Friday, February 27, 2009

BASKA BIR 'TÜRBAN' YAZISI
Gazeteport
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir @gmail.com
Eyy benim kafası 'su kaçırmasın hava almasın' diye devekuşu yumurtası gibi paketlenmiş hemşirem!
Eyy dini modernize edemediğinden, çağdaş yaşamı islamize etmeye çalışan tuhaf iktidarın seçmeni!
Eyy benim üstü kebap altı Lara Croft modifiye müslüman kardeşim!
Ey inandığı din;
erkeği kadına tercih eden,
üstün gören,
erkeğin otoritesini tartışılmaz ilan eden,
erkeği kadının hamisi,
kadını erkeğin hayatını kolaylaştırıcı unsur,
vesayet altında tutulması gereken bir çeşit geri zekalı ya da aciz ve hatta şeytan konumunda tanımlayan hemşirem!
Dini inancı 'Penis Diktatoryasına mutlak itaat'ı emreden hemşirem!
İslamiyeti 'kültür', ahlakı dinden ibaret sanan hemşirem!
Eyy benim yaşama dair talimatı, erkekler tarafından yazılmış, erkek postacı Cebrail aracılığıyla gönderilmiş din kitaplarından alan hemşirem!
Üniversiteyi bitirirsen, diplomayı duvara asıp evinin kadını olacağını, kocanın şirketlerinden birinde çalışıyormuş gösterilip Bağkur primlerinin ödeneceğini, sonra da benim yıllarca it gibi çalıştıktan sonra bağlanan emekli aylığım kadar emekli aylığı alacağını biliyorsun değil mi? Ben de biliyorum. Bu hiç hoşuma gitmiyor.
Belki de kocanın şirketlerinden birine ortak gösterilirsin, adına ihalelere katılınır, 'vekaleten' kararlar, krediler alınır, hisseler satılır. Senin iraden dışında, haberin bile olmadan, sen hayata katılamadan ailenin erkekleri senin adına herşeye katılırlar, ekonomiyi falan bile yönlendirirler hatta. Sen de asaleten değil 'vekaleten' yaşayıp gidersin.

Üniversiteye okumak için mi gitmek istiyorsun?
Hayır! Üniversiteyi medreseleştirmeye. Mescit, çömelmeli kenef, abdest lavabosu talep etmeye. Diğer kadınlar üzerinde baskı oluşturmaya.
Kamu binasına çalışmak için mi girmek istiyorsun?
Hayır! Mescit, çömelmeli kenef, abdest lavabosu talep etmeye. Diğer kadınlar üzerinde baskı oluşturmaya.
Her yere Penis Diktatoryası' nın sana verdiği talimatları yerine getirmek için girmek istiyorsun. Bir düğmenize basacaklar, sürüler halinde çağdaş giyimli kadınların üzerine saldıracaksınız. Bir düğmenize basacaklar birşeyi protesto etmek ya da liderinizi alkışlamak için okullardan (AKP'li Belediye'nin tahsis edeceği) otobüslerle meydanlara doluşacaksınız.
Erkek emredecek siz yerine getireceksiniz. İnisiyatif, karar alamadan. Hiçbir zaman kendi başına hareket edebilen çağdaş, özgür kadınlar olamayacaksını z. Hep sürüler halinde yaşamanız, sürüler halinde eylem yapmanız gerekecek. Sizin yerinize Penis Diktatoryası düşünecek, beyninizdeki gri hücreleri kullanmayacak, alınan kararların sorumluluğunu üstlenmeyeceksiniz.
Pasif yaşamak da bir tür rahatlıktır hemşire. Bunu istiyor da olabilirsin.
Düşünmeme, koşulsuz itaat etme karşılığında ananın rahmi kadar sıcak, sarıp sarmalayan yuvanda güven içinde oturup, itaate dayalı sosyal düzen isteyen 'kul' çocuklar yetiştireceksin. Karnına basınca elham okuyan, bacağını çekince hatim indiren bebeklerle oynayan, isyan değil itaat eden 'kul'lar.
Türban dediğin tesettürün sadece bir parçası hemşire. Kafa derisinde çıkan keratini kapatan kumaş parçası. Sana göre Allah'ın yarattığı saç, bana göre evrim sürecinde beyni radyasyondan, ısıdan korumak için oluşmuş izolasyon maddesi. Şampuan reklamına göre 'hazinemiz', İslama göre bir telini gösterirsek cehennemde yanacağımız kıl kümesi.
Dinin örtünmeni emrediyorsa neden (Penis Diktatoryasını n sokağa döktüğü) İranlı kızkardeşlerin gibi kara çarşaflara girmiyorsun? Bak "Eşarp yetmez, en iyi örtünme kara çarşaftır" diye sana destek gösterileri yapıyorlar oralardan.
Ama sen hemşire! Sen Ampul Partisi'nin sadakalarından, lutuflarından, avantalarından payını almakta olan Araplaşmış, ruju ojesi yerinde hemşire! Sen tesettür mayoya 250 Dolar, ipek türbana 500 Dolar, ya da üç kilo bulgura bir oy verebilen hemşire!
Sen, Allah korkusu, erkek korkusu, ölüm-cehennem korkusu arasında sıkışıp kalmış gariban! Bırak o soyut korkuları da, yakında Türkiye'de de kurulmasını beklediğim din muhafızlarının kızılcık sopasından, kırbacından, recm'inden kork.
Şimdilik rengarenk giyinebilmeni laik Cumhuriyet'e borçlu olduğunu da hiç unutma hemşire. Ampul Partisi'nin hortumlayıp babanın/kocanı n cebine koyduğu avantada, oruç/namaz polisine ödeyecekleri maaşlarda benim aylığımdan kesilen, içtiğim rakıda, şarapta ödediğim vergiler olduğunu herzaman hatırla. (hadi sor şimdi Alo Fetva hattına: "İçkiden alınan vergiyle Din Polisi'ne maaş ödenirse bu para helal midir?").
Sen de ben de biliyoruz ki senin dini inancının sana verdiği görev, yüklediği sorumluluk okumak, çalışmak, sosyal hayata aktif katılım değildir hemşire. Senin aklın bir adamın üçüncü beşinci karısı olmaya, ona sorgusuz itaat etmeye yatıyorsa eğer, eve kapanıp rahmin döl tutmayacak hale gelinceye kadar çocuk doğurup onları 'itaatkar, isyan etmeyen kullar' olarak yetiştirmeye yatıyorsa eğer, senin ne okumandan fayda gelir ne çalışmandan hemşire.
Kadını cinsel obje, ticari meta olarak gören sokakta kendi halinde yürüyen erkek değil, Kanada'dan Avustralya'ya kadar yayılmış yıllık cirosu 95 milyar Dolarlık tesettür giyim pazarıdır hemşire.
Kadını cinsel obje olarak gören dindar, dinsiz, ateist, bilmemneist erkek değil, beyni dinle yıkanmış yobazdır hemşire. Ona daha çocuk yaştayken nikah kıyabilen, kadını kapatarak pasifize eden Penis Diktatoryası' nın yobazı.
Soyut korkularını besleyerek özgüvenini aslında Penis Diktatoryası kırıyor senin. Sonra gelip "Beni mağdur ettin, bana zulmettin" diye beni suçluyorsun. Sonra da aynı Penis Diktatoryası açık (yani normal) giyindiğim için beni 'kokoş', değersiz ilan edip sana benim üzerimden kendini namuslu, değerli hissettiriyor, prim veriyor. Benim üzerimden senin egonu şişiriyor. Kadını kadına kırdırıyor yani.
Fallik strüktürde ibadethanelerde tapınanlara da bu yakışıyor

Tuesday, February 24, 2009

İki Ayrı Dünya...

Cumhuriyet 23.02.2009

2000’Lİ YILLARDA /ERDAL ATABEK

Habertürk TV kanalında Erdoğan Aktaş’ın tartışma programında iki konuşmacı tartıştı.
Konuşmacıların birisi, Haksöz dergisi yazarı Hamza Türkmen idi.

Konuşmacıların birisi de Prof. Dr. Nurşen Mazıcı idi. Marmara Üniversitesi öğretim üyesi.
Hamza Türkmen, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşundan başlayarak eleştirdi. Batılı değerlerle kurulduğunu söyledi. Ulus olmanın, laikliğin Batılı değerler olduğunu, bu değerlerin alınarak Türk toplumunun dini yaşam biçiminden uzaklaştırıldığını, dinin bir yaşam biçimi olmaktan çıkarılıp bir inanç sistemine getirildiğini söyledi. Konuşmacı, böylece, Müslümanların inançlarına göre yaşayamadıklarını, bunun da zulüm olduğunu açıkladı.

Prof. Nurşen Mazıcı ise Türkiye Cumhuriyeti’nde kimsenin dini inançlarına karışılmadığını, isteyen herkesin ibadetini istediği gibi yaptığını, ancak toplumun din kurallarına göre değil, insanların tartışarak kabul ettiği dünya görüşlerine göre yönetildiğini açıkladı. Bu arada Atatürk’e yönelik eleştirilere açık yanıtlar vererek konunun çeşitli yönlerine de yetkinlikle karşılık verdi.

Benim üzerinde durmak istediğim nokta bu tartışma değil.

Ben, “iki ayrı dünya” üzerinde durmak istiyorum, çünkü, sanıldığından çok daha önemli.
Hamza Türkmen’in dile getirdiği eleştiri ve istemlerin çerçevesi “bütünüyle din emirleri tarafından yönetilen bir toplumda yaşama” özlemidir.

Sözü edilen toplum, şeriatla yönetilen İslam devletidir.

Konuşmacı, bu konunun bir isteyip istememe konusu olmadığını, inanmış her Müslümanın böyle yaşama zorunluluğu olduğunu, bu konuda mücadele etmesi gerektiğini açıkladı. Kanımca, kendi inancına böylesine bağlı bir kişinin bu isteği tutarlıdır ve açıklamaya da hakkı vardır.

Prof. Nurşen Mazıcı bilinçli bir Atatürkçüdür. Ulus devleti, laikliği, bağımsızlığı savunmaktadır. Batı’da gelişmiş olan evrensel değerleri savunmaktadır. Bunlar bağımsızlık, laiklik ve ulus devlet kavramlarıdır. Batı’da da rönesans ve aydınlanma ile ortaya çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş felsefesini oluşturmaktadır. Bunları kabul etmek Batılı olmak değil, evrensel olmaktır.

Türkiye bugün, böyle bir yol ayrımına gelmiştir.

Ya Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olan “bağımsızlık, laiklik, üniter ulus devlet” temelinde gelişimini sürdürecektir ya da kuruluş felsefesi bütünüyle terk edilerek “din kurallarına bağlı, Sünni İslam esaslı, etnik ayrımcılığa yer veren, büyük ölçüde ABD ve AB’ye bağımlı bir devlet” olacaktır.

Ayrım bu ölçüde kesin ve radikal olmayabilir.

Bir süre AKP tarafından yapıldığı gibi, sivri uçlar örtülü koruma altına alınıp gözden uzak tutularak ama ana hedeften hiç sapılmadan, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığının çevresinden dolanarak iktidar olunabilir.

Ama hiç kuşku duyulmasın ki, siyasal iktidar bu ellerde kalıp uzadıkça asıl hedefe daha cesaretle yaklaşılacak, niyetler daha açık ortaya konacaktır.

Bugün bu çizgide sanılandan çok daha fazla yol alınmıştır ve alınmaktadır.

Habertürk kanalındaki bu tartışma açık bir uyarı niteliğindedir.

Türkiye, açıkça “iki ayrı dünya” arasında çalkantıya itilmiştir.

Bu çalkantı açıktır ki, emperyalizmin yeni görünümlü eski bir oyunudur.

Yeni görünüm “ılımlı İslam projesi”dir, “BOP”tur. Eski oyun ise Sevr Antlaşması’dır.

Ama emperyalizmin pek hesaba katmadığı bir gelişme daha var.

Avrupa İslamı da benzer doğrultuda genişlemekte, yaygınlaşmaktadır.

Yıllarca önce İslami kesimden bir tanıdığım, “Biz Avrupa’yı dinle fethedeceğiz” demişti.
Avrupa’da yapılan ve tartışmalara yol açan “prestij camileri” olgusu da bu bakış açısını yansıtıyor.

Ancak, AKP örneği de gösteriyor ki, din kesimi kapitalizmle hiç sorun yaşamadan uyuşuyor.
Gidiş görülmesine görülüyor da ne yapılması gerektiğine ilişkin ortak bir kararlılık görülmüyor.
Acaba hâlâ zaman var mı?
erdalatak@gmail. com www.erdalatabek. com

Thursday, February 12, 2009

Tehlikeli Cehalet....
Ayın dünyadan uzaklığını bilmemek 'tehlikesiz cehalet'tir.
Bunu bilmezseniz 'tehlikesi yoktur'.
Ama önünüzdeki çukuru göremezseniz, bu 'TEHLİKELİ CEHALET' olur.
Çukura düşer ve kurtarılmayı bekleyerek debelenirsiniz.
Belki birisi sesinizi duyar ve sizi kurtarır.Ama artık siz kendinizi 'onun sizi kurtardığı duygusu'ndan kurtaramazsınız.
Eğer o çukurdan kendi gücünüzle çıkabilirseniz özgüveniniz artar.

Bağımlılıkla bağımsızlık arasındaki fark kısaca budur.

Durumunuzu bilirseniz belki kendinize yardım edebilirsiniz.Ama başkasının kolunda yürürken kendinizi bağımsız sanarsanız, işte bu'TEHLİKELİ CEHALET'tir.

Bugün Türkiye'yi bağımsız sanmak, bu nedenle 'tehlikeli cehalet'tir.
Gönlü Arap ülkelerinde, beyni Amerika'ya ipotekli, cebi uluslararasısermayeye çengelli bir siyasal iktidarla Türkiye bağımsız olamaz.

Atatürk Türkiye'si ile bugünkü ülkemiz arasındaki farkı görmemek,görüp de kabul etmemek, kabul edip de Atatürk'ü eleştirmek 'TEHLİKELİ CEHALET'tir.

Atatürk'ün büyük hedeflerinden birisi 'bilince yönelik çağdaş eğitim' idi."Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü o'nundur..

Bugünün siyasal iktidarı için geçerli eğitim hedefi bütünüyle değişmiştir.Siyasal iktidarın eğitim hedefi, 'inanca yönelik sermayenin hizmetineuyarlı insan gücü yetiştirmek'tir.

Din temelli toplumun eğitim amaçları her yolla devreye sokulmaktadır.
Bunu görmemek, görüp de kabul etmemek, kabul edip de bu durumu'demokrasi sanmak' 'TEHLİKELİ CEHALET'tir. Demokrasi, bütünüyle bir kurallar ve kurumlar politikasıdır.

Demokrasinin temeli laikliktir.
Laikliğin temeli dindar-dinsiz ayrımı yapmamaktır.
Laiklik olmazsa yurttaş eşitliği olmaz.
Yurttaş eşitliği olmazsa demokrasi olmaz.
Bunu bilip de bilmezden gelmek, bunu bilip de görmezden gelmek,'TEHLİKELİ CEHALET'tir.

***Neden 'TEHLİKELİ CEHALET' toplumların başına bela olur?Çünkü, toplumların bir bölümü bu durumdan büyük çıkarlar sağlar.
Geri kalan bir bölümü de küçük çıkarlarla yetinir.

Bir bölümü, ilerde kendisinin de çıkar sağlayacağını umar, bir bölümü durumu görür, toplumu uyarmaya çalışır, ama gücü yetmez.

İşte böyle durumlarda da felaket kapınızı çalmıştır ve gelmektedir.

***Bu durumun en yaygın araçları kitle iletişim araçlarıdır.

Televizyon en yaygın biçimde bu doğrultuda çalışmaktadır. En izlenen saatler 'toplumu gerçek bilgilerden uzak tutmak' amacıyla kullanılmaktadır.

Ivır zıvır eğlencelikler, boş zevzeklikler, pırıltılı eğlencelikler hep bu amaçla hazırlanmaktadır.
Düşünmeye alışmamış beyinler de böylece oyalanıp gitmektedir.

Düşünen beyinlerin de bu durumu önlemeye gücü yetmemektedir. . 'TEHLİKELİ CEHALET', farkına varmadan bu tuzağın içine düşüp eğlenmektir.
Bunu bilip de bilmezden gelen, görüp de çıkar sağlayanlar, sonra da'işte özgürlük budur' diyenlerse toplumun asıl belalarıdır.

Bilmemiz gereken budur. Görmemiz gereken budur. Anlamamız gereken budur. Mücadelemiz de bu olmalıdır...
PROF. DR. ERDAL ATABEK

Karanlığın en koyu olduğu an, Aydınlığın en yakın olduğu zamandır.

Wednesday, February 11, 2009

Mustaf Mutlu/mmutlu@gazetevatan.com

İster ‘yahu’ de, ister ‘be...’ Yeter ki bize Necmeddin Bilal’i anlat!

Başbakan dün Kastamonu’da yine “yüksek seviyeli” bir konuşma yaptı ve muhalefete yüklendi:
“Biz geldik paradan 6 tane sıfırı attık... YAHU paramızı para yaptık BE... Eskiden delikli parayla tuvalete gidilirken öyle bir hale getirdiler ki Türkiye’yi, tuvalete girmenin bedeli 1 milyon oldu BE... Bu hale getirdiler.”
***
Peki; Başbakan kendi iktidarını eleştirenlere “be” diyor da...
Acaba o iktidara, muhalefetten daha fazla zarar veren kendi yakınlarına, oğullarına, gelinlerine de aynı sözlerle hitap ediyor mu?
Örneğin yüksek öğrenimini bile bursla tamamlayan Burak’ı karşısına alıp, “Sen bu gemiyi almak için parayı nereden buldun BE” dedi mi?
Küçük oğlu Necmeddin Bilal’i bir kez olsun, “Sen Başbakan oğlusun, attığın adımlara dikkat et BE” diye uyardı mı?
“Ticarette hesapsız kitapsız büyüme YAHU” diye gözdağı verdi mi?
Gelini Sema’ya, “hesap veremeyeceğim ortaklıklar kurup, beni zor duruma sokma BE” diye çıkıştı mı?
Hiç sanmıyorum...
***
Başbakan, “Tosun kimdir, açıkla” diye tutturan Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Tanımam, etmem... Sen açıkla da öğrenelim” demişti...
İstediği oldu:
Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği Ekrem Tosun’un, bir altın firmasında Başbakan’ın oğlunun ve gelininin hisselerini temsil eden kişi olduğu ortaya çıktı...
Böylece Burslu Burak kardeşimizden sonra onun eşi Sema Hanım’ın ve Burslu Necmeddin Bilal kardeşimizin de iş hayatına atıldığını öğrendik!
Daha bu olayın mürekkebi kurumadan Burslu Necmeddin Bilal’in, bir de Maye adlı bir kozmetik şirketinin ortağı oldu ortaya çıktı!
Peki; Kılıçdaroğlu’na, “Tosun’u tanımam etmem, açıkla da öğrenelim” diye çıkışan Başbakan’ın, o gün bugündür bir daha “Tosun”u ağzına aldığını duydunuz mu?
Aradan bir hafta geçmesine rağmen, oğullarının ve gelininin “ticari işleri” konusunda bir yorumda bulunduğuna tanık oldunuz mu?
Onlara da “yahu”yla başlayıp, “be”yle biten fırçalar attığını gördünüz mü?
***
Ben Başbakan kadar “seviyeli” değilim...
O yüzden kimseye “yahu” da demem, “be” de...
Sadece sıradan bir vatandaş gibi sorarım:
Tosun’un kim olduğunu öğrendiniz mi Sayın Başbakan?
Burak’ın, Necmeddin Bilal’in ve gelininizin iş dünyasındaki bu hızlı yükselişlerini önceden biliyor muydunuz?
Bilmiyorsanız, öğrenince neler hissettiniz?
***
Biz altı sıfırlı parayla tuvalete gitmekten rahatsız değildik... Paradan altı sıfır atıldı ama bizim için hiçbir şey değişmedi!
O gün de paramız yoktu, bugün de yok!
O yüzden umumi tuvalet edebiyatını bırak da, sen; “deliksiz ve altı sıfırsız” paraların, düne kadar “bursla” okuyan oğullarının kasasına nasıl girdiğini anlat...
İster “yahu” de, ister “be”; fark etmez... Nasıl olsa altı yıldır bu “yüksek seviye”ye alıştık!
Yeter ki bize Tosun’u anlat!
Bize, Burslu Necmeddin Bilal’in...
Bize, Burslu Burak’ın...
Bize gelinin Sema’nın başarı öykülerini anlat!
O hisseleri nasıl aldılar, parayı nereden buldular, anlat Başbakan!
*****
GÜNÜN SORUSU
Sorum; bizi ‘CHP medyası’ olmakla suçlayan AKP Yayın Holding’in yazarlarına:
Siz de bir gün bizim CHP’yi eleştirdiğimizin onda biri kadar, AKP’yi eleştirebilir misiniz?
*****
Su taşıdığım değirmen!
CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen’in hakkındaki iddialardan sadece birkaçını yazdım. Diğer iddialarla ilgili dosyayı, CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın bir kurye göndererek benden aldırmasını bekliyorum.
Bu olayların tanıkları da, iddia sahipleri de hayatta ve iddialarının arkasında!
Dünkü yazımın, gazetemizin internet sitesinde yayınlanmasından sonra CHP’li bir okur yorum bölümüne girip, “Sayın Mutlu, hangi değirmene su taşımaya çalışıyorsun” diye sormuş...
Hemen söyleyeyim:
Bir gazeteci olarak, kimsenin değirmenine su taşımam!
Sadece temiz, ilkeli siyasetten yana olurum.
Kirli siyaseti; iktidar-muhalefet, dinci-laiklik yanlısı diye ayırmam.
Yani benim su taşıdığım bir değirmen varsa, o da “temiz toplum-temiz siyaset”tir!
Bu amaca hizmet ederken, babamı bile tanımam...
Kimse kusura bakmasın!
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Ister_yahu_de_ister_be_Yeter_ki_bize_Necmeddin_Bilali_anlat&tarih=12.02.2009&Newsid=222925&Categoryid=4&wid=102

Tuesday, February 10, 2009

Mor kalpli adam

Yavuz DONAT

GEÇEN hafta Amerika'da iken "bir otomobilin plakası" dikkatimizi çekti.Plakada "damga... Mühür... Madalya gibi bir şey" vardı.
Sonra "sürücüsüne" baktık.Madalyalıydı.Sürücü otomobilini parketti.Park yerindekiler ona "saygıyla...
Sevgiyle...
Tebessümle" bakıyorlardı.Kimi de gidiyor "madalyalı adamın" elini sıkıyordu.
Yanımızdakilere sorduk:- Bu adam kim?
Bu madalya neyin, nesi?
Dediler ki "bu bir gazi... Yakasındaki de Purple Heart."Purple Heart...Türkçesi "mor kalp.
"Askerlik görevini yaparken yaralananlara verilen madalya.Polis "mor kalpli" adama selam duruyor.
Lokantadaki garson "mor kalpli" adama "en iyi masayı" gösteriyor.
Bazı müşteriler de "mor kalpli" adamın yanına yaklaşıp "siz, bizim için savaştınız...
Teşekkürler" diyor."Mor kalpli" adamla resim çektirenler bile var.
* * *SAĞIMIZ, solumuz "gazi" dolu...Ara, sıra gazetelerde bir röportaj yayınlanır...Gülhane Hastanesi'ndeki gazilerle ilgili.Sonra...Sonrasını bilmiyoruz."Bizim için" yaralanan bu adamlar "ne yer, ne içerler?""Lokantaya gidecek" paraları var mı?Garson onlara "nasıl davranır?" Polis "selama durur mu?"Bilmiyoruz.
* * *MADALYA..."Alt tarafı" teneke parçası.Maliyeti "kaç para" ki?Ama "anlamı... Ağırlığı" para ile ölçülebilir gibi değil.Sahi biz de "bizim için yaralanan" insanların yakalarına "böyle bir madalya" takıyor muyuz?Bunu da bilmiyoruz.
* * *AMERİKA'da "mor kalpli" adamla ilgilendik.Öğrendik ki "asker emeklileri için" bir hastane vardır.Ve bu hastanenin kapıları, "mor kalpli" adama, ömür boyu açıktır.
* * *AMERİKA'da bazı "şehitlikler" mevcut.En bilineni Washington'daki Arlington Mezarlığı."Mor kalpli" adamın gömüleceği yer orası.
* * *BİZ bu konu ile ilgilenince, yıllardır Amerika'da (Evansville) üniversite hocalığı yapan Mehmet Kocakülah "takvimi" gösterdi.Takvimde "önemli günler" işaretli.Bunlardan biri de "11 Kasım, Gaziler Günü."Her yılın 11 Kasım'ında bankalar, okullar, hükümet binaları kapalı.Her yerde "geçit törenleri" düzenleniyor.Ve bütün ülke "mor kalpli" adama teşekkür ediyor.
* * *KOCAKÜLAH Hoca'nın eşi Amerikalı... Janine.Ondan rica ettik."Mor kalpli" adam ne yer, ne içer, nerede çalışır?Öğrenmesini istedik.Öğrendi...Eğer "gazi" çalışabilir durumdaysa, devlet ona mutlaka iş buluyor.Çalışamayacak durumdaysa...Devlet onun bütün ihtiyaçlarını, ömürboyu karşılıyor.
* * *AMERİKA'da beyaz, siyah, kadın, erkek, zengin, fakir "herkes eşit."Ama "mor kalpli" adam, "üstün insan.""Ayrıcalıklı." Onun sahip olduğu ayrıcalığa "Amerikalı parlamenter bile" sahip değil.
* * *AMERİKA'dan döneli yarın bir hafta olacak.
Kafamız hala "mor kalpli" adamda.O "mor kalpli" adam, ülkesi için yaralandı.
Ya bizim "gazilerimiz" ne için, kim için yaralandılar?
Ey gazi!..
Yakana bir madalya takamadık.

Madalyalı pek çok "Kurtuluş Savaşı Gazisi"ni ise bir dilim ekmeğe muhtaç ettik.
Amerikalı, 11 Kasım'da gazisine "şükranını" sundu.
Bari biz de bugün... 11 Ocak Pazar günü "özürümüzü" sunalım:- Ey gazi, senden özür diliyoruz.

Nerde Bu Devlet?

10 Şubat 2009 Salı
Neval Kavcar
kavcar@sonsayfa.com


Farkında mısınız soygunlar nasıl çoğaldı? “Aç köpek fırın deler” derler. Dükkanını kapayan binler, işsiz kalan milyonlar bir noktadan sonra sosyal patlamaya götürecek işi. Toplum yoksullaşırken, Başbakan oğlu “Pırlanta Şirketine” ortak oluyor. Sosyal gerginlik, memnuniyetsizlik doğurmaz mı bu?

Geçtiğimiz yıl Kütahya Üniversitesinde okuyan bir öğrenci, ara yıl tatilinde yatağında ölü bulunmuştu. Günlerini yarı aç yarı tok geçiren bu gencimiz parasızdı, buz gibi yurtta okulun açılmasını bekliyordu. Battaniyeye sarılı cesedi bulunduğunda, aç olduğu ortaya çıkmıştı. Nasıl bir toplum olduk böyle? Yanı başında aç olan o öğrencinin durumunu, ne arkadaşlarının ne de öğrencilerin aldırmaması ne büyük cinnet. Hayatının baharındaki Adem Ali Derinçay’ı, geçtiğimiz yılın 30 Ocağında kaybettik.

Benzeri başka haber Gaziantep’ten geldi. Okul harcını ödemek ve yaşamak için kuyumcuyu soymuş gençler. Birisi “Gaziantep Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümü öğrencisi” Onlarca yardım kuruluşu adı altında boy gösteren dernekler, okul yönetimi, Valilik, devlet, hükümet nerede? Niçin gençlerimize sahip çıkılmıyor? İş mi kaldı ortada işe girip, ekmek parasını çıkarsın. Fabrikalar kapanıp, işçiler kapının önüne konuluyor. İktidar oy kaygısı ile milletin parasını oya transfer edecek yardımlar peşinde.

Dert bir değil ki? Bin bir zorlukla girdiği üniversiteyi bitirmek için mücadele eden, binlerce genç bitirince daha büyük problemlerle yüz yüze. İş yok. Üstelik devletten aldıkları kredi ve harç parası, beyaz eşyaya indeksli olarak artıyor. Mezun olduktan iki yıl sonra, borcunu çalışsa da çalışmasa da ödemek zorunda.

AKP iktidarı oy kaygısı ile dağıttığı kömür, çekyat ve çamaşır makinesi olayına, “sosyal devlet” anlayışı diyor. İş bulamadığı için çalışamayan gencin kapısına dayanan haciz memuru durumu nedir? Alınan kredi ve harç kredileri nasıl o kadar büyük borç haline geliyor. Hayat gailesine dalmış genç, gününü geçirirse derhal üzerine daha büyük faiz biniyor ve 15 gün içinde ödenmemesi durumunda “haciz” tehdidi ile karşı karşıya kalıyor.

Ekonomik buhranın ilk çeyreğindeyiz. Hükümet, 29 Martı sağ salim geçirmeleri için kısıtlamalara ve büyük zamlara başlamadı daha. 30 Marttan sonra ne olacak?

Vatandaşın sırtına baskı üzerine baskı binecek. AB’nin iç işlerimize daha çok karışıp, “Kürtleri” azınlık tanıyın dediği günler gelecek. İş, güç yok, sinirler tavan yapmış durumda..Millet perişan..İşte o günlerden, milletimiz adına büyük kaygı duyuyorum.

İktidar Türkiye’nin işini halletmiş, El Fetih – Hamas problemi ile uğraşıyor. Yardım üzerine yardım toplanıyor, gariban halktan. İsrail altı ayda bir saldırsın, biz boğazımızdan keser Filistinlilere bakarız.

Çakma Fatihliğin sonu hizmetkârlık.

* * *

İngilizler Euro’yu İstemiyor

BBC anket yapıyor, halka soruyor “Euro’ya geçmek istiyor musunuz?” diye. %71’i “hayır” diyor.

O anket bizde yapılsa idi, kime nasıl yapılır o anketler anlaşılmaz “%71” “Evet” derdi.

İngiltere henüz Euro’ya geçmedi. Geçeceği de yok. Dünya nüfusunun ortak anlaşma dili olan “İngilizce” ile kendi paraları prim üzerine prim yapıyor. AB’ne giriş sebepleri de gelişmelerden haberdar olmak, AB’yi kontrol etmek.

Hollanda ve Fransa AB Anayasasına hayır çekmişti.

Avrupalılar neyin ne olduğunu biliyor. Bizim millete AB ile ilgili tek anlatılan “AB Devlet Politikası” ne derlerse yapıyoruz. Referandum kapıya dayansa, başta Tayyib Hükümeti olsa “%90” evet çıkartırlar. Aynı KKTC halkını devletlerinden vazgeçirdikleri, “Annan Planı” gibi.

Seçimle iş başına gelmeyi halkın iradesine “ipotek Koymak” olarak anlıyorlar. Vatandaşın bir şey bilmesine gerek yok, hükümet olarak “Biz bakıyoruz işlere” zihniyetindeler.

Babacan “Euro’ya geçince ekonomi düze çıkar” gibi klas bir cümle kurmuştu. İngilizler demek ki “Düze çıkmak istemiyor.”

* * *

1956 Yılında Menderes İktidarı

“Memleketimizde gittikçe artan hayat pahalılığına karşı hükümet tarafından alınan son tedbirler, tatbikatta, daha ilk adımdan beri, âdeta bir iktisat ah­lâkı mücadelesi mahiyetini aldı.Gün geçmiyor ki, bu tedbirlerin cezai mü­eyyideler indeki şiddete rağmen, yeni yeni bir takım hile ve ihtikâr hâdise­lerine şahit olmayalım.

Bunlar, küçük esnafın karaborsacılığından tutun da, büyük ticaret erbabının vergi ve güm­rük kaçakçılığına kadar muhtelif va­hamet derecelerivle türlü türlü şekil­lerde meydana çıkıp durmaktadır.” ( Tercüman - Y.K.Karaosmanoğlu)

Yukarıdaki satırları 18 Temmuz 1956’da, Yakup Kadri Karaosmanoğlu yazmış. Ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatıyor.

Büyük ümitlerle hükümet olan DP, tek başına iktidardır.
http://www.sonsayfa.com/Kose-Yazisi-nerde-bu-devlet-918-48.html

Monday, February 9, 2009

Dunya Ve Biz...

Gecen hafta Rusya, Sovyetler donemindeki Varsova Pakti’ni animsatacak bir yaklasimla Ozbekistan, Kirgizistan, Belarus, Tacikistan ve Ermenistan’i kapsayacak bir askeri yaklasimi gundeme getirdi.

Dunya guc dengesindeki agirligini Gurcistan ve Guney Osetya sorununda Amerika’ya karsi terazinin kefesine koyan Rusya, Orta Asya ve Kafkaslar uzerindeki siyasetinden vazgececege benzemiyor.

Moskova’nin bu yeni girisimi Turkiye’yi ne olcude etkiler?
*
Oteden beri bizde âdettir; Muslumanlik deyince Arap âlemi, Turkluk deyince Orta Asya akla gelir.
AKP iktidarinin da bu gorenege uygun bir yaklasimi var; Basbakan’in Ortadogu’da teror orgutu sayilan koyu seriatci Hamas’a yaklasimi, Islamciligin bir gostergesi gibi somutlasiyor.

Orta Asya’daki Turk cumhuriyetlerine nufuz etmeye calisan Fethullahciligin ulke yonetimlerince engellenmesi ve yasaklanmasiysa bir baska ilginc bir gostergedir.

Orta Asya Turk cumhuriyetleri, Musluman olmakla birlikte, Ortadogu ve Guney Asya Islam devletleri gibi dincilige acik degiller; laikligi yegleyen resmi kulturleri agir basiyor.
*
Rusya’nin Orta Asya ve Kafkaslar’da agirligini duyurmasi, tum dunyayi duzenlemek iddiasindaki Amerika’yi yakindan ilgilendiren bir konudur.

ABD’nin Baskani Obama’nin izleyecegi dunya politikasinda buyuk rol oynamasi beklenen Baskan Yardimcisi Biden, 45’inci Munih Guvenlik Konferansi’nda yaptigi konusmada, NATO’nun dunyanin degisen kosullarina uygun yeni bir strateji gelistirmesi geregini dile getirmistir.
Ne var ki bu yeni stratejinin boyutlari ne olacaktir?

Obama’nin temel politika yaklasimi asagi yukari bellidir; eski Baskan Bush’un basarisizligini surdurecek bir mirasi yeni baskan ustlenemez; yeni donemde Rusya ile isbirligi uzerine bir stratejiden de soz aciliyor; ancak bu donusum surecinde Turkiye’yi saran sorunlar simdilik devam ediyor.
*
Turkiye, eski Baskan Bush doneminde saptanan BOP (Buyuk Ortadogu Projesi) kapsaminda olusan bunalim ve yikintilarin mirasi icinde bir karmasayi, hatta kargasayi yasiyor.
Tam bu evrede ustlenilen ekonomik krizin etkileri de gun gectikce agirlasiyor.

29 Mart yerel secimlerinin bu tabloda bir cozum getirecegini ya da yol gosterecegini ummak fazla iyimserlik olabilir.

Yine de gozler ve dikkatler 29 Mart’a yonelmistir.

Hic kuskusuz Turkiye Cumhuriyeti’nin laikligi ve bolunmezligi yerel secim sandiginda oylanacak degildir. Buna karsin tek basina iktidarinda ulkeyi buyuk bir ekonomik ve siyasal bunalima surukleyen AKP’ye agirlikli bir uyarinin 29 Mart’ta somutlasmasi rejimin sagligi ve demokrasinin erdemi bakimindan cok hayirli olacaktir.

*
Turkiye, her bakimdan onemi gun gectikce artan bir cografyada var olusunu dengeli agirligiyla kanitlamak zorundadir.
En uc noktalardaki bir dinci mucadeleyi Filistin’in cikarlarindan da ustun tutan Hamas’la butunlesmek ya da boyle bir goruntu vermek bugunku ve yarinki dunyada ulkeye verilecek en buyuk zarari Turkiye’ye tasir.

Cumhuriyet

Davos fos cikti

Hasan Unal

DAVOS’TAKİ efelenmenin yapısal bir politika değişikliğiyle alakası olmadığı giderek belirginleşiyor. İsrail ile ilişkilerimiz önemliymiş ve bunları korumak istiyormuşuz.
Ayrıca Türkiye’nin dış politikasında - ki, buna AKP’nin izlediği dış politika demek lazım gelir - hiçbir değişiklik olmayacakmış.
Yani Davos’ta gürleyen Erdoğan’ın Kıbrıs konusunda, Ermeni dayatmaları hakkında veya Barzani’nin devletleşme çabalarına karşı, içimizde ‘keşke’ diye beklediğimiz çıkışları olmayacakmış. Davos, sadece insani bir çıkışmış. Biraz da Hamas’ı kollamak için yapılmış. O kadar...O halde???SORMAK lazım, o halde bu kadar tantanalı bir çıkışa ne ihtiyaç vardı? Çünkü bu tür çıkışlar ancak ve ancak temel bir dış politika değişikleri veya dış politikaya dair köklü bir gözden geçirme çalışmasının sonunda yapılır. Kapsamlı bir gözden geçirme yapıldığı ve mevcut halden neden memnun olmadığının izah edilmesi ihtiyacı duyulduğunda çıkış yapılır.
O zaman da salon terk edilmez.
Oturum başkanının yanlı bile olsa tavırları fazlaca ciddiye alınmaz. Ve söylenmek istenenlerin tamamı hem yazılı olarak medyaya dağıtılır hem de sözlü olarak bütünü veya ana başlıkları açıklanır.Örneğin Rusya yakın zamanda bu tür girişimler yaptı.
Epeyce de güzel yaptı. Nasıl mı? Putin Rusya’sının uzunca bir zamandır tek kutuplu dünya düzeninden ve Amerikan hegemonyasından fevkalade rahatsız olduğu açıkça gözlenmekteydi. Rusya buna dair görüşlerini değişik platformlarda dile getirdikten sonra nihayet 2007 yılının Şubat ayında Münih’teki güvenlik konferansında ne demek istediğini ayrıntılı bir şekilde dile getirdi. Putin ve Rusya örneğiMETİN hem Putin tarafından okundu hem de yazılı olarak anında herkese dağıtıldı.
Hatta o metin aynı günlerde bizim Genelkurmay’ın internet sitesine bile konulmuştu. Çünkü Putin’in ifade ettikleri uluslararası politika açısından çok önemli değişimler anlamına gelmekteydi. Sonra da o metinde ifade edilen görüşler Rusya’nın yeni politikasının unsurları olarak karşımıza çıktı.Mesela Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiği zamanı hatırlayalım. Rusya ve Putin oldukça sert demeçler vermişlerdi. Kosova’nın bağımsızlığının geri döndürülemeyecek bir süreç olduğunu Putin’in ve Rusya’nın bilmemesi düşünülemezdi. O halde neden o derece sert demeçler vermişler ve neden o kadar aşırı gitmişlerdi?
Bunun cevabını 8 Ağustos günü Gürcistan ile Rusya arasında başlayan krizle gördük.
Rusya sanki Sırbistan’ın toprak bütünlüğünün bozulması olarak sunmak istediği Kosova meselesini Abhazya ve Osetya meselelerine emsal haline getirmek istemişti.
Ve bunu da başarılı bir şekilde uygulamaya koydu.Bizimkinin amacıBİZİMKİ bu açıdan hiçbir şeye benzemiyor. Ne yeni bir politika açıklaması söz konusu... Ne de mevcut politikalardan duyulan şiddetli rahatsızlıkların yeni bir politika oluşturma sürecini başlattığına dair işaretlerin kamuoyuna açıklanması...
Hiç birisine benzemiyor.
Tamam; Peres’in konuşması kışkırtıcıydı. Ama aynı Peres’i sizler Mahmud Abbas ile birlikte 2007 Kasım ayında Ankara’ya davet edip ağırlamadınız mı?

Hatta o zaman sadece Peres’e Bilkent Üniversitesi’nin doktora vermesini de Cumhurbaşkanı Gül ve hükümet organize etmemiş miydi?

Oysa en basitinden Mahmud Abbas ile ikisine birden doktora verdirtebilirdiniz...
Eğer her hangi bir politika değişikliği anlamına gelmiyorsa, bu kadar tepkiye ne gerek vardı?

Tepki daha farklı olamaz mıydı?
Mademki bu kadar tepki gösterdiniz, o halde başka konularda neden kuzu gibisiniz...
Arap ülkeleri nezdinde Türkiye’nin büyük bir prestij sağladığı yönündeki açıklamalar evvelki gün toplanan Arap Birliği zirvesinden gelen haberlerle darmadağın olmadı mı? Arap ülkeleri Arap olmayanların kendi işlerine karışmasından fevkalade rahatsız olduklarını açıklamadılar mı?Haklar ve çıkarlarEĞER Araplar, İran ve diğer İslam ülkeleri nezdinde prestijimiz varsa, bunları neden KKTC’nin tanınması için kullanmıyoruz? Kıbrıs Türkleri Müslüman değil mi?
Zaten gözden çıkardığınız Kıbrıs davasını elden de çıkarmak için bu gayret neden? Veya aynı İslam ülkelerinin dikkatini Azerbaycan-Ermenistan ihtilafına çeksek ve Azerbaycan’ı desteklemeleri konusunda talepte bulunsak olmaz mı?Kabul etmek lazımdır ki, Filistin meselesi bizim milli davamız değildir.
Filistin konusunda Türkiye’nin hayati çıkarları yoktur. Türk milleti olarak bizim isyanımız insanidir, tarihidir ve dinidir.
Ama Kıbrıs konusu bir milli davadır. Azerbaycan ve Ermenistan meselesi hayati çıkarların olduğu bir konudur. Barzani’nin devletleşme çabaları ise Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birliğine ve ulusal güvenliğine karşı en büyük tehlikedir.

Yoksa değil mi?
Öyle mi düşünüyorsunuz???
Eğer 6 yılı aşkın bir süredir Amerika ve İsrail eksenli Ortadoğu politikaları aynen uygulanacak idiyse, bu kadar gürültüye ne gerek vardı?
Bunun kuru gürültü olduğu anlaşılmayacak mı?

http://aktuel-dergi.org/modules.php?name=Konuk_Yazilari&file=yazi_oku&sid=357

Ekrem Tosun’un hikâyesi...

Ekrem Tosun meselesi nedir?

Bu konuda http://www.turuncutime.com/ sitesinde "Kılıçdaroğlu ‘maden’ buldu!

İşte Ekrem Tosun’un hikâyesi" başlıklı bir haber var.
Buradaki iddialara göre;
Tosun, Konya’da gıda kontrolörüyken 2006 yılında Enerji Bakanlığı tarafından Maden Teknik Arama 10. Bölge Müdürlüğü görevine atandı. Diyarbakır, Batman, Bingöl, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerindeki bütün maden araştırmaları Tosun’a bağlı idi.
Yine iddiaya göre, Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışan ve Tosun’un mesai arkadaşı olan mühendis Erkan G.’nin eşi, Yerküre adlı bir madencilik şirketi kurdu.
Bu şirket çok düşük fiyatlarla bölgede çok sayıda maden imtiyazı devraldı ve bunları İhlas Holding’e yüksek bedellerle devretti.
Bu satışlarda her maden sahasının değeri 40 bin TL olarak kayıtlara geçti. Fakat satılan maden sahalarının her birinin değeri milyon dolarlarla ölçülürken İhlas Holding 54 maden sahası için Yerküre’ye toplam 2,5 milyon TL ödedi.
Olay polisin de dikkatini çekti ve 2008 Mart ayında operasyona başladı.
Birçok madenin düşük gösterilen fiyatlarla bir Kanada şirketine ve Türk ortaklarına satıldığı anlaşıldı.
Tabii bütün bu iddiaların hepsi araştırmaya muhtaç.
Ekrem Tosun, bölgenin maden bakımından çok zengin olduğunu, Kulp, Siirt ve Bitlis’te altın yatakları tespiti yapıldığını kendisi duyurmuştu.
Zaten maden haritaları elinin altında bulunuyor.
Fakat Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği Ekrem Tosun, Atasay ve Atagold firmalarının mali müşaviri olan başka bir kişi.
Ve Atagold firmasında Bilal ve Sema Erdoğan’ın temsilcisi olduğunu açıkladı.
İlginç olan, her iki Ekrem Tosun da altınla ilgili!
Aslan Bulut
http://aktuel-dergi.org/modules.php?name=Konuk_Yazilari&file=yazi_oku&sid=358

Sunday, February 8, 2009

Ülkesini yağmalayan millet!
Bazen dehşete düşeriz, bazen tiksintiyle bakarız, biraz da merak etmeliyiz. Seçimler yaklaşınca "siyaseti oğullarını gemi sahibi, altıncı ile gizli ortaklık, muhallebi dükkanı sahibi yapma mesleği haline" getirmişler, bu cesareti nereden alırlar.

Buzdolabı dağıtırlar.
Dörtlü kanepe...
Bir çift koltuk...

Kuran kursu sözü verirler, her aileye bedava doğalgaz, kaçak yapılmış eve tapu dağıtırlar... Oyları alır, seçilirler. Bunun adına demokrasi desek bile; hepimiz biliriz ki, esasen sandıklara gidilip oy atılan adayları yarı tanrı lider durumunda olan parti başkanı, iki dudağı arasından çıkan sözle belirlenmiştir.

O yarı tanrı lider, kendi belirlediği insanların seçimini gerçekleştirmek için; orman alanlarının yağmalanmasına, kıyıların işgaline, kent arazilerinin ve imar rantlarının soyulmasına, belediye kaynakları ile bütçe parasının çeşitli yol ve yöntemlerle kişilere, yandaşlara, eşe-dosta aktarılmasına yol verir.

Halk bunu onaylar.
Kabul eder.
Oyunu atar.
***
Dürüst konuşalım; aslında "ülkenin yağmalanması yolunun açılmasını" o yarı tanrı liderin aklına düşüren ve ona "ülkenin yağmalanması karşılığında oy toplama" cesaretini veren de halktır.

Dehşete düşelim.
Tiksinelim.
Hastalıklı bulalım.
Yozlaşma sayalım.
Fakat merak edelim. Bir "milletin ülkesini soymaya teşne olmasının ve soyguna arzulu ve hevesli liderleri seçip yükseltmesinin" gerisinde bir dürtü var.

Bu milleti; "Bana buzdolabı versin... Ben ona oy vereyim... Bana Kuran kursu versin, beleş hacca götürsün... Ben ona oy vereyim... Bana kaçak yaptığım binanın tapusunu, orman alanında çevirip sahiplendiğim arazinin tapusunu versin... Ben ona oyumu vereyim" noktasına getiren nasıl bir dürtüdür. Bu millet "Sana buzdolabı vereceğim, B-2 orman arazisini vereceğim, Kuran kursu vereceğim, sen bana oy ver..." diyenleri tükürükle kovmuyor ve onlara "Böyle zavallı tekliflerle niçin karşıma geliyorsun" demiyorsa ortada bir "Sosyal Anlaşma" var demektir.
***
Sosyal mukavele oluşmuş.
Sen bana yağma ver.
Ben sana oy vereyim.


Ülke soygunculuğunun genlere işlediği sosyal mukaveleye hayat veren, geçmişimizden taşıyıp getirdiğimiz, "üreterek değil, yağmalayarak" varolmanın rahatlığı, kolaycılığı, keyfi olabilir.

Fakat bu rezilce!

Gerçekten iğrenç!

Bir millet ülkesini soyarak ve bu soyguna hevesli, arzulu liderleri bulup başına taç ederek nereye gidebilir?

Belaya gidebilir.
Beyinsizliğe gidebilir.
Şeytanlaşmaya gidebilir.

Seçim zamanlarında daha belirgin olarak ortaya çıkan; "kendi ülkesini soymaya teşne bir millet olmanın" hayat verdiği "bu sosyal mukaveleye" nasıl karşı çıkacağız.

Kılıç çekmek gerekiyor.
Kalem çekmek şart oluyor.
Ahlakı ustura yapmak.
Vicdanı bazuka kılmak.
Bu iğrenç sosyal mukaveleyle her gün savaşmak...

Bu pasaklı mukaveleyi yok etmek ve yerine "soyarak değil üreterek zenginleşen millet mukavelesini" geçirmek...
Necati DOĞRU
Özürcüler AB’den Euro Almış
8 Şubat 2009 Pazar

MHP Mersin milletvekili Behiç Çelik, 27.1.2009 tarihinde Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevaplaması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

Önergenin konusu “Ermenilerden özür dileme kampanyası yürütenlerin yurt dışından para aldığı iddialarına ilişkin.”

İnanılır gibi değil. Özür dileme kampanyası yürüten gazeteci ve aydın kimliğindeki kişilere AB fonlarından binlerce Euro ödenmiş.

Önerge:

“ Azerbaycan’da yayımlanan Merkez Gazetesinde, Türkiye’de Ermenilerden özür dilenmesi için kampanya başlatanların, AB’den para aldıkları ileri sürülmüştür. Gazetede yayınlanan haber şöyle:

‘ Türkiye’de, Ermenilerden özür dileme kampanyası yürüten kişilerin, AB’nin talimatıyla bu adımı attığı ortaya çıktı. Türkiye’deki kaynakların verdiği bilgiye göre, kampanyanın yürütülmesi için AB, söz konusu kişilere büyük miktarda para vermiş.

Kampanyanın başlıca girişimcileri olan Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucu üyelerinden Ahmet İnsel, Halil Berktay, Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Murat Belge, Şerafettin Elçi, M.Ali Birand ve yazar Adalet Ağaoğlu’na 107 bin 414’er Euro, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinden Prof. İbrahim Kabaoğlu’na 193 bin 548, gazeteci Mine Kırıkkanat’a 70 bin, Liberal Düşünce Derneğinden prof. Atilla Yayla’ya 449 bin 620, ünlü komünist Ertuğrul Kürkçü’ye 809 bin 414, Mazlumder Derneğine 81 bin 735, Ermenice yayımlanan Agos Gazetesi Genel yayın yönetmeni Etyen Mahçupyan’a ise 1 milyon 32 bin 921 Euro verilmiş.

Adı geçen kişiler, aldıkları paranın karşılığında Internette “Ermenilerden özür Diliyoruz” kampanyası yürütüyor ve bu kampanyaya daha çok kişinin katılmasını sağlıyor.

Buna Göre:

1- Bu kişilere yurt dışından para verildiği iddiası doğru mudur?
2- Bu kişiler hakkında bakanlığınızca her hangi bir işlem yapılmış mıdır?
3- Bu kişiler hakkında TCK’nun 301. maddesinde yer alan “Türk Milletine Hakaret” suçunu işlediklerine dair herhangi bir soruşturma açma izin talebi var mıdır?

Behiç Çelik
MHP Mersin Milletvekili.

* * *

Internet medyasında günlerce çalkalanan bu vahim durum, önerge haline gelip, Azerbaycan’da da yayınlanınca, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” dedim. Özür konusunu götürü alan ekibin içinde, daha önce Soros’un Açık Toplumundan proje karşı beslendiklerini defalarca okuduk.

Köşelerinde, televizyonlarda her bir yanda bu işe soyunanlar meğer Avrupa fonlarının basit birer memuru imiş.

“Türkler Ermenileri katletti. Özür diliyoruz” deme karşılığında Euro almışlar.

Bunlar ortaya çıkan kısmı. Zannetmeyin ki işi destekleyen diğer zevat bunu bedavaya yapıyor. Şimdi “ispatlayın “ diye inkâra kalkışacaklardır. İspata gerek var mı? Türkoğlu Türk atasını katil ilân eder mi? Ediyorsa fiyatı(Eurosu) vardır.

Kalemini, dahası ruhunu satan bu insanların adını siz koyun.

* * *

Özürcüler Euro’yu Nasıl Hak Etti?

“Ermeni kardeşlerimden kendi hesabıma özür dilemek için, kampanya beklemedim. Bir değil, onlarca yazımda bu toprakların bizden önceki sahipleri onlardan kanlı bir tarihin özrünü çoktan diledim, dilerim, her zaman...” ( Mine Kırıkkanat- Vatan- 17.12.2009)

Bu satırların bedeli 70 bin Euro..

*

Özürcülerin başrol oyuncusu Ahmet İnsel 16.11.2008’de Radikal’de “Özür dilemek artık bir zorunluluk” başlıklı yazısını kaleme almış. Demiş ki:

“Milli devletin varoluşunda, yok olmalarının önemli bir payı olanlardan bugün devletin bir özür dilemesi boynunun borcudur. Bu topraklarda yaşamaya devam eden bizlerin Ermenilerden özür dilememiz insanlık borcumuzdur.” Bu satırlara karşılık 107 bin 414 Euro almış.

*

Taraf gazetesindeki satırları ile Etyen Mahçupyan ekibin en pahalısı. 1 milyon 32 bin 921 Euro almış.

“Her kesimden insanı bir araya getiren ‘özür bildirisi’ devlet cenahında bariz bir rahatsızlığa yol açtı. Oysa neredeyse bütün dünyanın genel terimlerle üzerinde hemfikir olduğu bir tarihsel süreçle ilgili olarak, Türkiyeli insanların da küçümsenmeyecek bir bölümünün benzer kanaatleri taşıması doğal.” ( Toplum Elden Kaçınca- 28.12.2008)

*

Taraf gazetesinde yazmaya başladığında Murat Belge, bedava bir şey yapmaz denmişti. 21.12.2008 tarihli “Genel Kurmay Özür Dilemez” başlıklı yazısının değeri 107 nin 414 Euro.

“Feryat ediyor, diyor, “Ey Türkler!” Beni bu yükten kurtarın ne olur! Ben de artık normal insan olayım!” kendime göre biraz da rötuşladığım bu çığlık karşısında, gırtlağım boğum boğum düğümleniyor. Kimsin sen, Arşaluz, Armine, Lusin, Anahit, Vartan ya da Sarkis, sen benim insan kardeşim. Bu olandan, bu yapılandan tahmin edemeyeceğin kadar üzgünüm. Gel bunu beraber konuşalım beraber atlatalım. Bunun tek yolu, birbirimizi anlamak ve sevmektir.”

*

Aldıkları Euro ile fikir beyan edenler, bundan böyle ne yapacak? Utanmazca yazmaya, konuşmaya devam edecekler mi?


nevalkavcar@yahoo.comMHP Mersin milletvekili Behiç Çelik, 27.1.2009 tarihinde Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevaplaması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

Önergenin konusu “Ermenilerden özür dileme kampanyası yürütenlerin yurt dışından para aldığı iddialarına ilişkin.”

İnanılır gibi değil. Özür dileme kampanyası yürüten gazeteci ve aydın kimliğindeki kişilere AB fonlarından binlerce Euro ödenmiş.

Önerge:

“ Azerbaycan’da yayımlanan Merkez Gazetesinde, Türkiye’de Ermenilerden özür dilenmesi için kampanya başlatanların, AB’den para aldıkları ileri sürülmüştür. Gazetede yayınlanan haber şöyle:

‘ Türkiye’de, Ermenilerden özür dileme kampanyası yürüten kişilerin, AB’nin talimatıyla bu adımı attığı ortaya çıktı. Türkiye’deki kaynakların verdiği bilgiye göre, kampanyanın yürütülmesi için AB, söz konusu kişilere büyük miktarda para vermiş.

Kampanyanın başlıca girişimcileri olan Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucu üyelerinden Ahmet İnsel, Halil Berktay, Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Murat Belge, Şerafettin Elçi, M.Ali Birand ve yazar Adalet Ağaoğlu’na 107 bin 414’er Euro, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinden Prof. İbrahim Kabaoğlu’na 193 bin 548, gazeteci Mine Kırıkkanat’a 70 bin, Liberal Düşünce Derneğinden prof. Atilla Yayla’ya 449 bin 620, ünlü komünist Ertuğrul Kürkçü’ye 809 bin 414, Mazlumder Derneğine 81 bin 735, Ermenice yayımlanan Agos Gazetesi Genel yayın yönetmeni Etyen Mahçupyan’a ise 1 milyon 32 bin 921 Euro verilmiş.

Adı geçen kişiler, aldıkları paranın karşılığında Internette “Ermenilerden özür Diliyoruz” kampanyası yürütüyor ve bu kampanyaya daha çok kişinin katılmasını sağlıyor.

Buna Göre:

1- Bu kişilere yurt dışından para verildiği iddiası doğru mudur?
2- Bu kişiler hakkında bakanlığınızca her hangi bir işlem yapılmış mıdır?
3- Bu kişiler hakkında TCK’nun 301. maddesinde yer alan “Türk Milletine Hakaret” suçunu işlediklerine dair herhangi bir soruşturma açma izin talebi var mıdır?

Behiç Çelik
MHP Mersin Milletvekili.

* * *

Internet medyasında günlerce çalkalanan bu vahim durum, önerge haline gelip, Azerbaycan’da da yayınlanınca, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” dedim. Özür konusunu götürü alan ekibin içinde, daha önce Soros’un Açık Toplumundan proje karşı beslendiklerini defalarca okuduk.

Köşelerinde, televizyonlarda her bir yanda bu işe soyunanlar meğer Avrupa fonlarının basit birer memuru imiş.

“Türkler Ermenileri katletti. Özür diliyoruz” deme karşılığında Euro almışlar.

Bunlar ortaya çıkan kısmı. Zannetmeyin ki işi destekleyen diğer zevat bunu bedavaya yapıyor. Şimdi “ispatlayın “ diye inkâra kalkışacaklardır. İspata gerek var mı? Türkoğlu Türk atasını katil ilân eder mi? Ediyorsa fiyatı(Eurosu) vardır.

Kalemini, dahası ruhunu satan bu insanların adını siz koyun.

* * *

Özürcüler Euro’yu Nasıl Hak Etti?

“Ermeni kardeşlerimden kendi hesabıma özür dilemek için, kampanya beklemedim. Bir değil, onlarca yazımda bu toprakların bizden önceki sahipleri onlardan kanlı bir tarihin özrünü çoktan diledim, dilerim, her zaman...” ( Mine Kırıkkanat- Vatan- 17.12.2009)

Bu satırların bedeli 70 bin Euro..

*

Özürcülerin başrol oyuncusu Ahmet İnsel 16.11.2008’de Radikal’de “Özür dilemek artık bir zorunluluk” başlıklı yazısını kaleme almış. Demiş ki:

“Milli devletin varoluşunda, yok olmalarının önemli bir payı olanlardan bugün devletin bir özür dilemesi boynunun borcudur. Bu topraklarda yaşamaya devam eden bizlerin Ermenilerden özür dilememiz insanlık borcumuzdur.” Bu satırlara karşılık 107 bin 414 Euro almış.

*

Taraf gazetesindeki satırları ile Etyen Mahçupyan ekibin en pahalısı. 1 milyon 32 bin 921 Euro almış.

“Her kesimden insanı bir araya getiren ‘özür bildirisi’ devlet cenahında bariz bir rahatsızlığa yol açtı. Oysa neredeyse bütün dünyanın genel terimlerle üzerinde hemfikir olduğu bir tarihsel süreçle ilgili olarak, Türkiyeli insanların da küçümsenmeyecek bir bölümünün benzer kanaatleri taşıması doğal.” ( Toplum Elden Kaçınca- 28.12.2008)

*

Taraf gazetesinde yazmaya başladığında Murat Belge, bedava bir şey yapmaz denmişti. 21.12.2008 tarihli “Genel Kurmay Özür Dilemez” başlıklı yazısının değeri 107 nin 414 Euro.

“Feryat ediyor, diyor, “Ey Türkler!” Beni bu yükten kurtarın ne olur! Ben de artık normal insan olayım!” kendime göre biraz da rötuşladığım bu çığlık karşısında, gırtlağım boğum boğum düğümleniyor. Kimsin sen, Arşaluz, Armine, Lusin, Anahit, Vartan ya da Sarkis, sen benim insan kardeşim. Bu olandan, bu yapılandan tahmin edemeyeceğin kadar üzgünüm. Gel bunu beraber konuşalım beraber atlatalım. Bunun tek yolu, birbirimizi anlamak ve sevmektir.”

*

Aldıkları Euro ile fikir beyan edenler, bundan böyle ne yapacak? Utanmazca yazmaya, konuşmaya devam edecekler mi?


nevalkavcar@yahoo.com
MHP Mersin milletvekili Behiç Çelik, 27.1.2009 tarihinde Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevaplaması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

Önergenin konusu “Ermenilerden özür dileme kampanyası yürütenlerin yurt dışından para aldığı iddialarına ilişkin.”

İnanılır gibi değil. Özür dileme kampanyası yürüten gazeteci ve aydın kimliğindeki kişilere AB fonlarından binlerce Euro ödenmiş.

Önerge:

“ Azerbaycan’da yayımlanan Merkez Gazetesinde, Türkiye’de Ermenilerden özür dilenmesi için kampanya başlatanların, AB’den para aldıkları ileri sürülmüştür. Gazetede yayınlanan haber şöyle:

‘ Türkiye’de, Ermenilerden özür dileme kampanyası yürüten kişilerin, AB’nin talimatıyla bu adımı attığı ortaya çıktı. Türkiye’deki kaynakların verdiği bilgiye göre, kampanyanın yürütülmesi için AB, söz konusu kişilere büyük miktarda para vermiş.

Kampanyanın başlıca girişimcileri olan Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucu üyelerinden Ahmet İnsel, Halil Berktay, Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Murat Belge, Şerafettin Elçi, M.Ali Birand ve yazar Adalet Ağaoğlu’na 107 bin 414’er Euro, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinden Prof. İbrahim Kabaoğlu’na 193 bin 548, gazeteci Mine Kırıkkanat’a 70 bin, Liberal Düşünce Derneğinden prof. Atilla Yayla’ya 449 bin 620, ünlü komünist Ertuğrul Kürkçü’ye 809 bin 414, Mazlumder Derneğine 81 bin 735, Ermenice yayımlanan Agos Gazetesi Genel yayın yönetmeni Etyen Mahçupyan’a ise 1 milyon 32 bin 921 Euro verilmiş.

Adı geçen kişiler, aldıkları paranın karşılığında Internette “Ermenilerden özür Diliyoruz” kampanyası yürütüyor ve bu kampanyaya daha çok kişinin katılmasını sağlıyor.

Buna Göre:

1- Bu kişilere yurt dışından para verildiği iddiası doğru mudur?
2- Bu kişiler hakkında bakanlığınızca her hangi bir işlem yapılmış mıdır?
3- Bu kişiler hakkında TCK’nun 301. maddesinde yer alan “Türk Milletine Hakaret” suçunu işlediklerine dair herhangi bir soruşturma açma izin talebi var mıdır?

Behiç Çelik
MHP Mersin Milletvekili.

* * *

Internet medyasında günlerce çalkalanan bu vahim durum, önerge haline gelip, Azerbaycan’da da yayınlanınca, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” dedim. Özür konusunu götürü alan ekibin içinde, daha önce Soros’un Açık Toplumundan proje karşı beslendiklerini defalarca okuduk.

Köşelerinde, televizyonlarda her bir yanda bu işe soyunanlar meğer Avrupa fonlarının basit birer memuru imiş.

“Türkler Ermenileri katletti. Özür diliyoruz” deme karşılığında Euro almışlar.

Bunlar ortaya çıkan kısmı. Zannetmeyin ki işi destekleyen diğer zevat bunu bedavaya yapıyor. Şimdi “ispatlayın “ diye inkâra kalkışacaklardır. İspata gerek var mı? Türkoğlu Türk atasını katil ilân eder mi? Ediyorsa fiyatı(Eurosu) vardır.

Kalemini, dahası ruhunu satan bu insanların adını siz koyun.

* * *

Özürcüler Euro’yu Nasıl Hak Etti?

“Ermeni kardeşlerimden kendi hesabıma özür dilemek için, kampanya beklemedim. Bir değil, onlarca yazımda bu toprakların bizden önceki sahipleri onlardan kanlı bir tarihin özrünü çoktan diledim, dilerim, her zaman...” ( Mine Kırıkkanat- Vatan- 17.12.2009)

Bu satırların bedeli 70 bin Euro..

*

Özürcülerin başrol oyuncusu Ahmet İnsel 16.11.2008’de Radikal’de “Özür dilemek artık bir zorunluluk” başlıklı yazısını kaleme almış. Demiş ki:

“Milli devletin varoluşunda, yok olmalarının önemli bir payı olanlardan bugün devletin bir özür dilemesi boynunun borcudur. Bu topraklarda yaşamaya devam eden bizlerin Ermenilerden özür dilememiz insanlık borcumuzdur.” Bu satırlara karşılık 107 bin 414 Euro almış.

*

Taraf gazetesindeki satırları ile Etyen Mahçupyan ekibin en pahalısı. 1 milyon 32 bin 921 Euro almış.

“Her kesimden insanı bir araya getiren ‘özür bildirisi’ devlet cenahında bariz bir rahatsızlığa yol açtı. Oysa neredeyse bütün dünyanın genel terimlerle üzerinde hemfikir olduğu bir tarihsel süreçle ilgili olarak, Türkiyeli insanların da küçümsenmeyecek bir bölümünün benzer kanaatleri taşıması doğal.” ( Toplum Elden Kaçınca- 28.12.2008)

*

Taraf gazetesinde yazmaya başladığında Murat Belge, bedava bir şey yapmaz denmişti. 21.12.2008 tarihli “Genel Kurmay Özür Dilemez” başlıklı yazısının değeri 107 nin 414 Euro.

“Feryat ediyor, diyor, “Ey Türkler!” Beni bu yükten kurtarın ne olur! Ben de artık normal insan olayım!” kendime göre biraz da rötuşladığım bu çığlık karşısında, gırtlağım boğum boğum düğümleniyor. Kimsin sen, Arşaluz, Armine, Lusin, Anahit, Vartan ya da Sarkis, sen benim insan kardeşim. Bu olandan, bu yapılandan tahmin edemeyeceğin kadar üzgünüm. Gel bunu beraber konuşalım beraber atlatalım. Bunun tek yolu, birbirimizi anlamak ve sevmektir.”

*

Aldıkları Euro ile fikir beyan edenler, bundan böyle ne yapacak? Utanmazca yazmaya, konuşmaya devam edecekler mi?


nevalkavcar@yahoo.com
http://www.sonsayfa.com/Kose-Yazisi--ozurculer-ab8217den-euro-almis-908-48.html

Saturday, February 7, 2009

KURESELLESEN - EL DEGISTIREN ... (SATILAN ) TURKIYE!

1- İlk defa bir Başbakan " Tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz" dedi
2- İlk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı
3- İlk defa cari açık verilirken döviz kuru arttı.
4- İlk defa bir Başbakan zam isteyen memura "İMF'yi ikna edin" dedi.
5- İlk kez ithalat 100 milyar doları aştı
6- İlk kez cari açığın üstünde borçlanma yapıldı
7- İlk kez Yunan kilise bankası Türkiye'de banka satın aldı.
8- İlk defa domuz, kesimlik hayvanlar arasına alındı
9- İlk defa düşük faizli dış borç yüksek faizli iç borç ile ödendi
10- İlk defa bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı, islamiyeti yok etmeye yemin eden bir Papa'nın heykeli önünde fotoğraf çektirdi.
11- İlk defa bir Başbakan " Toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya" dedi.
12- İlk defa bir cami kiliseye çevrildi.
13- İlk defa kilise ve havralar imar planında yer aldı.
14- İlk defa bir Başbakan Yahudi düşünce kuruluşundan " Üstün Cesaret Ödülü" aldı.
15- İlk defa Türk askerinin başına ABD güçlerince çuval geçirildi.
16- İlk defa bir Başbakan " bir dönem dini kullandık" dedi.
17- İlk defa petrol kanunu ile yabancılara 50 yıllık imtiyaz verildi.
18- İlk defa yabancı rantiyecilere vergi muafiyeti tanındı.
19- İlk defa iletişim sektörünün tamamı yabancıların eline geçti.
20- İlk defa tezkere ret edilmesine rağmen Dış İşleri Bakanlığı genelgesi ile silahlar Türkiye üzerinden geçti.
21- İlk defa bir Başbakan İslam dünyasının sınırlarını değiştirecek BOP'un eş başkanı oldu.
22- İlk defa bir Başbakan Müslüman topraklarını işgal eden ABD askerlerininevlerine sağ salim dönmeleri için dua ettiğini açıkladı.
23- İlk kez İsrailli bir işadamına çok gizli bir şekilde 800 milyon dolar kaynak aktarıldı.
24- İlk defa bir Başbakan yapılan ihalede önce uçak istedi ama sonra Mercedes'e razı oldu.
25- İlk defa fındık üreticileri en büyük mitingi yaptı.
26- İlk defa bir Başbakan Türkiye'yi pazarladığını açıkça itiraf etti.
27- İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı.
28- İlk defa bir Başbakan çiftçilere " Gözünü toprak doyursun" dedi.
29- İlk defa kap kaç diye bir sektör ortaya çıktı.
30- İlk defa zina suç olmaktan çıktı.
31- İlk defa bir Başbakan en fazla yurt dışı gezisi yaptı.
32- İlk defa bir Başbakan " Borç yiğidin kamçısıdır" diyerek borçlanmayı bir başarı olarak gösterdi.
33- İlk defa enflasyon % 10 artarken pancar fiyatları 99 kuruştan 88 kuruşa indi.
34- İlk defa çiftçi ve emekliden vergi alınması sözü verildi.
35- İlk defa bir Başbakan Danışmanı Amerikalılara Başbakan için "Bu adamı kullanın, onu rogara süpürmeyin " dedi.
36- İlk defa GSMH artarken KDV tahsilatı yerinde saydı.
37- İlk defa bir Başbakan TMSF katkısıyla bu kadar çok TV ve gazete yönlendirdi.
38- İlk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı misafir olarak gelen bir kralın ayağına gitti.Hem de 10 Kasım günü...
39- "İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ÇİFTÇİYE "ANANIDA AL GİT" DEDİ...
40- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ŞEHİD ZİYARETTİNDE "ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR"DEDİ
41- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN 300 M LİK GEMİYE GEMİCİK DEDİ.
42- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ..... GAZETELERİNİ OKUMAYIN TELEVİZYONLARINI AÇMAYIN DEDİ.
43- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNEN İNSANLARI DİNSİZLİKLE SUÇLADI.44- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN İÇİN CUMHURİYET MİTİNGLERİ YAPILDI.
45- İLK DEFA BİR HALK KENDİ LAİKLİĞİNDEN VE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN OLMAKTAN KORKTU...
46- İLK DEFA ATAMI ANLIYORUM." Bu hızla Tayyip Erdoğan bu dönemde ülkemizde ki her şeyi özelleştirmiş olacak..

PEKİ BU SATIŞTAN ELE GEÇEN PARALAR NE OLDU?

- Türk Telekom, Arap'ın.
- Telsim İngiliz'in.
- Kuşadası Limanı İsrailli'nin.
- İzmir Limanı Hong Konglu'nun...
- Araç muayene işi Alman'ın.
- Başak Sigorta Fransız'ın.
- Adabank Kuveytli'nin.
- İETT Garajı Dubaili'nin.
- Avea Lübnanlı'nın.
- Petkim? Ermeni'nin. (Kazak'a sattık, dediler. Kazağı bi çıkardık Ermeni...)
- Rakı, Amerikalı'nın.
- Finansbank Yunanlı'nın...
- Oyakbank Hollandalı'nın.
- Denizbank Belçikalı'nın.
- Türkiye Finans Kuveytli'nin.
- TEB Fransız'ın.
- Cbank İsrailli'nin.
- MNG Bank Lübnanlı'nın.
- Alternatif Bank Yunanlı'nın.
- Dışbank Hollandalı'nın.- Şekerbank Kazak'ın.
- Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın.
- Turkcell'in yarısı Finli'nin Rus'un.
- Beymen'in yarısı Amerikalı'nın.
- Enerjisa'nın yarısı Avusturyalı'nın.
- Garanti'nin yarısı Amerikalı'nın.
- Eczacıbaşı İlaç, Çek'in.
- İzocam, Fransız'ın.
- TGRT(Fox) Amerikalı'nın.
- Demirdöküm Alman'ın.
- Döktaş Fransız'ın.
- Süper FM Kanadalı'nın.

Hepsi TÜRK' tü bir zamanlar
... sadece 5.5 yıl önce.

Thursday, February 5, 2009

Türkler neden sorgulayamıyor?

Kutlay Yagmur 04 Şubat 2009

Analitik düşünce çok önemli bir bilişsel beceridir. Herhangi bir konuya sorgulayıcı, çözümleyici ve eleştirel olarak bakabilmek ancak ciddi bir eğitimle edinilebilecek bir beceridir.

Türk eğitim sistemine baktığımız zaman özellikle 1980’den beri EZBERCİ sistemin kökleştiğini görüyoruz. Üniversitelerde bile sorgulayıcı eleştirel eğitimi bir yana bıraktılar.

Hocanın sınıfta gelip camide vaaz verir gibi anlattığı dersi öğrenciler de papağan gibi tekrarlama suretiyle sınav kâğıtlarına aktarıyorlar.

Eğitim sistemi tam anlamıyla düşünemeyen, sorgulayamayan, sadece kuru bilgi ile yüklenmiş bireyler üretiyor. Bazı üniversitelerdeki köklü eğitim sayesinde bu hastalıklı durum dengelenmeye çalışılıyor.

Ancak ilköğretim okullarında bu yıl alınan sonuçlar çok acı bir gerçeği gösteriyor: Türk çocuklarının bilişsel gelişimini okullar köreltiyor. Zihinsel gelişimi dört basamaklı bir merdiven olarak düşünürsek ve dördüncü basamağın en üst düzey olduğunu bilirsek şimdi aktaracağım bulgunun ne anlama geldiğini takdir edersiniz. Türkiye genelinde yapılan ve birçok farklı şehirden 42 bin öğrencinin katıldığı 5 yıllık araştırmanın sonucuna göre İlkokul birinci sınıfa gelen öğrencilerin ortalama zihinsel becerisi dördüncü basamak düzeyinde. Yani çocuklar okula geldiklerinde pırıl pırıl beyinlere sahipler.

Öğrenmeye hazırlar. Algıları açık ve bilişsel olarak da eğitime hazırlar. Aynı öğrenciler beşinci sınıfın sonuna geldiğinde birinci basamağa iniyorlar!

Yani eğitim sistemi çocukları geliştirmek yerine köreltiyor. Bu çok sağlam bir araştırmanın sonucu. Eğitim çevreleri bunu çok iyi biliyorlar. Hatta yürekli bir milletvekili bu konuyla ilgili Meclis araştırma önergesi verdi ama henüz Bakanlıktan bir yanıt yok. Aslında cevap belli: ezberci eğitim. Çocukların beynini körelten onları düşünen değil papağanlaştıran sistem.
Bu durum bilinçli olarak eğitim sistemimize dayatılıyor. Bu durum 1980’den beri devam ediyor. Türk insanını geriletme projesinin bir parçası.

Sorgulayamayan, konulara eleştirel yaklaşamayan insanlar rejimin işine geliyor. İnsanlar akıllı sorular sorsaydı şimdiki gibi bir ton kömüre, bir teneke yağa oyunu yani onurunu satan vatandaş müsvetteleri olmazdı. Şimdi gelin başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos gösterisine başka bir gözle bakalım.

Filistin meselesi Türk milletinin çok önem verdiği bir konudur. Orada yaşanan insanlık dramı onlarca yıldır herkesin yüreğini parçalıyor. Hamas veya El Fetih düzleminde meseleye yaklaşmak kesinlikle akıllıca değil.

Konunun insani boyutu çok can acıtıcı. Mazlum insanların katlini hiç kimse mazur gösteremez.

Batı dünyasının bu konuya yaklaşımı çifte standart ile doludur. Bu ikiyüzlü yaklaşımın sebebi de gayet bellidir: Hitler’in elinden soykırıma uğrayan Yahudilere Batı dünyasının boynu vicdanen büküktür.

O büyük günahı şimdi işlenen bir başka büyük günaha göz yumarak affettireceklerini sanıyorlar. Batı dünyası yine çok ciddi bir günah işlediğinin farkında bile değil. Arap devletlerinin konuya yaklaşımı ise bir başka iç kanatıcı durumdur. Soydaşlarının katline göz yuman Arap devletlerinden gün gelecek kendi milletleri hesap soracaktır. Filistin halkının katliamına göz yummak hiç bir şekilde açıklanamaz.

Başbakan Tayyip Erdoğan Davos’ta yaptığı çıkışla hem Türk milletinin hem de Arapların gönlünde taht kurdu. Filistin halkı Erdoğan için türküler yaktı. Şimon Perez’e ettiği sözler milyonlarca Müslüman’ın içine su serpti.

Erdoğan bir anda mazlum insanların kahramanı oldu. Türkiye’ye muzaffer bir komutan olarak döndü. Kamuoyu araştırmaları Erdoğan’ın her kesimden çok büyük destek aldığını gösterdi. İslam dünyasının kamuoyu Erdoğan’a bu kadar büyük destek olurken Batı dünyasında “diplomatik üslup”tan söz edilir oldu. Bazı kesimler Erdoğan’a çok sert çıktılar.

Hatta Amerika’da faaliyet gösteren bir Yahu lobisi Erdoğan’ın Davos’taki eylemini “kepazelik” olarak niteledi. İşte bu konuda sorgulayıcı aklın devreye girmesi gerekiyor. Aynı Yahudi örgütü geçen yıl aynı Erdoğan’a “üstün hizmet ödülü” vermemiş miydi?

Yahudi olmayan birisine ilk defa bu büyük ödül verilmedi mi? Şimdi biz düşünen Müslüman Türk vatandaşları olarak şu soruyu sormak zorunda değil miyiz: Sayın Erdoğan bu şeref madalyasını Yahudilere hangi üstün hizmetinden dolayı aldın?

Gel bunun nedenini mensubu olduğun Türk milletine açıkla. Perez’e verdiğin insanlık dersinden sonra biz vatandaş olarak senden bu hizmetinin içeriğini öğrenmek istiyoruz.
Yahudilere ne üstün hizmeti verdin ki sana en büyük Yahudi Nişanını taktılar.
Eğer Yahudi lobisi de gerçekten Erdoğan’ın Perez’e ettiği sözlerden rencide olmuşsa onlar bu üstün hizmetin içeriğini açıklasınlar.
Veya bir başka eleştirel yorumda bulunalım: Eğer Erdoğan ciddi ise İsrail katliamlarına derinden tepki duyan Türk milletinin oylarını Saadet partisine kaptırmamak için bu gösteriyi yapmamışsa şimdi Kasımpaşalı erkekliğiyle aldığı ödülü Yahudi lobisine İADE ETSİN.
Eğer bunu yapmazsa, yani Yahudi üstün hizmet ödülüne sahip bir Türk başbakan olarak kaldığı sürece Davos’ta yaptığı “show” sırf kendi egosunu kurtarmaya yönelik bir hareket ve sırf ezber sisteminden mürekkep yalamış vatandaşlarımızın oyuna talep karlık olarak kalır.

Türk milleti de “helal olsun” sana demeye devam eder. Bu eğitim sistemi devam ettiği sürece “ödüllü politikacılarımızın” sayısı da artacaktır.

PKK terörü ile mücadelede yediği kurşunla yatalak kalan Türk milletinin KAHRAMANLARI da kendi kafasına sıkıp bu dünyadan göçüp gidecektir!

Amerikan devşirmesi gazeteler de “demokrasi” adına kazandıkları zaferle yeni gazileri hedef göstermeye devam edecektir.
Shakespear’den bir söz: “Her millet layık olduğu yöneticilere sahiptir!”
http://yenivatan.com.au/article,tr,2009~02~28,122,,1~0~0,yes~27~now,2939_columnist.html

Wednesday, February 4, 2009

TSK Demokrasiye Engel mi?

Neval Kavcar
Lübnan’da bir gazete, “Osmanlı dirilsin, Erdoğan’ı halife seçelim” diyor. Bu çıkış BOP kapsamında mı, yoksa durumu bilmemekten mi kaynaklanıyor? Davos’ta sahnelenen oyunun İslam dünyasını etkilediğini biliyoruz. BOP Eş başkanlığı, asıl şimdi ete kemiğe büründü deyişimde o sebepten.

Emperyalizmin döğüş alanı olan Lübnan, Araplar ve Türkiye Batılıların ezici üstünlüğünü iliklerine kadar hisseden yerler. Böyle üst tonda konuşmaya hasret millet. Ah birde gerçek olsa idi. Konya’da hala eğitim gören İsrailli pilotlar, milyonlarca dolarlık antlaşmalar ve Davut Boynuzu Nişanı. Davos’taki sahneyi sahte kılan unsurlar.

Her yanından borç akan Türkiye’nin başbakanına “heyyytt” diye bağırtırlar mı? Hiç akla mantığa sığıyor mu? Niye müsaade ederler? İstedikleri her yasayı TBMM’den geçiren Erdoğan’ın, 29 Mart’tan güçlenerek çıkmasına. İslâm aleminde yıldızının parlamasına.

Medya’nın atom bombasından da güçlü olduğuna inandınız mı şimdi?
İstediğini rezil eder, istediğini vezir? Tayyib’i de fatih ilan etti o medya.

Tayyib’in halife olmasını istiyor, garibim Lüblan’lı. TSK İsrail ile Lübnan’ın arasına, Litani nehri civarına konuşlanmıştı hatırlarsanız. Türkiye’de askere “sus konuşma, demokrasi elden gidiyor” diyenler, yurt dışında askerin ve Türklüğün nimetinden yaralanıyor böyle.

Lübnan’da yayınlanan gazetenin adı, Dar ül Hayat. İngilizce basılıyormuş. Muhtemelen BOP’a katkı için yazılan satırlar. Ee hani, BOP bitti diyordu ABD. Ve Başbakan Erdoğan. ABD kolayca yaptığı projeden vaz geçer mi? Orta doğuya demokrasi geldi mi?!! Bazı devletlerin sınırı değişti mi? Hayır..O halde, BOP bitmedi. Ne oldu? BOP ismi lağvedildi, durmak yok yola devam denildi. Sebebi de AKP’nin kapatılma davasında, iddianamede “BOP”un bulunması ve toplumun ağzında sakız olması. Bitti denilerek, biriken BOP gazını alıyorlar.

29 Marta kadar Başbakan Erdoğan’ın başka kahramanlık maceraları ile birlikte kim bilir hangi olaylarla şok olacağız. Gaye, sağ salim 29 Martı atlatmak. 30 Marttan itibaren öncelikle yön Brüksel’e dönülecek. Washington’u talepleri, AB yaptırımı olarak devreye sokulacaktır. Başbakanın geçenlerde, “yıkılan tabulardan” bahsetmesi bundandır.

Ekonomik olarak kırılgan devredeyiz. Bunun üzerine “Kürtler” başta olmak üzere etnik gruplara yeni hakların “insan hakları” kavramında verilmesi, toplumsal cinneti başlatabilir.

Ekonomik ve siyaseten dışarı bağımlı Türkiye’nin, muhalifler üzerinde yürüttüğü baskı sebebi ile olup bitene karşı çıkacak kesim azalmıştır. Ayrışan halkın, işsiz ve aşsız kalması, istenmeyen olayları tetikleyebilir. Vakıflar yasası ile yabancıların rahatça at oynatacağı böyle bir ortamda, kaygan zeminde neler olur neler.

* * *

TSK Demokrasiye Engel mi?

Nedir demokrasinin kabataslak tarifi?

“Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.”

Tüm üye ve vatandaşların içinden askeri atarsak “demokrasi” tam tesis olmaz. Devlete vergisini verecek, sel, deprem gibi doğal afetlerde baş rolde olacak..Vatan savunmasında canını verecek.

Fakat işleyişte sesini çıkarmayacak. Son dönemde giderek artan yoğunlukta topluma bu işleniyor. TSK dışlanıyor. Kışlasına hapsediliyor. Köşe yazarları ve gazeteler yolu ile taciz edilerek, emekli mensuplarına suç isnat ediliyor.

Ömrünü PKK terörü ile mücadele etmekle geçirmiş askerlerimiz, hücreye atılıyor ve ciğeri beş para etmez PKK’lıların küfrüne maruz bırakılıyor. Böyle mi demokratikleşiyoruz.

AB, işbirlikçi Kürtleri Sevr’in günümüz versiyonunda kullanmak için kongre üzerine kongre yaptırıyor, hükümet sesini çıkarmıyor, asker “bu yanlıştır” derse ne kadar çıfıt varsa üzerine yükleniyor.

Hükümet muhaliflerini yıldıracak türlü oyunları deneyerek, yandaşlarını ödüllere boğuyor. Tek partili yönetim hatta monarşiye doğru yol alırken bunun adına demokrasi değil “Tayibiokrasi” demek doğru olur.

* * *

Davos Seçim Malzemesi

Başbakanın Davos sonrası gerek kendisinin gerekse partisinin sürekli, fatihliğe veurgu yaptığını görüyoruz. O da yetmiyor “Atatürk” gibiydi diyenler var. Atatürk başka milletin nişanını göğsüne takmadığı gibi, o milletin 5. kol faaliyeti gibi kullandığı “Mason” derneklerini bir gecede kapatmıştır.

Varsa yüreği önce masonik faaliyeti önlesin Tayyib Erdoğan. Sonra nişanı kaldırıp atsın. İsrailli pilotları eğitme işine son versin.

Bunları yapamıyorsa her şey olsun, fakat Atatürk’e bulaşmasın.

MHP ve CHP, grup toplantılarında “Davos’un” seçim malzemesi olarak kullanıldığını belirttiler.
http://www.sonsayfa.com/Kose-Yazisi-bop8217un-halifesi-896-48.html
Sizin ampul kaç watt?
Adam parti otobüsüne "Van" yerine "Wan" yazdığı için soruşturma açıyorsun...
Hükümetimizin bakanı, eşiyle şirket kurup mağaza açıyor, adı W!
Sivas tribünleri İsrail’e küfür ediyor, Balili’nin penaltısıyla turu geçtikleri için, takım arkadaşı sahanın ortasına Filistin bayrağı dikiyor, İstiklal Marşı okuyorlar!

*Gazze’de İsrail’in yıktığı evde doğan bebeğe Tayyip Erdoğan adını verdiler...
Balili Türk oluyor, vatandaşlık belgesini "Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz" diyen Başbakan imzalayacak!
*Gazzeli Tayyip Erdoğan’ın evini bombalayan İsrailli pilotlar, Konya’da eğitildi... İsrail bayrağı yakılan Konya’da İsrail’den madalyası olan Tayyip Erdoğan’ın aldığı oy yüzde 65!
*Davos Fatihi, Deniz Baykal’ın ağzından çıkanı kulağının duymadığını anlatırken, "İnce at da kargalar yesin" dedi...
Benim bildiğim "Ufak at da civcivler yesin"dir o lafın doğrusu ama, olsun...
Taşı "gıdığına" oturttuğu için alkışladılar!
*Sizi bilmem...
Bindik bir alamete, gidiyoruzkıyamete gibi bi his var bende.
*Bakın kıyamet dedim aklıma geldi...
İşsiz genç, AKP’den torpil bulmuş, belediyede işe girmiş, cenaze arabası şoförü yapmışlar, Teşvikiye Camii’nden alacaksın, Zincirlikuyu’ya taşıyacaksın demişler, peki demiş...
İkindi namazına vakit olduğu için, Nişantaşı’nda tura çıkmış, ilk gördüğü kızın yanına yanaşmış, atlasana gezelim demiş...
Kız "Bununla mı?" diye sorunca, "Beğenemedin mi" demiş, "Millet buna binebilmek için ölüyor be, ölüyor!"

Halifeye...

Bekir Coskun

SANIRIM siz altı yıldan beri oturmuş Türkiye’nin AB’ye girmesini bekliyordunuz.Neye niyet, neye kısmet...Bu son olanlarla Türkiye, Arap Birliği’ne (AB) girdi sayılır hayırlısıyla.
..Bir yere girelim de...
*Olanları en açık seçik Lübnan medyası dile getirdi. Manşetlerde "Tayyip Erdoğan halife olsun" diyorlar.
Sağolsunlar.Halife Hazretleri hazır.
..Ona bir deve bulunur.
Arkadaki deveye de Egemen Bağış, Ali Babacan, Cüneyd Zapsu bindiklerinde ve Arabistan’a yöneldiklerinde Araplar sorarlar:"Şu öndeki kim?.."
"Halife..."
"Niye ters oturmuş?.."
"Sanki batıya gidiyormuş gibi olsun diye..."

*Herkes hak ettiği yeri er geç buluyor.

Nasıl ki doğada ağaçlar, bitkiler, canlılar kendilerine en uygun iklimlerde yaşayabilir ve gelişebilirlerse...

Siyasetin ve sosyolojinin de asla yanılmaz yasasıdır bu.

Deve çöle yönelir

...Nitekim bakmalısınız; Türkiye’nin son bir haftada bile görülmemiş ölçüde Araplarla bütünleştiğini, Batı’dan bir anda uzaklaştığını nasıl görmezsiniz?

..Batı ile trafik neredeyse dururken, Araplarla sırnaşma-koklaşma artarak sürüyor...Batılılar arkadaşların ne olduğunu yeni yeni anlarken, Araplardan "halifelik" teklifi boşuna değil...

*Benim ise aklıma takılır:Tüm Araplar sinmiş-pısmışken, Tayyip Erdoğan’a o çıkışı yapma gücünü veren bu laik cumhuriyettir...

Yani; laik sistemi benimsemiş, halifeliği kaldırmış Mustafa Kemal’in cumhuriyeti sayesinde, Tayyip Erdoğan’a "halifelik" teklifi geliyor
...İyi mi?
..Ama ne yapmalı?.
.Hemen bir deve bulmalı...
Film: Güz Sancısı
Yapim:Yılmaz Karakoyunlu ve Tomris Giritlioğlu

Tarihi romanlarıyla gündemde olan Yılmaz Karakoyunlu ve Tomris Giritlioğlu imzalı bir film girdi vizyona geçen hafta. Daha önce de Varlık Vergisi dönemini anlatan bir romanı sinema haline getirilmişti. Yılmaz Karakoyunlu'nun; Salkım Hanımın Taneleri. Bu filmde ise 6-7 Eylül olayları taşınıyor gündeme."Her toplum kendi tarihiyle yüzleşmeli" deniyor ve insanlar izlemeye davet ediliyor devamlı.

Bir dönemde yaşanılan bu olaylar tabii ki çirkindir. Kimse bunları onaylayamaz. Zira bu olay tarihimizde bir lekedir. Doğrudur bunlar. Ancak Mustafa filminin ardından Güz Sancısı filminin gelmesi bir tesadüf müdür sizce? Bence değildir. Zira öyle bir dönemde yaşıyoruz ki artık Tv dizilerinden tutun da sinema filmlerine kadar her şey psikolojik bir harekât olarak tasarlanıyor.

Salkım Hanım'ın Taneleri filminde Ermeniler konu ediliyordu. Ardından meydana gelen gelişmeleri gördük hep beraber. Bu film ile Türk Halkının hafızalarına yerleştirilen bir acıma duygusu çerçevesinde Ermenilerden Özür Dileme Kampanyasına destek bile buldular.

Ermeniler iddialarında daha da direndiler ve istediklerini almalarına ramak kaldı. Zira artık Obama ABD başkanı ve başkan olmadan önceki açıklamalarında Ermeni soykırımını tanıyacaklarını beyan etmişti. Yani bir filmin ardından Ermeniler amaçlarının büyük bir kısmını elde ettiler. Peki arkası kesilecek miydi bunların? Tabii ki hayır. Çok sürmedi, bu sefer de Güz Sancısı ile Rumlar geldi gündeme. Yeni bir zemin yaratılıyor yine.

İşin ilginç yönlerinden biri de bu ülkede bakanlık yapmış bir kişinin bu tür filmlerine senaristlik yapıyor olmasıdır. İster istemez insanın aklına Karakoyunlu sadece bu işi meraktan mı yapıyor, yoksa bir görevi mi ifşa ediyor soruları takılıyor?

Gerçek anlamda ilginç bir zamanlamayla çıktı ortaya bu film. KKTC'yi kaybetme sürecinde ortaya çıktı her şeyden önce. Bir ikincisi ise Ergenekon ile tartışılmaya başlanan derin devlet konusu gündemdeyken çıktı. Bu anlamda kimse bunun sadece bir tesadüf olduğunu savunmamalıdır. Zira aslında önceden yazılmış bir senaryonun sergilenmesi olayıdır bu. Türk halkına "Bakın azınlıklara zamanında neler yapmışsınız.
Siz azınlıklara karşı hoşgörülü değilsiniz. Şimdi bunlardan özür dileme zamanıdır. Onların kaybettiklerini geri verme zamanıdır." denmek isteniyor.Belki okuyan çoğu kimseye bir komplo teorisi gibi gelecek bu yazılanlar ilk etapta. Ancak dikkatle incelendiğinde doğruluğu herkesçe kabul edilecektir.
Zira tam da filmin vizyona girdiği dönemde Atilla Olgaç'ın sözleri, ardından Rumların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak kayıp insanlarının peşine düşmesi ve Avustralya'da "Pontus Soykırımı"ndan söz eden bir plaketin açılması kesinlikle tesadüf değildir.

Ülkemiz parçalanmak isteniyor. Bu anlamda da bu tarz tüm filmler ve söylemler bu amaca hizmet eder bir nitelik kazanmaktadır. Adeta uygulamaya konulan bir senaryonun parçalarını teşkil etmektedirler. Bu anlamda Türkiye ve Türk Ulusu dikkatli olmalı bu tarz şeylere prim vermemelidir.
Arzu Kökkok.arzu@gmail.com

GÜZ SANCISI ; İKİNCİ BİR " MUSTAFA " FİLMİ Mİ ?
Filimdeki talacıların elinde Türk Bayrağı, ağızlarında " Kıbrıs Türk'tür " sloganı.
Filmde verilmek istenen mesaj " zalim Tükler ve masum Rumlar ".
Filim " Yılmaz Karakoyunlu'nun " romanından,
Senaryo yazarları ; " Nilgün Öneş ve Etyen Mahçupyan "Yönetmen ; Tomris Giritlioğlu.Kim dir bu şahıslar ;

YILMAZ KARAKOYUNLU ; Geçmişte Kastelli danışmanı,ANAP Gn.Bşk.Yardımcısı,TRT 'den ve Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı. Yeni bir Can Dündar veya O.Pamuk olma yolunda mı ?
TOMRİS GİRİTLİOĞLU ; TRT'nin tecrübeli yönetmeni.Bir çok dizilerle çok para kazandıktan sonra " Tarihimizle yüzleşelim " oyunuyla yeni ödüller peşinde mi ?
ETYEN MAHÇUPYAN ; ZAMAN Gazetesi yazarı.Fazla söze hacet yok.
NİLGÜN ÖNEŞ ; Dönmüş bir solcu. " Hatırla Sevgili" nin senaryo yazarı.6-7 Eylül yağmalarının arasına , Atatürk'ün ( söz konusu Milli Menfaatler ise gerisi teferruattır ) sözünü karıştırmasının anlamı nedir ?

Tomris Giritlioğlu- Yılmaz Karakoyunlu ve Etyen Mahçupyan " SALKIM HANIM'ın TANELERİ " filminden tanınıyor.Gayrimüslimlerin 1940'lı yıllarda yaşadıkları " DRAMI " konu almıştı.
Arkasından Türkiye'ye " azınlıklar " konusu dayatıldı.Filim gösterime girer girmez,Batıcı Neo-Liberaller,ikinçi Cumhuriyetçiler " Tarihimizle Yüzleşiyoruz " senaryoları arkasında ne yapmak istiyorlar.
Bütün bunların ardında şimdi de RUMLARDAN ÖZÜR DİLEME kampanyası mı geleçek ?

Not ; Sayın CÜNEYT AKALIN 'ın film hakkındaki yorumunun tamamı,AYDINLIK 1 ŞUBAT 2009,1124 sayısında.

Monday, February 2, 2009

Sorular?
Davos’ta Basbakan Erdogan ile Israil Cumhurbaskani Peres arasinda yasanan olay buyuk olasilikla bir donum noktasini vurgulayacak gibi gorunuyor.

Olaya duygusal, ofkeli, tepkili yaklasmak, bugun ulkelerini ve dunyayi yonetenler acisindan olasi degildir.
Turkiye’de ve Islam cografyasinda ise Basbakan Erdogan bol bol alkislanabilir; ama bu, yasanan ve yasanacak gercekler acisindan yalniz basina hesaba katilacak bir gosterge sayilamaz.
Bati’daki bakis acisi -Amerikan Yahudi lobisi bu deyisin icindedir- Davos olayiyla birlikte nasil bir degerlendirmeye yonelecektir?
*
Eski Baskan Bush yonetiminde Turkiye’ye yakistirilan rol acik secik ortadaydi.
Irak’i isgal etmek kararinda olan Amerika, zamanin Basbakani Ecevit’i Turkiye’yi bu yolda kullanma tasarimi icin ikna edemeyince devirdi; ‘Ilimli Islam Devlet Modeli’ni ongoren bir yeni iktidarin olusmasinda basrolu ustlendi.


Turkiye’de ‘Milli Gorus’ diye nitelenen antiamerikan Islamciliktan vazgecen Tayyip Erdogan ve AKP’nin genis kadrosuyla tarihsel bir donusum yasandi.

Oyle gorunuyor ki bu donemin de sonuna dogru yol alinmaktadir. 29 Mart yerel secimlerinde AKP oylarini yukseltse de gidisatin rotasini saptamak kolay degildir.
*
Bugun yakin gelecegin hesaplanmasinda dunya capinda islevi bulunan kesimlerde soru isaretleri ilginctir.
ABD Baskani Obama’nin benimseyecegi tutum onemlidir.
Arap ulkeleri pasif davranmaktadirlar.
Irak isgalinde edilginligi yegleyen Basbakan Erdogan’in Hamas’i destekleyen israri ve ofkesini Ortadogu’da liderlik hevesiyle aciklamaya calisanlar ise kimi gercekleri unutmus gorunuyorlar; bu kapsamda Nasir’in yenilgisi ve husraniyla Saddam’in trajik sonu unutulmaz orneklerdir.
Bagdat’ta eski ABD Baskani Bush’un kafasina ayakkabisini firlatan gazeteci, Araplarca ve Turkiye’de kahraman sayilsa da hapiste, Irak ise isgal altindadir.
Bu kadar muhatarali, karmasik, celiskili bir cografyada Turkiye’nin daha serinkanli bir yaklasima ihtiyaci oldugu kesindir.
*
Turkiye henuz boyutlari ve gelecegi belli olmayan bir donusumun sancilarini yasiyor.
Vaktiyle Bush yonetiminin ‘Buyuk Ortadogu Projesi’ kapsaminda iktidara tirmanmis olan Erdogan ve AKP’nin artik dis destege ihtiyaci kalmamis olabilir mi!
AKP liderinin neler dusundugunu kestirmek zordur.


Bati’nin olaylara serinkanlilikla bakacagi; ama, Erdogan’a artik ne kadar guvenilebilecegini de sorgulayacagi ongoruluyor.

Erdogan’in Davos cikisi, Bagdat’ta ABD Baskani’na ayakkabisini firlatan Irakli gazetecinin eylemi gibi mi kalacaktir? Yoksa Turkiye’nin dis politikasinda ve Ortadogu’daki konuslanmasinda bir degisimin ilk isareti mi olacaktir?
*
Turkiye, eger Basbakan Erdogan’in dedigi gibi “bir kabile devleti” degilse, yasanan olaylari en az Bati’daki uygar cografya kadar serinkanlilikla ve ulusal cikarlari acisindan degerlendirmek zorundadir.
Ofkeye dayanan gosteriyi yalniz bolca alkislamakla yetinirsek, cagdas bir devlet olmak niteligini yitirmis olmaz miyiz?
Cumhuriyet

Ermeniler de bizden özür diliyor!

Kaynak: internethaber / Tarih/Saat: 01 Þubat 2009 Pazar, 14:16:55 / Link : www.internethaber.com

Türkiye'den sonra özür sýrasý Ermeniler'e geldi. Ermeni aydýnlarý bir özür metni hazýrladý. Metin dünyadaki Ermenilerin imzasýna sunulacak.

Türkiye'de birçok kesim tarafýndan tepkiyle karþýlanan "Ermenilerden özür diliyorum" kampanyasý Ermeni aydýnlarý harekete geçirdi. Özür sýrasý onlara geldi. Baskýn Oran Radikal'deki yazýsýnda Ermeniler'in Türkiye'den özür dileyeceðini duyurdu.

Avustralya’nýn Sydney kentindeki Macquarie Üniversitesi Öðretim Üyesi ve Türk Ermeni Diyalog Grubu Eþbaþkaný Dr. Armen Gakavian tarafýndan ‘özür diliyorum’ kampanyasý çerçevesinde imzaya açýlacak olan bildirinin taslaðýnda þu cümleler yer alýyor.

“Ermeni halký adýna iþlenen cinayetler için özür diliyor, bunlarýn acýsýný duyan masum Osmanlýlarýn ve Türklerin duygularýný paylaþýyorum.”
ABD’den Prof. Dennis Papazian’ýn da desteklediði taslak bildiriye önümüzdeki hafta son hali verilecek ve dünyadaki bütün Ermenilere imzalamalarý için ulaþtýrýlacak.
Kampanyanýn önemli isimlerinden Papazian, Michigan’daki Ermeni Araþtýrmalarý Merkezi’nde Tarih doktorasý sahibi bir araþtýrmacý olarak tanýnýyor. Papazian, Ermeniler konusundaki düþünce ve yazýlarýyla bilinen Taner Akçam ile ayný üniversite bünyesinde çalýþmalar yapýyor.
Ermeni aydýnlara bu adýmý attýran olayýn, Türkiye’de baþlatýlan ‘özür diliyorum’ kampanyasý olduðunu, Dr. Armen Gakavian reddetmedi.
Radikal’in sorularýný yanýtlayan Gakavian, “Yürüteceðimiz kampanya ile Türkiye’deki aydýnlarýn ‘özür dileme’ kampanyasýný tüm yüreðimizle karþýladýðýmýzý göstereceðiz. Hazýrlanan bildiri, Ermeni çetecilerin iþlediði cinayetler ve ASALA eylemlerinden ötürü Türklerden özür dilemeye yöneliktir. Geçmiþte yaþanmýþ ve gelecekte meydana gelebilecek her türlü þiddeti reddediyoruz. Umarým kampanya baþarýlý olur.” dedi
Mehmet Tezkan
mtezkan@gazetevatan.com

Emine Hanım’ın ağlamasının nedeni! Pek ele alınmadı ama Başbakan’ın Davos’ta yaptığı çıkış kadar Emine Hanım da konuşuluyor..
Merak edilen şu..
Emine Hanım toplantı çıkışında neden ağladı?
O sert demeci neden verdi?
Gerçi gözyaşlarını dökerken eşine çok haksızlık edildiğini söyledi ama ağlama nedeni bu olamaz..
Başbakan haksızlık edenlere gereken cevabı verdi..
Boynu bükük değildi..
Altta kalmadı..
Emine Hanım bu yüzden ağlamış olamaz.. Eşin salondan mağrur bir çıkış yapsın, anında ‘Davos Fatihi’ sıfatı yapıştırılsın, sen otur ağla..
Mantıklı değil..
*
Peki o zaman ne?
Başbakan’ın Peres’e hitaben “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözünden etkilenmiş olması, o duyguyla gözyaşlarına boğulması da pek mümkün değil..
Bu söz karşısında ağlaması gereken biri varsa Emine Hanım değil, Şimon Peres olmalıydı!
*
Peki niye ağladı?
Görüntüleri defalarca izledim.. Zaten TV’ler yüzlerce kez verdi.. Başbakan, İsrail Cumhurbaşkanı Peres konuşurken çok sinirlendi..
Yüzü kızardıkça kızardı..
Yerinde duramaz hale geldi..
Yüzünün kızarmasına dikkat çekerim.. Ya tansiyonu yükseldi ya da şekeri fırladı.. Vücudundaki ani değişim yüzüne vurdu; kıpkırmızı oldu..
Bence o an Emine Hanım Peres’i dinlemiyor, eşine bakıyordu.. Yine bence eşinin o halini görünce endişelendi..
O öfkenin getireceği sağlık probleminden korktu..
Gerildikçe gerildi..
Büyük stres yaşadı..
Toplantı bittiği an, eşi salondan çıktığı an yaşadığı gerginlik gözyaşına dökülerek vücuttan çıktı..
Ağlayarak rahatladı..
O gözyaşları derin bir ‘oh’un ifadesiydi.. Korktuğu olmamıştı..
*
Gelelim sert demecine..
İşte o an Emine Hanım TV kameralarını karşısında, mikrofonları burnunun ucunda buldu..
(Bence yardımcılarının ve korumalarının büyük hatasıdır.. Sakinleşene kadar bir köşeye kaçırmaları gerekirdi.)
Bir şeyler söylemesi gerekiyordu.. Neden ağladığını açıklaması.. Eşimin yüzü kızardığı için endişe ettim diyecek hali yoktu..
Büyük haksızlık yapıldı dedi..
Bu açıklamadan kendisi de tatmin olmadı ki, o duygu anaforu içinde Peres’i kastederek “yalan söylüyor yalan” sözcükleri ağzından döküldü..
Böylece, bilerek veya bilmeyerek büyük bir diplomatik skandala imza attı..
Davos’ta bir skandal yaşanmışsa o da Emine Hanım’ın demecidir!
Düşünün..
Bir ülke başbakanının eşi bir başka ülkenin cumhurbaşkanı için yalancı diyor..
Skandal değil mi?
Sarkozy’nin eşi Carla Bruni..
Obama’nın eşi Michelle..
Tayyip Erdoğan için yalancı dese.. Yalan söylüyor diye demeç verse ortalık ayağa kalkmaz mı?
Diplomatik kriz yaşanmaz mı?
*
Bir başka ülkenin devlet başkanına, başbakanına ‘yalancı’ yaftası yapıştırmak eşlerin görevi değildir..
Ciddi iştir.. Başbakan, büyükelçilerden hazzetmiyor ama ‘monşerlerin’ üzerinde ciddi ciddi düşünmesi gereken bir konudur..
Pattadanak söylenecek söz değildir..

Hele ben bu ülkenin lideriyim diyen kişinin eşiyseniz hiç değildir..
Ülkelerin dış politikalarını, hangi ülkeye nasıl tavır alınacağını, hangi ülkenin cumhurbaşkanının yalancı ilan edileceğini eşler belirlemez..
Davos’ta skandal yaşanmışsa asıl skandal budur..
*
Boğaz dokuz düğümdür..
Dilin kemiği olsa..
Sözleri boşuna söylenmemiş!

Sunday, February 1, 2009

Dimyat'a pirince giderken...

Ruhat Mengi

Dün "Duygusal dış politikaya geçiş" başlıklı yazıma okurlarımızdan gelen yorumlar arasında yine çok doğru noktalara değinenler vardı. Mesela Ogün Yörük "Samimiyet lafla, külhanbeylilikle olmaz. Sen somut olarak İsrail'le yaptığın anlaşmaları iptal ediyor musun etmiyor musun, onu söylesinler" diyor.

Sevinç Hava ise "Yıllardır yabancıların maşası PKK onbinlerce vatandaşımızı öldürdü de 'terör örgütü'olduğunu bile kabullenmediler. Hangi ülke çıkıp da Türkiye için kendini ortaya attı, risk altında bıraktı. Aksine 'bir gün işimize yarar' diye bekletildi" demiş.

İsrail'le yapılan anlaşmalar, ona verilen yüz milyonlarca liralık ihaleler, ödenen 400 milyon dolar ortada duruyor. Bu paralar karşılığında aylar önce teslim edilmesi gereken uçaklar, sistemler hâlâ teslim edilmediği halde cezai yaptırım süreci başlatılmayarak Türkiye'nin zararına İsrail'e sözleşme dışı kolaylıklar sağlanıyor. (Bkz. Atilla Kart'ın bu konudaki basın açıklamaları...)

Peki nerede kaldı bizim öfkemiz?

Neden devleti büyük zarara sokan bu avantajlar önlenmiyor, durdurulmuyor?

Ve tekrarlayalım, hangi ülke, özellikle de Müslüman ülkesi yıllardır (genellikle hep Müslüman ülkelerde beslenip yetiştirilen) PKK terörüyle anaların her üç günde bir gencecik evlatlarını onlarca tabut yanyana toprağa verdiği Türkiye'ye arka çıktı ve hiç değilse Barzani'yle Talabani'ye iki çift laf etti?

Haydi bunu da geçelim; "Türkiye büyük ülke, Ortadoğu'da barışa katkısı bulunmalı" diyoruz ama bunu yaparken de kendi çıkarlarını korumalı değil mi?

Bir başka okurumuz Ecevit Işıl "Sayın Mengi , Başbakan orada ot gibi oturup konuşulanları dinlese bu sefer de tepki göstermedi diye eleştirirdiniz" diyor. Hayır, ona "tepki göstermesin" diyen yok ki, söylediğimiz "ancak bir Hamas liderinin vereceği tepkiyi vermemesi gerektiği"...
Düzgün ve saygın bir üslupla konuşarak, parmağını "Sen benden yaşlısın, öldürmeyi iyi bilirsin" diye sallamadan, toplantıyı hışımla terk etmeden de gerekenleri söyleyebilirdi, söylemeliydi.


"ÖFKE NÖBETİ"

Şimdi Başbakan'ın şahsında "Türklerin genel karakteri" hakkında dünyaya olumsuz, fevri bir mesaj verildi mi, verilmedi mi? "Huysuz Türk" dendi mi, denmedi mi?

İsrail'le (her ne kadar Peres zevahiri kurtarmak için "ilişkileri etkilemez" diyorsa da) düşman konumuna gelindi mi gelinmedi mi? Dün gazetelerde "Türkiye'nin ABD'deki en güçlü destekçilerinden olan Amerikan Yahudi Komitesi'nin" açıklaması vardı.

Başkanları David Harris "Erdoğan'ın Davos'taki öfke nöbeti Türkiye'de artan antisemitizm ateşine benzin dökmüştür. Başbakan'ın Peres'e yönelik saygısız sözleri İsrail'i eleştirmenin nasıl kışkırtıcı bir noktaya gidebildiğinin göstergesidir" demiş. Diğer Yahudi kuruluşları da benzer açıklamalar yapmışlar. (Artık istediği kadar "Benim duruşum İsraillilere, Yahudilere karşı değil. Antisemitizm insanlık suçudur" desin, inandırabilecek mi? ABD'de çok ihtiyacımız olan Yahudi lobisi desteğini alabilecek mi?)

Yabancı gazeteler de "Erdoğan'ın Ortadoğu'da arabulucu rolünü sabote ettiğini" yazıyor... Duruma baktığınızda sorulacak sağduyulu soru: "Bunlar olmalı mıydı, yoksa işin içinden sakin, akıllı bir politikayla sıyrılamaz mıydık" sorusudur.

"ABD, AB, BM ve Rusya" dörtlüsünün Ortadoğu Temsilcisi Tony Blair ise "Ben Hamas'ın barış sürecine dahil edilmesini istiyorum ama Hamas'la görüşmek için örgütün önce şiddete son vermesi, sonra da İsrail'i tanıması gerekiyor" demiş.

Dikkat edelim "sadece görüşmek için" bu şartların gerekli olduğunu söylüyor. Kısacık ama politik ve yapıcı bir açıklama...

Biz ise her ne kadar "demokratik olarak seçilmiş bir parti" olsa da bu ülkelerin hepsinin "terör örgütü" kabul ettiği Hamas'ın kayıtsız şartsız destekçisi olduk.

Bugüne kadar ezik dış politikalarımızdan üzüntü duyduğumuz için yüzeysel bakışla Davos çıkışı göze hoş görünebilir ama temelde baştan çok yanlış davrandık, anlatabiliyor muyum?