Friday, October 31, 2008

Atatürk bu ülkeyi sadece 15 yıl yönetti...

Melih AşıkAçık Pencere
mailto:Pencerem.asik@milliyet.com.tr
Hep aynı terane
31 Ekim Cuma 2008
Onlara kimi kinci, kimi ikinci cumhuriyetçi diyor...
Bir teraneyi her fırsatta tekrarlıyorlar:“Cumhuriyet’in kuruluşundaki aksaklıklar yüzünden hâlâ sıkıntı çekiyoruz.”“Cumhuriyet 85 yılda Türkiye’nin sorunlarını çözemedi.”
Sanırsınız ki, 1923 yılında ülkenin başına “Cumhuriyet” adlı bir diktatör gelmiştir de bu diktatör ülkeyi 85 yıldır inim inim inletmekte. sorunları çözümsüz bırakmaktadır.
Cumhuriyet’in 85. yılındayız...
Atatürk bu ülkeyi sadece 15 yıl yönetti...
70 yıldır işbaşına gelip gidenler...
Son 58 yılda ülkeyi yöneten sağcı iktidarlar neden çözemediler sorunları?
Ellerini kollarını cumhuriyet mi bağladı?Yoksa onlar sürekli Cumhuriyet’i yozlaştırmaya mı çalıştılar?
Bu ülkeyi Atatürk Cumhuriyeti mi Amerikan sömürgesi yaptı?Cumhuriyet’in, “Dış para babalarıyla iç para babaları ortak olsun, hazineyi soyup halkı sömürsün” diye bir ilkesi mi vardı?Siyasi partiler demokrat olmak istiyor da ellerini kollarını Cumhuriyet mi bağlıyor?

1 Mayıs’ta işçilerin üzerine Cumhuriyet mi saldırıyor?
Gençleri işkenceyle Cumhuriyet mi öldürüyor?Yoksa Cumhuriyet ilkelerini ortadan kaldırmak...
Sömürüyü sürdürmek isteyenlerin faşizm işine geliyor da bunun sorumluluğunu sürekli Cumhuriyet’e mi atıyorlar?

Hangisi...

Başvuruları en az 1 yılda yanıtlayabilen Adli Tıp, Hüseyin Üzmez’in raporunu jet hızıyla göndermiş.Demek ki bizde adil olmayan bir Adli Tıp var...Haldun Ertem *

Taraf gazetesi, Cumhuriyet Bayramı ile ilgili tek satır haber vermemiş.
Onlar birincisini bitirdiler, ikincisiyle meşguller...
Ahmet Nedim
Akdağ nerede...“Hüseyin Üzmez’i adeta aklayan Adli Tıp raporuna Devlet Bakanı Nimet Çubukçu itiraz edecekmiş...
Biz bu hareketi öncelikle Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’dan beklerdik...
Kendisi Hipokrat yemini etmiş bir tıp doktoru olduğu gibi aynı zamanda ihtisası da çocuk üzerinedir...”
Arman Salepçi
"Kötüler Tanrý’yý, Tanrý ise iyileri kullanýr!.."
(Giordano Bruno)

Thursday, October 30, 2008

Yokmuş gibi kadınlar...(2)

Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
GAZETELERİN sayfalarını çevirdikçe, o başı örtülü kadınların görüntüleri sanki beynimin bir yerinde toplanmaya başlıyor.
Önce bir-ikisi bir araya geliyor, sonra başkaları gözüküyor. Köşelerden çıkıp çıkıp geliyorlar, sessizler...
Bir uğultu var.
O kadar...
(.........)
İşte birisi; bir aracın direksiyonunda, başı örtülü, yüzünde acı bir gülümseme...
14 yaşındaki bir kıza cinsel istismardan tutukluyken tahliye edilen Hüseyin Üzmez’i, cezaevinden çıkışında almaya gelen karısı...
(.........)
Öbür sayfadan bir başkası da çıkageliyor:
Bir başörtülü kadın...
AKP Milletvekili Recep Koral’ın yanında... Elinde makas, bir yerin açılışında kurdeleyi kesiyor. Kocasından gurur duyduğu ve mutlu olduğu belli bu eski fotoğrafta... Ama şimdi AKP milletvekili sekreteri ile evlenmeye karar verince boşuyor onu.
(..........)
Bir türbanlı kadın...
O gözükmüyor.
Zaten fotoğraf, gözükmemenin fotoğrafı. Cumhurbaşkanı’nın "hanımı" Cumhuriyet Bayramı törenlerinde yok.
Çünkü başındaki türban yanında duramadığı erkeğinin ideolojik savaşının simgesi.
Cezayı o çekiyor, yokmuş gibi yaparak...
(...........)
Bir tesettürlü kadın daha...
Başbakan’ın "hanımı"...
Arkadaki salonlardan birisine saklamışlar adeta. Belki kapıyı dinliyordur, belki delikten bakıyordur, belki fısıldaşarak konuşuyordur.
Yokmuş gibi..
*
Sayfaları çevirdikçe tesettürlü kadınların sayıları artıyor, kalabalıklaşıyorlar, yüzlerce, binlerce, on binlerce...
Ben ise onların; din-iman adına oynanan bu zalimce ve kötü niyetli oyunun aleti olmaya ne zaman isyan edeceklerini düşünüyorum...
Ama sadece uğultu var...
Sonra boyunlarını büküp, zulme razı olup, evlerine dağılıyorlar.
Yokmuş gibi kadınlar...

Ölümüne Bir Yürüyüş-Cumhuriyet-

İlhan Selçuk, Cumhuriyet

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyetini ve bu cumhuriyeti savunanların yok edilmeye çalışıldığı bir süreçte yeni bir ideolojik saldırıyla karşı karşıyayız.Çanakkale Savaşı yok sayılıyor.
Kurtuluş Savaşı yok sayılıyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bütün değerleri yok sayılıyor.
Mustafa Kemal'in silah arkadaşlarıyla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti emperyalist güçler ve onlarla işbirliği yapan güçlerle tasfiye edilirken 350 bin üro sponsorlukla devşirilen bir film piyasaya sürülüyor.
Film içinde film.Turkcell, sponsorluktan vaz geçiyor bazı nedenlerle.Ermeni konferansına üniversitesinde izin veren Sabancı filme sponsor oluyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini savunan 83 yaşındaki Cumhuriyet aydını İlhan Selçuk, 27 Ekim 2008 pazartesi günü mahkeme kapısında ve Cumhuriyeti savunduğu için yargılanıyor.

İlhan Selçuk: "Gözlerime bakın anlayın.
Yazık, Türkiye'ye yazık.

Her şey çürümüş", dedi.1978'de "Cumhuriyet gazetesi" almayın eylemi yapan bir siyaset anlayışının içinde gelen birisi, Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk hakkında "Mustafa" adıyla bir film yapıyor.
Film içinde film.Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet tarihi belleklerden silinirken, yok edilmeye çalışılırken sadece karga kovalayan çocuk belleklere kazınmaya çalışılıyor.
Cumhuriyet gazetesi, 29 Ekim 2008 günü, "Ölümüne Bir Yürüyüş" adıyla gerçek Mustafa Kemal'i ve Türkiye Cumhuriyeti tarihini anlatan kalıcı bir CD'yi gazeteyle birlikte 1 liraya hediye ediyor.Film içerisinde film olanın sadece seyrinin bedeli ise en az 10 YTL.
Seçim sizin.
Sevgi ve selamlarımla.

Can Dündar'ın yapmış olduğu, "Mustafa" filmi için yazılan eleştiriler.

Yorumsuz !!!!

ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ ÜZERİNE "GELİŞİGÜZEL" YAYIN YAPILMALI MI?
Prof. Dr. Özer Ozankaya


Can Dündar'a ve yaptığı 'Mustafa' filmine doğru tanı konulmuştur: "Pek üstünde durulmadan (çaktırmadan) Atamızın gece hayatını, içkiyi seven, din karşıtı, demokrasi demesine rağmen en yakın dostarını bile ipe gönderebilecek bir diktatör olduğu ima ediliyor."
Can Dündar, "Sarı Zeybek" filmine de, daha ilk tümcesinde "Koca bir imparatorluğu yıkan adam .." diyerek, yani gerçekte "övgü altında yergi" yaparak başlamıştı. Sanki Osmanlı devletini Atatürk yıkmış gibi gerçeklere taban tabana zıt olan, ama Atatürk'ün gerçekleştirdiği Türk demokrasi devrimine düşman iç ve dış sömürgenlerden aferin almasını sağlayacak bir imada bulunmuştu.

Yeni filmi için kendisinin "Belgeselde, toprağını kaybetmiş ve bunun derin acısını yaşayan, kendisine yeni bir yurt kurmaya çalışan, nitekim bu konuda başarılı olan bir çocuğun öyküsü" diyen sözlerini, Misak-ı Milli'yi, sosyolojik, tarihsel, kültürel temelleri olan bir "Türk yurdu" değil de, 'Selanik'in yitirilmesine karşı yapay olarak oluşturulan bir yurt' gibi sunmaya yönelik, gerçekleri tepe-takla eden, ama bunu da yine ürkekçe yapan bir çaba sayabiliriz.
Bu yaklaşımla Atatük filmleri hazırlayıp yayınlamak, gerçekten büyük sorumsuzluk sayılmalıdır: Tarihe karşı, Türk ulusuna karşı ve yalnız Türk ulusunun değil, tüm insanlığın övünç kaynağı bir büyük düşünür-öndere karşı sorumsuzluk.

"Suret-i haktan görünüp", gerçek dışı, yanıltıcı, demokrasi düşmanlarından "aferin" almaya yönelik yayın yapılması, düşünce ve yayın özgürlüğünün kötüye-kullanılması olarak görülmelidir.

Atatürk üzerine ve genel olarak Türkiye Cumhuriyetinin Türk Devrimiyle oluşan temel ilke ve kurumları üzerine yapılan yayınlar, Atatürk'ün "Basın ve yayın özgürlüğü" konusundaki uyarıları eşliğinde değerlendirilmelidir.

Bu uyarıları benim burada belirtmeme olanak yok.

Atatürk'ün günümüz Türkçesine aktardığım "YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER" kitabının (CEM YAYINLARI) "ÖZGÜRLÜKLER" bölümüne bakılırsa, genellikle basın ve yayın araçlarının bugün içine düşmüş olduğu düzeyin etkenlerini ve bunlara karşı nasıl önlemler alınmak gerektiği bu uyarılardan çıkarılabilir.

Bir yanda, dünyanın dört kıtasından birçok tanınmış bilim, sanat, siyaset ve askerlik şahsiyetinin, 21. yüzyıla girerken, oy birliği ileAtatürk'ün tüm insanlık için kalıcı katkılarını dile getirmekten onur duyması
(Bknz: DÜNYA DÜŞÜNÜRLERİ GÖZÜYLE ATATÜRK VE CUMHURİYETİ; T.İş Bankası Yayını)...


Bir yanda Can Dündar ve O'nun gibi yayınlar yapanların tutumu...

Ne diyelim, "YERE düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten".
..Prof. Dr. Özer Ozankaya

CAN DUNDAR EFENDIYE CEVAP . Ozankaya'nin yazisi ile birlikte heryere dagitildi. Babacigin hayatta olsaydi herhalde bunlara benimkinde cok daha iyi yanit verirdi optum
Sayin Prof. Ozankaya yerden goge hakli. Ata'nin gece hayati ve ickisinin basarilari ve bize verdigi yonlerle ne ilgisi var. Gercekte, siyasal konumda karsit gorulen kisilerin hemen ozel hayatina kayilir. Simdi Amerika'da gorulen igrenc iddialar gibi. Ata , o sozu edilen yakinlari bile asti bizi kurtarmak icin. O yakinlarin Dundar efendi ne yaptigini biliyor mu. Ata'nin sulalesi Konya civarindan Yuruk yerlesimlerinden gelir. Ata Turkiye'yi yapay yaratmadi . Osmanli Imparatorlugunu yikmadi. Batan, dine soyunan tum yonetim duzeylerinde Turk'ten uzak duran bir imparatorluktan Anadolu halki ile birlikte Anadolu'yu imperyalistlerden kurtarip dunyaya ornek bir atilim ornegi verdi. Can efendi bu sozlerinle bir sahte hortlak numaralarina yatmis. Dusman Ankara onlerine gelecek , sen mecliste b ir suru sarikli arasinda anayasa yapacaksin , sorunlari goruseceksin, etrafta cepheye gitmek istiyen bir suru ogrenciye hayir siz tahsilinize devam edeceksiniz diyeceksin. Sonra da kadin haklari sonrada harf inkilabi utanmaz Can Dundar'a birseyler animsatmiyor mu 'ORNEGI OLMAYAN BIR ATILIM". Bu yayinlarin ulkemizi dine soyundurup, Orta -Dogu'a bir direnc olmasini istemiyenler tarafindan para ile satin alindigi dupeduz ortada. Bari buralara gelseler buralarda satilik insanlar daha cok kazaniyorlar. Ozankaya cok nazik sorumsuz diyor . Sorumsuzu var mi Hocam ? Yalanci. Urkek cabasi var Hocam para ile satilan kalemler titrer. Sayin Ozankaya'yi kutlar ve kucaklariz bizi bu konuda aydinlattigi icin.
Prof. Dr. Yuruk Iyriboz

-------------------------------
Değerli arkadaşlar,
Mustafa'yı seyrettim. Selanik' te başlıyan ve Dolmabahçe' de biten bir belgesel. Herkesin, her yerde ulaşacağı resimler ve bazı eski videolarla zenginleştirilmiş, Ata' nın yüzünün görünmediği bir iki hareketli sahne ilave edilmiş bir anlatı.
Pek üstünde durulmadan (bence çaktırmadan) Atamızın gece hayatını, içkiyi seven, din karşıtı, demokrasi demesine rağmen en yakın dostarını bile ipe gönderebilecek bir diktatör olduğu ima ediliyor.
Atamızın hayatını bilenlere pek birşeyler verecek bir yapım değil ama ben Atamızın gece karalıkta uyuyamadığını, Cumhurbaşkanı seçildiğinde kısa konuşmasının sebebinin yeni yaptırdığı takma dişlerinden dolayı olduğunu bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Ne ise benden bu kadar, seyreden herkes kendi yorumunu yapar nasıl olsa. Kalın sağlıcakla....
Murat Binzet (ADD Hannover)

Thursday, October 23, 2008

Bir ‘Belgeselci!

Hikmet BİLA

Bir ‘Belgeselci’nin Çanakkale Yalanları

Geçen hafta sonu, Habertürk televizyonunda Balçiçek Pamir, ‘belgeselci’ Tolga Örnek ile bir söyleşi yapmış. Ben seyretmedim; ama gazetelerde ve Habertürk’ün internet sitesinde okudum (18 Ekim 2008).

Gerçekten ilginç ve ibretlik bir söyleşi.
(şöyleşinin tamami icin : http://www.haberturk.com/haber.asp?id=103351&cat=110&dt=2008/10/18)

Tolga Örnek’in daha önce yaptığı Gelibolu ‘belgesel’inde Atatürk’e yeteri kadar yer verilmediği şeklindeki eleştirileri hatırlatan Balçiçek Pamir soruyor:
“Niye böyle eleştiriler gelir? Çok mu Atatürk görmek istiyoruz?”

Tolga Örnek yanıtlıyor: “Mustafa Kemal’e soruyorlar, 18 Mart’taki şeyini…18 Mart’ta benim hiçbir fonksiyonum olmadı diyor. Ben karargâhımda oturuyordum diyor. O tabyaların savaşıydı diyor.”
Balçiçek Pamir’in tepkisi:
“Hiç bilmiyordum.”

Tolga Örnek devam ediyor: “Bizde anlatırken sanki 18 Mart’a Atatürk komuta etmiş gibi… O kadar yanlış bilgiler yerleşmiş ki bizde, Atatürk sanki Arıburnu cephesinde Seddülbahir’de de varmış gibi anlatılıyor.”Bu satırları tırnak içinde Habertürk’ün sitesinden aldım. Aldım da, neresinden tutup düzelteceğimi doğrusu bilemedim.

***
18 Mart deniz savaşları sırasında Atatürk karargâhında oturmamıştır ve hiçbir zaman da “Karargâhımda oturuyordum” dememiştir.
Ne demiştir?
Şunu demiştir:
“18 Mart 1915 sabahı karargâhım olan Eceabat’a gelmiş bulunan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa ile birlikte, kendilerine Seddülbahir kıyı bölgesini korumak için almış bulunduğum tertipleri ve tedbirleri arazi üzerinde göstermek amacıyla Kirte’ye hareket ettik.
Oraya varışımızda, açıklama ve ayrıntıları ilgili belgelerde bulunduğu üzere, düşman donanmasının yaklaşıp bombardımana başladığını gördük ve düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe’ye yaptığı ateşlerin altında kaldık.”


Demek ki Mustafa Kemal, o sırada karargâhında oturmuyormuş, Kirte (Alçıtepe) yakınlarında sağına soluna bombalar düşerken savunma önlemleri alıyormuş. Yarbay Mustafa Kemal, 18 Mart saldırısı sırasında Gelibolu Yarımadası kıyılarının kara savunmasıyla görevliydi.

Genelkurmay’a verdiği raporlarda da 18 Mart için “Bu tamamen bir deniz harekâtıdır. Kıyı savunması Cevat Paşa’nın emri altındaydı.
Benim bu harekâtla ilgim dolayısıyladır” demiştir. Bu raporlar yayımlanmıştır.

Şu anda herhangi bir kitapçıda bulunabilir. Bütün bu alıntılar, Ruşen Eşref Ünaydın’ın Mustafa Kemal’le 1918’de yaptığı, Çanakkale’nin üçüncü yıldönümü nedeniyle Yeni Mecmua’nın Olağanüstü Sayısı’nda yayımlanan söyleşisinde de vardır.

Tam 90 yıl önce…
90 yıl önce tarihe kaydedilen ve bugüne kadar daha birçok kayıtta belgelenen bir gerçeği, 90 yıl sonra tersine çevirmeye çalışırken insanın biraz yüzünün kızarması gerekir.

Üstelik belgeselci geçiniyorsa kıpkırmızı kesilmesi gerekir.

18 Mart’a Atatürk’ün komuta ettiğini Tolga Örnek’e hangi ciddi kaynak ‘anlatmış’ bilmiyorum ama, deniz savaşlarını eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olan babası Sayın Oramiral Özden Örnek’e sorsaydı, doğruyu öğrenebilirdi.

Balçiçek Pamir’e de bir soru: Söyleşi sırasında hayretler içinde “Hiç bilmiyordum” diyorsunuz.

Affedersiniz, neyi bilmiyordunuz?

Ya da… Şimdi öğrendiniz mi?

Vatandaşıma mektup...

Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr

Vatandaşıma mektup...

SENİN gözün kör...
Kulağın sağır vatandaşım...
Görmüyorsun, duymuyorsun.
Ve dilin dönmüyor.
Çünkü göz ve kulak dili besler.
Bir kaldır başını da gör Türkiye’nin halini.
Biliyorum; Mustafa Kemal’in kutsal bir savaştan sonra seçtiği çağdaşlık yolunu terk edip, aydınlık düşmanlarının peşine takılıp da... Bu cennet ülkenin ortaçağa yuvarlanmasının vahametini anlayamadın.
*
Ama bir bak:
"Toplumsal sorunların (...) demokrasi ile çözümü yerine, din duygularının istismar edilerek kullanılmasına Anayasa izin vermemektedir..."
"Cumhuriyetin temel ilkelerini ve niteliklerini dolaylı biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren bu düzenlemedir..."
"Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan dinler siyasi yapıya egemen olmaya başladıklarında, toplumsal barışın korunması olanaksızlaşır..."
(.........)
AKP’nin Anayasa’yı değiştirerek türbanı serbest bırakmasını iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin, önceki gece açıklanan gerekçeli kararından bölümler bunlar.
Bize AKP iktidarının ne yapmak istediğini anlatıyor.
Koyun üzerine; kapatma davası kararındaki "Laiklik karşıtı eylemlerin merkezi" hükmünü...
Yetmez mi?..
*
Ama "Hiç kimse, görmek istemeyenler kadar kör değildir" derler.
Hálá görmezlikten gelirsen...
Hálá anlayamazsan...
Hálá duymazsa kulakların...
Hálá kavrayamamış, hálá farkına varamamış, hálá umursamamış, hálá çözememişsen...
Öyle sessiz...
Öyle tepkisiz...
Öyle körsen...
Ne yapabilirim vatandaşım?..
Tam altıbuçuk sene önce bir seçim sabahı yazıma koyduğum başlığı tekrarlamaktan başka:
"Müstahak sana..."