriyet dusmanlari sevmiyorlar, ama onlarin disinda herkes yine seviyor Ilhan Selcuk’u degil mi, dedi Elif.
- Yok, laiklik karsitlari da, laikligi Turkiye Cumhuriyeti’nin ve demokrasinin temeli sayan Ilhan Selcuk’u sevmezler.
Sonra cocugun saskin bakislari arasinda teker teker surdurdum.
- Bagimsizligi sevmeyenler de, Ilhan Selcuk’u sevmezler.
- Tek adam rejimine bagli olanlar da sevmezler...
- Resmi evrakta sahtekârlik, ihaleye fesat karistirma sucundan kovusturulanlar da sevmezler.
- Donekler de sevmezler; zaten donekler, donmeyen, saglam duran adamlardan hep nefret ederler, namuslularin varligi onlari rahatsiz eder.
- Cok sasiracaksin Elif ama, elinden tutup yukselttigi, elinden tutup “Bak oglum boyle yazilir” diyerek yazi yazmayi ogrettigi kimi donekler de sevmezler Ilhan Selcuk’u.
O anda akli karisti:
- Peki oburlerini anladik da bu sonuncular neden sevmezler eniste, diye sordu.
- Uzun hikâye Elif, bunlarin kompleksini anlaman icin biraz daha buyuyup tecrube edinmek gerek.
Elif biraz sasirmis, oldukca da kizmisti:
- Olsun Eniste, biz cok seviyoruz ama, dedi.

Elif’i kucaklayip operken “Aferin Elif!” dedim “Belki sen de buyuyunce onun gibi bir yazar olursun. Eger olursan, seni de sevmeyenler olacaktir, bunu bil!”
***

Mollaveisoglu’ nun aciklamalari

Kendisinden cok sey ogrendigim, cok takdir ettigim, “Yoksulluk ve Yolsuzluk” adli Kanalturk’te yayimlanan programini ilgiyle izledigim, yapitlarini okudugum genc arastirmaci gazeteci dostum Tuncay Mollaveisoglu’na gecmis olsun demek icin telefon ettim. Sesinden cok uzgun oldugu fark ediliyordu.

Uzuntusu kanalin satilmasindan degil, kimi cevrelerden gelen tepkilerden kaynaklaniyordu.
Tuncay Mollaveisoglu, eger kanal satilmasaydi, dun itibariyla butun her seyin haczedilecegini, kanali satin alan kurulusun daha once kendilerine dort misli bir fiyat onermesine ragmen reddettiklerini, kendilerine yakin bulduklari bir kurulusa, Tuncay Ozkan’in gidip, “Bir televizyon kuracaginizi biliyoruz, bunu alin, bizi istemezseniz birakip gidelim, ama alin!” dedigini, ama kabul etmediklerini soyledi.

Tuncay Mollaveisoglu, “Bunlara satacaklari yerde iflas etselerdi” gorusunun de gecersiz oldugunu, cunku o takdirde, ayrica vergi borclariyla calisanlarin odenmemis ayliklarinin da Ozkan’in sirtina binecegini ve altindan kalkamayacak duruma dusecegini soyledi.

Mollaveisoglu, kanalin devir tesliminin iki ay sonra yapilacagini, o tarihe kadar programlarini surdurecegini, ondan sonra da Euroturk’ten yayin yapacaklarini acikladi.
Bu sozleri siz okurlarima yansitmayi gorev bildim, yansitiyorum.
asirmen@cumhuriyet. com.tr
http://video. haberturk. com/Video. aspx?v_ID= 35794&k_A=haberturk

Thursday, May 15, 2008

Ilkerler mi daha onemli, cikarlar mi? ....Bu 2. baharın sırrı ne?

Kapatma davasi sureci kimin isine yarar?

Can Dündar
İpuçları
AKP ile AB, Erdoğan’ın ilk iktidar döneminde unutulmaz bir balayı yaşamışlardı.
Ciddi reformlarla sonuçlanan bu balayının ardından heyecan yatışmış, reformlar tavsamış, taraflar birbirinden uzaklaşmıştı.

Şimdi birdenbire “2. balayı” başladı.AKP, nicedir kapattığı reform dosyalarını açtı yeniden...AB temsilcileri de AKP’ye sıcak mesajlar yollamaya, kapatma davasına vurmaya başladılar.

Ne oluyor? Bu 2. baharın sırrı ne?

Hadi kapatma davasıyla denize düşen AKP sarılacak dal arıyor, dış desteğin (baskının?) gücünü hatırlıyor diyelim.

Ya AB?
Onun ani Türkiye ilgisi neden?

“AB’ye bunca yakın duran başka parti yok ki” deniliyor.
Brüksel’de Ankara’yı tam üye yapmak için, bilmediğimiz bir irade mi doğdu da şimdi “AKP kapanırsa AB müttefiksiz kalır” paniği baş gösterdi?Öyle bir irade olmadığına, hatta tersi söz konusu olduğuna göre, son dönemki alakanın daha derin nedenleri olsa gerek.

Gelin o nedenlere dair ipuçlarını birleştirelim:
* * *Nuray Mert, önceki gece Neden’de AB-AKP yakınlaşmasını Batı’nın Ortadoğu politikasıyla açıkladı.Mert’e göre son yıllarda ABD ile AB’nin bölge politikaları arasındaki nüans azalıyor. Fransa’da, Almanya’da, son olarak da İtalya’da işbaşına gelen sağcı partiler ve onları hiç aratmayan İngiliz İşçi Partisi hükümeti, Washington’la aynı hedefe kilitleniyor:“Ortadoğu’da yeni bir düzenleme istiyorlar.
Bu düzenleme öncesinde de Ortadoğu’daki Batı karşıtı Müslüman kamuoyunun itibar edebileceği, İslami kimliği olan, ‘ılımlı Müslüman’ bir müttefik arıyorlar. Bu noktada AKP’ye fazlasıyla ihtiyaçları var.

”Bu konuşmanın ertesi sabahı Hürriyet’teki iki yazı Mert’in tezini destekleyen ipuçları sundu.Ertuğrul Özkök’ün köşesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a düzenlediği ilk hava operasyonundan bir gün önce, MİT Müsteşarı Emre Taner’in Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinde en üst düzey yetkililerle görüştüğü bilgisi vardı.

Cüneyt Ülsever ise “Türk heyetinin Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani başkanlığında bir heyetle Bağdat’ta buluşması bir dönüm noktasıdır” diye yazdı.

Irak’taki diğer gruplarla da temas kurabilirse Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’nin beklentileri doğrultusunda “başat ülke” haline gelebileceğini, bu açıdan bakıldığında AKP’nin kapatılmasının ABD’nin çıkarlarıyla çelişeceğini belirtti.

“Rusya ve Çin, enerji savaşlarında İran’ı yanlarına çekmeye başlayınca Türkiye ve AKP, Batı için önemli hale geldi.

AKP, Kuzey Irak’ın hamisi rolüne soyunmaya hazır olduğuna ABD’yi ikna etti” dedi.Yine dün Radikal’de Murat Yetkin, Kraliçe’nin ziyareti vesilesiyle üst düzey bir İngiliz yetkilinin şu sözünü aktardı:“Radar ekranımızda dört ülke var:“Irak, Çin, Hindistan ve Türkiye...”

* * *Görüldüğü gibi, aslında ilkeler değil, çıkarlar konuşuyor.

Yeni filmde Türkiye’ye yarım asırlık bayat rol biçiliyor: “Bölgede Batı’nın çıkarlarını kollama rolü...”Tam da bu rolün biçildiği dönemde AKP, kapatılma davasından kurtulma telaşıyla en tavizkâr dönemine giriyor.Atılan her adımı dikkatle izlemekte yarar var.

Wednesday, May 14, 2008

Iran'da soluyor çiçekler (parmakliklar ardinda)

...acimasizca kisaydi firsat hic beklenmiyordu olanlar,
soyle bir doya doya seyredemedim bahari cunku (IRAN'da) soluyor cicekler parmakliklar ardinda..

Bahman Nirumand (*)

S.266-267 ...Humeyni'nin antiemperyalizminin en tutarli kanitiydi bu solculara gore. Solcularin sosyalizm hakkinda basmaklip, kitaplardan alinma gorusleri vardi. Iran'daki devrimi, sosyalist bir devrimin habercisi olarak goruyor, Iran'nin icinde bulundugu gelisim surecinde bunun olanak disi oldugunu gormek istemiyordu. Biz SOLCULAR, Islami yeni bir GUC OLARAK GORMEKTEN YOKSUNDUK. Iran uzerine analizlerimizin, Sili veya Vietnam uzerine yapilan analizlerden farki yoktu. Ayrica demokrasi anlayisimiz da yetersizdi....

S.269...Her Molla bir ajitator, her cami bir toplanti salonu, her iman sahibi bir parti uyesiydi sanki. Humeyni zenginlere atip tuttu, fakirlere ev, is, parasiz su ve elektrik vaad etti...topragini yitirmis ve kentlilere goc etmis olan gecekondu halki, boyle vaatlere ve ideolojik asilanmalara cabuk kanar. Biz SOLcularin dedigi bu insanlar, kendilerine boyle seyleri vaat eden her karizmatik onderin ardindan gitmeye hazirdir. Bizim kitle analizimiz yanlisti. Biz onlari ove ove goklere cikariyor, ama her yone cekilebileceklerini gormuyorduk....

S.271 ...Turkiye'de cogunlugun Sunni olmasinin hic onemi yok. Islam fundamentalizmi Sunniler arasinda da yaygin. Laiklik ilkesine gelince, kitleler bir ideoloji ugruna gozunu kirpmadan bu ilkeden vazgecerler. Su anda Humeyni gibi bir onder olmasa da Zamani gelince, kitleler hazir olunca bir gecede bulunur boyle biri.. Iran'da olaylar patlak verdiginde kimse Humeyni'nin adini bile bilmiyordu. Elli yildir surgundeydi, adini anan yoktu.
(Iran'da soluyor çiçekler (parmakliklar ardinda)
(Yazan: BAHMAN NIRUMAND - Turkcesi Kemal Kurt)
Belge Yayinlari :56 / 1. Baski Mart 1988

Büyük Haç Nişanı...

Neval Kavcar

Devlet nişanları kime takılır?
Niçin takılır?
Kendi devletine yararı dokunmuş olanları onore etmek için.

İngilizler de İngiltere'ye faydası dokunmuş kimliklere zaman zaman bu nişanları takar.


Devlet adamları hele hele bir devletin başında ki liderin başka devletlerin nişanını takması gurur kırıcı bulunurdu eski tarihlerde. Yanlış anlaşılmalara sebep olurdu. Bugün nasıl oldu ise bunları aştılar ve aştırdılar. Lordlar Kamarasında konuşmayı bile kendi hanelerine onur olarak kaydedenler türedi. Hocaefendi lakaplı din tacirleri, gelmiş geçmiş en büyük sömürge imparatorluğundan nişan almakla övündü. Lordlar kamarasında kendisinden bahsettirmeyi şeref addetti.

Devir mi değişti, bizler çok gerilerde mi kaldık? İngiltere'nin en önemli nişanının Abdullah Gül'e takılmasını dostluk göstergesi olarak mı almalıyız? Mukabilinde Kraliçeye "Stratejik dostluktan" bahseden Gül'ün ABD ile imzaladığı Stratejik Vizyon Belgesinden sonra sırada birde İngiltere mi var diye düşünmeden edemiyor insan. ABD'nin stratejik dostluğundan sonra BOP eş başkanımız olmuştu. İngiltere'nin bölgesel stratejilerinde kime, hangi rol biçilecek diye merak ediyorum.

Nişan, üç kraliyet tacı ve üzerinde güneş batmayan imparatorluğun simgelerini taşıyor. Bilmeyenler için "Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk" ne demek onu açıklayayım. En geniş topraklara ya da tercümesi sömürgelere sahip olmuş Büyük Britanya İmparatorluğu demektir. Bazılarına göre zamanının, bana göre ise 15. Yüzyıldan itibaren tüm zamanların küresel gücüdür İngiltere.

Vaktiyle "İngiliz Milletler Topluluğu" diye bir koalisyonları vardı. Yine düşünceme göre bugün bunun karşılığı BM'dir. Nerede ise tüm Dünya'da İngilizce tek anlaşma dili değil midir? Türkiye niye bu devletlerden birisi olmasın? Anadolu Liseleri, Üniversiteleri, yurt dışında İngiliz Kültürüne hizmet veren Hocaefendileri ile. Kendi dilini bırakıp başka milletin dilini eğitim dili seçen bir ülkenin Cumhurbaşkanına "Büyük Haç Nişanından " başka ne verilebilir? Hem haç olacak, hem de en büyüğünden, yakışır diyelim.

Cumhuriyet kurulduktan sonra 26 Kasım 1934 de bir yasa çıkarılmış ve o yasa ile "nişan" konusu esasa bağlanmıştı. Neydi o esas?

"Türkler yabancı Devlet nişanları da taşıyamazlar." ( 26 Kasım 1934- 2590 Sayılı Yasa – 2 Madde)
Bırakın Cumhurbaşkanını, alalade bir vatandaşın bile başka devletin nişanını taşımasının yasaklandığı tarihten bu güne köprülerin altından çok sular aktı ve yasalar değiştirildi.
Günümüzde ne oldu başka devletlerce takılan nişanlar yasası?


Osmanlı Padişahları nişan verir, fakat kendileri kesinlikle kabul etmezlerdi. Neden dersiniz?
Günümüzde ki devlet adamları bunu almakta beis görmüyor. Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyt Zapsu'ya da Federal Almanya Liyakat nişanı verilmişti (2007). Aynı şekilde Başbakan Erdoğan'a da 2004 yılında Newyork'da Amerikan Musevi Komitesi" tarafından "Yahudi Cesaret Ödülü" olan "Davut Boynuzu" verilmişti.

Bu arada Hayrünnisa Gül'ün türbanını Ortaçağ Avrupa'sında yaşayan köylüler gibi kim bağladı ise tebrik ediyorum. Günün anlam ve önemine karı koca olarak mükemmel uyum sağlamış oldular o model ile. ..."

Yazinin Tamami ve Devami icin:
http://www.turksozu.com/yazar.php?id=3561

Tuesday, May 13, 2008

Bir millet tarihinin tekrar etmesine izin veriyorsa...

Tarihin Tekrarina izin veren Turkiye...

12 Eylül 1919 İngiliz Hükümeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki gizli anlaşma....

1)-İngiliz Hükümeti:Osmanlı İmparatorluğu üzerinde genel bir manda yetkisine sahip olmak şartıyla,bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü garanti eder.
2)-Konstantinopolis:Boğazların,İngiliz hakimiyeti ve koruması altında olmak şartıyla Sultanlık ve Hilafet Merkezi olmaya devam eder.
3)-Osmanlı Devleti;kesinlikle bağımsız bir kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır.
4)-Tüm bunlara karşılık Türk Hükümeti;İngiltereye Suriye ve Mezopotamya daki İngiliz egemenliğinin korunması için şartsız destek verir ve aynı amaca yönelik olarak,Halife Mezopotamya,Suriye ve diğer müslümanlarla yerleşik bölgelerde İngilizlere manevi destek vermeyi kabul eder.
5)-İngiltere;Sultan otoritesine karşı kurulmuş yada kurulacak olan çetelere(milis güçleri) ve askeri birliklere karşı Osmanlı Hükümetine askeri destek vermeyi kabul eder.
6)-Osmanlı Devleti;Kıbrıs ve Mısır üzerindeki bütün haklarından vazgeçecektir.
7)-Bu konvansiyon,özel ve yarı resmi bir belge olarak kabul edilir.İngiliz Hükümeti:Bu anlaşmada kabul edilen hususların gerçekleşmesi için konferansta İstanbul Hükümetini desteklemeyi taahhüt eder.
8)-Barış koşulları,Yüksek konseyde karara bağlandıktan sonra,Majesteleri Sultan Vahidettin iş bu anlaşmanın 4 ve 5.maddelerindeki konuları kapsayan ve bu anlaşmaya uygun yeni bir anlaşmayı kabul eder.

8.maddede sözü edilen anlaşmada tıpkı bu anlaşma gibi gizli olacaktır.Kostantinopolis'te yapılan ve çift nüsha olan bu anlaşma iki tarafcada 12.Eylül 1919 tarihinde imzalanmıştır.

TARAFLAR
İngiltere
Hükümeti adına
M.Fresrer ve H.N.Churchill


Osmanlı
Hükümeti adına
Damat Ferit Paşa


http://www.matematikci.info/haber_oku.asp?haber=399

Zavallı Türkler her yönden şanssızlar. ..

BİR İNGİLİZ PARLAMENTERDEN İLGİNÇ YORUMLAR

" Zavallı Türkler her yönden şanssızlar.
Müslüman inancının simgelerini yasaklasalar faşist; izin verseler köktendinci olacaklar. Bir kez daha, Avrupalı politikacıların, Gladstone'un hoş olmayan deyimiyle "Türkleri pılısı pırtısıyla, Avrupa'dan atmak" konusunda kararlı olduklarını görüyoruz. "Her türlü gelişmeyi – cumhurbaşkanı adayının eşinin başörtüsü üzerindeki muğlâk tartışmayı bile - Türkiye'nin AB için başvurusunu ertelemek için bir mazeret olarak kullanacaklardır.

Bir gün bize, Ankara'nın Kürtler için daha fazlasını yapması gerektiği söylenir, başka bir gün Kıbrıs konusunda yaygaracı olduğu, bir başka gün ise 1915 Ermeni katliamı için yerlerde sürünmesi gerektiği.. Bütün bu itirazlar temelsiz değildirler, fakat Türkiye'ye diğer üyelerden ne kadar farklı muamele yapıldığını görmek çarpıcıdır.

Hiç kimse Belçika'dan Kongo'da yaptıkları ile yüzleşmesini veya Fransa'dan Cezayir için özür dilemesini istemez. Ankara özellikle Kıbrıs konusunda mağdur durumdadır ve haklıdır da; Kıbrıs'lı Türkler AB’nin birleşme teklifini oylayarak kabul ettiler, fakat ondan beri izole edildiler; Kıbrıs'lı Rumlar ret oyu verdiler, fakat kucaklandılar.

Bazı Türk korkulu tartışmalar tamamen aptalca. Geçen ay AB Parlamenterleri Ankara'ya, politikaya daha fazla kadın sokmaları konusunda efelendiler – Türkiye ilk kadın başbakanını 14 yıl önce seçmiş olmasına ve 27 AB üyesinden sadece 18 tanesi bu güne kadar bir kadın tarafından yönetilmiş olmasına rağmen. Sorun, Brüksel'in gerçek itirazını net olarak ortaya koymaması- ki o da basit olarak çok sayıda Türk nüfusun olmasıdır. Yeniden ısıtılmış AB anayasasına göre oy ağırlıkları nüfusa göre belirleniyor.

Türkiye hali hazırda Almanya dışında tüm ülkelerden daha büyük ve Avrupa küçülürken Türkiye artıyor. AB liderleri, kıtalarının liderliğini iddialı, vatansever Müslüman bir millete teslim etmemekte kararlılar: Biliyorlar ki bu Avrupa federalizminin sonu olur. Fransa ve Avusturya, Türkiye'nin kabulü konusunda referandum sözü verdiler, kamuoyu değerlendirmeleri de sırasıyla %70–80 "hayır" gösterdiğine göre, durum öyle olacak. Fakat hiç kimse bunu söylemek istemiyor.

Ve böylece, Avrupa liderleri parmaklarını arkalarında çaprazlayıp (yalan söyleme işaretidir) ve er geç bir üyelikten söz ederken ve reformcu Türkler, üyeliğe hazırlık görüntüsü altında milli serbestleşme kriterlerini uygulayabilmek için onlara inanmış gibi davranırken, bir sessiz sinema oyunu devam ediyor. Baştan "hayır" denebilirdi.

Türkleri bir on yıl daha süründürmek, dış politikalarını onları küçük düşürecek şekilde değiştirmeleri için üzerlerinde baskı kurmak, hukuk sistemlerini yeniden yapılandırtmak, 10,000 sayfa AB kuralını zorlamak ve sonra- /sonra/- onlara hareket çekmek çok daha kötü. AB, korkuyla eşleştirdiği şeyi yaratma riskini alıyor: kapı eşiğinde dışlanmış bir Müslüman nüfus. Türkler geleneksel olarak bölgede bizim en güçlü müttefikimiz oldular.

Avrupa'nın cenahlarını önce Bolşevizme ve şimdi de İslamizme karşı 90 yıldır korumaktalar. Bundan daha iyisini hak ediyorlar. "
Daniel Hannah, Muhafazakâr Parti, Güney Doğu İngiltere Milletvekilidir
Kaynak:Ahmet Aydin/ B.G.

Monday, May 12, 2008

Türkiye bu ilginç sözleri konuşuyor...

Yalçın BAYER ybayer@hurriyet.com.tr

" TÜRKİYE’de yaşananlar karşısında TBMM’deki muhalefet partileri yeterli oluyor mu? Bu tartışılıyor ama görünen o ki muhalefet işlevi gören bazı isimler de zaman zaman ön plana çıkıyor.

Bu isimlerin partiler dışında bir sinerji odağı oldukları gerçek.

Bu isimleri sayarsak... AKP karşıtı sert söylemleri ile Tuncay Özkan, komplo teorisyeni Prof. Yalçın Küçük (Sky Türk’teki programı kaldırıldı), Nihat Genç (Sky Türk’teki programından patronu zarar görmesin diye kendi isteğiyle ayrıldı), ’Allah ile Aldatmak’ kitabıyla AKP’yi yerden yere vuran Prof. Yaşar Nuri Öztürk, ’Türkiyem’ grubuyla ulusal muhalefetin Türkmen ve Yörük Kurultayı’nın öncüsü Mustafa Özbek ve Flaş’ta pazar akşamları (40 dakika reklam alıyor) yedi haftadan beri sürdürdüğü ’Gerçek Gelecek’ programı ile derinliklerdeki gölgelere dalan Verso’nun sahibi Erhan Göksel...

Sistem, bazılarını kısmen ya da tamamen susturdu ama stratejik tavırlarıyla müthiş ilgi gören ancak zaman zaman "Nereden alıyor, kimin adamı, hangi projenin adamı?" sorularını akla getiren Göksel "Ben Türkiye’de hiçbir siyasi lider veya grupla çalışmıyorum... Türkiye siyasi ve ekonomik açıdan batıyor... Çoluk çocuğumuzun yaşayacağı bir ülke istiyorum... Doğruları ve yanlışları sergiliyorum" diyor.

Göksel önceki akşamki programında yine ’bombaladı’; AKP’nin savcıya cevabının Erdoğan tarafından okunmadığını ve uyutulduğunu, AKP’nin kapatılmasından sonra Gül’ün, Ali Babacan’ı başbakan olarak atayacağını, Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’nın tehlikede olduğunu, AKP alternatifi kurulacak partinin başına Erdoğan’ın eski siyaset arkadaşı Prof. Numan Kurtulmuş’un getirileceğini söyledi. Erhan Göksel, İngiltere Kraliçesi’nin Türkiye’ye iç siyasete el atmak için geldiğini savundu.

Göksel’in ilginç sözlerinden bazı bölümler şöyle:

Başbakan’a iyi uykular


AKP’nın Anayasa Mahkemesi’ne verdiği savunma dilekçesi sanki Başsavcı’ya karşı bir iddianame, tez gibi... Bu bir ön savunma değil, iddianameye cevaptır. Cahil cühela manzumesi; çelişkilerle dolu. Üslup ve biçim açısından ibretlik... Buna savunma deniliyorsa mahkeme bunu savunma saymayacaktır. AKP’nin bu iddianameyi reddetme hakkı yok, savunma hakkını kullanması lazımdı. Yoksa Anayasa Mahkemesi’ni saymıyor anlamındadır. Bununla AKP’nin kendisini rejim dışı olduğunu ikrar etmiştir.

Bu gelişmelere karşısında insan Tayyip Erdoğan’ın bu iddianameyi okumadığını düşünebilir.

Eğer gerçekten okumuş olsaydı bu ’savunmayı’ yırtıp atardı Erdoğan... Başbakan’a buradan haber veriyorum; iyi uykular...

AKP’liler gibi ’solcu liberaller’ de parti kapanırsa ekonomi bozulacak diyorlar. Savcı bu davayı niye açtı diyorlar. Ekonominin bozulmasından AKP’nin sorumlu olduğunu görmezlikten geliyorlar. AB hukukunda, ulusal mahkemeler meşrudur. AKP elin gavurundan yardım umacağına seçimle gelen başsavcısının iddialarına cevap versin. Savcı, çoğunluk diktası diyor. Hitler’e yöneltilen suçlamadır. Hitler de demokrasi ve seçimle gelmişti. AKP çaresizlik içindedir.

Erdoğan 2002’de seçime girerken o zaman TCK 302 beni bağlamaz, seçime girerim, dedi. Giremedi. Ama bu ülkenin kanunlarını dinlemem diyemedi. Ben yaptım oldu demekle hiçbir şey olmaz.

Gül, kendini savunmamış... Neden bireysel savunma hakkını kullanmıyor? Aksine AKP, Cumhurbaşkanını savunuyor. Cumhurbaşkanının tarafsız olması lazım değil mi? Gül, ’AKP’nin Cumhurbaşkanı’ durumuna düşüyor.

Ali Babacan, Gül’ün ’sekreteri’ konumunda. Son bir haftadır uçakla gazetecileri gittiği yerlere götürüyor, kamuoyuna mesaj veriyor.

İngiltere Kraliçesi, elini iç siyasete sokmak için geliyor. Gölgedekiler konuşacak. Burada uyarıyorum. Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ tehlikededir. Temmuz ayı içerisinde Erdoğan’ın defteri dürüldüğünde Gül, hükümet kurma görevini hemen Ali Babacan’a verecektir.

1 Ağustos’ta Yüksek Askeri Şûra var. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın imzasıyla Genelkurmay Başkanı atanır. Anlaşılan o ki, ’Dolmabahçe Mutabakatı’nda Yaşar Büyükanıt’ın görev süresi uzatılacak, Gül de aday olmayacaktı. Aday olunca mutabakatı Gül bozdu. Görev süresinin uzatılmasını bekleyen Yaşar Paşa valiz toplayacağını açıkladı.

Numan Kurtulmuş ismi

AKP kapanınca yeni parti için Prof. Numan Kurtulmuş’un ismi var. Tayyip Erdoğan bu kapanmayı kabullenmiş gibi... Numan Kurtulmuş, SP içindeki kuvvetli bir isimdir. Aktif görevdedir. (AKP kurulurken Erdoğan’ın davetini kabul etmedi. FP İl Başkanlığı’nı ve Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüttü. Erbakan tekrar partiye dönünce de danışman oldu. Kutan gelince Genel Başkanlık Yardımcılığı’nı kabul etti. SP’nin yerel seçimlerden önce büyük kongresini yapmasını isteyen Kurtulmuş ve partili arkadaşlarının geçen hafta İspanya’da bir haftalık tatil yapmaları dikkat çekti. Recai Kutan ise arkadaşları ile birlikte Umre’ydi.)"

Sunday, May 11, 2008

Yazilan senaryonun aktorlerinin kizaga cekilmesi ile yerine gelecek kuresel aktor kim olacak? Bu onemli mi?..aslinda onemli olan ne?

'Devlet adamini' mi, 'Devletin adamini' mi seciyoruz?

Yazilan kuresel senaryo ve aktorleri:


"
...
Bu tezi garipseyebilir; Türkiye'de gerçek bir siyaset olduğuna inanabilirsiniz.

Bizce yok...

Bizce Türkiye'de siyaset bazıları devlet içi, bazıları devlet dışı üst konseylerin suflesindeki sahne oyuncularının sergilediği bir küresel tiyatrodan ibaret.

Bundan dolayı Tayyip Erdoğan'ı bir gün Irak'ın kuzeyinde Barzani'ye zemin hazırlarken, ertesi gün Bakü'de demir döverken görünce şaşırmıyoruz.

Başrolü üstlendiği oyundaki rolünün çok yönlülüğü ve karmaşıklığı onu dıştan izleyenlere "garip" gelecek çelişkilere düşürse de, senarist kendinden emin.

Fakat tabi her malzeme gibi; birileri açısından elindeki siyasi malzemede de metal yorgunluğu başgösteriyor ve "öngörülebilir" olmaktan çıkıyor.

Bu kelimeyi not edin : Öngörülebilirlik

"Oyunu" kurgulayan "oyun teorisyenleri" açısından sahnedeki oyuncuların "sağcı/solcu" "milli/küreselci" ; "laik/dinci" olması önemli değildir.

"Oyun"'un teorisini yazanlar açısından öngörülebilir bir milliyetçi ; öngörülmez bir küreselciye yeğdir.

..."
Tamami ve Devami icin :http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7648

Şehitlerin acısını bizim kadar hissediyor musun Bay Joost Lagendijk?

Mustafa Mutlu

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, kendisini Türkiye’nin içişlerine karışmakla suçlayanlara iki gün önce ağzını payını verdi:

“AB’ye katılmak istiyorsanız, içişlerinize karışmak benim görevim. Çünkü Türkiye’nin içişleri, Türkiye katılım sürecindeyken

Avrupa’nın politikaları anlamına geliyor.”


***


Adam haklı! Sen ille de “Kayıtsız şartsız AB’ye gireceğim” diye tutturursan, o da senin içişlerine karışma hakkını kendisinde görebilir...

Bana göre, bir sakınca da yok bunda! Ama tek şartla:

“Her şeye karışacaklar!”

Sadece kendi çıkarlarına ters düşen konulara karışmakla kalmayacaklar; kaderdaş olacaklar bize... Sevincimizi de acımızı da paylaşacaklar!

Kalleşlik yapmayacaklar, canımızı yakanlara sahip çıkmayacaklar “demokrasi” gerekçesiyle!

“Kendi teröristleri”ne nasıl davranıyorlarsa, onlara karşı hangi önlemleri alıyorlarsa; bizimkilere de öyle davranacaklar...


***


Şimdi sana soruyorum Bay Joost Lagendijk:

Koruyup, kolladığınız... Besleyip, büyüttüğünüz... Hatta gizli fonlarınızla destekleyip, başımıza musallat ettiğiniz PKK isimli eşkıya sürüsü dün “6 can”ımızı daha aldı!

Madem bizim içişlerimize karışmak senin görevin; haydi buyur, buna da karış!

Gel baş başa verip, bitirelim artık şu sorunu...

Ama terör örgütüne taviz vermemizi isteyerek çıkma karşımıza; kendi ülkelerinde izlediğin politikalarla gel!

Paris’te metroya bomba koyanlara, İspanya’yı kana bulayanlara, Londra’ya panik yaşatanlara hangi güvenlik önlemleriyle yanıt verdiysen, onlarla gel Bay Joost Lagendijk...

Senin ortağın Türkiye’yi bölmek isteyen teröristler değil, bizzat Türkiye’nin kendisi... Bunu unutmayarak gel karış içişlerimize!

Örneğin bugünkü cenaze törenlerinin sadece birine gel...

Acılı annenin, gözü yaşlı eşin, başını dik tutmaya çalışan babanın yanına gel Bay Lagendijk...

Arkadan vuranların yanına gitme durmadan, vurulanların da yanına gel!

Biz yastayız bugün; gülerek değil, üzüntüyle gel, karış içişlerimize...


***


Eğer bunları yapamıyorsan...

O zaman sus; olur olmaz her fırsatta açma o düşük çeneni...

İkiyüzlülüğünün ayıbında boğul ve içişlerimizi bize bırak...

Dön arkanı ve nereden geldiysen oraya git!

mmutlu@gazetevatan.com11.05.2008

Saturday, May 10, 2008

Mukafatin Boylesi!!... Milli Mucadele’ye karsi cikmasiyla taninan ALi Kemalin torunu Ingilterede Belediye Baskani secildi!!!

93 yillik belge ile tartismalara son nokta

Londra’yi Ali Kemal’in torunu yonetiyor!

Milli Mucadele’ye karsi cikmasiyla taninan ve Izmit’te 1922’nin 6 Kasim’inda linc edilen gazeteci Ali Kemal’in torun cocugu Boris Johnson’un Londra’ya belediye baskani secilmesinden sonra, gazetelerimizde “Johnson’un Ali Kemal’in gercek torunu olup olmadigi” seklinde bir tartisma basladi.

MURAT BARDAKCI’-nin yazisi


Johnson, bir goruse gore Ali Kemal’in soyundan geliyordu ama bir baska iddiaya gore Ali Kemal’in ilk esi olan Ingiliz hanimin daha onceki evliliginden dogan cocugunun torunuydu ve dolayisiyla da Ali Kemal ile hicbir iliskisi yoktu.

Bu tartisma, basinimizda son senelerde ortaya cikan tuhaf bir âdetin son ornegini olusturuyor: Tarihte onemli roller oynamis bazi aileler konusunda bu aileleri bilmeden, incelemeden ve tanimadan, sadece kulaktan dolma bilgiler veriliyor, yalan yanlis soyagaclari duzenleniyor ve gecmisin bircok onemli ismi her nedense genellikle “donme” yapiliyor, yahut asillarinin Yahudi oldugu iddia ediliyor.

Ali Kemal ile Boris Johnson baglantisinda da gecen hafta ayni hatalar yapildi. Ali Kemal’in ailesi ile ilgili olarak ciddi bir arastirma yapilmadan ve hatta Turkiye’de yasayan torunlarina danisma geregi bile duyulmadan, Boris Johnson ile Ali Kemal arasinda bir kan baginin bulunmadigi iddia edildi. Belki de “Milli Mucadele’ye karsi ciktigi icin linc edilmis” bir kisinin torunu Londra Belediye Baskanligi gibi hem konum, hem de protokol bakimindan onemli bir makama layik gorulmuyordu.

GERCEK ALI KEMAL’IN KALEMINDEN
Birkac gunden bu yana devam eden “Boris Johnson, Ali Kemal’in torunu mu degil mi?” tartismalarini okuyunca, isin aslini belgesiyle, hem de bizzat Ali Kemal’in kaleminden nakletmek istedim.

Oncelikle soyleyeyim: Boris Johnson, tam adiyla Alexander Boris de Pfefel Johnson, dogrudan dogruya Ali Kemal’in soyundan gelmektedir ve gazetecinin “oglunun oglunun oglu”dur.

Simdi bu buyukdede-torun iliskisinin nasil oldugunu anlatayim ve belgesini de vereyim:

Genclik yillarinda zamanin hukumdari Ikinci Abdulhamid tarafindan birkac kez surgune gonderilen Ali Kemal, 20. yuzyilin basinda Londra’ya yerlesmis, burada 1903’te Wilfred Brun adinda bir Ingiliz hanimla evlenmis ve Selma adini verdikleri bir kizi olmustu.
Ali Kemal, 1908’de Ikinci Mesrutiyet’in ilani sirasinda Istanbul’a dondu. Ikdam gazetesinde yazmaya ve o zamanin universitesi olan Darulfunun’da ders vermeye basladi. Mesrutiyet sonrasinda guclenen Ittihad ve Terakki Partisi’ni amansiz sekilde elestiriyordu. Bir yil sonra patlayan 31 Mart isyaninin ardindan Hareket Ordusu’nun Istanbul’a girisi sirasinda yeniden surgune gitmek zorunda kaldi ve Ingiltere’ye, karisiyla kizinin yanina dondu.

Muhalif gazeteciyi artik cok daha zor gunler bekliyordu. Ingiliz esi Wilfred, 1909’un sonunda bir erkek cocuk dunyaya getirdi. Cocuga “Osman Kemal” adini verdiler ama anne, dogumdan kisa bir sure sonra ani bir ates yukselmesi sonucu hayatini kaybetti.

Ali Kemal, kizi ve yeni dogmus oglu ve kayinvalidesi Margaret Brun, uc yil boyunca Wimbledon’da maddi sikinti icerisinde yasadilar. Bir ara cocuklarini anneannelerinin yaninda birakarak Ingiltere’nin guneyindeki Bournemouth kasabasina tasinan Ali Kemal, 1912’de Istanbul’a dondu ve ikinci bir evlilik yapti.

Yeni esi, Tophane Naziri Zeki Pasa’nin kizi Sabiha Hanim idi.

Ali Kemal’in 1914’te bu evlilikten dogan ve Zeki adini verdikleri oglu, daha sonra “Kuneralp” soyadini alacak ve Cumhuriyet donemi Turkiyesi’nin onemli bir diplomati olacakti. Hayattan 1998’de ayrilan Zeki Kuneralp’in iki oglu oldu: Baba meslegi diplomatligi secen buyuk ogul buyukelci Selim Kuneralp su anda Disisleri Bakanligi’nda mustesar yardimciligi, kucuk ogulSinan Kuneralp de Istanbul’da yayincilik yapiyor.

TRAJIK OYKU, ISTANBUL’A DONMESIYLE BASLADI

Londra’nin cicegi burnunda belediye baskani Boris Johnson’un ailesinin trajik oykusu ise Ali Kemal’in 1912’de Londra’dan Istanbul’a donmesiyle basladi.

Ali Kemal’in Ingiltere’de anneannelerinin yaninda buyuyen cocuklari, sonraki yillarda Ingiliz vatandasi oldular ve “Kemal”ismini birakarak anneannelerinin kizlik soyadi “Johnson”i kendilerine soyadi yaptilar. Osman Kemal, “Osman Wilfred Johnson” oldu; Irene Williams adinda bir hanimla evlendi. Bu evlilikten 1940’ta dunyaya gelen oglu Stanley Patrick Johnson 1979 ile 1984 arasinda Muhafazakâr Parti’den milletvekilligi yapacak ve Ingiltere’nin taninmis bir yazari, cevrecisi ve nufus uzmani olacakti.

Gecen hafta Londra Belediye Baskanligi’na secilen Boris Johnson, iste Ali Kemal’in torunu Stanley Johnson’un dort cocugundan biridir...

OZ OGLU OLDUGUNU GOSTEREN MEKTUP
Burada, Ali Kemal’in elyazisiyla olan, simdi ozel arsivimde bulunan ve Stanley Johnson’un dedesi Osman Kemal’in Ali Kemal’in oz oglu oldugunu gosteren bir mektubun tam metnini, bazi eski kelimelerin gunumuz Turkcesindeki karsiliklarini vererek yayimliyorum.

Bir ara Ingiltere’den Fransa’ya gecen Ali Kemal, 5 Agustos 1910 tarihinde Paris’te yazdigi bu mektubu, Ittihad ve Terakki’nin unlu Maliye Naziri Cavid Bey’e gondermis. Metinden anlasildigina gore Ali Kemal, o sirada Paris’te bulunan Maliye Naziri Cavid Bey ile 4 Agustos’ta bir araya gelmis, mektubu bir gun sonra yazmis ve Ingiltere’deki kayinvalidesinin cektigi maddî sikintilari anlattigi mektuplari da kendi yazdigina ek olarak Cavid Bey’e yollamis. Ali Kemal, “iki cigerparem” dedigi cocuklarini yasli anneanneleriyle beraber “sokak ortasinda biraktigini” soyluyor ve Istanbul’da sahip oldugu kucuk bir evin satilmasindan sonra odemek uzere Cavid Bey’den bir sarrafin kendisine uc bin frank borc vermesine aracilik etmesini istiyor.
Mektupta sozu edilen “cigerpâre”lerden biri Londra’nin yeni belediye baskani Boris Johnson’un, adini daha sonra “Osman Wilfred Johnson” yapan buyukbabasi Osman Kemal; digeri de onun kiz kardesi, yani Boris Johnson’un once Selma adi verilen ama Ingiliz vatandasi olmasindan sonraki ismini bilmedigimiz buyuk halasidir.

Ali Kemal’in bu mektubunun ilginc bir tarafi daha var: Yazanin linc, yazilanin da idam edilmis olmasi...

Mektubu yazan Ali Kemal yillar sonra, 1922’de linc edilecek; muhatabi Cavid Bey ise Mustafa Kemal’e karsi Izmir’de duzenlenen suikast girisimine katildigi gerekcesiyle yargilandigi Istiklâl Mahkemesi’nde idam cezasina carptirilacak ve cezasi 26 Agustos 1926’da Ankara’da infaz edilecekti.

ALI KEMAL’IN 98 YIL ONCE GONDERDIGI MEKTUP

Iste Ali Kemal’in Maliye Naziri Cavid Bey’e bundan tam 98 yil once gonderdigi ve Londra’daki iki cocugundan bahsedip yardim istedigi mektup:
“Cavid Beyefendi,
Kemâlât-i fikriyyenizi ihtidadan beri asarinizdan, ef âlinizden anlar, tebcîl ederdim, dun bana karsi evsâfi muamelenizden uluvv-i kalbinizi de gordum, sevindim (Dusuncenizin olgunlugunu onceden bu yana eserlerinizden ve yaptiklarinizdan anlar, yuceltirdim. Dun, bana karsi gosterdiginiz guzel davranisinizdan yuce kalpliliginizi de gordum, sevindim).
Bu saika ile de (“boylelikle” anlaminda) uzun muddet dusundukten sonra bir derece kustâhâne (kustah bicimde) oldugunu bildigim halde yine sizden pek mahremâne (gizli) bir surette istirham etmeye cur’et ediyorum:

Kayinvalidemin melfuf (ekteki) mektuplarini lutfen mutalâa ile (inceleyerek) anlarsiniz, bircok seneden beri cetiklerimiz sevk-i zarurisiyle (cektiklerimizin zorunlu sevkiyle) bugun iki cigerpâremi Ingiltere’de hicbir medâr-i maiseti (gelir kaynagi), benden baska da muîni (yardim edeni) olmayan o ihtiyar kadinla beraber sokak ortalarinda birakmak felaketine ugradim. Bir felaket ki ecnebilere, bilhassa Ingilizlere karsi haysiyet-i kavmiyyeme (ulusal onuruma) de dokundugu icin bence cidden tahammul-gudâ zdir (dayanma gucumu ciddi bir sekilde eritmektedir) .

Hayatimi adeta zehirleyen bir musibetten yakami kurtarmak, Londra’ya giderek cocuklarimla beraber bir kosede yerlesmek hâsili (sozun kisasi) arzettigim gibi bir yandan o cuz’i (az) gelirimle, bir yandan ise sa’y-i kalemimle (kalemimin emegiyle) yasamaya muvaffak olabilmek icin simdilik uc bin frank kadar bir paraya ihtiyacim vardir. Dersaadet’teki (Istanbul’daki) emlâkimden biri, mesela vekâlet-i bey’u ferâgini (satis ve devir vekâletini) Selim Husnu’ye tevdi eyledigim (verdigim) o ufak mulk satilinca faiziyle beraber tesviye olunmak (odenmek) uzere emrinizle, lutf-i vesâtetinizle (lûtfedip araya girmenizle) bildiklerinizden bir sarraf bu meblâgi bana ikrâz etse (borc verse) su dakikada yeniden hayat bulur, size omrum oldukca minettar kalirim.

Iki sene evvel ben Ikdam’da iken feleksede (talihsiz) bir arkadasim benden boyle bir hizmet istemisti, istedigine de derhal mazhar olmustu (kavusmustu) . Ahmet Cevdet Bey gibi en samimi refiklerimden (arkadaslarimdan ) bu devr-i musibet-i hayatimda (hayatimin belâli doneminde) yaman bir bîgânelik (fena bir kayitsizlik) gordugum icin, bu lûtfu sizin gibi pek uzaktan tanidigim fakat kalben ve fikren pek ziyade necîb (kalp ve fikir bakimindan son derece temiz) bir zâtdan istirham eyliyorum.

Mumkun ise mes’ûlumu is’âf ediniz (arzumu yerine getiriniz), degilse bedbahtî-i hayatima (hayatimin talihsizligine) yanmaktan ve bu tasdîi garîb (zavalli bir sekilde verdigim rahatsizlik) icin affinizi dilemekten maâda (baska) elimden ne gelir? Bâkî arz-i minnet ve ihtirâm eylerim, (minnetlerimi ve saygilarimi sunarim) efendim.
5 Agustos 1910.
Ali Kemal
152 Boulevard Montparnasse”

Kaynak:Bedii Nezih Oz