Monday, April 28, 2008

Dindar ve 2.Cumhuriyetciligin koalisyonun ortak paydasi: Amerikan modeli, şeriatçı - demokrasi!

AYDINLANMA
EMRE KONGAR
İLHAN SELÇUK VE HUNTINGTON

Değerli okurlar, her şey doktorların planladığı gibi giderse, siz bu satırları okurken, İlhan Selçuk kalp ameliyatına alınmış olacak.
* * *
Cuma günü kendisini kısa bir süre için ziyaret etme fırsatı buldum.
Yine zihnen son derece zinde, ülkenin ve gazetenin sorunlarıyla meşguldü.
Amerika'nın tüm dünyada laikliğin altını oyduğunu düşünüyor, sadece Türkiye'de değil, Irak'ta yapılanları da örnek olarak gösteriyordu.
Bildiğiniz gibi Irak Anayasası iki çelişik kavrama, hem sözüm ona demokrasiye hem de yasaların şeriata aykırı olamayacağına vurgu yapmakta.
Böylece Amerika'nın öncülüğünde, şeriatla demokrasinin birlikte yaşayabileceği gibi, bütün kavramları alt-üst eden bir model oluşturuluyor.
* * *
Aslında İlhan Selçuk'un altını çizdiği bu oluşum, Huntington'un ünlü "Uygarlıkların Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması" adlı kitabıyla başlamıştı.
Huntington bu kitabında sadece, Batı'yı erişilmez bir uygarlık olarak tanımlamakla ve İslam dünyasını onun yeni düşmanı olarak ilan etmekle kalmıyor, Türkiye'ye laik niteliğinden ve Atatürk'e de Aydınlanma devrimlerinden dolayı saldırarak, gelişmekte olan ülkeler ve İslam için, laikliğin kötü, demokrasinin iyi olduğunu söylüyordu.
Sanki laiklik olmadan demokrasi olabilirmiş gibi olanaksız bir model bir öne sürüyor ve böylece bir hilkat garibesi olan "Amerikan modeli, şeriatçı demokrasi" kavramını gündeme getiriyordu.
* * *
Bu çerçevede, "İnsan hakları kadın hakları gibi değerler Batı'nın değerleridir. Yani emperyalist değerlerdir. Siz İslam Alemi'nde kendi değerlerinize sahip çıkın bu emperyalist değerlere inanmayın" demektedir.
Böylece Batı'nın, sömürgeleştirdiği yerlerde, Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığını önlemeye, Batı değerlerinin bu sömürgeciliğe karşı kullanılmasını engellemeye çalışmaktadır.
* * *
Huntington'un, Sovyetler'in çöküşünden sonra İslam Alemi'ni Batı'nın yeni düşmanı ilan ettiği kitabının "Uygarlıkların Çatışması" bölümü o denli gürültü kopardı ki, kimse "Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması" kısmının ve Türkiye hakkındaki önerilerin üzerinde fazla durmadı.
Oysa Huntington, son derece açık ve net bir biçimde Türkiye'nin laiklikten vazgeçmesini, Atatürk'ün aynı "kalibrede" bir lider tarafından inkar edilmesini, Türkiye'nin Avrupa Birliği rüyasından vazgeçip İslam Alemi ile bütünleşmesini öneriyordu .
Bütün bu önerilerinin uygulanabilirliğini de özellikle Özal döneminde yükselmekte olduğunu vurguladığı köktendinci İslam'ın gücüne dayıyordu.
Böylece bugün ABD tarafından desteklenen ve Türkiye'ye ihraç edilmeye çalışılan "Ilımlı İslam" modelinin temellerini atmıştı.
* * *
Sevgili okurlarım, işte İlhan Selçuk ile yaptığımız fikir alış verişi sonunda bu makaleyi yazmaya ve Amerika'nın bugünkü laiklik saldırısının altında yatan temel yaklaşıma, Huntington'un kitabına dikkat çekmeye karar verdim.
Bu yazının yazılmasına vesile olan İlhan Selçuk'a teşekkür ediyor ve kendisine acil şifalar diliyorum.
(Not: Huntington'un ayrıntılı bir eleştirisi için "Küresel Terör ve Türkiye" adlı kitabıma bakılabilir.)
http://www.kongar.org/aydinlanma/2008/616_Ilhan_Selcuk_ve_Huntington.php

Wednesday, April 23, 2008

Prof. Engin Arik'in Olumunden sorumlu Atlas Jet Uçak Sabotajı

"Prof. Arık, 21. yüzyılda en stratejik maddenin toryum olacağını söylemiş miydi? "Japonya, toryumu yokken, toryumla çalışacak santraller kurmaya çalışırken, Türkiye'de bu konudaki çalışmalar engelleniyor. Eğer toryum kullanıma sokulursa, Türkiye'nin elektrik üretiminde petrol ve doğalgaza ihtiyacı kalmayacaktır. Isınma için de topraklarımızın altındaki 900 bin tonluk toryumu kullanabiliriz. Bugün, dünyada savaşlara neden olan petrolün 1 milyon varilinden elde edilen enerji, yalnızca 1 ton toryumdan elde edilebilir" dememiş miydi? Toryum rezervleri konusunda en zengin ikinci ülke Türkiye değil mi? "

Atlas Jet Uçak Sabotajı
Kaan Turhan


Isparta’da düşen Atlasjet uçağının yolcuları arasında, Türkiye'nin ilk kadın nükleer fizikçisi Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık, Araştırma Görevlisi Özgen Berkol Doğan, Yüksek Lisans Öğrencisi Engin Abat ile Doğuş Üniversitesinden Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet ve Araştırma Görevlisi Mustafa Fidan da bulunuyordu. Arık başkanlığındaki grup, aynı zamanda 'karanlık madde' arayan 'CAST deneyi'nde de çalışıyorlardı.


Prof. Dr. Engin Arık başkanlığındaki çok kıymetli bir nükleer fizik 'ordusu' kaybettik.
Gece görüş sistematiği olmayan, haklarında "Uçamaz" raporu bulunan uçaklarla Türkiye'nin en kıymetli bilim ekibini uçurmak hangi akla hizmettir? Böyle bir hatanın yaşanabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet olma vasfını önemli ölçüde yitirmiş olması gerekmez mi?

Prof. Dr. Engin Arık, İsviçre'nin Cern kentindeki dünyanın en büyük fizik laboratuarında, evrenin sırrını çözecek "Atlas Deneyi"ne çağrılmış iki Türk bilim insanından biriydi. CERN'deki muazzam laboratuarda, evreni oluşturan büyük patlamanın (Big Bang) küçük bir modelini oluşturan deneye gözlemci olarak katılmıştı. Prof. Arık, daha önce, evrenin oluşumu ile ilgili "karanlık madde"yi arayan "CAST DENEYİ"ne de katılmıştı.

Prof. Arık, insanlığa, bilime bir şeyler kazandırmak adına canını tehlikeye atan çalışmalar yaparken, ekipler oluştururken dilinde hep "Türkiye'm" türküsü vardı. Kadın ruhunun duyarlılığı ile, enerji konusunda dışa bağımlı olan, nükleer teknolojinin 'ürünlerini' başucuna koyamayan bir Türkiye'nin bu coğrafya'da rahat bırakılmayacağını biliyordu, görüyordu..


Prof. Dr. Engin Arık, askeri, sanayi, tıp, elektronik ve enerji üretimi gibi alanlarda devrim yaratacak bir ekibin başındaydı. Ekip, Türkiye'nin en iyi yetişmiş nükleer fizikçilerinden oluşuyordu. Kalpleri bu ülkenin mutluluğu için çarpıyordu. Toryuma bağlı olarak geliştirdikleri projenin başarıya ulaşacağını ve pek çok konuda Türkiye'yi söz sahibi yapacağını biliyorlardı, inanıyorlardı. Ekonomik yönden daha baş edilemez zorluklara sokulmadan, eli kolu bağlanmadan, madenlerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el konulmadan, Türkiye'nin toryum gibi dünyanın en zengin rezervlerine sahip olduğu bir enerji kaynağını harekete geçirmesi, küresel enerji savaşlarına bambaşka bir boyut getirebilirdi. Sözün özü: şu aşamada, Türkiye'nin bora ya da toryuma dayalı bir enerji üretim teknolojisi geliştirmesi asla istenmiyor.

Petrol ve doğalgaz rezervleri mümkün olan en iyi fiyatlarla pazarlanırken, bunlara alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkması dengeleri biranda altüst edebileceğinden, gelişmeler çok yakından izleniyor ve 'gereken önlemler' alınıyor! Prof. Dr. Engin Arık ve ekibinin projesi, acımasız bir sabotajla engellendi. Anımsatmak isteriz: "Hindistan karşısında varlığımızı koruyabilmemiz için nükleer silah üretmek zorundayız" diye inat eden Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül Hak'ın uçağı da, 42 Amerikalıyla birlikte uçarken patlayıvermişti... Benzer bir uçak kazası (!) Prof. Dr. Arık ve ekibini elimizden alıverdi.

Manisa'nın Soma ilçesinde bol bol çıkarılmıyor mu?” Ülkemizde faaliyet gösteren madencilik şirketleri ağırlıklı olarak Kanada/Toronto borsasında işlem görmektedir. Bu şirketlerin hisse senetleri, Türkiye topraklarının azımsanmayacak bir yüzdesi üzerinde maden hakkı sahibi olması ve bu hakların Orta Karadeniz’den, Doğu Karadeniz’e, Güneydoğu’dan Doğu Anadolu’ya uzanan coğrafyada yoğunlaşması Ermeni ve Rum diasporasının ilgisini çekmektedir. Son olarak ta hidrojenin yakıt olarak kullanılmasına baktığımızda karşımıza yakıt pilleri çıkmaktadır.

Hidrojen doğrudan yakıt olarak kullanılabildiği gibi yakıt pillerinde de elektriğe çevrilerek kullanılabilmektedir. Bor varlığımız bunun için sadece yeterli değil, fazla biledir. Bahsettiğimiz bu yeni, yenilenebilir, temiz ve yerli enerji kaynaklarının kullanımı için ülkemizde yeterli potansiyel, bilgi birikimi ve iş gücü mevcuttur. Gereken sadece destek ve alt yapıların oluşturulmasıdır. Burada da görev devlete düşmektedir. Türkiye kendi borundan bor aküleri, bor fisyon reaktörleri ve NaBH4 den elde edilen hidrojeni yakıt pillerinde kullanabilecek ve Millenium Cell’in mühendisleri gibi teknolojiler yaratabilecek kapasitededir.

Asit yağmurlarına ve sera etkisine sebep olamayan yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarımız ve bor rezervimiz üzerinde ciddi ulusal politikalar geliştirmemiz gereklidir.
Yazinin devami icin: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7584

Monday, April 21, 2008

Neval Kavcar
301'de Soruşturma Açma Yetkisi AB'nin Olsun
20 Nisan 2008 Pazar 18:03
"
İktidarın 301. madde üzerinde ki ısrarının ana sebebi, bahsi geçen yasanın tüm maddeleri ile birlikte "egemenlik yasası" olarak anıldığıdır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türklerin elinden devleti böyle madde madde alınmaktadır. Egemenliğin sahibi sulandırılmıştır madde değişimi ile. Üç beş batılı ajanın Türklük hakkında ki küfürü sebebi ile değişmediğinin bilinmesi gerekir o maddenin. "
...
İktidarın Amerika ile Stratejik Vizyon Belgesini imzalayan Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül Dış İşleri Bakanı iken malûm düşünce kuruluşlarından birinde ki konuşmasında; "AB"den başka hedefimiz yok" demişti. Her geliş gidişte benzeri kelâm etmelerinin sebebi, Türkiye"nin mutlaka ve mutlaka AB"ye bağlı durumda kalmasıdır. Ankara"yı başıboş bırakırsa gemi azıya alır kaygısı, bizim Brüksel kapısında emir kulu gibi bağlanmamızı gerektirmektedir. İşin tuhafı siyasilerimizin de AB"den başka hedefi olmadığıdır.

AB haksızlık yapıyor, çifte standart uyguluyor diye ağlanılacağına, yeni ufuklar bulmak gerekmez mi?
AB den vazgeçmenin ABD ile dalaşı göze almak olduğunun farkındalar. Muhtemelen bunu göze alamıyorlar. Ölümü göze almayanın yaşamaya hakkı olabilir mi, sorusunu es geçerek. Çağdaşlaşırken AB havuzuna egemenliğimizi bırakmak, ekonomi ve siyaseten Brüksel"in şefaatine sığınmak Türkiye Cumhuriyeti devletinin hedefi nasıl olabilir?

Batılıların kurduğu fakat Pazar olmaktan çok, eski sömürgelerine kavuşmak gayeli oluşumları iyi tahlil gerekir.

Saman altından su yürüterek başka devletlerin menfaatine faaliyet gösteren partilerin kapatılması ve yönetimine sadece siyasi yasak getirilmesi yetmez. AKP iktidarının kurucusu, başkanı ve halen Başbakan Recep Tayyib Erdoğan defalarca "BOP eş başkanı olduğunu, görevi kabul ettiklerini" kamuoyu önünde açıklamıştır. Bu konuda ki beyan, AKP"nin kapatılma davasında da geçmektedir. Amerika"nın bölgesel işgal projesi BOP "a eş başkan olan Erdoğan"ın partisi kapatılacaktır.


İktidarın 301. madde üzerinde ki ısrarının ana sebebi, bahsi geçen yasanın tüm maddeleri ile birlikte "egemenlik yasası" olarak anıldığıdır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türklerin elinden devleti böyle madde madde alınmaktadır. Egemenliğin sahibi sulandırılmıştır madde değişimi ile. Üç beş batılı ajanın Türklük hakkında ki küfürü sebebi ile değişmediğinin bilinmesi gerekir o maddenin.
Daha sonra "davanın açılmasına Cumhurbaşkanı mı yoksa Adalet Bakanı mı karar versin?" yaklaşımının ise hiçbir önemi yoktur. AKP önce dava açma yetkisinin iznini, Cumhurbaşkanına vermiş sonra ne düşündülerse Adalet Bakanlığında karar kılmışlardır. Önemli olan bundan sonra bu konuda üç beş Soros beslemesinin söyleyeceği sözler değildir. İktidarın "Türklükten" ne kadar rahatsız olduğunun ortaya çıktığıdır yapılan.

Maddede ki diğer değişiklik nedir?"301. maddede yer alan, ''Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede, bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır'' hükmü çıkarıldı." Bu maddenin tamamen çıkarılmasından ne anlamalıyız?
Bundan böyle devlet düşmanları Türkiye hakkında ki hakaretlerini dış devletlerde sıraladıktan, içlerini döktükten sonra Türkiye"ye bir şey olmamış gibi dönebilirler.

Biliyorsunuz Orhan Pamuk birader, "Türkler 1,5 milyon Ermeni"yi kesti." Gibi iftirasını AB üyesi bir ülkede söylemişti. AKP iktidarı bir takım işbirlikçilerin yurt dışında da Türk Milleti aleyhine her türlü hakareti, iftirayı atmasının önünü açmıştır.
Artık istedikleri gibi hainane konuşabilirler, suç değil.
Yazinin tamami icin:
http://www.aydinpost.com/author_article_detail.php?id=3010

Friday, April 18, 2008

Başbakan sürekli “Durmak yok, yola devam” diyor. Nereye; onu söylemiyor.Zaten soran da yok!”

" Kuzulastirilmis Millet:

Osmanlı' nın ayrışma, parçalanma dönemindeki hastalığıdır yabancılardan yardım almak. Yabancılar da parçalanmayı gerçekleştirmek için hep dincileri seçmişlerdir. 31 Mart 1325 günü yani 14 Nisan 1909 gününe kadar da İngilizlerin desteğini almıştı mürteciler. 31 mart vakası dediğimiz bu olay kanla bastırılmış, hareket ordusu gelerek İstanbul' u şeriatçıların elinden kurtarmıştı. Bu iç çekişme bitmemiş, devlet zayıflamış, 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan savaşlarıyla toprak kaybı yaşanmış, 1.Dünya Savaşı ile de parçalanmıştı.
Yabancıları yermek yersizdir.
Çünkü onlar kendi ülkelerinin ve insanlarının refahı için çalışmaktadır.

Peki bizimkiler neden onlarla işbirliği yapmaktadır?
"
Kaynak: BG


Gungor Mengi:

“ Hangi bağımsız ülkenin iktidarı, milli mahkemesinin kararından korktuğu için yabancıları yardıma çağırmış?..Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) yaşanan “ısmarlama bildiri” olayı benzersiz bir rezalettir.Devlet itibarımız ve milli onurumuz için çok inciticidir.Tevfik Fikret’in dili ile silkelemek gerekiyor AKP’yi:
Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi;Yok kalmadı haşâ sana zillet pederinden.Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi,Silkin şu mezellet tozu uçsun üzerinden.,
Ülkenin mahkemesini baskı yapmaları için yabancılara hedef göstermek, hiç bir ikbale değmeyecek hakirliktir. Haber o nedenle kamuoyunda tepki yaratmıştır.Oradaki Türk heyetinin AKP’li başkanı Mevlüt Çavuşoğlu dün telefonla arayıp hazırlığı süren bildiri için partisi adına hiç bir talepte bulunmadıklarını anlattı uzun uzun.Fakat güvendiğim kaynakların bana aktardıkları daha farklı:AKP’li üyeler, hükümetlerinin destek beklentisi içinde olduğunu AKPM Başkanı De Puig’e açıkça belli etmişlerdir.Bunda şaşılacak bir şey yok.Çünkü Başbakan Erdoğan da ABD Başkan Yardımcısı Cheney’ye Ankara’da aynı konuyu şikâyetçi bir tavırla ve destek talebi yansıtan ifadelerle açmaktan çekinmemiştir.Tabii ki yanlış ve tehlikeli bir politika bu. Türban ve laiklik kavgası sadece toplumu değil kurumları da böldü. İktidar hem “70 milyon biriz” diyor hem yabancılardan medet umuyor.Hem “şeriatın kestiği parmak acımaz” sözünü dilinden düşürmüyor hem tüm zamanını ve enerjisini mahkemeden kaçmak için tüketiyor.Milletvekilleri mahkemelerden kaçmak için dokunulmazlığı kaldırmıyorlar, partilerinin yargılanmasını önlemek için de Anayasa Mahkemesi’ne dış baskıların davetiyesini çıkarıyorlar.Mahkemeye güvenmemek değildir bu.. Kendi masumiyetine inanmamaktır..


Kuzu millet


Yabancılardan Türk yargısına baskı yapmalarını beklemek hastalıktır.Böyle bir tablo hemen ilk bakışta iktidarın öteki devlet kurumları ile çatışma halinde olduğunu açığa vurur. Bizdeki durum da tam o!İktidarın kullandığı yöntemleri duyanların bazıları “Yok canım o kadarını da yapmazlar...” diye itiraz edebilir.Etmesinler; bugünkü noktaya paraşütle inmedik, aynı tuhaf taşları döşeye döşeye geldik.Meselâ türban yüzünden devletini AİHM’ne dava eden ilk parlamenter ailesi Türkiye’den çıkmıştır. Ayıplanmış mıdır Gül bu yüzden?Hayır, Dışişleri Bakanı yapılmıştır. Oraya gelince türban davalarında Türkiye’yi iyi savunan hukukçuyu değiştirmiştir. Yani onun döneminde Türkiye yelkenleri suya indirmiştir.Hesap mı sorulmuştur bu yüzden?Hayır Cumhurbaşkanı yapılmıştır!Başbakan sürekli “Durmak yok, yola devam” diyor. Nereye; onu söylemiyor.Zaten soran da yok!”

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Luis De Puig: "Türk parlamenter bizden talepte bulundu!

Osmanlinin yilikisina yakin olan gelismeler ile (sahte pan-islamcilik...) gunumuz Turkiyesinin politikacilarinin izledikleri yol ne kadar benziyor!
....

" Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Luis De Puig, “AKP’nin kapatılmasına ilişkin bildiri yayınlanması” yönünde Türk parlamenter heyetinden kendilerinden talepte bulunulduğunu açıkladı. "

Arslan Bulut:
Brüksel'in şefaatine nasıl sığındılar?
Birlik Vakfı’nda dört yıl önce yapılan bir toplantıda, Avrupa’nın her dediğinin yasa haline getirilmesine içerleyen bir vatandaşın eleştirileri üzerine AKP’nin üst düzey yöneticilerinden biri, “Bizim yaptığımız iş, Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmaktır” demişti. AKP’li bir milletvekiline bu durum hatırlatılınca, sanki sözü ben söylemişim gibi “Arslan Bulut bizden biri değil” diye garip bir cevap vermişti.

Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Brüksel’in şefaati meselesine girince, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, böyle bir söz söylenmiş olamayacağını, belirterek “uydurma” deyivermişti! Bir bilim adamına böyle tarafgirlik yakışmıyordu. Bilim adamı gerçek neyse onu söylemek durumundadır. Çünkü zaten AKP iktidarı kurulduğu günden beri ABD ve AB ipine sarılmıştı! Böyle bir söz söylenmesine lüzum da yoktu! İcraat her şeyi gösteriyordu.

...Derken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Luis De Puig, “AKP’nin kapatılmasına ilişkin bildiri yayınlanması” yönünde Türk parlamenter heyetinden kendilerinden talepte bulunulduğunu açıkladı.
Yani zaten bildiğimiz bir gerçeği Luis De Puig de doğruladı. AKP, “Ankara’nın şerrinden” kurtulmak için bir defa daha “Brüksel’in şefaati” ne sığınmıştı!

Bu noktaya gelmeden birkaç AB memuru gazeteci de AKP’ye tavsiyede bulunmuştu: “AB’nin ipine sarılın”... ***AKP’ye oy verenlerin, üzerinde düşünmesi gereken bir nokta daha var:ABD ve AB, AKP’yi korumak için neden bu kadar yaygara koparıyor! AKP’nin kapatılmasının ABD ve AB çıkarlarına büyük zarar vereceğini söylüyorlar? Neden acaba? AKP, Türkiye’ye hizmet için mi kurulmuştur; ABD ve AB’ye hizmet için mi? Türkiye’ye hizmet içinse, ABD ve AB, kapatma davasından dolayı neden panik yapıyor? Türkiye, bütün ekonomik varlıkları, kıyıları, limanları, yeraltı zenginlikleri ile bir “küresel istimlak” alanı haline getirilirken neden kimseden ses çıkmadı? Türkiye, küresel sermayenin, aleni paylaşım toplantılarına sahne olurken, toplantıları bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan yönetirken ne diyorlardı?


“Silahımız dolu, uygun kuşu bekliyoruz” diyorlardı! ABD Dışişleri Bakanı Rice, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ni “Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 İslam ülkesinin haritası değişecek” diye açıklamışken Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, bu projenin eş başkanı olduğunu söylüyordu! O zaman ABD ve AB, Erdoğan’ı övüyordu. ***Gidişatı gören Türk aydınları, son birkaç yıl içinde, sol-sağ gibi, laik-antilaik gibi karşıtlıkları ortadan kaldırmak için çağrı üstüne çağrı yaptı, yetersiz imkanlarla da olsa birkaç gazete, televizyon ve dergi üzerinden ve bütün yurdu dolaşarak Türk halkına gerçekleri anlattı ve bir milli bilinç, bir direniş bilinci geliştirdi. Buna karşı, dış istihbarat odakları, önce direniş odaklarının içine nüfuz etmek, gençlik liderleriyle görüşmek istedi; başaramayınca benzer söylemleri aşırı tarzda kullanan örgütler kurdurdular. Direniş bilincine sahip dernek ve vakıflara bu yolla nüfuz ettiler. "

Sonunda “kirletme operasyonu” nun düğmesine bastılar! Kendi uydurdukları “Kızılelma koalisyonu” nu, “Türk-İslam Sentezcileri” ni, ulusalcıları, milliyetçileri veya daha özelde ülkücüleri, Batı güdümlü İslâmcı örgütlerle ve içlerine yerleştirilen meczuplarla karman çorman ederek topyekûn terörle bağlantılı göstermek istediler.


Suçlayanların bugüne kadar savunduğu çizgiye bakıyorsunuz, “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in, Vatikan’ın, Washington’un şefaatine sığınanlar” olduklarını görüyorsunuz.Türk Milleti, psikolojik operasyonlarla milli direnci kırılarak köleleştirilmek istenirken, tek çıkar yol, cumhuriyetin kuruluş felsefesinde birleşmektir. "

Tuesday, April 15, 2008

Egemenliğini Brüksel"in kontrolüne vererek Bağımsızlıktan söz etmek mümkün müdür?

Barosso'yu TBMM'de Alkışlamak
Neval Kavcar ( 15 Nisan 2008 Salı 11:11 )

"...Adam olmak için batının sopasını bekleyen siyasilerimizin titreyerek kendilerine dönmesini bekliyor bu millet...Egemenliğini Brüksel"in kontrolüne vererek Bağımsızlıktan söz etmek mümkün müdür? Başkent Brüksel olmaz diyerek, AB uyum yasalarına destek vermenin adına bu oyuna ortak olmak denilir.

Bakın milletvekillerin gözünün içine bakarak neler söyledi Bay Barrosso?

1- İran, Irak, enerji krizi, Müslüman dünya ile diyalog açısından istikrar adına Türkiye önemli bir görev almaktadır. Türkiye Avrupa'ya gayet iyi entegre olmuş, kökten dinci eğilimlere alternatif sunmaktadır. Medeniyet ve dinlerin geliştirilmesi açısından önemli roller oynamaktadır
. ( Ilımlı İslâm İktidarıyla Türkiye, AB ile bütün oluşturmuştur. İslami Coğrafyaya karşı Truva atı rolü üstlenmiştir.)
2- AB, Türkiye'nin önemli ticari partnerlerinden biridir. Ticaret ilişkilerimiz geçtiğimiz 5 yılda ciddi bir artış göstermiştir.(
Türkiye, AB"nin pazarı olmuştur. İthalat ve ihracat dengesi AB lehine değişmiş, Türk ekonomisi AB"nin inisiyatifine terk edilmiştir.)
3- AB ulus devletlerden oluşmuş bir topluluktur. Egemenlik hakları bir havuzda toplanmıştır. ( O havuzda Türkiye"nin egemenliği boğulmuş durumdadır.. AB"nin kontrol mekanizmasında yok fakat onların emrine girerek bu gerçekleşmiştir.)
4- Aday ülkelere gerekli reformları yaparken AB Komisyonu destek vermektedir. Bu müdahale değil ortak çalışmadır. Türkiye etkileyici değişiklikleri gerçekleştirmiştir. Örneğin ölüm cezalarının kaldırılması, DGM'nin kaldırılması, ana dil dışındaki eğitimin başlaması. İşkenceye sıfır tolerans politikası, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması örnek olarak gösterilebilir. Müslüman olmayan cemiyetlere yardım için Vakıflar Kanunu'nda değişiklikler yapılması da önemli bir adımdır.
( AB ülkesi ülkelerden İngiltere"de niçin ölüm cezası hala vardır? AB üyesi ülkelerden Yunanistan"da ki Türkler niçin "Türk" kimliğini kullanamamaktadır?.AB üyesi ülkelerden Almanya"da son dönemde giderek artan yabancı saldırılarına karşı hangi önlem alınmıştır?..Türk Gencinin göz altında öldürülmesine bakarak, AB"de işkence hala duruyor denilir.. İngiltere hala Euro"ya geçmez ve Fransa AB Anayasa"sını reddederken Türkiye"ye dayatılan onca şeye siyasilerin sessiz kalması, ne utanılacak bir harekettir. Türkiye"de kadın erkek eşitliğiyse, 1934 de kadınlara seçme hakkı verilerek gelmiş bir haktır…Vakıflar Kanunu ile de azınlıklar ve yabancılara, Türkiye"yi bölme hakkı tanınmıştır.)

5- Ceza Kanunu içindeki 301'in Avrupa standartları ile aynı hale getiriliyor olması çok memnuniyet verici. ( Nerede ise tüm AB üyesi ülkelerde TCK nun 301. maddesine benzer yasalar mevcut iken, Türkiye"den bunun kaldırılmasını talep edenlere sessiz kalmak ihanettir. Bu yasayı kapsayan maddeler "Egemenlik Maddesi" diye anılır. Türkiye Cumhuriyetini, Türklere ait olmaktan çıkarmanın adımlarının atılmasını talep etmektedir AB ve ABD)
6- Türban, her kadının kendi görüşüne göre alması gereken karardır.
( AKP iktidarının görevi tabuları yıkmaktır iddiasını sürdürüyorum. Bir görevi de şuurlu icraatları ile Müslüman halkın sindirilmesine alet olmaktır. Barroso"nun "Ilımlı İslam Partisi" demeye getirdiği AKP"ye artık bu anlamda kimse güvenmemektedir. Müslüman toplumu kontrol altına alarak, düşünemez, sorgulayamaz hal getirme çabasının baş aktörü AKP iktidarında türban, kişisel özgürlük alanı olmaktan çıkmıştır. Devletin yönetimini ve geleceğe dönük tehditlerin kaynaklığını etmiştir. Başını örtme konusunda devletle çatışır hale getirilmek istene bir kitle oluşturulması söz konusudur. )
7- Kıbrıs'ta bölünmüşlük AB açısından kabul edilebilir değildir.
( 1974 sonrası kan dökülmeyerek barış yakalanmış adada, KKTC nin yıkılarak Rum hakimiyetinin kabulü için BM den sonra AB"de dayatmaktadır. Millî dava Kıbrıs, Rum"a yamanmış dava haline getirilmesine çanak tutulmuştur.)

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devamı için çocuklarını teröre kurban veren Türk Milletinin seçerek meclise gönderdiği partiler ve milletvekillerimiz AB komisyonu başkanı Jose Manuel Barroso"nun yukarıda ki söylediklerini dinlemiş sonra da sözleri bittiğinde yüzleri dahi kızarmadan alkışlamışlardır.

Yazinin tamami icin:

http://www.aydinpost.com/author_article_detail.php?id=2900

Thursday, April 10, 2008

Hangi Hükümet Hangi Kurumlarımızı Sattı?

Asagidaki web adresindeki verilere gore satilan fabrikalara bakiniz ve hayretler icinde Turkiye'nin tum ekonomik donanimalarini satmakla gorevlendirilmis tum adeta hukumetlerin sata sata nasil biteremediklerine hayret edeceksiniz...
Geriye kalacak olan ise somurge ulkesinden ibaret degilse nedir, kendiniz verin cevabi...

Mehmet Akkaya - Sol Birlik
" Fransızlar, Türkiye'de Sabancı ile ortak olup Torosların suyunu Türklere satıyor! Danone'nin Türkiye'de dördü su ve ikisi sütlü ürünler olmak üzere 6 fabrikası var. Zaten Avrupa Birliği, Türkiye'den Fırat ve Dicle sularının uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini istemişti.
İşte bu talebi, akarsuların özelleştirilmesi ile karşılayacaklar!

Rahmi Koç da 1997 yılında Venizelos gemisinde düzenlenen toplantıda Boğazların yönetiminin uluslararası bir komisyona devredilmesi gerektiğini söylemişti.

Satilan isletmeler ve kaynaklar icin asagidkai yaziyi mutlaka okumalisiniz:
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7554

Kapatma Davasının Tetikçisi AKP'li Kim?

Kurgulama insanin kafasini karistirmaz, aksine cok acidan dusunme gucunu zorlayarak analiz gununu zorlar mi dersiniz? Asagidaki yazidaki strancdaki sah piyona su garantiyi verir: "Benim istemedigim hic bir darbeye izin vermem"

Emin Değer - İyi Bilgi
" Hemen kolaylıkla Amerika cevabını veriyoruz. AKP, karşılaştığı hukuk darbesinden en az zararla çıkmak için Amerika ile bir pazarlığa oturmaya zorlanmış olabilir. Biliyoruz ki bir NATO ülkesi olan Türkiye’de, bugüne kadar Amerika’nın istemediği, en azından göz yummadığı hiçbir darbe olmadı, olamaz da.
.....
" Pir Sultan Abdal’ın veciz deyişiyle “Her ağacın kurdu özünden olur.” AKP’yi kapatmanın fitilini yakacak kişi de ancak bir AKP’li olabilir.

Ağaç kurdu deyip geçmeyin. Ufak tefektir ama koca bir çınarı bile devirebilir. İşte bizim kurdumuzun da ufak tefek ama çok maharetli olduğunu düşünebiliriz. Aynı zamanda çok kurnaz olduğu da kesin. Çünkü elini kirletmeden bu işi yaptığını biliyoruz.

Elini kirletmemekle; YÖK Başkanı değişmiş, yeni YÖK üyeleri atanmış; 3 -4 ay içinde 25 yeni rektör ataması yapılacak ve çok yakın zamanda bir sivil anayasa süreci başlayacak yani başörtüsüyle eğitim özgürlüğüne sessiz sedasız geçilecek bir ülkenin başbakanına taaa İspanya’dan “velev ki türban …” sözünü söyletmekten bahsediyoruz. "

Yazinin tamami icin: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7558

Amerikan vatandasi da olan Maliye Bakani Mehmet Şimşek daha once nerede calisti?

Neval Kavcar

....Devam ediyor Turhan Çömez:

“Türkiye’nin en zengin krom rezervlerinin Hakkâri’de olduğuna dikkat çeken Çömez, “Dünyanın en zengin çimento ham maddesi Gabar Dağı'nda, dünyanın en zengin altın rezervleri Van’ın Artos Dağı'nda. Kimsenin bundan haberi yok. Avustralyalı firmalar gelmiş taş çekiyoruz diye ülkeyi sömürüyor. Yıllarca İngiliz Tuzu diye bor madenleri kaçırıldı.” ( Uşak Türk Ocakları Şubesi Paneli- 10 Nisan 2008- Hürriyet)

Ne demek bu? Geçmişte ve dâhilde ki iktidarlar Türkiye’nin madenlerine sahip çıkmamıştır. Çünkü ülkenin neresinde ne var yabancılar bizden iyi biliyor ve bir şekilde devlet kandırılarak zenginliklerimiz kaçırılıyor. Bunun doğru olduğunu, 1900’lü yılların başından beri Batı emperyalizminin Anadolu’nun neresinde hangi madenin olduğunu biliyoruz.

Sonra ne diyor eski milletvekili?

“İngilizler ve Yunanlar Kurtuluş Savaşı’nda silahla yapamadıklarını şimdi Edirne’de çiftçiyi kendi bankalarına borçlandırarak 65 bin dönüm araziyi ipotek ederek yapıyor. Çünkü Türkiye tarımda girdi maliyeti en yüksek ülke haline geldi. Çiftçi artık arazisini satıyor.” ( Uşak Türk Ocakları Şubesi Paneli- 10 Nisan 2008- Hürriyet)

Devam ediyor Turhan Çömez:

“Türkiye’nin en zengin krom rezervlerinin Hakkâri’de olduğuna dikkat çeken Çömez, “Dünyanın en zengin çimento ham maddesi Gabar Dağı'nda, dünyanın en zengin altın rezervleri Van’ın Artos Dağı'nda. Kimsenin bundan haberi yok. Avustralyalı firmalar gelmiş taş çekiyoruz diye ülkeyi sömürüyor. Yıllarca İngiliz Tuzu diye bor madenleri kaçırıldı.” ( Uşak Türk Ocakları Şubesi Paneli- 10 Nisan 2008- Hürriyet)

… Son olarak Turhan Çömez’in, çift kimlikli Bakan Mehmet Şimşek hakkında söyledikleri toplumsal olarak tedirgin olacağımız bir bilgidir:

“Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı
Mehmet Şimşek CIA’nin yeminli tercümanlığını yapmıştır. Bütün bunlar Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir sonucudur. Büyük Ortadoğu Projesi Sevr’in devamıdır. Bu proje Kürt devleti kurdurmak için hazırlanmıştır.” ( Uşak Türk Ocakları Şubesi Paneli- 10 Nisan 2008- Hürriyet)
.."

Yazinin tamami icin :http://www.turksozu.com/yazar.php?id=3404



Artık milyonlarca Kemal Bey var!

Arslan Bulut

" Buna karşılık, Batı basını İstanbul basınının bir kısmı ile birlikte AKP hakkındaki kapatma davasını gündeme getiriyor. Morton Abramowitz ile Henry Barkey’in birlikte yazdığı ve Newsweek dergisinde yayımlanan makalede “ABD, olup bitenlere seyirci kalamaz. Tehdit o kadar ciddi ve ABD çıkarları için o kadar zararlı ki, ABD perde arkasında veya gerekirse kamuoyu önünde AKP’yi devirme girişiminin Türkiye-ABD işbirliğini tehlikeye atacağını ortaya koymalıdır” diyorlar! Demek ki, AKP’nin kapatılması ABD çıkarlarına, Kemal Bey’in anılması kadar zararlı! Sanki kapatma davası ABD’ye açıldı! "


Tamami icin:http://www.turksozu.com/yazar.php?id=3396

“DOKUNULMAZLAR” NEDEN KORKUYOR?..

Hulki Cevizoglu

" Tüm bu gelişmeler olurken, 22 Temmuz genel seçimlerinde “Bana oy verin, sizi ben kurtarırım” diye oy isteyen milletvekilleri niçin susuyor?..Bugün, Türkiye’nin içine itildiği “korku tünelinde” sade vatandaşlar bile gözaltına alınmaktan korkar oldu.Telefonlarımız, odamız dinleniyor mu; en masumane konuşmamız, şakalarımız aleyhimizde kullanılabilir mi; çocuğumun başına bir şey gelir mi; işimden olur muyum gibi paranoyaya itildi.

Yıllardır tehlikelere dikkat çekilirken, “Bunlar paranoyadır” diye küçümseniyordu. İşte şimdi gerçek paranoya tüm Türkiye’ye egemen oldu.Yine soruyorum. Halkı kurtarmak için oy isteyip, bugün “Milletvekili dokunulmazlığına” kavuşanlar niçin susuyor?.. Sadece genel başkanların konuşması yeterli mi?..Kendisine her an dokunulacağı kaygısı içindeki birkaç aydın konuşur ve her türlü riski almaya devam ederken, “dokunulmazlar” susacak idiyse, politikaya niçin talip oldular?Üç kuruş için mi?Yazıklar olsun!..

Yazinin tamami icin:
http://www.turksozu.com/yazar.php?id=3355

Akdeniz Üniversitesindeki Provokasyon

Neval Kavcar

"
Türkiye başörtüsü meydan muhaberesini yaparken, AKP o savaşlarla eş zamanlı "Vakıflar Yasasını" geçirdi meclisten. Sınır ötesi gibi önemli bir dönem bile başörtüsü kavgaları ile geçiştirildi. ABD, "Get out" dedi, cevabı AKP iktidarından alınamadı. Talabani Ankara'ya geldi.

Türkiye'nin yol ayrımına geldiği apaçık belli iken, yasaların hiçe sayıldığı bu dönemde, iktidarın baskı ve ağırlığını hiçe sayarak görevini yapan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'ya Türk Milleti bu yüzden minnettardır...

...
Dini siyasete alet ederek prim yapanlar, şimdilerde "dinsiz imansızlar başörtüye geçit vermedi" diyerek dolanıyorlar. AKP'nin başörtüsünün arkasında, BOP'a nasıl taşeron olduğunu vatandaşa anlatmak görevi muhalefetindir.
...

Bu olayın fitilini her kim ateşledi ise herkese tehdit vardır. Rektöre," Üniversiteni karıştırırız engellemeye gücün yetmez denirken, MHP'ye de olaylarda ipin ucunu partine öyle bir bağlarız ki ABD'ye başkaldırmak ne demek görürsün denilmiştir.

Antalya'da ki üzücü olayda en önemli mesaj Türk Milletine verilmiştir. Gidişata karşı durursanız kendinizi, Kürt- Türk çatışması içinde bulursunuz denmiştir.

İşte bu sebepten Güvenlik güçleri kadar, siyasi partilerimiz ve vatandaşlar provokasyona dikkat etmelidir."

...
Yazinin Devami ve tamami icin:
http://www.geliboluhaber.net/yazar.asp?yaziID=517

Wednesday, April 9, 2008

Lokmacı Kapısı Komedisi

Neval Kavcar

Sürekli taviz verilerek "Kalıcı Barış" sağlanır mı? KKTC'nin bağımsızlığını ilân ederek kalıcı barış sağlamak yerine, Rumların tahakkümüne boyun eğilmesi, hem Türkiye'nin hem de adada ki Türklerin ulusal güvenliğini tehdit etmektedir. Lokmacı Kapısının açılışı bu sebeple traji komik bir oyundur. Adada kalıcı ve barışçıl bir tek çözüm vardır. O da Rumlar ve Türklerin şu an olduğu gibi ayrı iki devlet halinde kalmasıdır. BM ve AB'nin bunu anlayarak kabul etmesi ile çözüm süreci başlar.

Şu ana kadar yapılanlar Türk tarafını tava getirme hareketidir. Kayıtsız şartsız egemenlikten vazgeçilip, kayıtsız şartsız Rumların egemenliğini tanıma egzersizleridir. Türklerin "bağımsızlık" arzusu yapılan her girişimle yerini umutsuzluğa bırakmakta, Rumların egemenliğini tanırlarsa AB'ne gireceklerine inandırılmaktadır.

Adada ki oyunda son perde "Lokmacı Kapısı"dır. Bu kapı açılınca Türkler ve Rumlar için kalıcı barış gelecek havası pompalanmaktadır. Rumların tek gayesinin Türklerin elinde ki toprakların tamamına sahip olmak isteği göz ardı edilerek oyunda figüran olmaktadır Talat. Yunanistan'ın tek kurşun atmadan Batı desteği ile kurulduğunu hatırlatarak ayni adımın Kıbrıs Adasında atıldığını görmek gerekir. "En iyi Türk ölü Türk'tür ya da en iyi Türk devletsiz olandır" şeklinde anlaşılacak, sahte barış girişiminin temelinde bu vardır. "

Yazinin Devami ve Tamami icin:
http://www.geliboluhaber.net/yazar.asp?yaziID=517