Thursday, June 26, 2008

"Atatürk" hakkındaki "Larousse ansiklopedi" yazısına yapılmakta olan SALDIRIYA TEPKİ VER!

(Açık Mektup)

Değerli “Atatürk borçluları”,

Bizi idare (?) edenlerin nemelazımcılığı nedeniyle, “olmamış, olmasına da imkân bulunmayan” bir soykırım yalanını, birçok parlamentoya da tasdik ettiren Ermeni diasporası, dur durak bilmediğinden, cüretini artırarak bu kez ATATÜRK’ün ansiklopedik yazısına tasallut etmişlerdir. Arjantin’e gidenler, oradaki Ermenilerin fanatizmine belki şahit olmuşlardır.
(Osmanlı 1914’te dünya savaşına katıldığı zaman, 300 Arjantinli Ermeni’nin oradan Petrograd’a gelerek Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaştığı kaynakları ile sabittir).

Arjantinli Ermeniler bu kez, Larousse Ansiklopedisinde Atatürk için bir yeni bölüm hazırlanmakta olduğunu duyarak, bütün dünya Ermenilerini, Larousse’a e-posta göndermeye davet etmiştir.

İddialarına göre, Atatürk Ermeni Soykırımından sorumludur, lehine bir şey yazılamaz.
Türk basını, her zamanki gibi, bu patırtıyı duymamakta ve kamuoyuna duyurmamaktadır!

Bu nedenle:
A- Ek-1’de bu duyuru ve Türkleri uyarmayı yapan, “http://armenians-1915.blogspot.com/2008/06/2494-actionalert-petition-against.html ” (benim de yazılarımı yayınlayan) Türk Ermenilerinin sirküler ilanı vardır. İngilizce bilenler okuyabilir.
B- Ek-2’de (eski bakan) Sayın Bülent Akarcalı’nın ilgili Larousse sitesine yazdığı Fransızca tepki mesajı okuyabilirsiniz. Akarcalı, Arjantin Ermenilerinin “Taliban”ın muadili olduğunu uyarmaktadır. İçinizden Fransızca bilenler içlerinden geldiği gibi (ek 2) yazsınlar da, ne isterlerse yazsınlar!
C- Ek-3’te bir Fransız’ın Andre Dupont’un, Ek-4’te bir Hollandalı M.vander Galien’in yazdıkları uzun İngilizce tepki mesajları var. (Biz Atatürk’ü müdafaa etmiyoruz, elin Fransız’ı, Hollandalısı savunmakta ve Türk Ermenileri de bize diye seslenmektedir.) Atatürk sevgisi ve doğrular, rozet takmak ve bayrak sallamakla yetmiyor! Adamlar, en büyük saygınlığımıza saldırıyorlar, bizde TIK yok!
D- Ek-5’te (Fransızcam iyi olmadığından) İngilizce hazırladığım bir (asker mektubu gibi) Atatürk mektubu var. İçinizden Fransızca (İngilizce) bilenler kendileri yazsınlar veya tanıdıklarına yazdırsınlar. Yazdırmak imkanı olmayanlar da, Ek-5’teki mektubun altına adlarını yazarak lütfen adrese yollasınlar!

Ermeni diasporası, en ufak bir işarette, karınca sürüsü gibi saldırır! Bizleri karıncalar yese, keneler kanımızı emse… farkında olmayız, sonra kendimizden başka herkese kızarız! Hodri E-postalar…

Sevgi, selam, ya sabır!
Şükrü S. Aya

MATEM NOTU: İçimize ve Meclise girmiş bulunan guya temsilcilerimizin Atatürk düşmanlığını itiraf sözlerine tepkiyi, içimizdeki daha gençlere bırakıyorum. Dışardan ve içerden kemirilmekteyiz... Atatürk Cumhuriyeti gençlere emanet etmişti...nerelerdesiniz?
kaynak: BG

Email to: livres-larousse@larousse.fr ; editorial@aique.com.ar

Dear Editor,
I am informed that the fanaticism of the Argentina and other diaspora members, have reached the dimension of a new “Genocide mythomania”, smearing dirt and lies on everything, even Mustafa Kemal ATATURK, for which I understand that a chapter is being prepared. Please permit me to express that:
Ataturk’s reputation is well established by too many sources, and your esteemed Encyclopedia, can not write history, based on readers’ suggestions or objections! If you wish, you may view attachment (A)!
What more, at the time of 1914-1915 deportations, Mustafa Kemal was a Lt.Col. officer of the army, first stationed in Damscus and later at Gallipoli and had absolutely nothing to do with the decisions and actions taken by the Government. Moreover, all documentation show that there was no reason, time, numbers, places, neutral eyewitnesses, tools of crime, corpses, mass graves, benefit from murders, no court decision, no historical debate, not even a single page of valid document!
This is a “world wide lie and swindle”. For more information please read the attached “Reno Evening Gazette”
Nov.14, 1915. (Attach.B)
Yours truly,
(İsim – adres – e-posta)
Ekler: (A) Ingilizce özet sayfası
(B) Reno gazete yazısı

Sunday, June 22, 2008

AKP’ye Dış Destek Dalgası...

MUSTAFA BALBAY

AKP, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ilk y-azılı açıklamasını yaptığı 19 Eylül 2007’den Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili anayasa değişikliğini iptal ettiği 5 Haziran 2008’e dek, kendisine yönelik her adımda sırasıyla şöyle davrandı:
1- Açıklamayı ya da kararı kesinlikle reddediş, “Bu bana yapılamaz, yüzde 47 oy alan partiye böyle davranılmaz” demeçleri veriş...
2- Durumu usul usul sindiriş, devamında kararı veren makama yükleniş...
3- Ayaklar birazcık suya erdikten sonra, hücuma geçiş ve üstünlük sağlama arayışına giriş.
4- İçe dönüp, “Aman dağılmayalım. En ufak çatlama bizi dağıtır” telaşıyla bütünlük gösteriş.
5- Dışa dönüp, “Kimse gideceğimizi, pes edeceğimizi sanmasın. Bu sürecin sonrasında da bir varız” naraları atış.
6- Her adımın devamında dış desteği sağlamlaştırmak için her şeyi yapış, açık-gizli her ödünü veriş.
Yukarıdaki davranış biçimi 9 aydır defalarca sergileniyor...
Bu gidişle birkaç kez daha yinelenecek...
***
Dış destek konusunu ayrıca sütuna yatıralım...
AB ve ABD’den gelen haberler başlıkta vurguladığımız gibi “dalgalı”...
ABD, her anlama gelebilecek açıklamalar yapmaya özen gösteriyor. İşte size standart bir ABD açıklaması:
“Türkiye, demokrasisini giderek güçlendirmekte olan bir ülkedir. Her türlü bunalımdan çıkmasını sağlayacak demokratik mekanizmalara sahiptir. Hukukun üstünlüğü ilkesi yerleşmiştir. Yüksek mahkeme halkın siyasal tercihlerini dikkate alarak kararını vermelidir...”
Bu açıklamadan herkes istediği sonucu çıkarabilir.
ABD’nin bu ve benzeri durumlarda dünyanın her ülkesi için değişmeyen davranış biçimi şudur:
Ülke içinde duruma hâkim olan kimse, ağırlıklı olarak onun yanında yer almak!
AKP, bunu ne ölçüde anlıyor, bilemiyoruz!
AB ise kendisine çekidüzen vermekten Türkiye’ye nasıl bakacağına karar veremiyor. Daha doğrusu netlik ayarını yapamıyor. Bunda bir etken de Türkiye’ye bakarken dürbünü ters çevirmesi!
AB dönem başkanı denge sağlamaya çalışıyor:
“Kapatma davası iç işiniz, AB süreci ayrıdır...”
Avrupa Parlamentosu (AP), AB ile hiç ilgili olmadığı halde, AKP fetvasına girişiyor:
“AKP kapatılırsa, AB kapısı da kapanabilir...”
***
Bütün bu dalgalanmaları nasıl yorumlayacağız?
Anadolu’da bir söz vardır:
El elin eşeğini türkü çığıra çığıra arar!
Ne AB ne ABD, Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma “kendisini doğrudan ilgilendiren, kaygı verici bir süreç” gibi bakar...
Sadece şu açıdan Türkiye ile ilgilenir:
Bu ülke hangi hale gelirse ne sonuç çıkar, bu durum beni nasıl etkiler? Çıkarlarım ne olur?
Batı’nın çıkarı nasıl bir Türkiye’dir?
Ortadoğu’daki tüm gerilimlerin parçası olmuş, ılımlı İslam söyleminin laboratuvarı bir ülke mi, iç barışı sağlam, çağdaş uygarlık ve demokrasi değerlerini benimsemiş-hedeflemiş bir ülke mi?
Bize göre ikinci şık orta vadede Batı’nın da yararına...


Batı, kendisine adeta kul-köle olmuş bir AKP’yi izlerken büyük zevk alıyor olabilir, ama bu yapının Türkiye’yi götüreceği yer, Erdoğan’ın çok sevdiği yarı illegal Ortadoğu liderlerinin düşlediği yer olacaktır.


Şu değerlendirmeyle noktayı koyalım:
Bütün bu dış etkenler ikincildir, asıl olan Türkiye’nin iç dinamiklerinin toplamıdır!

Küçük ve dar kafalar!

Rahmi TURAN
rturan@hurriyet.com.tr

KISA aklın uzun dili vardır. Televizyonda "Ben Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum" diyen türbanlı ve uzun dilli genç kadının söylediği bu laflar hálá tartışılıyor.
Onunla birlikte yanındaki tesettürlü arkadaşı için dava açılması isteniyor.
Kimseye zorla sevgi aşılanmaz. Atatürk’ü sevmek zorunda da değiller. Ancak onlardan, çok şey borçlu olduğumuz bu devletin kurucusuna saygılı olmalarını beklemek hakkımızdır.

O küçük ve dar kafalara kim ezberletti Atatürk düşmanlığını?

Bugün Türkiye’de yalan yanlış bilgilerle Atatürk karşıtı olarak yetiştirilen yüz binlerce genç var. Atatürk, zorlamayla sevdirilmez. Her şeyin başı eğitimdir. 85 yılda ulusumuzu çağdaş bir eğitime kavuşturamamışsak suç kimdedir?
* * *
Bugün Meclis’te, şeref ve namusları üzerine ant içerek göreve başladıkları halde, Atatürk’ü gerçekten seven kaç parlamenter vardır?
Başbakan, Atatürk’ü seviyor mu? Milletvekilleri, Atatürk’ün açtığı uygarlık yolunda ilerlemek istiyorlar mı? Kaç bakan ve müsteşar, Atatürk ilke ve devrimlerini benimsiyor?
Acaba Meclis Başkanı da gerçekten Atatürkçü mü?
Sağlıklı bir anket yapılabilse ve bunlar takiye yapmadan, gönüllerinden geçtiği gibi cevap verebilseler, sonuç ne çıkar dersiniz?
Bağımsızlık için en güç şartlar altında çarpışıp ulusumuzu kölelikten kurtaran, yıkılan bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet yaratan Atatürk’e saygı duymak, bu topraklarda yaşayan herkesin insani ve vicdani borcudur.
Bugün her fırsatta Atatürk’e kin kusan kafalara ne söylesek fayda etmez. Anlamazlar! Her şeyin çaresi vardır ama ahmaklığın çaresi yoktur!
* * *
Türbanın Anayasa’ya girmesini önleyen Anayasa Mahkemesi’ne hakaret yağdıranlar, yüce yargı organını baskı altında tutup "kapatma davasını" etkilemeyi amaçlıyorlar. Durum bunu gösteriyor.
Anayasa Mahkemesi’nin saygıdeğer üyeleri, türban konusunda büyük bir yüreklilikle görevlerini yapmış, "Laik Türkiye Cumhuriyeti"ne sahip çıkmışlardır.
* * *
Türkiye’de "demokrasi" adı altında bir oyun oynanıyor. Atatürk düşmanlığını yaratanlar;

"Düzen, Türkiye’de İslam’ı caminin içine hapsetti. Biz İslam’ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz. Bir insan İslam ise laik olamaz. Halk isterse laiklik defolup gider. Devlet laik olur, kişi laik olamaz" diye bağırıp çağıranlardır.


"Dinimizin emri" diyerek yarım metrelik bir bezi kutsal emanet gibi kafasında taşıyanlara şunları sormak gerekir:

Kuran’a göre faiz haram değil midir?
Mirasta kız çocuğuna yarım pay verilmiyor mu?
İki kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine eşit sayılmıyor mu?
Hırsızlık yapanın kolunun kesilmesi, zina yapan kadının beline kadar toprağa gömülüp taşlanarak öldürülmesi emredilmiyor mu?
Birçok Kuran hükmü, mevcut kanunlarla yasaklanmış durumda değil midir?
Kuran’da türbanla ilgili net bir hüküm olmadığı halde Anayasa Mahkemesi’nin önünde toplanıp "Allah’ın emri yasaklanamaz" diye bağıran yaygaracılar samimi Müslüman iseler, neden Kuran’ın birçok emrinin yasaklanmış olmasına tepki göstermiyorlar?

Yaşar Nuri Öztürk Hoca’nın dediği gibi "Milleti Allah ile aldatıyorlar".
> Gerçek insanlık sevgidir. Bunlar ise nefret dolu!

Turkiye'de 'Turban' sorunu neden yaratildii? amac nedir?

Süregelen Türban Kavgası
Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR

Bir hazin tabloya ve bir büyük çatışmaya tanık oluyoruz. Ağlayan, haykıran, sinir krizleri geçiren türbanlı, günahsız kızlarımız. Politikacılardan gerginliği, kutuplaşmayı tırmandıran karşılıklı atışma ve suçlamalar. İktidarın Anayasa Mahkemesi kararlarını geçersiz kılma girişimleri. ...

Bütün bunların sorumlusu Türkiye’yi 60 yılı aşan bir süreden beri sorumsuzca, akılsızca, bilinçsizce yöneterek yıllar içinde büyük çıkmazlara, çatışmalara ve askeri darbelere sürükleyen politikacılardır. 1945’te büyük insan, büyük eğitimci Hasan Âli Yücel’i devirerek başladılar. Köy ağalarını milletvekili yapıp, Köy Enstitülerini kapattılar.
Bir aydınlanma odağı oluşturan Halkevlerini yok ettiler. Vatan Cephesi adlı bir utanmazlıkla halkı ikiye böldüler. Dinimizin güzelim kuralları yerine emperyalizmin güdümünde ılımlı İslam adı altında bir sapkınlığı benimseyerek rejimin altını oymuşlar, insanlarımızın inançlarını sömüren din tüccarları yaratmışlardır.

Yüzlerce yıldır geleneklerimiz arasında yer alan başörtüsü yerine türbanı topluma şırınga etmişler ve halk arasında yapay bir bölünmeyi ve çatışmayı körüklemişlerdir. Bugün saçının telini göstermemek ve onları türban altında saklamak için savaş veren, acı çeken genç kızlarımız yüreğimi daraltıyor. Türbanı icat eden din istismarcısı politikacılardır.

Cumhuriyetin 85’inci yılında halkımızın ortalama 4 yıl eğitim görmüş olması toplum adına ve hepimiz adına utanç verici bir gerçekliktir. Hazin ve acıklı bir ülke gerçeği. Nedense bunun hemen hiç sözü edilmiyor. Oysa Türkiye’nin önde gelen sorunu sayılması gerekir. Düşünün ki, dünya tarihinin en önde gelen asker ve devlet adamı yüce Atatürk’ü anlamayan, algılayamayan kuşaklar yetişmiştir bu ülkede. Ne hazindir ki, bunun yanı sıra bir de büyük devrimciyi, cumhuriyet ilkelerini küçümseyen, karalayan bir uçuk entel takımı.

Bugünkü iktidar ardındaki oyunu aldığı 16 milyonluk halktan ve milli egemenlikten sıkça söz ediyor. Aslında bu 60 yılı aşan bir süreden beri ihanete uğramış, eğitimden, bilimsel düşünceden, aydınlanmadan kasıtlı bir şekilde uzak bırakılmış bir halktır. İktidar yandaşı ve Başbakan’ın uçağında yer alan yazarlar bugün büyük bir cüretkârlıkla Anayasa Mahkemesi kararının ardından halkı isyana teşvik etmekte ve “Artık kimsenin hukuka riayet etmesini bekleyemezseniz” demektedirler.

Türkiye’nin yurtseverleri, Türkiye’nin beyni bunları çok iyi anlıyor. Eğer Köy Enstitüleri ve Halkevleri haince yıkılmasa ve öğretim birliğine dayanan eğitim seferberliğinin önü kesilmese ve Kuran kursları ile imam hatip okulları ve tarikatlarla insanlarımızın zihinleri bulandırılmasa ve dogmalara, hurafelere mahkûm edilmeseydi, bugünkü huzursuzlukların hiçbirini yaşamayacaktık. Keşke bunları halkımıza anlatabilsek, onları bilinçlendirebilseydik.

Türkiye’yi yönetenler ülkeye tarif edilmez kötülükler yaptılar. Tarih bunu böyle kaydedecektir.
Not: Humeyni sevdalısı Atatürk sevmez manda tercihli türbanlı kızlarımız sözünü ettığım ihanetin yadsınamaz belgeleridirler.

Kaynak: Enis Akdağ -BG

Friday, June 20, 2008

Haysiyet sınavı

Melih Aşık
Açık Pencere
m.asik@milliyet.com.tr

TBMM Dışişleri Komisyonu’ndan bağımsız ve haysiyetli bir ülkenin kendine yediremeyeceği bir yasa tasarısı yağ gibi geçti... Konu; İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) İstanbul’da kurulması kararlaştırılan Gençlik Forumu... Gençlik Forumu’na öyle ayrıcalıklar tanınıyor ki... Akıl mantık alır gibi değil...
Mesela... Bu örgütün Başkanı yargı dokunulmazlığına sahip olacak.. Verdiği demeçlerden dolayı yargılanamayacak... Hiçbir sözü hakkında soruşturma açılamayacak...
İki... Yurtdışından bu örgüte gelecek paralar üzerinde Türk devletinin kontrolü olmayacak...
Türk hükümeti bu örgüte yalnızca tavsiyede bulunabilecek...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen toplantıda:
- Bu kurulmasını istediğiniz resmen devlet içinde devlet, diyor...
Tasarı “Medeniyetler ittifakı”na dayandırılıyor bu arada... Onur Öymen, Atatürk’ün şu sözünü anımsatıyor:
“Kültürler farklıdır ama medeniyet birdir. Türkiye o medeniyetin içinde yer almalıdır...”CHP’li Canan Arıtman, “Bu örgüt ne iş yapacak” diye soruyor... AKP’liler “Konferans düzenleyecek” deyince, Arıtman, “Konferans düzenlemek için bu kadar yetki fazla değil mi?” diye soruyor.. Yanıt yok.

Tasarı MHP’nin de muhalefetine rağmen AKP’lilerin oylarıyla komisyondan geçiyor. Arıtman noktayı şöyle koyuyor: “Yüce Divan’lık bir antlaşma.”

Thursday, June 19, 2008

O ARTIK KISI DEGILDIR, REJIMDIR, BU REJIMI KORUMAK ICIN ATATURK'U TANIMAK, ANLAMAK GEREK!

Okuyun, saklayin ama illa ki dagitin...
Prof. Ilknur GUNTURKUN KALIPCI (Arastirmaci Yazar)
Hepimizin bildigi gibi Mustafa Kemal ATATURK dunya doneminin liderleri icerisinden 21 nci yuzyila gecebilen tek liderdir. Ustelik diger liderler kendi halklari tarafindan yok edilmemin acisini yasamisken, o hala halkinin ve dunyanin nabzinda en buyuk canliligiyla, sevgisiyle, saygisiyla hala yasayabilen dunyadaki tek lider. Onemli olanda sanirim, yasarken olmek degil, oldukten sonra da bu kadar uzun sure canli kalabilmeyi basarmak degil midir?
ATATURK'u biz hep tarihe mal olmus yonleriyle tanidik: Asker ATATURK ya da devlet adami ATATURK olarak.
Bu verdigim ornek dunyada tek olan ornektir. Zaten herhalde bir baskasina da rastlamamiz mumkun degil. En buyuk dusmani; hani su ordularini denize doktugu dusmani, Yunan baskomutani Trikopis. Hicbir zorlama olmadan, hicbir baski olmadan her Cumhuriyet bayrami Atina'daki Turk buyukelciligine gidiyor Trikopis, ATATURK'un resminin onune geciyor ve saygi durusunda bulunuyor. Boyle bir saygiyi en buyuk dusmaninda uyandirabilen bir MUSTAFA KEMAL.
Yil 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranli donemi. Birden cok sIkilir ve yaninda duran yuzyirmiden fazla kisiye doner ve aynen soyle der:
"Su anda hicbirinizi degil, buyuk istidadi ile Mustafa Kemal'i gormek icin neler vermezdim" dedirten o buyuk ozlemi ve onu olusturabilen Mustafa Kemal'i.
Ya da, yil 1938. Bir Iran'li sair bir Tahran gazetesine olumu uzerine bir siir yazar. Iste o siirin iki misrasini sizlerle paylasmak istiyorum. Diyor ki;
"Allah bir ulkeye yardim etmek isterse onun elinden tutmakisterse basina Mustafa Kemal gibi lider getirir." dizelerindeki bu kiskancligi olusturabilen Mustafa Kemal.

Yil 1976, UNESCO uyelerine bir oneriyle gelir. Oneri paketindeki bir cumleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bu gun UNESCO'nun uzerinde calistigi butun projelerin isim babasi Mustafa Kemal'dir." Oneri nedir ? Oneri ise onun dogumunun yuzuncu yilinda, 152 uyesi vardi UNESCO'nun 152 ulkenin devletleri ayni anda kutlasin onerisidir. Birden Isvec delegesi ayaga kalkar ve soyle soyler:
"Ne yani dunyada bu kadar devlet adami var hepsinin dogum gununu boyle kutlayacak miyiz?" seklindeki kinayeli sozlerine, Rus delegesi ayaga firlar yumrugunu masaya vurur ve 152 ulkenin delegelerine aynen soyle soyler;
"Genc delege arkadasim hatirlatmak isterim ki ATATURK oyle dunyadaki herhangi bir lider degildir, birakin onu bir yil anmayi her ulke her problemimizde care olarak aramaliyiz" sozlerini dokturtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hic negatif oy yok, hic cekimser oy yok 152 ulke su metne imza atar; hani Isvec delegesi demisti ya "ne yani" diye. O Isvec delegesi bu imzanin atildigi gun mikrofona gelir ve aynen sunlari soyler;
"Ben ATATURK'u inceledim butun ulkelerden ozur diliyor ilk imzayi ben atiyorum" diyecektir. Iste o muhtesem belge diyorki; " ATATURK KIMDIR; ATATURK ULULARARASI ANLAYIS, ISBIRLIGI, BARIS YOLUNDA CABA GOSTERMIS USTUN KISI, OLAGANUSTU DEVRIMLER GERCEKLESTIRMIS BIR INKILAPCI, SOMURGECILIK VE YAYILMACILIGA KARSI SAVASAN ILK ONDER, INSAN HAKLARINA SAYGILI, DUNYA BARISININ ONCUSU, BUTUN YASAMI BOYUNCA INSANLAR ARASINDA RENK, DIL, DIN, IRK AYIRIMI GOSTERMEYEN, ESI OLMAYAN DEVLET ADAMI, TURKIYE CUMHURIYETININ KURUCUSU"
Var mi boyle bir metin!
Bir filozof derki "bir ulke icin kistas aradiginiz zaman o ulkenin en buyuk liderini gozden gecirin" su anda kistas arayan ulkelere saniyorum bundan daha iyi bir metin gosteremeyiz. Iste bu metin 152 ulke tarafindan imzalanmistir. Esi olmayan devlet adami metni. Peki daha sonra ne olmustur; 151 ulkede hemen hemen bir yil boyunca her yerde bu metni gorebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ulke kim? Iste o ulkenin adini vermeye benim dilim maalesef varmiyor.
Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yil 1996, Haiti Cumhurbaskani olur. Bir vasiyet birakmistir. Haiti'ye baktim haritada bir kutup kadar uzak ulke. Haiti Cumhurbaskani 1996 da oldugunde vasiyeti acilir. Vasiyetinde mezar tasina yazilmasi icin bir metin birakmistir. Haiti Cumhurbaskaninin bugun mezar tasinda yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Butun omrum boyunca Turkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATURK'u anlamis ve uygulamis olmaktan dolayi mutlu oldum"
Peki yillar bir sey degistirir mi? Hayir. 2000 yilinda bizim medyanin kacirdigi bir bilgi var, ABD Baskani milenyum mesajini veriyor. Mesajin bir yerinde aynen sunlari soyler; "Bugun milenyumun hic suphe yoktur ki tek devlet adami Mustafa Kemal ATATURK'tur. Cunku o yilin degil asrin lideri olabilmeyi basarmis tek liderdir." 2000 de ABD Baskanina iste bu gercegi de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adami Mustafa Kemal'in cok disinda bir Mustafa Kemal.
2003 de bir sey degisti mi?, 2004? Hayir. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanimefendi ayaga firladi. Dediki "Ben Norvecliyim ve su anda Norvec'te cok sIk kullandigimiz bir deyim var, bu deyimin anlamini anladim" dedi. Hanimefendi "nedir o deyim" dedim. "Norvecce'de "ATATURK gibi dusunmek" deyimi var. Cok sIk kullaniriz bu deyimi" "nerelerde kullanirsiniz" dedigimde "Hani bir problem veririz coz diye o da tembellik eder cozmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka cozumu var. Birde ATATURK gibi dusun". O gun otelime geldim televizyonu actim o kadar cok kisiye bir de ATATURK gibi dusun dedigimi hatirliyorumki galiba Norvecce'den cok bizim dilimizin bu deyime fazlasiyla ihtiyaci var diye dusunmeden de edemedim.
Bir Ingiliz gazeteci ATATURK'le bir roportaj yapar. Roportajini Amerikan Buyuk Kutuphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal'e soyle sorar gazeteci; "Birlesmis Milletlere uye olmayi dusunuyor musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabi aynen soyle :
"Sartlarimizi koyariz. Kabullerine bagli. Biz muracaat etmeyiz uye olmak icin. Eger davet gelirse dusunuruz
".
Evet, Birlesmis Milletler sadece Turkiye'yi davet edebilmek icin yasasini degistirir ve ilk davet edilen ulke olur Mustafa Kemal'in ulkesi, Turkiyesi Birlesmis Milletlere. Saniyorum ondan feyz alacagimiz cok sey var aslinda Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de bir yabanci gazeteyi okuyorum. Surmanset buyuk puntolarla su basligi atmis "Bu gun Ortadogu'ya duzinelerle ATATURK lazim". dedim yazara ATATURK 'u hic tanimiyor herhalde. Duzineye hic gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslinda.
Ornek vermeye devam edersem inanin konferans boyle biter. Filipinlerden Cin'e kadar o kadar cok ornek varki. Ama gorduk 1925'de 1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ulkeden, her cinsten, her statuden insanin ozlemle, sevgiyle, saygiyla aradigi ama bizim olan bir Mustafa Kemal'den bahsediyoruz. Bu gun Turkiye'nin en buyuk sorunu nedir? dersem cevap olarak kulagima gelenler sunlar; ekonomi diyorsunuz issizlik diyorsunuz. Ama bence Turkiye'nin cok onemli bir problemi var o problemi cozersek Turkiye ekonomiyi de cozer Turkiye issizligi de cozer. Evet Turkiye'de lider yetistirme sorunu var.

Lider deyince de nedense hep siyasi lider anliyoruz ben ondan bahsetmiyorum, benim lider dedigim cok kapsamli bir kavram. Yoksa icersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dedigim zaman ben asrin lideri dunya liderinden bahsediyorum. Iste boyle liderlere ihtiyacimiz var. Ben simdi soracagim size su anda karsimda pek cok genc arkadasim oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir kac donem sonrasinin Cumhurbaskani, Genelkurmay Baskani yada Basbakani, Maliye Bakani yada evinin anne babasi olmadigini bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama bilinizki iste bugun sizlerle paylasacagim konu asrin lideri, dunya lideri yada lider olmanin kucuk sirlarini ATATURK'le sizinle paylasacagim.
Ilk sirrimiz; ATATURK tamam arkadasim ben topraklarinizi kurtardim askeri bir dehayim deyip yerine cekilmemis hemen asker elbisesini cikartip sivil elbisesini giymis ve inanirmisiniz sinirlarini hangi sinirin lideri ise o sinirlarin icerisinde ne var ise ama ne var ise tasindan topragina hepsinin ama hepsinin sorumlulugunu omuzlarinda hissetmistir de onun icin Mustafa Kemal bugun dunya lideridir. Nasil mi ?
ATATURK'u aglarken tarih cok ender tespit etmistir. 25 yillik arastirmaciyim, 7 tespitim oldu. Ilki Canakkale'de topcu atisimiz basladigi sirada doktugu gozyasidir, bir digeri ise hepimizin bildigi bir hikaye ama ben yine de anlatacagim. O gunun Ankarasi kurak, corak bir koy. Cankaya'dan meclise gelirken yol uzerinde sadece ama sadece bir tek igde agaci varmis. ATATURK o igde agacinin onunden gecislerinde arabasini durdururmus, inermis ve o igde agacina selam verirmis. "Aman demisler pasam ne yapiyorsunuz boyle?", "Eee o demis yedigim meyvenin, sigindigim golgenin, soludugum havanin bir neferi. En az diger neferler kadar bunun da selama hakki var".Yani "niye sasiriyorsunuz?" der gibiymis. Ve bir gun yaninda bulunan arkadasina "Iste bu benim..." derken bide bakiyor agac yok ortada hemen iniyor "Ne yaptiniz bu agaca" diyor. "Pasam" diyorlar "yolu genisletmek icin mecburduk kestik o agaci". "Yahu diyor bir tek bana soraydiniz bu agaci kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor. Daha fazla dayanamiyor, arabasina biniyor, soforunun ve arkadasinin gozu onunde hungur hungur aglamaya basliyor. Bir tek igde agaci icin mi dersiniz? Hayir. Cok zor sartlarda kurtardigi bu topraklarda yetisen bir canlidir ve lideri oldugu icin de bu topraklarin da o igde agacinin da sorumlulugu Mustafa Kemal'in omuzlarindadir da onun icin.
Galiba simdi anlatacagim inanilmaz projeyi de o gun dusunmeye basladi. Hani "Bir daha boyle bir seyle karsilasabilirsem nasil mudahale edebilirim" diye. Cok degil doga katliami, en kolay yaptigimiz katliam.
Yil 1930 ATATURK Yalova koskune dogru cikmakta. Bir de bakar bir bahcivan koca bir cinar agacini kesmek uzeredir. "Yahu" der "sen hayatinda hic boyle bir agac yetisdirdin mi ki? Kesmeye muktedir goruyorsun kendini ve niye ?" der. Bahcivan derki; "Pasam cinar agacinin kokleri koskun temelini kaldirdi, yapraklari da koskun pencerelerine mudahale ediyor. Ya kosku kaybedecegiz ya agaci kesecegiz. Onun icin de kusura bakmayin ama biz agaci kesiyoruz". Bir an dusunur; "Hayir gerekirse kosku agactan uzaklastiririz" der.
Derlerki bu gun Mustafa Kemal bir hos. Ne demek kosku tutupta agactan uzaklastirmak? Ama inanirmisiniz muhendis degil, mimar degil, ziraatci degil ama ne yapar biliyormusunuz? Istanbul'daki kopru altindaki tramvay raylarini Yalova'ya tasitir. Kosku hic yikmadan oldugu gibi tutarak kendisi de kazma kurek temelini kazar ve koskun altina tramvay raylarini doseyerek kosku agactan 4 metre 80 santim kenara cekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan cinar agacinin kurtulusunu temin eder.

Yil 1930. Dunya cevre lafini ne zaman etmeye basladi? 1980 den sonra. 1980 den once, 1930 yilinda dunyaya somut bir cevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslinda. Ama, biraz aci parantezlerim olacak bu konferansimda. Ilk aci parantezimi ATATURK kimdir belgesiyle acmistim, ikinci aci parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani gunumuze yakin bir gun. "ATATURK ve Turk kadini" konulu tiyatrolu konferansimi 25 gencle sunuyorum. 25 gencle birlikte prova yaptik, yorulduk, oturduk, televizyonu actik. ikinci haber olarak 6 dakika muddetle ve 5 kere goruntu zumlanmak uzere onemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktariyorum, diyordi ki "Amerika da eski bir unlu bir muzikhal hic yikilmadan dunyada ilk kez uygulanan bir yontemle raylar uzerinde iki metre kenara cekilerek yerine yeni bir binanin yapildigi" haberiydi. Dunyada ilk kez lafi da bes kere edildi. Genclerden biri kalkti bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya ogretmenim biz tarihe pek bir daldik. Bakin el alem neler yapiyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" diyince arsivimde 1930'da ATATURK'un bu isi yaparken cekilmis resimleri, raylar uzerindeki cekilen resimleri gosterdim kendilerine ve dedim ki "su anda ne soyleyeceksiniz bana?".
Bir genc kalkti ne dedi biliyor musunuz? "Ya ogretmenim suc bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden goruyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugun milyonlarca Turk genci izledi ve oturdular 25 genc, bu haberi veren televizyona bir faks cektiler. Faksta aynen su yaziyordu "Ikinci haber olarak 6 dakika muddetle ama bes kez su resimleri gostermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesaji iletin dediler "Bu gun 1996, Amerika cekiyor raylar uzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapiyor, 1930 ATATURK cekiyor 4 metre 80 santim, bir agac kurtarmak icin" bu mesaji da cok iyi verin dediler. Yil 1996 idi. Yil 2005 hicbir televizyonda izlediniz mi? Izlemediniz.

Ya hocam siz bize bir tek cinar agaci ve igde agaci anlattiniz bunlar ATATURK'un hayatinda tek tek ornekler olabilir. Hadi gelin Sogutozu'ne gidelim, hani su Ankara yakinlarindaki, o zaman icin 80 tane sogut agacinin oldugu yere. Sogutozune ATATURK hep dinlenmek icin gelirmis.
Bir geldiginde galiba dusundugunu sesli olarak aktarmis; "Ah ! burda bir kulubem olsaydi keske". "Ya pasam istedigin bir kulube olsun hemen yapariz suraya" demisler.
"Buradaki agaclara ne olacak peki".
"Pasam burdakiler sogut agaci; gonulsuz agactir. Sokeriz baska bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demisler. Bir an durur, "Bir tek sartla kabul ederim" der. "Burda yetecek kadar sogut agacini kendi ellerimle sokecegim, kendi ellerimle dikecegim, once tuttuklarini gorecegim, sonra kulube yapimina izin verecegim". Yani bugun betonu yesile tercih eden zihniyete bence en guzel ornek teskil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Turkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaskani Mustafa Kemal ATATURK makamini Cankaya'dan Sogutozu'ne tasitir hasirlar uzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarini orda atar, cadirda kalir ama sogut agacini soker, kendi elleriyle diker, tuttuklarini gorur, ondan sonra bugun cok kucucuk ama verdigi mesaj olaganustu buyuk olan bu Sogutozu'ndeki kucuk ATATURK kulubesinin yapilmasina izin verir.

25 yillik arastirmaciyim. Benim elimde 130 belge var bizzat cevre hareketine bedenen katildigina dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kac belge var. Keske diyorum, keske bu belgeler, bazi gunler bizi okullar da bu kulubeye goturupte burada anlatilsaydi. saniyorum bugun betonu yesile tercih eden hic bir belediye baskani yetismezdi. Iste bu anlamda sahneye simdi Tahsin COSKAN'u davet edelim. Tahsin COSKAN o zamanin genc bir ziraat muhendisi. "Gel Tahsin seni bir yere goturecegim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gosterdigi yere bakar Tahsin Bey. Bataklik, sivrisinek salgini, hayvan leslerinin oldugu berbat bir arazidir. "Ya pasam hayrola" der. Ataturk, "Buraya butun masrafi cebimden olmak uzere bir orman ciftligi yapmak istiyorum" der. "Ya pasam buranin islahi ya sizin paranizi tuketir ya da zamaninizi, neden bu kadar mumbit topraklar varken gelip de burayi tercih ettiniz?" der.
ATATURK'un cevabi ATATURK'cedir. Derki "Ben en zor olani yapayimda siz arkamdan kolaylari nasil olsa yaparsiniz." Ne bilsin ki en kolaylari bile cabuk yikabildigimizi ama, bu aradaTahsin COSKAN "Pasam burda hicbir sey yetismez, pek ugrasmayin" der. Ama dinleyen kim. Der ki "Tahsin buraya ziraatcileri getir ve incele bana resmi bir yazi getir burasiyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COSKAN cok mutlu, kendi dedigi cikti, uzerinde "Burada hicbirsey yetismez"yazili, altinda da ziraatcilerin imzasinin oldugu bir belgeyi Mustafa Kemal'in onune koyar. ATATURK biraz mutebbessim okur bu yaziyi. Kaleme alir, bu kagidin yanina aynen sunlari yazar "BURASI VATAN TOPRAGIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ". Etmez de.
Ayni Sakarya savunmasi gibi akasya savunmasini ele alir, cam ve koknari oraya 30 Agustos olarak tamamlar ve hic unutmayacagimiz bir gun, lutfen hic unutmayin, tarihte atladik bu gunu, 25 Mayis 1933. Ne yapar biliyor musunuz?
Hani 5 Haziran'larda kutladigimiz bir gun var, cevre gunu degil mi? Cevre gunu ne zaman kutlanmaya basladi? 1980 den sonra. Peki 25 Mayis 1933, ATATURK ne yapti? Ilk Cevre gunu kutlamasini yapti. Hem de bugun okullara soruyorum diyorsunuz ki ne yaptiniz diye "ya agac diktik diyorsunuz ya cop topladik" oyle falan degil. Butun Ankara halkini bedava trenlerle buraya getirtiyor, agaclar boy vermisler, altinda dinlenmektedirler, havuz yapilmistir, cocuklar yuzmektedirler. Hatta butun masrafi cebinden odemistir ama kari da almamistir, buraya bir fabrika yaptirmistir, sut urunleri uretilmektedir, herkes yamektedir. Herkes cok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATURK.

Nebizade diye bir arkadasi var, Nebizade'nin kafa cok karisIk. "Yahu pasam senden baska bir tek kisi burada bir agac yetisecegine inanmadi. Peki sen nasil anladin burda orman olacagini?" der. "Gel Nebizade gel, simdi anlatayim sana. Hani Tahsin COSKAN'in burda birsey yetismez dedigi gunun aksami tebdili kiyafetle Cankaya'dan kactim, burdaki koylulere geldim. Koyluler beni tanimadilar. Koylulere, agalar dedim burda agac yetisip yetismeyecegini bana en kolay yoldan nasil ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kurek. "Kaz orayi iki gunsonra gel biz sana ne olacagini soyleriz" dediler.
Ah o iki gun Cankaya'da nasil gecti bir Allah bilir bir de ben. Iki gun sonra gittim testiyi cikardim, testinin icinde su bitmisti, koylulere uzattim. Dediler ki bana "aga testide su kalmamis, toprak su emiyor, bakma bunun ustunun kurak olduguna, biraz ugras burda ne ekersen bicersin". Ve hani Tahsin COSKAN'in o raporu bana getirdigi gun ben coktan projeye baslamis epey de ilerlemistim" diyecektir. Dunya lideri olmak oyle kolay degil biliyor musunuz.
Hani ATATURK'e kimdi en cok karsi cikan, evet Tahsin COSKAN'di. Onu da ATATURK buraya mudur tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay is degil. Bu arada biz bu 130 belgeye hic calismamisiz. Calismadigimizin en aci ornegini Turkiye yasadi zaten.
Neydi o ornek "17 Agustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanin otesinde dolgu alan coktu, dolgu binalar coktu. Oysa 1930'dan beri bize "lutfen tabiatla oynamayin, tek bir agacla bile oynamayin" diye bize ornek olan bir liderimiz varken yasadik bu aciyi.Bizler iyi degerlendirmemisiz onun cevre hareketini ama bakin dunya ne guzel degerlendirmis hareketini. Ben size bu bilgileri vermek icin 1919 basladim ve bugune kadar cikan butun gazete ve dergileri tariyorum. Taramam sirasinda 28 Temmuz 1933 gunun Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. Inanilmaz bir haberdi. Hani bir cicek aliyoruz, kirmizi renkte, hediye goturuyoruz ve adina da "ATATURK Cicegi" diyoruz. O ATATURK ciceginin adini biz koyduk zannediyorduk ama bakin gazeteyi aynen okuyorum.
Gazete haberi su "Chicago ozel, gecenlerde Vanderbit Universitesi profesorlerinden doktor Kirk Landin laboratuarlarinda muhtelif ameliyeler neticesinde kirmizi renkte yeni bir cicek elde edilmistir Profesor bu yeni cicege isim ararken yaninda duran ama Tarsus Kolejinde ATATURK'le tanismis, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diger profesor bu cicege ATATURK isminin verilmesini onermistir.
Ve bu oneri dunya nebatat dairesine iletilmis ve ATATURK'un yaptigi calismalarin anlatildigi toplantida oy birligiyle kabul edilmistir".
Yani dunyadaki her ulkede bu cicek Gazi ATATURK adiyla uretiliyor ve satiliyor. Peki baska bir lider var mi diye arastirdim bir cicege adini veren, baska hicbir lider yok. Cunku tabiatiyla bu kadar butunlesebilen bir lideri dunya tarihi yazmamistir. Diyorki Mustafa Kemal "cevre hareketi disinda eger lider olacaksaniz eger lider olmaya kalkistiysaniz ki icinizde ogrenci arkadaslar var mutlaka sinif baskanlari vardir eger sinif baskani olacaksan bu bi liderliktir sinirin nedir? siniftir sinifin icerisindeki tek bir tebesir tanesi tek bir sira tek arkadasinin problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderligi kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal. Peki ikinci sirrimiz ne? Ikinci Sirrimiz; dunya tarihi sadece bir sifati Mustafa Kemal'e vermistir. Baska dunyada hicbir liderin alamadigi bir sifattir bu hangi sifat mi? Ne dersiniz?
Evet Basogretmen diyen var aranizda, hosgorulu evet biliyorum hepsi gonlunuzden gecen sifatlari ATATURK'un ama soruyorum sizlere bir insan dogumundan olumune kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamidir ya cevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatcidir ya arkeologdur bir seydir. Ama bunlarin hepsi birden olabilen dunyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATURK oldugu icin dunyada "kultur antropologu" sifati verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.

"Kultur Antropologu" nedir ne degildir uzun uzun basinizi agritmayacagim. Hadi gelin 5 Mayis 1935, Ahlatlibel'e gidelim. Ahlatlibel Ankara yakinlarindaki kazilarin basladigi yer biliyorsunuz. Butun arkeoloji kazilarinin yapilma emrini veren Mustafa Kemal, muzelerin acilma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugunkulerde oldugu gibi acin, kazin, imza; oyle degil. Nasil yetismis inanin, 25 yillik arastirmaciyim hic anlamadim. Bakiyorsunuz Efes kazilari basliyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazilari basliyor basinda, birde bakiyorsunuz Ahlatlibel kazilari baslamis basinda, toprak aliyor, olcuyor, biciyor. "Ya ne yapiyor Mustafa Kemal" diyorlar.
Cankaya'ya gidiyor, Cankaya'da uc gun uc gece hic uyumadan; uyumamak icin alnina islak bezler koydurmus, birilerini cagiriyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telas. Uc gun sonra "gelin diyor Ahlatlibel'e gidiyoruz".
Hemen geliyor diyorki "arkeologlar toplanin". Biliyorsunuz baslarinda en buyuk arkeologumuz Zubeyir KOSAR var.
Bu Zubeyir KOSAR'in bir e bir anisidir. Toplaniyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; "kazdiginiz yer yanlis,surayi kazmaniz gerekir". Yabanci arkeologlar "el insaf pasam, anladik iyi askersin iyi devlet adamisin ama yani bu iste bizim isimiz niye karisiyorsun" der gibi aralarinda birkac sey oluyor ama emir buyuk yerden. Basliyorlar Mustafa Kemal'in gosterdigi yeri kazmaya. Sonuc mu? Butun bulgular ordan cikacaktir. Inat ugruna, kendi ceplerinden oder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hicbir bulguya rastlamiycaklardir.

Bunun uc gun sonrasi, ATATURK Galip ARCAN'in yazdigi "Sirat Koprusu" adli piyese davetlidir. Davetiyede boyle yazar piyesin basinda mutludur biraz sonra sinirlenmeye baslar bir muddet sonra bitince "bana Galip ARCAN'i cagarin!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdiniz? "der. "Evet pasam ben yazdim". "Hayir, bu bir Bolunun Flor Doranj adli boldvilin'in aynen cevirisi neden bunu belirtmediniz hakkinizda sorusturma actiriyorum" diyecektir.
Buna benzer pek cok aniyi da okuyunca ne dedim biliyor musunuz. Samimi konusacagim inanin sizlerle. Dedim ki "a be Atam boldvilin'e varincaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsin". Ve o sirada ne yaptim biliyor musunuz? Yirmi yillik arastirmaciydim, ATATURK'le iddiaya girmek gibi, dedim "senin basinda durmadigin ilerletmeye calismadigin bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun".

O sirada da "Sanat ve ATATURK" adli arastirmami yapiyorum baktim resimde Turk tarihinde ilk resim sergisini o aciyor, heykelde dinin etkisini kaldiriyor ama karsima yedinci sanat dali geldi. Ne? Sinema. dedim "herhalde burda iddiayi kazandim". Hey hat, bas yonetmen Cezmi AR, basrolde Mustafa Kemal, film cekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaskani ya diyemiyor soyle dur boyle dur diye diger oyunculara siddetle bagiriyor. Ataturk "Gel Cezmi gel, burda baskomutan sensin. ben bu isi bilmem.
Onemli olan isin iyi cikmasi. Bana da ayni siddet ve hiddetle bagiracaksin" der. Cezmi AR hayatinin son gunlerinde "ben bir daha asla oyle bir oyuncuyla calismadim" diyecektir. Yil 1937, Munir Hayri EGELIYLE odalarina cekilirler.
Cankaya' da ne mi yaparlar? ATATURK bir film senaryosu yazmistir, adini da koymustur; "Ben bir Inkilap Cocuguyum" dur adi. Kendi yazdigi film senaryosunu Munir Hayri EGELI cekecektir, ATATURK oynayacaktir. Ama yil 1937 dir, omru vefa etmemistir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme cekin pokemondan cok daha faydali olacagina ben kesin gozuyle bakiyorum.

Bu arada ATATURK'un her seyi iyide ben iddiadan vazgectim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artik, iddiayi Mustafa Kemal kazandi ama merak ediyorum nasil yapti diye. Asil sir nerde? O sirada en buyuk lider elestirmeninin sozu geldi elime.
Liderleri cok sIki elestiren bir elestirmen diyor ki ATATURK icin "Liderler icerisinde elestiri acizligi yasadigim tek lider Mustafa Kemal'dir. Cunku butun Ronesans, butun reform, butun aydinlanma cagi etkinlikleri bir adamin kafasinda toplanmis, bir caga siran etkinlikler on yilda basarilmis, bu buyuk bir mucizedir en buyuk radikal Mustafa Kemal'dir". Bunu biz demiyoruz dunyanin en buyuk lider elestirmeni diyor.

Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki; laflar karin doyurmuyor.Esas sir nerde cok merak ediyorum. On yilda bir bakiyorsunuz kara tahtanin basinda harf ogretiyor, bir bakiyorsunuz sapka giyiyor, bir bakiyorsunuz tiyatro eseri oynatiyor, yok efendim arkeolojik kazilara gidiyor, tren raylarinin genlesme hesabini yapiyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacagi konusunda sehirlesme planlari yapiyor, E on yilda bunlarin hepsi peki nasil? Ben esas sirri nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sozunde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sozu okuyunca keske su karga kovalamasini kafalarimiza yerlestireceklerine su sozunu yerlestirselerdi herhalde Turkiye cok farkli bir yerde olurdu su anda. ATATURK diyor ki:"
Cocuklugumda elime gecen iki kurustan birini eger kitaplara vermeseydim bugun yapabildigim islerin hicbirini yapamazdim". Esas sir bence burada. Cocuklugunda eline gecen iki kurustan birini kitaplara verdigi icin 35 yasinda general, 40 yasinda baskomutan, 42 yasinda cumhurbaskani, 46 yasinda dunyada pek cok reformist var ama hic biri dile dokunabilmeyi cesaret edememistir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir. Iste bunu yapabilen ve 53 yasinda nutku yazan genc olarak tarihimize gececektir Mustafa Kemal.

Okumayla, ama nasil okuma biliyor musunuz? Bildigimiz gibi bir okuma degil. Sizi 1914 Anafartalar'a goturuyorum. Anafartalar'da savasin bir dinlenme yerinde cadiriniza gelirsiniz postallari cikarir rahatca dinlenmek istersiniz. Oyle bir sey yok. Macar Turkologu Nemet'in, Fransiz TurkologuDevin'in Turkoloji albumleri duruyormus. Aciyor onlari okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar ki "niye bunlari okuma geregi duyuyorsun" verdigi cevaba bakin. onlara diyor ki "Savastan sonra bu dilin degisme ihtiyaci var onu tespite calisiyorum". Yil 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutani Mustafa Kemal Bitlis cephesinde cokmekte olan bir cepheyi kurtariyor ve cadirina geliyor, yaveri Izzettin CALISLAR'i cagiriyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yaziyor biliyor musunuz? "Savastan sonra ilk isimiz Turk kadinina serbestisini vermek, onu erkeginin yaninda esit haklara sahip kilmak". Yil 1916,
Turk kadinin degil adi, degil kimligi, hicbir seysi yok. Sokaga cikma hakki olmayan bir Turk kadini. Peki sizce tam savasin en hararetli zamaninda neden Turk kadini geldi Mustafa Kemal'in aklina. Ha, Kurtulus Savasinda gordugumuz kadin manzarasi, degil ATATURK'u, dunyayi sasirtan bir manzaradir. Ulkelerin savaslari olmustur ama topyekun savas ornegi ilk defa Kurtulus Savasinda gorulmektedir.

Ataturk bu savasta Ayse Hatun'u tanimistir. Ayse Hatun'u hepimiz taniyoruz. Bilmeyen var mi icinizde? Onun yapabildigini acaba hangi ulkenin kadini yapabilir? Ya da zamanimizda hangi kadin yapabilir? Benim bir kizim bir oglum var inanin bu kadar arastirmaciyim dusunuyorum. Biliyorsunuz sekiz aylik kizi kucaginda omuzunda mermi ve cepheye cephane goturuyor. Sekiz aylik kiz dinler mi dusmani, aglamaya basliyor. Ve bu sirada olmesi falan problem degil Hatun'un, ama dusman eger onlari fark ederse cok kisitli olan cephane cepheye gidemeyecek, butun dusuncesi o Ayse Hatun'un. Ve bu arada cocugunu gogsune yaslar, dusman biraz gec gider, indirdigi zaman kendi elleriyle cocugunu sehit ettigini gorecektir
Ayse Hatun yada diger adiyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Cocugunu koyar uzerini bayrakla orter ve aynen sunlari soylemistir. Kafile baskani komutanimiz aktariyor bunu. "Sen yuzlerce binlerce yil sonra dogacak Turk cocuklari icin sehit oldun" (yani surada oturan bizler icin sehit olan) "bu benim icinde senin icinde bir sereftir. Yeterki vatan sagolsun" diyor, omuzuna aliyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanimefendiler icinizde anne olanlar var.
Lutfen bir an icin dusunun, cocugunuzu goz onune getirin. El bebek gul bebek buyutuyoruz,gozunun icine bakiyoruz, tercih yapin sizden sonraki kusak mi? cocugunuz mu? Iste bu Ayse yada diger adiyla Tayyibe Hatun'u tanidi Mustafa Kemal.Kurtulus Savasinda Kutahya sirtlari, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaslarinda bir nine. Gerisini gelin kafile komutani Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi gorur? Butun yorgan battaniye ne varsa cephanenin ustune ortmus kendisi pazen elbiseyle. Aynen sunlari soyler "nine kar sepeliyor hava cok soguk bari su yorgani alsan sirtina" dediginde aldigi cevap "dokunma ona, o millet malidir, nem kapmasin.
Ben bir olurum ama onunla binler dogacak binler. hayir oglum hayir hic usumuyorum, sogugu hic duymuyorum ki. Dusman bu topraklara girdi gireli benim icim yaniyor icim a ogul" diyen bir nineyi tanidi Mustafa Kemal.
Albay Hulusi ATAG'in kafilesinde olan genc bir kadinimiz hastadir ve cephane tasirken yere dusmustur, olmek uzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacim bana adini soyle seni tarihe yazdiracagim" dediginde aldigi cevap "adimi ne yapacaksin a ogul yaz benim adim Anadolu" cevabindaki adimin ne onemi var onemli olan ulkemin adi ve gururu dusunusu keske, keske uygarlik savasimizda ayni siddetiyle surebilseydi bugun. Uzerinde ATATURK yazili kapsulu inanin, inanin hic mubalaga etmiyorum ilk uzaya firlatan ulke mutlaka ama mutlaka biz olurduk. Evet bu savasta ATATURK dunyaya tek gecen Zekiye Hanim'i tanidi. Zekiye Hanim ne yapti biliyor musunuz? Dunyaya ilk ve tek gecen kadinimizdir. 10 Aralik 1919 ogretmen okulu bahcesine 3000 kadini toplamis, dedim herhalde sifirlari fazla okuyorum. Hayir 3000 kadin, yapimcisi, dinleyicisi, konusmacisi. Kadin olan dunyada ilk mitingdir bu, onun icin dunyaya ilk gecmistir. Peki Zekiye Hanim nasil toplamistir, cep telefonu yok faks yok, hicbir arac yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadinin sokaga cikma hakki yokken 3000 kadin nasil organize oldu dersiniz? Evet bunu inceledigimde inanilmaz bir hem hayranlik hem de uzuntu duydum neden biliyor musunuz? Cep telefonunuz var, faksimiz var. Pek cok kulubun, pek cok dernegin davetlisi olarak gidiyorum. Hanimlar 50 kisi geldi mi aman diyorlar bu gun cok kalabaligiz. 3000 kadindan bahsediyorum ama projesinin adini da soylemek istiyorum Zekiye Hanim'in "MUTFAK PROJESI", inanilmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar gececek bu proje.
ATATURK Zekiye Hanim'i, Nakiye Hanim'i tanidi bu savasta. ATATURK Melek RESIT'i tanidi, Ataturtk Sukufe Nihal'i tanidi ve ATATURK ekmek pisirerek askere goturen ama bu dusmanlar tarafindan tespit edilip askerimizin yerini ogrenmek icin cok iskence goren ama soylemedigi icin ekmek pisirdigi firina atilarak yakilan Nazife Kadin'i tanidi bu savasta. Bu savasta ATATURK Tacculcalala hanimi tanidi ATATURK ustegmenlerimizi, binbasi hanimlarimizi tanidi, bu savasta Tuggeneral rutbesi verilmesi ongorulen 8 yasindaki, evet yanlis duymadiniz 8 yasindaki Nezahat kizimizi tanidi. Iste Nezahat kizimizin yaninda sehit olan bir erimizin cebinden cikan bir mektubunda annesine soyle yazmis "anne Nezahatle babasinin arasindaki konusmayi duyaydin benim burada niye oldugumu anlardin" demis ve bu arada soyle yazmis" biz Mehmetcik Nezahat'e Turklerin Jean d'Arc 'i diyoruz" demis. Bu bana aci geldi. Ben Jean d'Arci ortaokuldan beri taniyordum ama Nezahat'i ancak bu arastirmam da tanidim. Bunun acisini da o mektupla birlikte yasamis oldum. Bu kadinlarimizi ben ATATURK ve Turk Kadini konulu konferansimda anlattigim icin burada sadece adlarini anmadan gecemeyecegimi gordum. Bu arada ATATURK okumus da yazmaya da vakit bulabilmis. Evet bizler icin bir geometri kitabi yazmis. Ucgen, aci, dikdortgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babasi bu yazdigi kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir. Iyi ki de yazmis eskenar ucgen demek icin "muselleseyi bilmemne bilmemne..." demek gerekir. Inanin bu kadar seyi aklimda tutuyorum, bir onu tutamadim. Iyi ki yazmissin dedim. Bu arada ATATURK her sektore el atti dedim ya, basin sektorune de el atiyor ve bir gazete cikariyor. Adi "Mimber", 52 sayi cikmis gazetesi, ve bu gazeteleri okudugum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim. "Sansur" kelimesi ilk defa bu gazetede yer almistir. Bu arada keske butun Turk genclerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye dusunmeden de edemedim. Cok moral bulurlardi cunku.

Bu arada cok guzel siirler yazmis. Ilk siiri 1908 Sanli Ordu dergisinde yayinlanmis. Keske vaktimiz olsa da siirlerinden de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmis, tiyatro eserleri yazmis, sinema senaryolari yazmis, yazmis yazmis. Peki okumus yazmista sadece gununun problemlerine mi care bulmus Mustafa Kemal? Sadece gununu mu kurtarmis acaba? Hadi gelin esas onemli olan da bu, buna bir bakalim mi ne dersiniz? Iste gunumuzde 25 yillik arastirmaciligim sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATURK inanin, bugun saniyorum 7 Subat 2005, bu gunu cok net gormus, hadi gormekle kalsa iyi, birde bu gun kullanacagimiz kadar guncel gecerli ve cozumsel onerileri de yazarakbirakmis bir lider. Soyleyin bana hangi ulkede var boyle bir lider. Diyeceksiniz ki lafi birak bize somut ornek goster. Iste ilk ornegimiz; dedinizki demin Turkiye'deki sorunlari sordugumda size, dediniz ki onemliolan sorunlarin bir tanesi de ekonomik sorun. Peki Amerika'nin en unlu ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns bize sunu oneriyor, diyor ki "ekonomiyle savasta bir tek ATATURK'u ornek alsin yeter Turkiye".
ATATURK'un ekonomi ile de ilgili ne gorusleri var acaba, ve bunun uzerine oturdum, Maliye arsivine indim, Maliye arsivini incelememde ATATURK'un ekonomide en onem verdigi sey ne biliyor musunuz? Turk parasinin degerini korumak. Peki, 1919'a baktim Turk parasi Sterlin karsisinda, o zaman dolar yok, Sterlin karsisinda 605 kurus. Ha bir savas yapildi, ulke yikildi tekrar yapildi. Peki 1938'de kac kurus biliyor musunuz? 19 sene sonra inanilmaz bir sey, 616 kurus. Buna gercekten inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlis okudum banknot artis hacmine baktim, banknot artis hacmi 1919'dan 1938 son dort ayina kadar, son dort ayi ilgilenemiyor sagligindan dolayi, son dort ayina kadar 19 sene sadece %8, bu cok buyuk bir basari. Peki son dort ayda ne oldu diye baktim, guluyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8. Bari olumunu bekleseymisiz, ama iste problem bir takim yerlerde saniyorum. Bu arada bir arsiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralik 1927 tarih. 5 Aralik 1927'de bir Turk Lirasi verdigimiz zaman 2 dolar alabiliyormusuz karsiliginda. Eger bizim nesil vazifemizi yapaydik size karsi, bugun 20 milyon liralik banknotu goturecektiniz, karsiliginda 40 milyon dolar alacaktiniz bizim nesil vazifesini yapaydi. Ama diyorum ki lutfen gencler lutfen, ilerde maliye bakani olabilirsiniz, ilerde basbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektordur ve ekonomiye yon vereceksiniz. Bizim yaptigimiz, size cektirdigimiz sIkintilari cekmemeniz icin lutfen ekonomik gorusleriyle ATATURK'u mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da cok buyuk ama cok buyuk bir sey var. Ekonomik kriz var. Butun dunyayi sarsmis ekonomik kriz. Peki soruyorumsize sarsilmayan bir ulke soyleyin.
Turkiye tabîi ki. Peki 1929'da butun dunya buhran yasiyor en gelismis ulkeler bile.
Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakin kisi basina dusen milli gelir %51,2 artiyor. Eksilmeye alismisiz da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar.

Peki ikinci ornek, gunumuze ornek;1996 Ingiltere'de bir secim yapilir. Meclisteki kadin millet vekili sayisi secimden once 13, secimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yapti bu basariyi, Leslie Abdela diye bir hanimefendi. Leslie Abdela'yi tum ulkeler cagirir, "ya bize de ogret metodunu da bizde kadini fazla sokalim meclise" derler.
Leslie Abdela'yi Turkiye de cagirir. Sile'ye gelir, dolar alir anlatmak icin. Ve iste sozlerinin ozeti "Ingiliz kadini bu basariyi ATATURK'e danisti". Yani ben Turkiye ye tereciye tere satmaya geldim. Peki Leslie Abdela'nin uyguladigi projenin adini biliyor musunuz? "Mutfak Projesi" peki soyle yaziyor surada; "1919 dan beri biz Turk kadini ve ATATURK'un pesindeyiz merak ediyorum iki kadin milletvekilinizde benim pesimde niye acaba" diye de ironi yapmis burada. Bu arada eger biz bu metodu uygulasaymisiz Turkiye'de saniyorum Turk erkekleri su anda meclise nasil girebiliriz diye arayis icinde olacakti, hic suphe yok buna. Peki bu arada dunyaya o kadar cok ilk hediye etmisiz ki bunlardan bir tanesi de uniformali ve rutbeli kadin asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dunya ordulari ornek aliyor. Kurtulus Savasinda rutbe alan kadin askerlerimiz; Binbasi Ayse ALTUNTAC, Ustegmen Emine VARDARLI, Ustegmen Fatma SIMSEK. Ama dunya tarihine tek gecen bir ustegmenimiz var; 700 erkek 43 kadindan olusan bir mufrezenin reiseligine bizzat ATATURK tarafindan atanmis, Ustegmen Kara Fatma. Evet dunyadaki ilk mufreze reisesi kadin unvanini tasir Kara Fatma. Ben gecenlerde Erzurum'a davetliyim, Erzurum Universitesi rektorumuz davet etti ucakla gittim. Indim ucaktan "off ayagim belim melim" dedim, bir an aklima geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadinla mudafaa ediyor, atina atliyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nin Kurtulusuna da tanik oluyor. Ben ucakla zor gittigim yere, onumde yemegim, arkamda suyum, sicacik, ama bu kadinin yaptigi! Ha o zaman saniyorum su andaki Turk kadini asla ve asla yoruldum demeye hakki yok, eger Kara Fatmalari eger Serife bacilari tanisaydi. Evet anliyorum bu hanimlarimizi tanimadan once bir sey yaptimzannediyordum. Su anda hicbir sey yapmadigima kaniyim.
Bu arada Kara Fatma'nin savasta yaptiklarini, dedim ya Bursa'ya kadar gelmis, uc oglunu sehit vermis, kizinin parmaklari Izmit muharebesinde kesilmis, sadece savasi anlatmak icin bir konferans gerekir Kara Fatma'nin.
Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla yapilmis bir roportaji okudum, inanilmazdi. Gazeteci soruyor diyorki; "cok fakirsin cok cok ihtiyacin var paraya neden ustegmenlik maasi sana baglanan maasi kizilaya bagisladin" diyor. Verdigi cevap tarihi bir cevap aynen soyle:
"Ben Kurtulus Savasinda yaptiklarimi bir menfaat ve cikar karsiliginda yapmadigima inandigim icin en son vatani vazifem olarak maasimi Kizilay'a bagisliyorum" diyecektir. Bu bana neyi hatirlatti biliyor

musunuz? ATATURK'e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mulkunuzu milletinize bagisladiniz" diye. ATATURK'un verdigi cevabi aynen aktariyorum: "Mal ve mulk bana agirlik yapiyor, onlari asil sahibi olan milletime bagislamaktan ferahlik duyuyorum. Zenginlikten ne cikar asil zenginlik insanin manevi sahsiyetinde olmalidir." diye cevaplayacaktir. Ne guzel degil mi en son kademeden en tabana kadar, kadinindan erkegine kadar hepsi ayni soylemde ama alismadigimiz gibi ayni eylemdeler ne diyelim sag olsunlar, varolsunlar. Dileyelim sizin nesle, genc nesle, hortumcular soyguncular degil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller ornek olsunlar.
Tabi Kara Fatma'nin ornek olabilmesi icinde bir okuma kitabimizda hic olmazsa bir okuma parcasi olarak Kara Fatma'nin olmasi lazim ki ornek alabilesiniz.
Bu arada ATATURK'un su sozu cok hosuma gider diyorki; "Gecmisi ne kadar cok unutursak gelecegi korumak o kadar zor olur.
" Biz Kara Fatmalari mutlaka hatirlamaliyiz saniyorum. Bu arada bir kadinimizi daha vermek istiyorum, Melek Hanim. Hacin katliamini hepiniz hatirliyorsunuz, 535 Turk hunharca katledilmistir. Hepsi oldugune gore nerden biliyorsun hunharca katledildigini? Sair Melek hanim diye anilirmis Hacin'de. Sahadetinden sonra kolunun altindan bir bohca cikiyor, bohcayi aciyorlar, 18 kitalik bir destan yazmis. O anda gorduklerini kaleme almis. Mektupcu Huseyin nasil vahsetle olduruldu, komsu kizi Hatice nasil vahsetle olduruldu hepsini kaleme aldigi bir destan.
Basina ne demis biliyormusunuz "insallah okuna". Ben 45 yasimda bunu okuyabildim en sonuna da "bizden sonrakiler neler cektigimizi bileler diye yaziyorum" demis son iki kit'ayi sizlere okuyorum Meydan kazani kurdular. Tum bebeklerimizi kaynattilarGun gormedik analariSungu ile oynattilar
Kundaklari verdilerKanli kundak yu dedilerBebelerimizi kaynattilar kaynattilarKuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz. Evet bakiyorum cok buruldunuz, cok uzuldunuz ama liderlik dedik biraz da gulumseyelim mi?

Lider dedik, ATATURK'un resimlerine bakiyorum hepsi asIk suratli hepsi ciddi. Lider olmak icin boyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATURK hic mi gulmemis, hic mi espri yapmamis? Hadi gelin Antalya'ya gidelim. Antalya yolunda mola verir kulagina bir turku gelir "Ya bu turkuyu cok sevdim bulun getirin bu turkuyu soyleyeni" der. kucucuk bir coban gelir.
Derki "Sesin cok guzel bana da bir turku okur musun". Baslar coban "demirciler demir dover tunc olur" diye. bitince ATATURK dalmistir "bis bis" der. Coban boyle bakar.
"Oglum der bis" der "Cok begendik tekrarla anlamina gelir". Hic nazlanmaz gene ayni turkuyu okumaya baslar. ATATURK turku bitince cebinden bir harclik cikarir uzatir.
Coban hemen alir harcligi, kusagina kor, elini uzatir ATATURK'e "bis bis" der. Bu espri ATATURK'un cok hosuna gittigi icin cok unlu bir sanatcimizin yetismesi saglanacaktir. ATATURK'un hayatta en hoslanmadigi sey dalkavukluk, ama yemek masasinda hic hoslanmiyor. Karsisindaki adam da ATATURK'e "sen Turklerin sahisin sususun bususun...", feci dalkavuk. Yogurt kasesi adamin onundeymis diyorki Ataturk;"Su yogurt kasesini bana uzatir misiniz". Adam yogurt kasesi uzatacak, el insaf ayaga kalkiyor, onunu ilikliyor, tam yogurt kasesini alacak parmaklari icine giriyor. "Ah..." diyorlar "...adama takti ATATURK, bir de zaten sinirlenmis durumda, bir de cok titiz bu konuda, simdi bir firtina kopacak". adam perisan, ah pasam vah pasam derken "Ya niye bu kadar uzuldunuz demin yogurt yiyecektim simdi cacik yemis olurum". Evet, bu espriyle 25 yilin sonunda ATATURK'un muthis esprituel oldugunu kesfettim ve yeni hazirladigim konferansimin konusu ne biliyor musunuz? "ESPIRILERIYLE ATATURK". Bugun onu hazirliyorum, 6-7 ay sonra bitecek insallah sizlerle bulusacagiz. O konferansta cok gulecegiz ama inanin cok da dusunecegiz.
Bir gazeteci de Ataturk'e sorar "size de diktator diyorlar ne dersiniz". Ataturk soyle bir bakar, "Eger ben diktator olsaydim hanimefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canli kalamazdiniz " diyecektir. Peki diktator mu Mustafa Kemal bakalim. Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler. Trene binerler kompartimana cekilirler.
Ertesi gun kompartimani calar yaveri, acar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk. Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der.
"Ya cocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmusunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim" der. Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik" der. Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap derki "Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hicbirinize kiyamadim.
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi". Var mi boyle bir sey!
Bu insana diktator demeye kimin dili varabilir. Ayaklarinin altina Yunan bayragi serildiginde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayip kaldirtan bir insanin kendi milletinin inancini cigneyebilecegini dusunmek ancak onuru ve serefi olmayan kisilerin isi olabilir diye dusunmeden de edemiyorum.

Bu arada icimizde cok degerli ogretim gorevlilerimiz ve ogretmen arkadaslarimiz var. Onlarin icin de cok ozel bir anisini anlatacagim. Istanbul Universitesinin acilis toreni.
Cok mutevazi bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATURK'un oturmasi icin kirmizi renkte suslu muhtesem bir koltuk konmus. Profesorlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuga bakiyor donuyor profesorlere, aynen sunlari soyluyor; "Sizlerden ogrenecek o kadar cok seyim olduguna gore bu koltuk sadece sizlere layiktir" diyor. En kidemli profesoru o koltuga oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programi sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmedigi hicbir koltuga oturmayan bir Mustafa Kemal'i goruyoruz orada. Dunya lideri olmak saniyorum bu evet .
Bu arada Istanbul ve Ankara illerinden birisine ATATURK adinin verilmesi icin bir kanun onergesi veriliyor meclise. ya Istanbul'a ATATURK diyorduk ya Ankara'ya.
Bu onergeyi vereni hemen cagiriyor ve aynen sunlari soyluyor ;"
Bir ismin dillerde kalmasi icin sehrin temellerine siginmasina gerek yoktur. Bakin bu sehrin ismi Istanbul ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatirliyoruz. Eger ben bir sey yapabildiysem bunu binalarin tepelerine, sehrin temellerine ismimi yazarak degil milletimin kalbine yazarak anilmak isterim" diyecek, hicbir yere adinin verilmesini kabul etmeyecektir. Simdi bakiyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adi bir taraflarda sey gibi yaziyor merak ediyorum nasil oluyor bu diye. Evet, galiba beni biraktiniz, ben 25 yil kolay degil, beni birakirsaniz sabaha kadar buradayiz. En iyisi son iki ani ama onu en iyi anlatan anilarla programima son vermek istiyorum; Iste ilki ogrenciler evet sizin icin. Bir ogrenci anlatiyor, Mahmut SADI. Soyle anlatir Mahmut SADI. "Yil 1923. Istanbul Universitesinde ogrenci oldugum siralar. Okul duvarinda bir ilan goruyorum. Avrupa'ya talebe yollanacaktir.
Allah Allah diyorum, ulke yikik dokuk yil 1923 Avrupa'ya talebe! Luks gibi gelen bir sey, ama bir sansimi denemek istedim. 150 kisi icerisinde 11 kisi secilmisiz. Benim ismimin yanina ATATURK "Berlin Universitesine gitsin" diye yazmis. Zaman geldi. Sirkeci garindayim, ama kafam oyle karisIk ki gitsem mi kalsam mi, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mi, gurbet ellerde ne yaparim? Bir an gitmemeye karar verdim, dondum. O sirada bir muvezzi ismimi cagirdi "Mahmut SADI, Mahmut SADI, bir telgrafin var" telgrafi actim aynen sunlar yaziyordu "sizleri birer kivilcim olarak gonderiyorum alevler olarak geri donmelisiniz". Var mi boyle bir sey? 11 ogrencinin nerede, ne zaman, ne dusunebilecegini hesap edebilen bir lider dunya lideri olmasin da ne olsun. Yil 1923, biz evimizde bir cocugumuzun huyunu degistiremiyoruz bir huyunu. Tum ulkenin huyu degisiyor. Bununla ugrasan bir insan yolladigi 11 ogrenci nerede, ne zaman, ne dusunebilecegini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor "gel de simdi gitme, git de orada calisma, don de bu ulke icin canini verme".diyor.
Evet bu gun en buyuk sIkayeti ne Turkiye'nin? Beyin gocu. En iyi beyinlerimizi kapip goturuyorlar ama o cocuklarimiz arkalarina baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mi zormus? Ha o gun 11 ogrenciymis, telgrafmis. Bu gun milyon ogrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeter ki su iki cumleyi ifade edebilecek, onlarin sorumlulugunu alan bir liderleri olsun.Iste son anim, Nehire NEHIR hanimefendiden; soyle anlatir "O zamanlar kadinlarin sanatci kimligini yeni yeni kazandigi donemler.
Benim tiyatroda comezlik donemim. Muhsin ERTUGRUL Darul Bedai'ye bas yonetmen olarak atanmis.
Cok titiz bir insan. Provadan oyuna her sey saat titizligi ile isliyor, perde bir saniye bile gec acilmiyordu. Provaya gec kalan oyuncu derhal oyundan uzaklastiriliyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertugrul'un da dusmani coktu.
Bir gece Dolmabahce'den ATATURK'un Sehir Tiyatrolarina gelecegi haber verildi. Ben de karsilamak icin hazirdim. Fakat Pasa gecikti. Muhsin Ertugrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine acip oyunu baslatti. ATATURK 4 dakika gec kalmisti. Etraftaki dalkavuklar ATATURK geldiginde Muhsin ERTUGRUL'un onu beklemeden perdeyi actigini ellerini ovustura ovustura anlattilar ATATURK "Yaaa oyle mi Muhsin Ertugrul'la Gorusuruz" dedi. Herkes Muhsin ERTUGRUL'un isinin bittigine inaniyor, ben mudur olacagim sen mudur olacaksin kavgalari bile baslamisti. ATATURK piyesin bitiminde Muhsin ERTUGRUL'u ayakta karsiladi. Deminkileri de yanina cagirarak aynen sunlari soyledi.
"Sizi tebrik ederim isinizle ilgili ciddiyetiniz ulkenin gelisimini cidiye aldiginizi gosterir biz gec kaldik siz vazifenizi yaptiniz eger bir tek benim icin perdeyi acmayip oyunu baslatmasaydiniz bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni cok uzerdi ben herkesin her sahada isini bu kadar ciddiye almasini istiyorum ulke ancak boyle ilerler efendiler " demez mi.
Etraftakilerin suratlari gorulmeye degerdi o sirada". Ama iste liderlik diyorum. Simdi bir an gunumuze geliyorum, hadi bakalim baba iseniz baslatin programi gelmeden. Mumkun mu! Ondan sonra artik begenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ulkenin en buyuk lideri degil asrin lideri olan bir insan bunu yapiyor.
Evet ATATURK ve onunla el ele verenler sayesinde uc tarafi deniz yerin ustunu anlatayim mi? Lutfen pazara gidelim. Yabanci ulkelere gittim. Portakali taneyle jelatinlere sariyorlar, kiymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek cikti mi atiyoruz, bir tane daha aciyoruz var mi boyle bir nimet. Lutfen pazara gidelim, yesilin her tonu; gecen bir yabanci konugum var; pazardan gecmek zorunda kaldik dedi ki bana "Turklerin ozel bir gunu herhalde bu gun". "Neden" dedim? Eee bakti kadin naylon torba naylon torba yok oyle bir dava, boyle bir nimet nerde, hangi ulkede. Bir tane salatalik, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? "Yahu ulkeme donunce ne isteyecegim biliyor musun". "Ne" dedim. "Turkiye'yi isterim de isterim diye tutturacagim" dedi. Bir espriydi ama bir gercek payi da oldugu su goturmez. Peki yerin altina gecelim. Krom, brom , toryum, bor.
Tamam guzel ama petrolun zekasina hayranim. Neden mi? Burda cikiyor, burda cikiyor, burda cikiyor ama Turkiye'nin sinirini ezberletmisler petrole, bir kilometregirmiyor iceri. Var mi boyle bir petrol, yani altimiz petrol dolu aslinda. Hadi petrolu de gecelim, uzaydan cekilen fotograflara gore bugun petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gun dunyadaki, Turkiye'de degil dunyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz daglarinda arzi endam ediyormus. Hos o bize bakiyor biz ona bakiyoruz ama Turkiye'nin dis borcunun 19 kati degeri oldugu tespit edilmis uzaydan cekilen fotograflara gore.

Yabanci ulkelere gittigimde ufacik bir tarihi vesIka buluyorlar, uc kere etrafini ceviriyorlar, birde bol para oduyorsunuz, boooyle bakiyorsunuz. 15 ayri medeniyeti barindiran 10000 yillik bir tarih var altimizda.

Romanya devlet butcesinin ucte birini nasil kalkindiriyor? Suni termal tesis yapmis adamlar dusunebiliyor musunuz suni. Erzurum'a gittim kayniyor, Kozakliya gittim kayniyor, Bursa'ya gittim kayniyor, Izmir kayniyor.
Sadece bizim sicak su kaplicamiz. Hakikisi var cunku elimizde.
Gecen gun Isparta Suleyman Demirel universitesi beni davet etti rektorluk, oraya gittim. Beni Davraz diye bir kayak merkezine goturduler. Kayak merkezinde kayakla kayiyordu herkes Davraz'ta. Birbucuk saat sonra, Antalya Akdeniz universitesinde verecegim konferans icin Antalya'ya indim. Millet denizde yuzuyordu. Var mi boyle bir ulke soyleyin bana. Birbucuk saatlik mesafede. Bursa, Uludag'a gidiyorsunuz kayak kayiyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok boyle bir ulke!Dunya yuvarlagini cevirin hepsinin bir araya geldigi bir ulke soyleyin bana, ben bulamadim. Ya gunesi var ya kari var ya denizi var ya dagi var birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar ozel ve guzel bir ulke bizim elimizdeyken basimiz dertten kurtulur mu? Asla. Dusmanimiz dunden daha az degil, dunden daha cok.Butun ulkelerin gozu bizim ulkemizde. Nasil olmasin ki! Galiba bir tek bizim gozumuz yok su ulkede.
Bu gun bunun icin parcalama ve bolme girisimlerini yuz yillardir uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sag-sol diye bolduler, kapisin dediler, yutmadik. Daha sonra etnik bolduler, kurt-Turk dediler, kapisin dediler, yutmadik. Dinimizi kullandilar, kapanan-kapanmayan, laik olan-olmayan, ATATURK'cu olan-olmayan diye dorde bese, tarikatlara bolunun dediler ki kolay alalim, yutmadik. Ekonomiyi kullandilar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadi. Yani tazi eski taziydi, habire culunu degistirdiler. Oyunun kurali buydu ama biz bu oyuna hic gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.

Yeni ATATURK'ler yetisiyor ve gelmekte. Iste bugun bizi kuvvetlendikce budanan, diger turlu oldugu surece de sulanan bir agac misali gormek gafletinde olan yada baska bir deyisle ayaga kalkmayacak kadar destekle ama yere dusmeyecek kadar kostekle politikasi uygulamaya calisan tum ulkelere, ic ve dis dusmanlarimiza karsi en guzel cevabi ne zaman verecegiz biliyor musunuz?
Onu anmayi birakip anlamaya basladigimiz zaman. Onu yakamizda tasidigimiz kadar fikir ve eylemlerimizde de tasiyabildigimiz zaman.
Onu ozledigimiz kadar ozumsedigimiz zaman. Onunla yarisan ama onu asmis yeni Mustafa Kemalleri yetistirebildigimiz zaman verecegimiz inanciyla. sizlerden Nakiye Hanim, Kara Fatma, Mustafa Kemal gosterdigin hedefe henuz ulasamamis olmaktan dolayi ozur diliyor ve bu hedefe ulasana dek sakin bizi affetmeyin diyor ve bir siirle programima son veriyorum:
ATATURK de et arti kemik arti kandi,
Insanustu degildi yani ATATURK,
ATATURK de herkes gibi kusurlari olan,
Kucuk buyuk ve cirkin de olabilirdi,
Ama guzeldi
ATATURK yorgunluk kahvesini bir su basinda yudumlamayi,
Serhat turkulerini, Alaturkayi, mesela Safiye Aylayi,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir Istanbul efendisi.
AsIk ve sair, mahcup ve urkek,
Ama Karadenizli degil Karadeniz kadar canli,
Adanali degil ama Adanali kadar sicak kanli,
Ve bir Aydinli kadar oturakli ve zeybek.
Velhasil bizim mayamizdan bizim kumasimizdandi MUSTAFA KEMAL.
Insan ustu degildi ATATURK, Tam insandi.
kaynak Erol Guclu/:BG

Tuesday, June 17, 2008

Şekerlik Türkiye

Mine G. Kırıkkanat

Temel ihtiyaç maddeleri arasında dip sacayağını, un, şeker ve yağ üçlüsü oluşturur. Savaş başta, ekonomiyi çökerten yokluk zamanlarında insan topluluklarının iyi beslenemese bile hayatta kalmasını sağlayan bu üçlüdür.
Türkiye, yakın zamana kadar yalnız un, şeker, yağ üretiminde değil, hububat, et, süt, meyve, sebze üretiminde kendi nüfusunu besleyen ve ihracat yapabilecek kapasitede bir ülkeydi.
Atatürk’ün ilk kez 1926’da kurdurduğu ve büyük önem verdiği, tohum üreten, damızlık üreten, aşılama yöntemleri geliştiren örnek tarım çiftliklerinin kapatılıp mangalcılara mesire yeri olarak özelleştirilmesi sürecinde, özellikle AKP’nin sadece beş yılda vardığı sonuç manzarası şudur:
Türkiye’de tohumculuk bitirilmiş ve buğdaydan mısıra, bütün un üretilen hububat tohumu, milyarlarca dolara özellikle ABD ile İsrail’den “genetiğiyle oynanmış”, dolayısıyla tohum vermeyen ve her yıl yenisi ithal edilen türlere indirgenmiştir.
Türkiye’de hayvancılık bitirilmiş, et ve süt ithal eder hale gelinmiştir.
Kuraklaşma nedeniyle gözümüz gibi korumamız gereken nadir tarım alanları sanayiye açılmış, oysa sanayiye açılmış toprağı bir daha ekmek mümkün değildir.
Türkiye nüfusu, sadece un veren hububatta değil, tüm gıda maddelerinde dünyanın bir numaralı “canlı denek laboratuarı”na dönüşmüş, undan süte, etten sebzeye, ottan meyveye, ağzımıza attığımız her bitki “genetiğiyle oynanmış” tarım ürünleri olup, dünya tarım tröstleri yeni geliştirdikleri türleri bu ülke insanları üzerinde test etmekte, kısa, orta ve uzun vadede yararını, zararını öğrenmek için “denek faresi” olarak bizim insanlarımızı kullanmaktadır.
***
Bu tröstlerden sonuncusu ve en fütursuzu, dünyanın bir numaralı tarım ve gıda ürünleri sanayii Cargill’dir.
Gündem yaratması gereken konulara tek satırlık bir bilgiyle dikkat çeken www.teksatir.com.tr sitesi, bombayı 14 Mayıs’ta yayınladığı ilk satırla patlattı. “Şeker tatsızlaştı, pancar üreticisinin tadı kaçtı,” tümcesiyle verilen bilgi, korkunç bir gerçeği içeriyordu:
Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD’de dünya genetiğiyle oynanmış mısır (mısırdan zengin olan bakan çocuklarını hatırlayın) üretimi lideri Cargill yetkilileriyle yaptığı görüşme sonucunda, Türkiye’nin mısırdan elde edilen şekerin “ithalat” kotası, yerel şeker üretimini korumak amacıyla bu tür ithalata sınır koyan AB ülkelerinin 7 ila 15 katına yükseltildi.
Böyle bir uygulama, Türkiye’de pancar şekeri üretimini de, pancar üreticisini de bitirmek anlamına geliyor.
Üstelik...
Hem genetiğiyle oynanmış, dolayısıyla yan etkileri henüz bilinmeyen mısırdan elde edilen şeker, pancar şekerinden yüzde 20 ila yüzde 25 oranında daha tatsız, çünkü NBŞ diye adlandırılan nişasta bazlı bir şeker türüdür.
Kahverengi şeker aldım, üstünde de “doğal” yazıyor diye şeker kamışı şekeri kullandığını sananlar da maalesef yanılıyor: Pancar üreticisini ekonomik anlamda gebertip Cargill’e “şekerlik” olarak Türkiye’yi sunan AKP iktidarı, yalnız NBŞ rantçılarını dünya fiyatlarının üç katına sattığı genetiğiyle oynanmış mısır ithalatıyla zengin eder. Ülkemiz, şeker kamışı kökenli şeker ithal etmez.
Sizin “doğal” diye yediğiniz kahverengi şeker, şeker kamışı melasıyla renklendirilmiş beyaz toz şekerden ibarettir.
Oysa dünyada üretilen şekerin dörtte üçü şeker kamışından elde edilmekte ve en sağlıklısıdır. Kamıştan geçtik, bari bizim öz kaynağımız pancarda kalsak, bunca yüzyıldır kötülüğünü görmedik, ama ne gezer? Gelsin mısır NBŞ, gitsin rantı rantçıların cebine, dünyanın üç katına yediğimiz en kötü şeker!
Son tarım alanlarımızdan birini, Konya Ovası’nı Cargill’in “bir daha ot bitmeyecek” kimyasal sanayiine açanlar, aslında Türkiye’yi tepesine vurulup, ağzından lokması alınacak bir köleliğe sürüklüyorlar.
Ekonominin çöktüğünü ve buğdaylık tohum, şekerlik “genetik” mısır tohumu alamadığımızı düşünün: Para yoksa, tohum da yok ve Türkiye, dayatılan her şarta “toprak bütünlüğü” dahil, evet demediği takdirde, açlıkla terbiye edileceği bir ortama hazırlanıyor.

mine.gokce@wanadoo.fr17.06.2008

AVRUPA'NIN 301'LERI.....

Italya Ceza Kanunu, Madde 292: 'Her kim ulusal bayraği veya devlete ait diğer bir sembolü aŞağilarsa bir yildan üç yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir. '

Almanya Ceza Kanunu, Madde 90: 'Her kim bir toplantida veya yazili neŞriyatin dağitilmasi suretiyle alenen Almanya Federal Cumhuriyeti' ne veya federe devletlerine veya anayasal düzenine hakaret eder veya kötü niyetle AŞAĞILARSA veya Almanya Federal Cumhuriyeti' nin veya federe devletlerden birinin renklerini, Bayrağini, Armasini Veya Ulusal MarŞini Tahkir Ederse üç yila kadar hapis veya para cezasi ile cezalandirilir. '

Polonya Ceza Kanunu, Madde 133: 'Her kim Polonya Halkini ve Polonya Cumhuriyeti' ni alenen AŞAĞILARSA bir yildan üç yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir. '

Ispanya Ceza Kanunu Madde 543: '...Ispanya'ni n, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerinin Sözle, Yaziyla Veya Eylemle alenen AŞAĞILARSA veya KÜÇÜK DÜŞÜRÜRSE, yedi aydan 12 aya kadar hapis cezasi ile cezalandirilir. '

Danimarka Ceza Kanunu Madde 110' Her kim bir milleti, devleti veya bayrak ya da alametlerini veya BirleŞmiŞ Milletleri ya da Avrupa Parlamentosu' nu alenen AŞAĞILARSA dört aya, eğer ağirlaŞtirici nedenler varsa iki yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir. '

Fransa Basin Özgürlüğü Kanunu Madde 30: '...hiç kimse Fransiz ulusunu, Fransiz devlet kurumlarini aŞağilayici yayin yapamaz'

Portekiz Ceza Kanunu Madde 332 '...Her kim sözle, hareketle, yaziyla veya bir iletişim araciyla Cumhuriyeti, ulusal bayraği veya ulusal marşi, Portekiz hükümranliğinin herhangi bir sembolünü veya amblemini aşağilar veya gerekli Saygiyi Göstermezse 2 yila kadar hapis cezasiyla cezalandirilir. '

Monday, June 16, 2008

80 YIL ÖNCE 80 YIL SONRA....

Hic bir milletin, ulusun 'Milli Bilinci ve Butunlugu ' kendi eliyle bu kadar ayristirilmamistir.

80 yıl önce 'Ne mutlu Türküm diyene' ATATURK


80 Yil Sonra:

'Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu kürdüm der. Türklük yerineTürkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir'
Tayyib Erdoğan

'Cumhuriyetin ilanı İstanbul'un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür'
Kadir Topbaş

'Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk olukakması gerekir'
Leyla Zana

'Toprak tek başına bir anlam ifade etmiyor. APO Türklere Allahın birlütfüdür.
İnsanları öldürmek yerine Kürtlere istedikleri toprakları vermek gerekir'
Ahmet Altan

'Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir'
M.Ali Birand

'Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebiKemalizm'dir'
Ahmet Altan

'Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin'
Çetin Altan

'Memleketi bir çift kadın memesine satarım'
Ahmet Altan

'Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim. Türkiye'de 1 milyon Ermeni'yle 30 binKürt katledildi'
Orhan Pamuk

'Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı Amerika'ya dönmeliyiz'
Fetullah Gülen

'Boğazlar milletler arası bir komisyona devredilmelidir'
Rahmi Koç

"
Ulus Devletten Kabile Devletine
Zahide Uçar

"Bağdaki sevmez iken dağdakini; dağdaki gelse, kovar bağdakini. " (Şinasi)

Kuklalar mı? Kuklacı başı aynı olduktan sonra kuklalar beni hiç ilgilendirmiyor.
KAREN FOGG M. Ali Birand'a ne demişti? "Türk tarihinin hakkından nasıl geleceğiz şekerim…"

Yazinin tamami icin:
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7727

Saturday, June 14, 2008

Bilinç kaybı ya da mankurtlaşmak!

Mankurtlasmis ogretmenlerin kodladigi mankurtlastilimis Humeynici kizin konusmasi ile Cengiz Aytmatov un olumu ayni gunlere denk geldi, ne garip!

"Aslında o kadın, Cengiz Aytmatov'un mankurt tiplemesinin bir örneğiydi. Örneğiydi diyorum, çünkü toplumumuzda bu tiplerin sayısı ve oranı az değildir.

Aytmatov'un mankurt tiplemesini yazdığı roman Cem Yayınevi'nce, "Gün Uzar Yüzyıl Olur" , Ötüken Yayınevi'nce "Gün Olur Asra Bedel" adıyla Türkçe'ye çevrildi. Sovyet döneminde romana konulamayan bir bölüm de, Ötüken Yayınevi'nce "Cengiz Han'a Küsen Bulut" adıyla çevrildi.
Konuyu Hüseyin Özbek'in "Bilinç kaybı ya da mankurtlaşmak" başlıklı makalesinden özetleyelim:
"Çok eski dönemlerde Kırgızların ve diğer Türk boylarının komşusu olan Juan Juanlar tutsak aldıkları savaş esirlerinin saçlarını usturayla kazıdıktan sonra kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirip çöle salarlar. Çöl sıcağında geçen süre içinde kuruyan deve derisi tutsağın kafasını mengene misali sıkar.Korkunç acılar verir. Saçlar kuruyan deve derisinden başlığın etkisiyle kafatasına doğru gelişir. Tutsakların bir çoğu korkunç acılara ve kızgın çöle dayanamaz, ölürler. Yaşayanlar ise bilinçlerini kaybederler. Hafızaları sıfırlanır silinir.

Geçmişlerini, ailesini, obasını ulusal köklerini unutur, benliklerini kaybederler. Bu, kafası boş, bedenleri sağlam tutsaklar efendilerine köle itaatiyle bağlanırlar. En ağır işlerde çalıştırılırlar. Deve çobanı olurlar. Onlar artık birer Mankurt olmuştur.Kırgızlar arasında bir ermiş olarak kabul edilen Nayman Ana, eski çağlarda oğlu tutsak düşen, Mankurtlaşan bir kadındır. Nayman Ana, uzun bir arayıştan sonra tutsak oğlunun izini bulur. Çölde ona geçmişini hatırlatmaya çalışır. Ana sıcaklığını kullanarak kendine gelmesi için çabalar. Ne yapsa boşunadır. Çünkü Mankurtluğun dönüşü mümkün değildir. Mankurt oğlu sonunda anasını oklar, öldürür.Nayman Ana'nın defnedildiği yer tüm Kırgızlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilir. Efsanesi de kuşaktan kuşağa günümüze ulaşır."

***Özbek, burada diyor ki, "Ulusundan, milli köklerinden, Türklük ekseninden uzaklaşan, Mankurtlaşan Türk Solunun trajedisini hep birlikte acı ile seyrediyoruz. Mangalda köz, mecliste söz bırakmayan; ABD'ye, zamanın AET'sine, 6. Filo'ya karşı çıkanlardan bazılarının devrimci geçmişlerine kalın bir çizik atıp, fonlu sivil toplumculuğa geçişle birlikte nasıl AB ve ABD yardakçılarına dönüştüğünü ibretle izliyoruz.

"Ya Türk sağı?
Vatan ve millet bilinci olmayan, tıpkı Milli Mücadele sırasındaki mandacılar gibi İngiliz ve Amerikan işgaline razı ama Türk hakimiyetinden rahatsız insanlar, siyasette güç kazandıklarını hissettikleri an gerçek tutumlarını takınıyor.Üzücü olan, Türk Milleti'nin bunları Müslüman zannederek peşlerinden gitmeleridir.İngiliz ve Amerikan işgalinin özellikle Iraklı kadınlar açısından Irak'ta neye malolduğunu bütün dünya görüyor. Üzerlerinden tabur tabur geçtiler!Bunu görmemek için gerçekten mankurt olmak gerekir. Fakat ne yazık ki, mankurtlaşmaya sebep olanlar veya mankurt yetiştirenler, basın-yayın dünyasında etkili olan sözde Müslüman aydınlar ve siyaset adamlarıdır.

***Lise çağlarında, orta birinci sınıf öğrencisi olan parasız yatılı öğrencilere Atatürk'ü kötüleyen bir öğretmenle karşılaşmıştım. Kendisini uyarmış ve faaliyetini önlemiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Atatürk aleyhinde çalışan bir iki kişi değil, geniş bir kadrodur. Üstelik devletin üniversitelerinde yetişmişlerdir.Mankurt yetiştiren bir devlet!

Demek ki devlet dediğimiz organizasyon; çoktandır Türk'ün elinde değildir ki bu ihanetler mümkün olabiliyor. "

Kaynak: Acik Istihbarat/ Arslan Bulut-Yeniçağ

Aydınlanma dini olan İslam, erkek egemenliğinden kurtarılmadığı sürece kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevecektir.

Türbanlı öğrenci, Humeyni’yi Atatürk’e niye tercih eder!


İki türbanlı öğrencinin televizyon ekra-nında söylediği, "Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum" sözünü nasıl değerlendirmeliyiz? Sünni türbanlı öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever? İslam Devrimi, İranlı kadınlara ne gibi "haklar" getirdi? Gelenekçi/muhafazakár ideolojilerin kadınlara dayattığı rol modeli konuşup tartışmanın zamanı gelmedi mi?

HER Müslüman’ın bildiği gerçektir:

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifelik meselesinden çıkan çatışmalar ortaya iki güçlü mezhebi çıkardı: Şii-Sünni.

Emeviler döneminde veraset yoluyla belirlenen halifelik, Abbasiler döneminde sembolik bir makama dönüştürüldü.

Sünni gelenek, halifelik makamına sembolik değerler yükleyip dünyevi siyasal otoritenin etki alanını genişletti.

Şii gelenek ise bunun tam tersi yolda gelişti; azınlık olmanın getirdiği bilinçle, siyasal, dinsel, sosyal ve ilahi olanı birleştirmeyi amaçlayan bir doktrin geliştirdi. Halifelik kavramı karşısına "imam" kavramını çıkardı. "İmam" cemaatin siyasal ve dinsel lideri olduğu kadar manevi konularda da en üst makamı oldu.

Şii doktrinine göre, imam doğrudan peygamber soyundan gelen kişiydi. İmamın otoritesi, bireyin günlük yaşamından manevi dünyasına kadar tüm sorunlarda "yol gösterici" olmaya kadar giden geniş bir alanı kapsıyordu.

Yani; siyasal liderlik yanında, İslam hukukunu en iyi bilen kişi olarak yorum yapma otoritesi de vardı.

İlahi ve teorik olarak gerçek otoritenin tek ve meşru temsilcisiydi. Yanılmazdı. "Doğru İslam’ın" kavranması konusunda bir tür bilgi tekeline sahipti. Vs.

Humeyni İran’ı

Humeyni bir "imam"dı.

Allah tarafından gönderilen ilahi yasaların mutlak, ebedi doğrunun ve toplumsal düzenin kuralları olduğunu söyledi hep.

İnsanın mutluluğunun ancak toplumun bu kurallara uygun biçimde düzenlenmesiyle mümkün olacağını vurguladı sürekli.

Peki, böyle bir toplum nasıl yönetilmeliydi?

Humeyni’ye göre monarşi, İslam’a aykırıydı. Doğru yönetim "velayet-i fıkh"a dayalı bir İslam devletiydi. Bu devletin anayasası şeriattı. Yani insanın yaptığı değil Allah’ın kelamı ve Peygamber’in sünneti temel yasalar olmalıydı.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil; şeriatındı.

Bu nedenle İslami devletin yasama organı yasa yapmazdı; sadece bir danışma ve düzenleme organıydı. (Bazı çevrelerin, Türkiye’deki hukuk kurumuyla neden sürekli tartıştıklarını da bu çerçevede değerlendirilebilir miyiz? Ya da bazı hukuki kararlarda dini ulemanın görüşünün alınmasını isteyen anlayışı da yine bu çerçevede yorumlamak gerekir mi? Geçelim...)

Humeyni rejiminde "yürütme" yetkisi kime ait olacaktı?

Yanıtı basitti: Toplumun hem manevi, hem dini, hem de siyasal lideri olan Humeyni’ye.

Kuşkusuz Humeyni’nin önerdiği düzen bir "cumhuriyet"ti. İdari işlerle ilgilenen görevliler ve danışma görevi yapan "yasama" organı bir seçimle belirleniyordu. Fakat bu düzen hiçbir zaman "demokrasi" olamazdı. Çünkü insan ürünü yasaya değil mutlak ilahi yasaya uymak zorunluluğu vardı. Uzatmadan soralım:

Laik Türkiye’de yaşayan Sünni türbanlı bir öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever?

Sorunun yanıtından önce, Humeyni İran’ında kadının yerini de analiz etmeye çalışalım.

Cinsiyet ayrımcılığı

İslam Devrimi öncesinde sokak gösterilerinde kadınlar en öndeydi.

Devrimden önce, siyasal gösterilere katılan kadınların, erkeklerle eşitliği ve katkılarının önemi üzerine kurgulanan İslamcı söylem, devrimden sonra siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez kadının evcilleştirilmesi ve dindarlaştırılmasına dayalı özgün bir cinsiyet ayrımcılığının kurumsallaşmasına yöneldi.

Bütün gelenekçi/muhafazakár ideolojiler gibi İslam Devrimi’nde de kadın; siyasette, iş hayatında veya başka herhangi bir alandaki kadın değil, sadece ve sadece ailede kadındı.

Kuşkusuz tüm bunların altında kadına yönelik güvensizlik vardı.

Bunun en çarpıcı örneği, ceza yasası Kısas’ta yer almaktaydı. 1981’de meclisten geçerek yasalaşan Kısas, ilk İslam toplumlarının cezalandırma anlayışını yansıtıyordu. Yani, şeriata dayalı, esas olarak öldürme, cinsel suçlar ve içki içmek gibi kamu düzenini tehdit eden eylemleri cezalandırma, öç alma anlamına gelmekteydi. Kısas, kadını ikincil insan konumuna getiriyordu.

Örneğin:

Kısas’ta öncelikle taammüden işlenen cinayetlerde kadınlar şahit olarak kabul edilmiyordu.

Ve daha acısı:

Kısas’a göre, Müslüman bir kadını öldüren Müslüman bir erkeğin kısas ile cezalandırılabilmesi için, öldürülen kadının yakınlarının cezanın infaz edilebilmesi için ödemesi gereken kan parası, bir erkek için ödenmesi gerekenin yarısı kadardı! Yani kadının yaşamının değeri erkeğinkinin ancak yarısına eşitti.

Kadınlara yönelik ayrımcılığın çarpıcı bir başka örneği ise, zina halinde kocası tarafından görülen bir kadının yine kocası tarafından öldürülmesi halinde katilin cezalandırılmamasıydı!


İslam Devrimi kadınlara bazı "haklar" da getirdi kuşkusuz!:

Çokeşliliği ortadan kaldırmadı. Evlilik yaşı 18’den 13’e düşürüldü.

Okullarda kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda ve mümkünse ayrı binalarda öğrenim görmeleri şartı getirildi. Ders araç ve gereçleri ile ders kitapları kız ve erkekler için ayrı ayrı düzenlendi. Erkek öğretmenlerin kız öğrencilere ders vermesi engellendi.

Bazı meslekler kadınlara yasaklandı; yargıçlık gibi...


Tüm bunların amacı, kadının geleneksel analık-eşlik rolünü pekiştirerek, toplumsal hayattan elini eteğinin çekmesinin istenmesiydi.

Velev ki simge

Kara çarşaf, İslam Devrimi’nden önce Şah despotizmine karşı tepkinin sembolüydü. Bu nedenle sadece İslamcıların değil her siyasal görüşten kadının giydiği bir giysiydi. Kadınların çoğu devrimden sonra, artık bir simge haline gelen/getirilen kara çarşafı bir daha çıkaramayacaklarını düşünmemişlerdi bile.

Düşünmemişlerdi; çünkü başta Humeyni olmak üzere din adamlarının İslam’da zorlamanın olmayacağı sözlerine inanmalarıydı. İslam Devrimi’nden sonra örtünmek rejimin sembolü haline geldi. Örtünmeyen kadınlar çeşitli biçimlerde saldırılara uğradı.

4 Temmuz 1980’de Humeyni’nin isteğiyle kamusal alanda çalışan kadınların örtünmesi zorunlu haline getirildi. Özel sektörde bu karara uydu. Esnaf ve tüccarlar örtünmeyen kadınlara satış yapmamaya başladı.

Zorunlu örtünmeyi protesto eden ve bu nedenle gösteriler düzenleyen kadınlar, "Amerikan ajanı", "Şah yanlısı" ve hatta "fahişe" olarak adlandırıldı.

Ayetullah Ali Hamaney, Tahran Üniversitesi’nde örtünmeye karşı çıkan kadınlar hakkında bakın neler söyledi:

"Onlara fahişe demek istemiyorum, çünkü fahişelerin yaptıkları kendilerini ilgilendirir. Bu başı açık kadınların eylemleri ise toplumu ilgilendirmektedir. Bu nedenle onları karşı-devrimci olarak adlandırıyorum."

Rafsancani ise kadınları uyarıyordu:

"Önce bunlar ikaz edilmeli. Sonra yasalar var; ahlaka aykırı giyinip dışarı çıkanlar bu davranışlarından dolayı mahkemelerde cezalandırılacaklardır. Gördüğüm bu eğilim nedeniyle çok endişeliyim. Korkarım ki en sonunda müdahale edilmesine izin vermek zorunda kalacağız."

Özellikle çalışan kadınlar üzerinde yoğunlaşan örtünme zorlamaları kentli, meslek sahibi, eğitimli kadınları olumsuz etkiledi. Çaresizdiler. Çünkü sosyalistlerden liberallere kadar her siyasal çevre kara çarşafı emperyalizme karşı mücadelenin bir simgesi olarak görüyordu!

Örtünmenin, emperyalizmle mücadeleyle, kadının metalaştırılmasıyla ne ilgisi vardı; bunlar o günlerde tartışılmadı bile.

Tartışmadıkları için, toplumdan dışlanan, mülteciliğe zorlanan ve hapishanelerde ölüme yollananlar da bu kesimler oldu.

Neyse, konumuz "aydın aymazlığı" değil.

Konumuz, laik Türkiye’de Sünni türbanlı bir öğrencinin Şii İmam Humeyni’ye olan hayranlığıydı.

İngiltere sömürgesi bile olmayı kabul eden bu genç türbanlıları kim ne zaman, nasıl yetiştirdi? Asıl mesele ne biliyor musunuz?

İslam’ı sadece erkek egemen/üstün (ataerkil) bir anlayış haline getirenler kendi gündemlerini eve hapsettikleri kızlarımızın da gündemi haline getiriyorlar. Bu da varsa yoksa türban meselesi!


Bu nedenledir ki, gündeminde sadece türban olan bu kızımız, meseleye salt bu noktada yaklaşınca doğal olarak sömürge olmayı bile kabul edip, mezhepsel farklılıkları bir yana atıp Humeyni’yi sevebiliyor. İran’ın onu ilgilendiren tek tarafı kadınlarının örtülü olması.

Peki, kadının tek sorunu üniversiteye başörtüsüyle girebilmesi mi?

Hadi genelleyelim, kadın örtününce tüm sorunları ortadan kalkıyor mu? Bu kızımıza göre öyle. Yoksa kadını kara çarşaftan (ki İslam’da kara çarşaf yoktur) kurtarmaya çalışan, toplumsal hayatın içinde erkekle eşitleyip cinsler arası eşitsizliği kaldırmaya uğraşan Atatürk’ü niye sevmesin.

Sonuçta; İslam erkeklerin elinden kurtarılmadığı sürece türbanlı kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevmeye devam edecektir.


İslamcı televizyonda ’devrim’ yaptılar!

İki uzmanın bir İslamcı TV kanalında, erken boşalmayı, iktidarsızlığı tartışması bizim medyamız tarafından "devrim" olarak değerlendirildi. Peki, gerçekten bu bir "devrim" mi? Yoksa ne?

TÜRKİYE’de erken boşalma ve iktidarsızlığın bir İslamcı televizyon kanalında konuşulmasının "devrim" olduğunu anlamamız için iki örnek olay aktarmam gerekiyor.

1) El Quds el Arabi’nin 25 Temmuz 2007 tarihli haberi:

Suudi Arabistan El Ray televizyon kanalında "Aşk Serüveni" adlı bir program var. Sunucusu kadın doktoru Fevziye el Dureym. Program eşler arasındaki evlilik, cinsellik gibi konuları işliyor. Örneğin, yüzleri kapatılmış bir grup Suudi erkek stüdyoda cinsel deneyimlerini anlatıyor.

Bir programda, erkekler sevişme sırasında kadınlardan ne beklediklerini söylediler. Hatta biri sevişme sırasında kadının erkek polis üniforması giymesinin kendisini tahrik edeceğini belirtti.

Yine Suudi Arabistan’da El Yom adlı bir başka televizyon kanalında, bir psikiyatrın yazdığı "Bir Lise Öğrencisinin Kaşkolu" adlı kitap tartışıldı. Kitap son yıllarda erkekler arasında eşcinselliğin arttığını; gençlerin kadınlara imrenip onlar gibi süslenerek kıyafetler giydiğini anlatıyordu.

Her iki konu da Suudi televizyon kanallarında açıkça tartışıldı.

Suudi TV kanalları "devrim" mi yapmıştı? Sorunun yanıtına geleceğiz ama bir haber daha aktarmamız gerekiyor.

2) El Ouds el Arabi’nin 5 Mart 2007 tarihli haberi:

Mısır’da yayın yapan Rotana adlı televizyon kanalında program yapan Hale Sirhan, ülkesindeki fuhuş olayını cesur biçimde araştırıp ekrana taşıdı. Bu belgeselde üç hayat kadını, Kahire barlarında mesleklerini nasıl icra ettiklerini anlattılar.

Program yayınlanır yayınlanmaz Mısırlı erkekler ayağa kalktı. Güya Hale Sirhan, milleti ahlaksızlık ve fuhuşa teşvik ediyordu; dine aykırı biçimde kadınları açık saçık göstererek namuslu kadınların aklını çeliyordu.

Uzatmayayım, sonuçta sadece program yayından kaldırılmadı, Hale Sirhan da Mısır’dan kaçmaya mecbur edildi.

Hale Sirhan’ın programı ile Fevziye el Dureym’in programı arasında ne fark vardı?

Bu iki program arasında dağlar kadar fark vardı!

Bu farkı bildiğiniz zaman, erkeklerin erken boşalmasını, iktidarsızlığını konuşup tartışan Türkiye’deki İslamcı televizyon kanalının "devrim" yapıp yapmadığını anlarsınız.

İşte fark şudur:

İslam’ı erkek egemen/ataerkil haline getirenler sadece erkeklerin sorunlarının konuşulmasına izin vermektedirler.

Erkeğin her problemini televizyonda konuşup tartışabilirsiniz ama kadının asla!

Bütün mesele budur.

Ve türban sorununun temelinde de işte bu erkek egemen bakış açısı vardır.

Aydınlanma dini olan İslam, erkek egemenliğinden kurtarılmadığı sürece kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevecektir.
SONER YALÇIN

Başarmadan, becermeden, didinmeden, çalışmadan, düşünmeden, bilgi-görgü edinmeden, akıl etmeden, kafa yormadan...

Tam bize göredir futbol, bize göredir...

13 Haziran 2008

Bekir COŞKUN

Futbolun iyi yanı...


FUTBOLUN iyi tarafı da bu:

Evdeki üçlü koltukta öyle yayılmış otururken bir anda "zafer" kazanıyorsunuz.

Siz hiçbir şey yapmıyorsunuz.

Zaten bir şey yapmaya da niyetiniz yok ve her zamanki gibi aval aval bakınıyorsunuz televizyona.

İşte o anda "zafer" sizin oluyor.

Dünya umurunuzda değil, başarmak diye bir derdiniz bulunmuyor. Bir çabanız, bir sorumluluk duygunuz, bir gayretiniz, biraz olsun kazanma derdiniz yok...

Birden kazanıyorsunuz...

Hatta ayaklarınız duvara dayalı, uyukluyor da olabilirsiniz. Uyandığınızda bakarsınız ki, aaa kazanmışsınız...

Mesleğinizle ilgili bir beceriniz, çevrenizdeki kirlilikle ilgili bir tepkiniz, ülkemizin içine düştüğü bataklığa dair bir fikriniz, mutsuz yaşamlar karşısında bir sorgulamanız...

Bir fikriniz...

Bir düşünceniz...

Biraz olsun zihniniz de yok.

Ama o an "galip" geliyorsunuz...

*

Futbolun iyi tarafı bu.

İşte; daha iki gün önce medyada "Kaybettik", "Yıkıldık" başlıkları vardı. Ama dün her şey değişti:

"Zafer..."

"Çılgın Türkler..."

"Diriliş..."

"Duy bizi dünya..."

Bu ülke ve bu toplum hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey değişmeden... Bir meşin parçası iki tahtanın arasından geçti diye böyle oldu.

Kazandık...

*

Futbolun iyi yanı bu.

Bir şey yapmadan kazanıyorsunuz.

Çaba harcamadan yeniyorsunuz.

Yerinizden kıpırdamadan galip geliyorsunuz...

Başarmadan, becermeden, didinmeden, çalışmadan, düşünmeden, bilgi-görgü edinmeden, akıl etmeden, kafa yormadan...

Zafer sizin oluyor.

Tam bize göredir futbol, bize göredir...

Friday, June 13, 2008

İnanılmaz ama gerçek! ... İşte TBMM’den geçen son petrol kanunu...

Daha gecenlerde Tv de Irak'da savasmis yetkili bir asker
"Irak ve bolgesinde muthis bir petrol reservi bulunmali...bu kesin
bolgesinin her yerinden petrol fiskiriyor..."diyordu.

Arkasindan Turkiye'de bu yasa ciksin, tesaduf olabilir mi?
Olamaz, cunku 1908 lerde de bolgede petrol bulundugunda da
Osmanlinin faturasi cokdan kesilmemismiydi?

Yiğit Bulut
ybulut@gazetevatan.com13.06.2008

Savunma yapanlar, birçok karşılık verecekler, ama... ama... ama ne oldu biliyor musunuz; Cumhurbaşkanı “set oldu da” bu iş “olmadı” ...

Hangi Cumhurbaşkanı demezsiniz umarım! Cevap belli değil mi; Ahmet Necdet Sezer...

İşin detayı bir yana Türkiye Büyük Millet Meclisi aşağıdaki detayları içeren petrol kanununu AKP grubunun oyları ile geçirdi ve onaya gönderdi.

İnanılmaz ama gerçek!
Irak’ta “işgal” ile geçmeyen düzenleme, Türkiye’de güle oynaya geçti!

Korkunç detaylara gelince...
- Petrol arama ve üretim faaliyetinde bulunmak için yapılan başvurunun değerlendirilmesinde, önceki yasanın ilk kriteri olan “talebin milli menfaatlere uygun olması” ölçütü yasadan çıkarılarak; öncelikle ülke yararını gözetme anlayışından vazgeçilmiştir.

- “Yabancı devletlerin doğrudan doğruya veya dolayısıyla idaresinde etkili olabilecekleri şirketler ile yabancı bir devlet için veya yabancı bir devlet namına hareket eden şahısların, petrol faaliyetinde bulunamayacakları, mülk edinemeyecekleri, tesis kuramayacakları” hükmü yeni yasa ile çıkarılarak; stratejik öneme sahip bir konuda yabancı devletlerin belirleyici olması önündeki engeller ortadan kaldırılmıştır.

- Yabancı şirketlere ürettikleri petrol üzerinde sınırsız tasarrufta bulunarak, tamamını ihraç etme hakkı getirildi. Olağanüstü durumlarda bile üretilen petrolün ülke içinde kullanılması ve memleket ihtiyacını gözetme zorunluluğu kaldırıldı.

- Yabancı şirketlere sınır tanımaksızın her yerde faaliyette bulunma hakkı getirildi.

- Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın mevcut yasada bulunan devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunma hakkı kaldırılarak, özelleştirilmesinin önü açıldı.

- TPAO yabancı şirketlerle aynı statüde değerlendirilmeye alındı. Önceki yasada yer alan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın diğer şirketlerden daha fazla arama ruhsatı alabilme hakkı, tasarı ile kaldırıldı. TPAO’nun ruhsat sayısındaki avantajlı konumu yok edildi.

- Üzerinde arama veya işletme hakkı bulunmayan bir sahanın, işletme ruhsatnamesi mevzu olarak, müzayedeye çıkmadan önce, TPAO’ya teklif edilerek, TPAO’ya işletme ruhsatının verilmesine ilişkin mevcut yasa maddesi kaldırılarak, kamu kuruluşumuzu diğer yabancı şirketler karşısında gözetme anlayışı terk edildi.

- Türkiye, sadece kara ve denizler olmak üzere iki bölgeye ayrılarak, ruhsat alanları karada 100.000 denizde 1.000.000 hektara, ruhsat süreleri de karada 5, denizde 8 yıla yükseltildi. Ruhsat sayısına hiçbir sınırlandırma getirilmeyerek, tek bir uluslararası şirketin veya yabancı bir devlet şirketinin bütün ülkeyi kapsayacak alanda tek başına ruhsat sahibi olmasına imkân verildi.

- Arama ruhsatlarından hektar başına alınan devlet hakkı geliri tamamen kaldırılarak gelir kaybı yaratıldı.

- Hampetrolden alınan yüzde 12.5’lik devlet hissesi oranı, günlük üretim miktarına göre kademeli olarak yüzde 2’ye kadar indirildi ve bunun sonucu olarak üretimden sağlanan ülke mevcut geliri yüzde 70 azaltıldı.

- Denizlerde bulunacak petrol üretiminden alınacak devlet hissesi oranlarının düşürülmesinden sonra, su derinliğine bağlı olarak yüzde 30’a varan ilave indirimler getirildi.

Sonuç:
İnanılmaz ama gerçek...Veto bir yana “bu kanun” yukarıdaki hali ile TBMM’den geçti!
Korkunç değil mi!
ne diyelim!
Anayasa Mahkemesi’ne “laf edip” eleştirenler, bizim yetkimiz diyenlere özellikle milletvekillerine soruyorum; yetkinizi böyle mi kullanıyorsunuz?