Tuesday, January 26, 2010

KÜRT HALK HEYETİNİN LOZAN’A GÖNDERDİĞİ TARİHİ MEKTUP

“Bu günlerde ( Lozan Konferansı görüşmeleri sırasında) İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon’un Kürtlere bağımsızlık verilmesi fikrini ortaya atarak, Kürtlerin koruyucusu tavrını takınmasını, hayret ve şaşkınlıkla karşıladık.

Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli hatıralarımız ve özelliklerimizden dolayı Türkler bize, “yiğit ve cesur” anlamına gelen “Kürt” ismini vermişlerdir. Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Hayderan, Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir.
Bu aşiretler bugün anavatanın Doğu Türklerini oluşturmaktadı r. Kürtlerin 1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa, “İranlı misyonerler”in aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların sonucunda Kürtler kendi öz dilleri olan Türkçe lehçesini ve öz kültürlerini yavaş yavaş kaybettiler.

Bundan dolayı Erzurum, Van, Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler, Farsçadan başka bir şey olmayan, Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar. Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen, Harput ve Diyarbakır taraflarındaki Kürt aşiretler ise ana dilleri olan Türkçe lehçesi ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladılar.

Bu Öz Türkoğlu Türkler’i Yavuz Sultan Selim Han, Kürtlerin hanı Şeyh İdris-i Bitlisi’ye gönderdiği fermanla kendi ülkesine dahil etti. O günden bu güne kadar, Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar.

Yukarıda yapılan değerlendirmeden sonra, İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon’a soarrız ki; İranlıların dilini biraz konuşmakla, o millete mensup olunduğu kabul edilirse, İngilizlere de dahil her milletin durumu tartışılır.
Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin, diğer milletlerin kabullenemediğ i “müstemleke” kelimesinin yerine kulağa hoş gelmeyen ve aynı anlamı taşıyan “manda” kelimesinin de aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır.
Dünyadaki zenginlik kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin, 10/12si Türk olan Musul’u ve petrol kaynaklarını biz Müslüman Türk’lere çok görmesini hayretle karşılıyoruz. Lozan Konferansı’nda İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon’un, Dersim (Tunceli) ve Bitlis olaylarından bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık düşünceleri
sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve, bundan dolayı kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917 yılında İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde buluna Ruslara biz Kürtler: “Bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır,” dedik.

İşte bugün bütün Kürtler, Lozan’daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı yanıtı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını, kendilerini yok edecek yabancılara değil, kendi ailelerinden olan Türk’lere ve Onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne emanet etmiştir. Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere yetkili kurul başkanı Lord Curzon’un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan’daki Temsil Heyetine ve başkanı sevgili hemşerimiz (Kürt) İsmet Paşa hazretlerine başarılar dileriz.”

Umum Kürt Amele ve Esnaf Cemiyeti

İstanbul’daki Umum Kürtler adına Reisi Salih Kahya adına Lolan aşiret reisi ve Sabık Erzurumlu İsazade Ahmet, Kürt Gençler Cemiyeti Düzerzadesi Dersimli Mehmet Sabri.

Kaynak: 24 Kânun-u Sani (1339 - 24 Ocak 1923) Devlet Arşivleri Genel Müd. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR.İM, 60/
Gazze’ye yardıma koşanlar, maden ve TEKEL işçilerine neden kayıtsız?
Sabahattin Önkibar22 Ocak 2010

Onlarca, yüzlerce, binlerce araç!
Saatler ve günlerce yol aldı!Rehberleri AKP’den 5 milletvekili!
Hedef Gazze’ydi!
Filistinlilere yardım malzemeleri götürülüyordu!
Dinci medya bu serüveni bir gün atlamaksızın ön sayfalarına taşıdı!Yapılan şeklen olsa da doğruydu!
Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir diyen şanlı bir Peygamberin getirdiği mukaddes dininin gereği yerine geldi.Ancak bir başka doğru daha var!
O şanlı Peygambere göre İslâm’da ayrımcılığın yeri asla yoktu!
Yardımsa ihtiyacı olan herkese yapılmalıydı!Dahası, yardımı siyasi amaca endekslemek ve şova dönüştürmek kabul edilemezdi!
Öyle olduğu içindir ki Müslümanlıkta yapılan yardımların örtülü yani gizli olanı övülür!
Hal bu iken kendilerine güya İslâmcı diyen malum zevat bütün dünya önünde davulla-zurnayla güya yardım taşıdılar!
Tam bu noktada sormaya başlayalım:Sahi Gazze için seferber olan mümin kardeşlerimiz (!) Ankara’da kışın bu dondurucu soğuğunda kazanılmış haklarını korumaya çalışan TEKEL işçilerini neden hiç akıllarına getirmiyorlar?
Niçin bir kez olsun onlara bir sabah sıcak bir çorba götürmeyi düşünmediler?
Öyle ya Müslümanlıksa TEKEL işçilerinin tamamı Müslüman!
Üstelik aralarında çok sayıda başörtülü kardeşimiz de var!
Yoksa onların suçları Filistinli pardon Arap olmamak mı?
İş askere saldırıya geldi mi demokrasi kaplanı kesilen o dinci medya, bir gün olsun bu işçilerin dramını neden yansıtmaz?
Demek ki bunların demokrasisinde işçi ve emeğin hakkı diye bir şey yokmuş!Ama efendim onlar hükümete karşı!Haaa demek ki sizin Müslümanlık ve demokrasi ölçünüz AKP’ye karşı, ya da yandaş olmakla paralel!
Ne yani, AKP yokken bu cihanda Müslümanlık yok muydu?Demek ki din sizin için inanç değil başka bir şey!…
Bir başka örnek Bursa’da çöken maden altında kalan onlarca işçimiz!Üstelik orada hükümete protesto da yok!
Peki Gazze’ye paket taşıyan hangi mümin (!) kardeşimiz, ayda 600 liraya çalışıp yerin 2 bin metre altında toprağa gömülen bu işçilerin ailelerine yardımı hatırladı!Hatırlamazlar çünkü orada siyasi mama yok!
İşte bu güruhtur İslâm’ın ayakbağı olanlar!Bu güruhtur İslâm İslâm deyip İslâm’a zarar verenler!İslâmi literatürde bu gibilere bir şey denilir de, onu ben demeyeyim, siz tahmin edin!KIZMAYIN…
Beceriksiz askerler!
Taraf gazetesi işini görmeye devam ediyor.. Bohçacılar misali her hafta yeni bir hikaye servis ediyor. Hatırlayın kısa bir süre öncesine kadar Kafes diye bir planı gündeme taşımıştı. Kafes yayını bitti, bu sefer Balyoz devreye girdi..
Ne midir Balyoz? Çetin Doğan’ın ihtilal senaryosu imiş!.. Görüyorsunuz Sarıkız, Ay ışığı, Yakamoz, Eldiven ve Çorap (!) bu darbe senaristlerini kesmemiş olacak ki Kafes’den sonra Balyoz’u sunuyorlar..
Komikliğin bu kadarı da fazla. TSK gibi bir yapı bu kadar çok darbe teşebbüsünde bulunur da, birini mi başaramaz?
Üstelik o ordu yakın geçmişte defalarca benzerlerini başarı ile yapmışsa? Hadise şekilde görüldüğü gibi TSK’ya karşı başlatılan psikolojik operasyonun yani yıpratmanın yeni versiyonudur…
Sakın ha bunun için Taraf gazetesine kızmayın, Taraf işini yapıyor.
Kızacağınız adres, ona izin veren AKP iktidarı ile, sızlanmaktan başka bir şey yapamayan Genelkurmay’dır!

ÖDEME PEŞİN…Şemdin Sakık’ta Tayyip aşkı!
Şemdin Sakık’ı biliyorsunuz, PKK’nın kanlı katillerinden, müebbete mahkum. AKP iktidarı bu caninin NTV’ye çıkmasına izin verdi.
Yani gündemde ve popüler olan her fikrin militanı Can Dündar’a teslim eti.
Can Dündar da Kürt açılımı ve referandum öncesinde bunun bedelini peşin ödedi!..

Ne mi yaptı?
Ekranda Tayyip Erdoğan’a övgüler düzdürdü!

Evet asker ve bebek katili Şemdin Sakık, televizyonda Tayyip Erdoğan için “Onun ayaklarının altını öperim” buyurdu..
Niçin mi, Kürtçe televizyona izin verdiği için!..
Şemdin Sakık’ın o sözlerinden sonra ukalalık demeyin ama ben kendimle gurur duydum, sebebi eşkıyanın ayaklarını öptüğü Tayyip Erdoğan’a muhalefet etmem ve onunla mahkemelerde davalı olmam!

PARASIZ HİZMET…Patrikhane bülbülü TSK’ya sövüyor!
Kezban Hatemi’yi eskilerin deyimi ile zahiren biliyoruz da, batinen tanımıyoruz!
Eşleri Hüseyin Beyler mübarek kurban bayramımızda kurban kesilmesine şiddetle muhalefet ederler.
Kendileri Patrikhane’nin avukatıdır ama bunu para karşılığı yapmadığını söylerler.
Hep merak edip dururum, Müslüman bir avukat para almıyorsa farklı bir dinin tapınağına bu hizmeti niçin yapar ve kendini paralar?
İlginçtir Patrikhane’ye sevgi dolu olan Kezban hanım, iş Türk Silahlı Kuvvetlerine geldi mi, müthiş ceberutlaşıyor ve kıyameti koparıyor.
Önceki akşam yandaş bir TV kanalında Kezban Hatemi’yi yine TSK’ya akıl almayacak lafları ederken gördüm.
Mesela ne mi demiş?
TSK’nın kendi halkına zulüm yaptığı gibi kahredici bir iddiada bulunmuş ve bu şanlı kurumu çetecilikle özdeşleştirmiş!..
Ne diyeyim, Patrikhane sözcüsüne de başkası, yakışmazdı herhalde!..
Sahi Genelkurmay’da adli müşavirlik diye bir birim var mı, varsa ne iş yapar?

Monday, January 25, 2010

Yurtsever Bilim Adamlığı
Mustafa Balbay
25 Ocak 2010
1990’lı yıllarda art arda gelen aydın kıyımlarının ilk kurbanı Prof. Muammer Aksoy oldu.
Muammer Hoca, 31 Ocak 1990’da evinin önünde kurşunlanarak katledildi.
Düğmeye basılmıştı!..
7.3.1990’da Çetin Emeç…
4.9.1990’da Turan Dursun…6.10.1990’da Doç. Bahriye Üçok…
24.1.1993’te Uğur Mumcu…
21.10.1999’da Prof. Ahmet Taner Kışlalı…
18.12.2002’de Dr. Necip Hablemitoğlu…


Her şey bir yana katledilen her aydın, kapatılan bir kütüphane demek.

Yukarıdaki acı listede yer alan aydınlarımızın tümüyle, az çok tanışıklığım oldu.

Prof. Aksoy’la ilk, Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’na yazısını getirdiği gün tanışmıştım. Bembeyaz saçları karlı bir dağ başını andırıyordu. Cumhuriyet’in ikinci sayfasında çıkması için hazırladığı yazısını bıraktı ve gitti.

Prof. Aksoy, kendisini üniversite yerleşkesine hapsetmemiş, ülke sorunlarıyla yakından ilgili bir aydındı. Sorunlarla ilgilenmesi sadece kaygılanmak değil, çözüm üretmek düzeyinde ve sorumluluğundaydı.

Gün oldu, Türkiye’yi üst düzeyde, Avrupa Konseyi’nde temsil etti, gün oldu tutuklandı, yargılandı…

Yeri geldi üniversitelere yönelik baskıları protesto etmek için bütün akademik kimliklerini iade etti, yeri geldi devletin ulusal petrol davasının savunuculuğunu üstlendi…

***
Falih Rıfkı Atay, ünlü eseri “Zeytindağı”nı şu tümcelerle bitiriyor:

“İşte size bütün kitabın özü; ilim ve vatan adamı olunuz. Hiçbiri yalnız başına, ne sizi ne de milletini kurtarabilir.”

Atay, gerçek aydını ne güzel özetlemiş.
Ne tek başına ilim…
Ne tek başına vatan adamlığı…
İkisi bir arada olmalı ki; toprakla tohum gibi birbirini çoğaltsın…


Prof. Aksoy, işte böyle bir aydındı.

Mevcut yapının haracını yiyen değil…

Ülkesinin geleceğine harç taşıyan bir aydın.

***
Prof. Aksoy, gerçek demokrasiye, güçlü Türkiye’ye örgütlü toplumla ulaşılabileceğine inanan bir aydındı.

Kendisini üniversiteye bu anlamda da hapsetmedi.

Türk Hukuk Kurumu Başkanlığı yaptı.

Zor günlerde, 1985’te Ankara Barosu Başkanlığı’nı üstlendi.

Ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu genel başkanlığını yürüttü, 50 kadar bu yola inanmış insanla birlikte… Amacı Atatürkçü düşünce sisteminin yeni kuşaklara taşınması, yaygınlaştırılmasıydı.
Her şeyden önce sorunları dile getirip dertlenmekten çok, çözüm üretmeye kafa yoran bir aydındı.
Bütün sorunların çözümü için öncelikle eğitim sorununun çözümlenmesi gerektiğine inanan bir kişiydi.
Hukuk adamıydı…

Öyle ki, devletin zarara uğratıldığına inandığı pek çok davada ne yaptı etti, müdahil olmayı başardı.
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin işlevsel olması için yaşamını ortaya koydu.

Geldiğimiz noktaya bakın ki; teröre kurban giden Prof. Aksoy’un genel başkanlığını üstlendiği, kurucusu olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği, terör örgütleriyle, terör olaylarıyla ilişkilendirilmek isteniyor…

Prof. Aksoy’un önünde, demir parmaklıklara tutunup, saygıyla eğiliyorum!
Eski bir Uğur Mumcu yazısı

Öldürülmesinden dört yıl sonra 26 Ocak 1997'de Uğur Mumcu'nun ardından yazdığım yazı hem o günleri anlatıyor, hem de o günden bu güne bu cinayetin üstünün aynen örtülü olduğunu!..

2009 Ocağında bu yazıyı bu gözle okuyalım..

“Şarkılar türküler söyleyerek, mumlar yakıp ağıtlar düzenleyerek Uğur Mumcu’ya karşı görev görevlerini yerine getirdiklerine inananlar yanılıyor.

Hele hele Mumcu’yu anma bahanesi ile kalabalığın içerisinde boy gösteren ikinci cumhuriyetçiler, PKK yandaşları,federasyon taraftarı,Atatürk düşmanları,sermayenin eteğine yapışmış ihanet şebekeleri, ölümün yıl dönümünde rahmetlinin ruhunu sızlatan unsurlardır.

Hazin bir rastlantıdır....

Değerli yazar, namuslu yurtsever Uğur Mumcu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarına göz diken bir eşkıya çetesi ile çetenin ortağı hainleri ve onların destekçisi gizli servislerin işbirliklerini belgelemeye çalışırken öldürüldü. Ölümünün dördüncü yıldönümünde bir kısım para babaları Türkiye’nin bölünmesine çanak tutuyorlar. Mumcu sokaklarda anılırken, bir kısım televizyon ekranlarında Türkiye’de Kürt Devleti kurulmasının hak olduğu yolunda görüşler açık seçik sergileniyor! Uğur Mumcu’yu anma programlarında en hamasi yaklaşımları sergileyen,onu göklere çıkaran televizyonlar, ardından TÜSİAD raporuna sığınıp devletin terör örgütüne teslimiyetine çanak tutmaktan geri kalmıyorlar!.

Oysa Uğur Mumcu bunlara asla yandaş değildi... Ulusal devletin, alçakça oyunlara hedef yapılmasına kesin karşı çıkıyordu. Uğur Mumcu federasyon arayışları içinde olanların karşısında sert bir kaya olarak en önemli bir engeldi... Federasyoncular Mumcu’yu hedef almıştı... Batılı gizli servislerin satın aldığı işbirlikçiler Türkiye’yi federasyonlara hazırlamalarına engel gördükleri Mumcu’yu ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Satılmışlar,Uğur Mumcu’yu ABD’nin karanlık kuruluşlarına şikayet bile ettiler!.. Graham Fuller, Paul Henze gibi CIA artıkları bunların Rand Corporation adlı Türkiye’ye kefen biçen kuruluşları, bunlara sunulan Mumcu aleyhine raporlar ve ardından gelen vahşi saldırı...

Uğur Mumcu medyaya sızdırılan “ajanmuhbirler ” tarafından,1992 yılında Batılılara şu kelimelerle şikayet ediliyordu.
Kürtler gasp edilmiş insanlığını istiyor. İletişim araçlarından faydalanmak istiyor, TV- radyo istiyor. Bilmem ki bizim bir kısım basınımız ne istiyor? Şu bizim milliyetçi sayın yazarlarımız,şu zararı da söyleseler söyleselerde rahatlasak.Milliyetçi bir takım yazar gazeteci,terör terör durmadan hiçbir şey olmaz diyorlar”.

Bunlar , şikayet satırlarıydı işte...Mumcu’yu ABD’nın karanlık kuruluşlarına “Kürt devletinin önünde engel” diye şikayet eden mektuplar kimin? Yaşar Kemal’in bu işlerle ilgisi nedir?... Semra Özal.Turgut Bey adına Yaşar Kemal’den mektup istemiş midir.?

Bitiremediği kitabında Apo’nun devlet muhbiri olduğunu açık açık yazıyor Uğur Mumcu!... Kimse de neden merak edip soruşturmuyor konuyu?. Kim nerede kullanmış Apo’yu?!

Ömer Topal’ın katillerini bulacağız diye yeri, göğü birbirine katan muhteremler, Uğur Mumcu’nun öldürülmesine neden bu kadar kayıtsızdır?

Topal cinayetinin takipçisi medya gülleri arasında Mumcu öldürüldüğü gün bayram eden satılmışlar vardır. Bu satılmışlar sayesinde şimdi bu ülkenin yeminli düşmanları televizyon ekranlarında, gazetelerde kendilerini kolayca seslendirebiliyorlar…”

Ya şimdi?!.

Behiç KILIÇ

TURKIYE'NIN NAMUSU UGUR MUMCU'YA UGURLAR OLSUN

Suikastçılar izlenmedi’
Haberler25 Ocak 2010
IŞIK KANSU

ANKARA – Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım; Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’ya yönelen suikastları gerçekleştirenlerin, önceden deneme gereği kimi yerleri bombaladıklarını anımsattı. Devleti yönetenlerin, o dönemde İran kaynaklı terörün PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmamasını eleştiren Yıldırım, “Cinayetler işlendi, öldürülenlerin önderlikleri, yol göstericilikleri, örnek alınası mücadele güçleri ortadan kalktı” dedi.
Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Dosyada hükümlülerin Türkiye’de hiç izlenmeden çalışma yapabildiklerine ilişkin ipuçları var mı?
- Yalnızca Ankara’daki olayları ele alırsak suçlular işe Muammer Aksoy’u öldürmekle başlamadılar. Deneme gereği bazı yerleri bombaladılar. Diyanet Vakfı’nın satış yerini yaktılar. Hac olaylarında, militanları kanlı bir saldırıyla etkisizleştiren Arabistan devletine tepki duyarak Ankara’da bir diplomatik görevliyi, Gazze olaylarına karşılık da İsrail elçilik görevlisini ve Amerikalı bir teknisyeni öldürdüler. Örgütün serbestçe yayın yaptığı, Ankara’nın merkezinde lokaller açtığı, eğitim kursları düzenlediği düşünülürse, ne ölçüde izlendikleri de anlaşılabilir.
- Sanırım, hükümlüler işledikleri cinayetleri yargılama sırasında tümüyle reddetme gibi bir tutum içine de girmediler…
- Her davada olduğu gibi “Umut Davası” adı verilen yargılama sürecinde de, başlangıçta böyle bir tutum almışlar; ama daha sonra bazıları “pişmanlık yasasından” yararlanmak için ya da ideolojik kararlılıkla eylemlerini reddetmemişlerdir.
- Kudüs Ordusu’nun hedefinde neden Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı vardı?
- Şurası açıktır ki; bu kişiler, “İslam devrimi” girişimleri önünde önemli engeller oluşturabilecek, toplumda saygınlığı ve etkinliği tartışılmaz yazar, araştırmacı ve bilim insanlarıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerine, araştırmalarıyla, konuşmalarıyla, yazıları ve kitaplarıyla, sahip çıkan Uğur Mumcu’nun varlığı, İslam devrimi önünde en büyük engeldi. Uğur Mumcu yalnızca ilkeleri korumakla kalmıyor; somut olayların izini sürerek, kanıtlarını sergileyerek devletin kurumlarını da bu konularda sürekli olarak göreve çağırıyor; yöneticilerini uyarıyordu. Hem de hiçbir kişi, örgüt ve kurumdan çekinmeden!
Mumcu tek başına savaştı
- Sizce Uğur Mumcu’nun, cinayeti gerçekleştirenler açısından en rahatsız edici yanı neydi?
- Devletin temel yapısını değiştirmek için kestirme bir yola gidilmekteydi. İktidarı ele geçirmenin önündeki en büyük engel olan Silahlı Kuvvetleri kökten ele geçirmek için bir yöntem geliştirilmişti. Belirli çevrelerin, cemaatlerin, tarikatların yönlendirmesine çok, ama çok açık olan din esaslı liseleri bitiren gençlerin Harp Okulu’na girmesinin önünü açmak için yasa tasarısı hazırlanmaktaydı.
Uğur Mumcu, işte bu değişikliğe karşı, neredeyse tek başına savaşıyordu. Son yazılarından birinin de bu konuda olduğunu unutmamak gerekir. Cinayet sonrası tepkiler üzerine bu yasa değişikliği gerçekleştirilememiştir.
- Çetin Emeç ve Turan Dursun’u katleden ekiple Ankara’da cinayet işleyenler arasında bir bağ var mı?
- İstanbul’daki suikastçılar ayrı bir gruptur. Onlar da pek çok kez İran’a gidip gelmişler. Birbirinden bağımsız görünen; ama bazen akrabalıklarla, geçmiş örgütsel bağlarla birbirleriyle ilişkili olabiliyorlar. Gruptan gruba geçenler de var. Ancak en önemlisi, İran ajanlarının suikastlarda, adam kaçırmalarda grupları ya da kişileri birbirinden habersiz kullanmış olmalıdır. Bir başka yöntem de geçerlidir: Kişiler, yayınlarda hedef gösterilebiliyor, eylemci gruplar da “vaziyetten vazife çıkararak” cinayet işleyebiliyorlar. Bu yönteme “yerinde zuhur” diyorlar.
İranlı ajanlar, başka ülkelerde gerçekleştirdikleri suikastlarda benzeri yöntemler kullanmışlardır. Öncelikle o ülkelerde öldürülecek kişileri izleme, istihbarat toplama çalışmaları gerçekleştirilmiş; daha sonra diplomatik maskeli gruplar silahları taşımış; vurucu gruplar ayrıca ülkeye girmiş ve işi tamamlamış; silahlar yine diplomat maskelilerce ülkeden çıkarılmıştır.

Thursday, January 21, 2010

Anıtkabir’e denizaltıyla saldıracaklar /Yılmaz ÖZDİL

Şok diye bi program vardı.
*“Şok... Şok... Şok... Playboy yıldızı Anna Nicole Smith, haftada bir gün zevk için Edirne Genelevi’ne gelerek ücretsiz amme hizmetinde bulunuyor sayın seyirciler!”

*N’oldu biliyor musunuz?Kuyruk oldu!Edirne Valisi açıklama yaptı...“Öyle bir hanım

çalışmamaktadır!”
*Halbuki, programın başında sonunda “Bu bir mizah programıdır” yazıyordu.İnandıramadılar.

*“Çevireceğiniz numaradan önce Graham Bell’in doğum tarihini tuşlarsanız, telefonla bedavaya görüşebilirsiniz” diye haber yaptılar... “Benim telefon galiba arızalı” diye hücuma uğrayan Telefon İdaresi, ertesi sabah beyanat vermek zorunda kaldı; resmi kurum olduğu için “Manyak mısınız” diyemedi, “Külliyen yalan” dedi.

*Adnan Menderes döneminde gizli bir projeyle uzaya gönderilen, ancak, daha sonra ödenek yetersizliği nedeniyle geri getirilemeyen Türk astronotun oğlunu çıkardılar canlı yayına... Millet ağlamaktan helak oldu zavallı yavrucağın dramına...

Mermiyi dişiyle yakalayan adamı gösterdiler, kendini vurduranlar oldu! Klozetten çıkıp, insanların kıçını ısıran yaratık haberi de yaptılar, Cine 5 şifresini kıran sprey haberi de...

Laboratuvarda tüplü müplü bir deney yaptılar, “Sigara paketlerindeki parlak kâğıtlarda gümüş var, işte böyle ayırabilirsiniz” dediler, adamın biri malı mülkü sattı, belediyenin çöp ihalesini aldı.

*700 hafta yayınlandı!*Sonra kaldırıldı...Çünkü, zor oldu ama, gerçek olmadığı 700 hafta sonra nihayet anlaşıldı ve izlenme oranı düştü.

*Nedendir bilmem, aralarında benim de bulunduğum 137 gazetecinin desteğiyle gerçekleştirilecek olan Balyoz Darbesi’ni okuyunca,“Şok” geldi aklıma.
*Şok... Şok... Şok...F16 düşürtecekler.
Cami bombalayacaklar.
Halka ateş açılacak.200 bin kişi tutuklanacak.On yüz milyon baloncuk olacak.
*E haliyle soruyor bazı okurlar:“Ne diyorsunuz bu işe?”
*Ne diyeyim kardeşim... Edirne Valisi bi açıklama yapar herhalde.

22 Ocak 2010

Wednesday, January 20, 2010

Ülkenin En Gözde Mesleği : Katillik

Açık İstihbarat

Türkiye'de en son gelişmeler, katilliğin en gözde meslek haline geldiğini netleştiriyor. Yıllarca on binlerce kişinin kanına giren Gladio'nun Türkiye'nin kaderine İliştirdiği Terörist Öcalan, hücresinden yazı yazmaya , örgüt yönetmeye devam ederken; medya tarafından siyasi lider muamelesi görüyor.

Keza; bugün Ağca isimli, Gladio'nun diğer bir iliştirilmiş teröristinin basın toplantısına tanıklık edeceksiniz. Askerden kaçmak için son zamanların en komik bahanesinin arkasına sığınan Ağca; havari mavisi giysileri ile karşınıza çıkıp kontrollü meczup rolünü oynayacak ve o "muhteşem" İngilizce'si ile bir yandan Hollywood'da bir rol, bir yandan hayatını kurtarmaya çalışacak.

Bu tabloyu; Şemdin Sakık isimli teröristi, karşısına alıp, bir sivil toplum eylemcisi muamelesi Can Dündar tamamlıyor. Diyarbakır Cezaevi'nde özel izinle yapılan röportajında, Sakık'ın umutsuz aşk hikayesini gözümüze sokuyor. Bir katili takım elbisesi ile karşımıza adam olarak oturtuyor.

Aşk; Can Dündar'ın elinde yavşaklaşıyor, sıradanlaşıyor, bir katilin riyakar gülümsemesine bürünüyor. Bu ülkede; tercihinize göre, onbinlerce masumu uyuşturucu parası için öldürüp kendinizi halk lideri de ilan ettirebilirsiniz...

Bir gazetenin genel yayın yönetmenini katledip, çıkışınızda film yıldızı havalarına da girebilirsiniz.

Ya da ; terörist yamağından başka bir şey olmayıp, kendinize entellektüel aşık portresi de çizdirebilirsiniz.

Dink'in eşi ; "Bir çocuktan katil yaratan karanlığı" sorgulama gereğinden bahsetmişti.

Bu soruya ; "bir yavşaktan gazeteci yaratan aymazlığı" sorgulamak gereğini de eklemek gerekiyor.
Açık İstihbarat
http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8546
EMRE KONGAR
Sivil Darbe Tartismalari: Ali Sirmen Celiskiyi Iyi Yakalamis


Herkesin dinlendigi, izlendigi, kayda alindigi, bu bilgilerin medyaya servis edildigi bir ortama demokrasi diyebilir misiniz?

Genelkurmay’in kozmik odasina polisin girdigi bir ortamda, sivil dinleme merkezi olan Telekomunikasyon Iletisim Baskanligi’nda arama yaptiran ve Yargitay’in dinlendigini belirleyen Sincan Agir Ceza Mahkemesi Yargici Osman Kacmaz hakkinda sorusturma acilan bir ulkede ne kadar demokrasi vardir?

Cemaatlerin ustune giden Erzincan Bassavcisi Ilhan Cihaner hakkinda sorusturma acilmasina ne dersiniz?

O bassavci ki, Ankara’dan Basbakan Yardimcisi Cemil Cicek ve bir burokrat tarafindan kendine telefon edilerek sorusturma ile ilgili telkinlerde bulunuldugunu one surmus, ilgili burokrat telefon ettigini kabul etmis, Cemil Cicek’ten ise hicbir ses cikmamistir.

(Cicek bir aciklama yapmis da ben gormemissem, sutunum kendisine her zaman aciktir.)
YOK araciligiyla ve yeni rektor atamalariyla universitelerin AKP iktidarinin denetimine alindigini sagir sultan bile duydu.

HSYK, Yargitay’daki bos 33 uyelik icin secim yapamiyor cunku Adalet Bakani kendi adaylari adina pazarlik yapmak icin bu secimi engelliyor.

Medya hizla AKP’ye yakin sermayeye devrediliyor.

Dogan Grubu’na verilen ceza ve yapilan baskilar, bu grubun da, elindeki gazete ve televizyon kanallarini satisa cikarmasina yol acti.

Ulkenin saygin bilim insanlari, gazetecileri, yazarlari tutuklu.

Cagdas Yasami Destekleme Dernegi, Cagdas Egitim Vakfi gibi egitime destek veren sivil toplum kuruluslari “Darbecilik”suclamasiyla tarumar edildi.

Adaleti, universiteyi, medyayi, STK’leri tahrip ettiginiz zaman demokrasiden geriye ne kaliyor ki?
Iste butun bu ortam icinde iktidar ve Tatli Su Aydinlari, AKP’yi otoriter bir tek parti rejimine gidis konusunda elestirenleri yine“Darbecilikle” sucluyor.
***
Darbe yalniz askerler tarafindan yapilmaz, siviller de darbe yapar” diyerek icinde yasadigimiz ortami “Sivil darbe” olarak nitelendirenlerin basinda Ali Sirmen gelir.

Sirmen 12 Ocak tarihli yazisinda “Vicdan Sizlatan Iki Yazi Bir Haber”den soz ediyordu.

Yazisina once eski Malatya Inonu Universitesi Rektoru Prof. Dr. Fatih Hilmioglu’nun hem hasta hem tutuklu oldugunu animsatarak basliyordu.

Sonra ayni durumda olan Mehmet Haberal’in durumuna deginiyordu.

Alintiladigi haber ise “Cumhurbaskani Turgut Ozal’in esi Semra Ozal’in villasindan yaklasik 500 bin TL’lik ziynet esyasi caldiklari iddiasiyla yargilanan 5 saniktan tutuklu olan ikisinin de 28 yil hapis cezasi istemiyle yargilandiklari davada, durusmalar basladiktan 75 gun sonra Sariyer 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafindan tahliye edildikleri” hakkindaydi.

Sirmen son olarak da Melih Asik’in “Yedikule Zindani” yazisindaki “En azindan tutukluluk suresi konusunda bugune gore daha ozenli davranildigi dikkatlerden kacmiyor” satirlarini animsatarak Osmanli doneminde bile tutukluluk halinin daha kisa tutuldugunu vurguluyor ve soyle diyordu:

“Genc iki hirsizlik sanigi, yargilamanin vardigi asama ve delillerin toplanmis olmasi gerekcesiyle 28 yil hapis cezasiyla yargilandiklari davada tahliye ediliyorlar, ama yasini basini almis, dunyaca unlu iki profesor doktorun, agir hastaliklarina ragmen tutukluluk halleri hâlâ devam ediyor.”

Butun bu saptamalarindan sonra Sirmen’in “Sivil darbe” kavraminin gunumuz icin gecersiz bir iddia oldugunu one surebilir misiniz?

Saturday, January 16, 2010

ACILIM Mi, yoksa aslinda Emperyalist projenin diger adi olan
EYALETLESME mi isteniyor? (bakz. Nurullah Aydin'in asagidaki yazisi)


'20-25 özerk bölge istiyoruz' !!!

Kapatılan DTP'nin Siirt Milletvekili Osman Özçelik, "20-25 özerk bölge olmasını öneriyoruz" dedi.

İlgili Haberler
3 ilde KCK operasyonu: 20 gözaltı
Türk ve Tuğluk ifade verdi
Vekillikleri düştü
Türk başka, Ayna başka diyor
Teke Tek'te Fatih Altaylı'nın konuğu olan Osman Özçelik, Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) yeni yönetiminin belirleneceği büyük kongrenin Ocak ayında yapılacağını söyledi.
Genel başkanın kim olacağının henüz belli olmadığını kaydeden Özçelik, Altaylı'nın "Genel başkan şahinlerden mi, güvercinlerden mi olacak?" sorusuna, "Hepimiz barış konusunda şahiniz." yanıtını verdi.

TERÖRLE ARAMIZA MESAFE KOYDUK
Özçelik "DTP terörle arasına mesafe koymadı" eleştirilerine şu yanıtı verdi:
"Terörle aramıza mesafa koyduk. Mesafe, Diyarbakır merkezi, Ankara merkezi ile Kandil kadar, Cudi kadardır. PKK, silahlı mücadele ile Kürt sorununu çözeceğni düşünmüştür. Yaklaşık 20 yıldır demokratik mücadelenin içindeyim. Sorunları parlamenter sistemle, barışçıl yolla çözebileceğimizi söyledik. Şiddeti dışlayan bir yöntem önerdiğimiz çok açık ortada. Son 10 yıldır artık savaşla bir yere varılamayacağını artık en önemli kadrolardan duyuyoruz. Ancak ne yazık ki Türkiye bu barış ortamını sağlayamamıştır."

KENAN EVREN DIŞINDA HERKESE SAYIN DİYORUM
Özçelik, Öcalan'a neden "Sayın" dediklerini de "Kenan Evren dışında herkese 'sayın' diyorum. Onun dışında bütün insanlara saygı duyuyorum" dedi.

BAŞBAKAN BİZİ TANIMADI
Açılımın içeriğinin belli olmadığını, isminin de 3 kez değiştiğinin altını çizen Özçelik, AK Parti'nin oyalamacı bir taktik izlediğini savundu. Özçelik, "86 yılda oluşmuş statükonun değişmesinin kolay olmadığını da biliyoruz. Biz AK Parti'ye samimi yaklaşması halinde destek vereceğimizi de söyledik. Ama binbir fedakarlıkla oluşturduğumuz grubu tanımadı. Sadece Başbakan değil, diğer partilerin yaklaşımı da böyle." diye konuştu.

Özçelik şöyle devam etti: "Parlamaetodan çekilmenin demokrasiye katkı sağlayacağını düşünerek bu kararı vermiştik. Kanun tekliflerimiz, soru önergelerimiz dikakete alınmıyor. Bizimle irtibat kurulmuyor. Kendimizi misafir gibi hissetmeye başladık. Açılım diyor, bu açılımın ne olduğunu bizimle görüşmüyor. Bu kararı(sine-i millet) kamuoyuna açıkladık. BDP ile ortak toplantı yapıldı, parlamentoda kalmanın daha faydalı olacağı sonucu çıktı. Sivil toplum örgütleri ve bölgeden gelen tepkiler, aydınların çağrısı üzerine bu kararı aldık. Sayın Öcalan da tüm bunları izliyor. Kamuoyunun talebi bu yöndeydi. O da bu konuda görüş bildirdi."

ÖCALAN'IN GÖRÜŞÜ
Altaylı'nın "Öcalan aksini söyleseydi, yani istifa edin deseydi ne yapardınız?" sorusuna Özçelik, "Abdullah Öcalan Türkiye'nin gerçekliğidir. Milyonlarca insan onun sözüne bakıyor. Öcalan'ı önemseyen kitlenin oyunu alıyoruz. Partimizin lideri değil. Biz legal bir partiyiz. Demokratik mekanizmalarımız var, karar organlarımız var. Abdullah Öcalan PKK'nın lideridir. Kürt halkının büyük bir kısmının önemsediği kişidir. Bunu görmezden gelemeyiz. Ama onunla aynı olduğumuz anlamına gelmez." şeklinde yanıt verdi.

YENİ ANAYASA ŞART
"Türkiye'nin 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulması lazım. AK Parti'nin böyle bir niyeti vardı, bütün girişimlerinde olduğu gibi geriye gitti. Demokratikleşme sağlanmadan Kürt sorunu bitmez. Kürt sorunu bitmeden şiddet bitmez. Bunun için yeni bir anayasa şart. Bütün gelişmiş ülkelerde yerellerin geliştirilmesi meselesi var"
diyen Özçelik şöyle devam etti: 25 ÖZERK BÖLGE OLMALI

"Demokratik özerklik projemizde yerel yönetimlerin güçlendirilmesini, 20-25 özerk bölge olmasını öneriyoruz. Bu özerk bölgelerin bir merkezi olacak. O özerk bölgelerin ekonomik durumuna, etnik ve dinsel inanç gruplara, yani kültürel yapıya uygun bir demokratik yapı oluşturulmalı. Bu merkezden kopma değil. Merkezin gücünü yerellere indirmek anlamına geliyor. Türkçe asıl dildir. Ama o bölgelerde ağırlıklı olarak konuşulan diller de kullanılacak. Katılımcı demokrasinin gelişmesi açısından önemli bir adım olacaktır."

http://www.odatv.com/n.php?n=seriat-uygulayacagimiz-ozerk-bolge-istiyoruz-2509091200

http://www.sanliurfa.com/haber_detail.php?id=14690

http://www.ozmena.com/genel-sohbet/quotturkiye-25-ozerk-bolgeye-ayrilmaliquot-708417-post1914134.html

Thursday, January 14, 2010

EYALETLEŞME’YE ADIM ADIM! (I)/Nurullah AYDIN

Kesin ve net belge;
Avrupa birliğinin para birimi EURO’daki renklerde gizli. Trakya koyu renkte, Anadolu Ankara’ya kadar ayrı renkte, diğer bölgeler yok. Eurovizyon şarkı yarışması, Eurosport haritalarında yansıtılan ABD pentagon dergisinde, NATO toplantılarında ortaya konulan haritalarda açık. Öylesine açık ki Büyük Ortadoğu projesi kapsamındaki bölge sınırlarının yeniden çizilmesinde Türkiye belli bölgelere ayrılmış durumda.
Türkiye darbe suikast dinleme takip işleri ile meşgul edilirken Türkiye’nin yapısal dönüşümü sinsice sürdürülüyor.

Trakya, Ege, Marmara, Karadeniz, Doğu’daki faaliyetlere dikkat!..Mantar gibi dernekler kuruluyor. İllerin ve bölgelerin dışa açılımı, yabancı sermaye adı altında yer altı ve yerüstü kaynaklarının yabancılarca ele geçirilmesine zemin hazırlanıyor..

Bazı resmi ve partili sivil yetkililerin açıklamalarına dikkat edin. Önümüzdeki günlerde farklı bir tabloyla karşılaşılırsa kimse şaşırmasın.

Vakıf arazileri üzerinde oynanan oyun, kent merkezinde düşünülen, planlanan yapılar, tahsis edilen yerler, işletmelerin el çabukluğuyla birilerine verilmek istenmesi, sularla ilgili yabancılaşma tesadüfi değil.

Türkiye’nin devasa şirketlerinde çalışan yabancı mühendislerin sayısı, var olan şirketlerin kaçta kaçının Türklere ait olduğunu düşünmek gerekir.

Ticaret ve sanayi odası verileri açıklamıyor. Peki ama neden?Bakın; Trakya örneğini vereyim. Diğer bölgelerdeki muhtemel gelişmeler için de örnek olur. Trakya Eyalet Parlamentosu hazır!AB himayesinde Trakya eyaleti planında bir eşik daha atlandı. AKP hükümeti sessiz sedasız bir kararname çıkararak Trakya’ya özel bayrak, bölgesel hükümet ve parlamentonun yolunu açtı.Avrupa Birliği ile çeşitli sınır ötesi işbirliği projelerine sokulmuş Trakya ‘da bir de eyalet hükümeti ve eyalet parlamentosu anlamına gelen Bölge kalkınma Ajansı kuruldu.

Trakya Bölge Kalkınma Ajansı kararnamesi Resmi Gazete’de yayındı yürürlüğe girdi.Bakanlar Kurulu’nun 14.7.2009 tarih ve 2009/15236 no’lu Bazı Düzey 2 Bölgelerinde Kalkınma Ajansları Kurulması hakkındaki kararı, Cumhurbaşkanı Gül’ün onayı ardından Resmi Gazete’nin 25.07.2009 tarihli 27299. sayısında yayımlandı.Trakya’nın eyaletleştirilmesi süreci, bu kararnameyle birlikte resmiyet kazanmış oldu.

Başkent Tekirdağ; Genel Vali Zübeyir Kemelek Toplam 16 ayrı Bölge Kalkınma Ajansı (BKA) kuran kararnamenin ilk sırasında TR21 koduyla Trakya yer alıyor.Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’ı kapsayacak ajansın merkezi Tekirdağ olacak.Trakya BKA Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı ilk bir yıl için, Tekirdağ Valisi yürütecek.Yerel parlamento işlevi görecek Kalkınma Kurulu’nun 100 üyesi de belirlendi. 21 temsilci AKP hükümetinin atadığı kaymakam ve il müdürü gibi bürokratlardan oluşuyor.İşadamı dernekleri, sanayi-ticaret odaları gibi kuruluşların toplam üye sayısı 32. Sermaye ile AKP memurlarının ittifakı Kurul’da salt çoğunluğu geçiyor.

Trakya’da ağırlıklı nüfusa sahip köylülerin, gerçekte büyük çiftçilerin örgütlenmeleri olarak bilinen ziraat odaları ve tarımsal kooperatifler temsilci sayısı sadece 18. Yerel yönetimlerden 15 üye. Esnaf kooperatiflerine 5 üye.

Trakya’da bulunan 3 üniversiteden 4 üye. Bunlar eyalet parlamentosunun üyeleri..Kalkınma Kurulu’nda tek bir sendika, meslek odası veya gerçek anlamda kitle örgütüne yer verilmemiş olması da ilginç.Yıldız Dağları Projesi ve TRAKAB, Ajans’a devredilecek 5449 sayılı BKA yasasının geçici 3.maddesine göre AB ile birlikte yürütülecek projeler Trakya’da kurulan BKA’ya geçecek.Bu kapsamda, Kırklareli Yıldız Dağları’nda devam eden ABD-AB projelerinin tüm iş ve işlemleri ile bunlara ilişkin tüm hak ve yükümlülüklerin Ajans’a devredilecek.

Yasayla bölgeye ilişkin plan ve program yapma ve yaptırtma yetkisine sahip olacak Trakya BKA’nın, Trakya Kalkınma Birliği 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda da tek yetkili kılınacak.Bursa merkezli, Marmara bölgesi eyalet yapılanması için çalışmalar ise sürdürülüyor.

GünüN SözÜ: Doğru bildiği yola devam eden, hedefine varır

TRAKYA EYALET PROJESİ (II)/ NURULLAH AYDIN

Türkiye gündemi boş şeylerle meşgul edilirken; ülkenin, yeni dünya düzeniçerçevesinde Büyük Ortadoğu projesi kapsamında yeniden eyaletyapılanmasına gittiği göz ardı ediliyor.

Eyaletleştirme provası olarak nitelenen Ajans, uluslararası tekellerinyatırım problemlerini kısa yoldan çözmeyi amaç edinecek.. Trakya BKA,AB-ABD, Soros fonları, uluslar arası şirketler dahil tüm yabancıkurumlardan yardım alabilecek. Yalnızca Devlet Planlama Teşkilatı'na karşısorumlu olacak. Trakya BKA, Kamu İhale Yasası ve Sayıştay denetiminden demuaf olacak. Kamu kaynakları da kullanan bir kurum olmasına rağmen, birerşirket gibi özel hukuk içerisinde yer alacak.

Trakya BKA'nın eyaletleşme adımı olduğunu belgeleyen bir diğer dikkatçekici nokta da bayrak. 5449 sayılı BKA yasasına dayanılarak çıkarılanYönetmeliğin
(Resmi Gazete, 25.07.2006, 26239) 28.maddesine göre, kuruluşkararnamesini takip eden iki ay içinde Trakya BKA özel bir amblembelirleyecek. Amblem bir tür bayrak olarak kullanılabilecek.Trakya Eyaleti'nin hükümeti de var, parlamentosu da. Trakya BKA'nın kararorganı niteliğiyle yerel hükümeti çağrıştıran Yönetim Kurulu her üç ilinvalileri, il belediye başkanları, il genel meclisi başkanları veticaret-sanayi odası başkanlarından oluşacak.

Kuruluşu izleyen ilk yıl Tekirdağ Valisi, ilerleyen yıllarda da sırasıylaEdirne Valisi ve Kırklareli Valisi birer yıl dönüşümlü olarak YönetimKurulu Başkanı olacaklar.

Trakya BKA'nın danışma ve yönlendirme organı işlevine sahip KalkınmaKurulu'nun üyeleri de AKP hükümetinin kararnamesinde sıralanmış.

Fiili eyalet parlamentosu özeliğindeki Kalkınma Kurulu'na resmi-özel-sivilkategorilerinde kurum ve kuruluş temsilcileri katılacak.

Kararnamenin 2.3 maddesi, Kalkınma Kurul üyelerinin il valileriningörüşleri doğrultusunda belirlendiğini ifade ediyor.

Kurum ve kuruluşların üyelik kriterleri ise şöyle sayılmış: İliçerisindeki etki ve etkinlikleri, misyonları ve ili temsil yetenekleri,ilin ve bölgenin kalkınmasına sağlayabilecekleri muhtemel katkılar vesahip oldukları üye sayıları gibi hususlar...

Trakya BKA Kalkınma Kurulu üyeleri incelendiğinde gerçek kriterin AKP'yeyakın Tabela dernekleri olduğu ortaya çıkıyor.

Edirne'den seçilen Balkan İş Dünyası Dayanışma Derneği, TUSKON'un birbileşeni ve sadece 7 üyeye sahip. Tekirdağ Aktif Sanayici ve İşadamlarıDerneği de kurul üyesiTabela dernekleri olan Tekirdağ Basın Mensupları Derneği ve Muratlı ÖncüKadın, Kültür, Çevre İşletme Kooperatifi de yine Kalkınma Kurulu'na asılüye kaydedilmiş.

AKP Kırklareli İl Başkanı Yurdaer Ulus'un başkanlığındaki atıl Kırklareliİlini Kalkındırma ve Geliştirme Derneği'nin kurul üyesi yapılması dikkatçeken bir başka durum.

AKP’li bürokrat ve sermayenin Eyalet Parlamentosu Kurul'un genel üyebileşimi Trakya BKA'nın gerçek işlevini gözler önüne seriyor.

Çevreye ve orman köylüsüne yarar sağlayacağı söylenen Yıldız Dağları Biyosfer Projesi'ne göre bölge AB ile ortak yönetilecek.

Aralık 2008'de fiilen çalışmalarına başlayan Yıldız Dağları BiyosferProjesi çalışmaları hız kesmeden sürdürülüyor. Kırklareli bazı kitleörgütlerinden başka proje kapsamında yer alan köy muhtarları ve tarımorman kooperatifi temsilcilerinin de katılımıyla çalıştay düzenlenirken,kamu kurumları temsilcilerine yönelik eğitim kursu yapıldı.

Projenin amacı biyolojik çeşitliliği korumak ve sınırdışı ilişkilerigeliştirmek olarak açıklanırken proje sahasını "130 bin hektarlık alandaki29 köy" olarak belirtiyor.

Zararsız, ürkmeyin gibi uyarılarıyla tanıtılan biyosfer projesi,Kırklareli Merkez ilçe ve belediye merkezlerinde uygulanacak. Çevre veOrman Bakanlığı kayıtlarında Yıldız Dağları'nda Biyolojik ÇeşitliliğinKorunması ve Sürdürülebilir Yönetimi adıyla geçen projenin yüzde 25'iniTürkiye'nin koyacağı 2,050 milyon avroluk bütçesi bulunuyor. Projekapsamında Kırklareli-Dereköy'de Doğa Eğitim Merkezi kurulması gibifaaliyetler yer alırken, Türkiye kaynaklı dökümanların açık olmamasıniyeti ortaya koymaktadır.

Peki ya Türkiye’nin diğer bölgelerinde yürütülen projeler?

GünüN SözÜ: Aşırı ilgi ve övgü, kullanılacak kişilere yapılır

Tuesday, January 12, 2010

Atatürk döneminin ürünüydü
\he Wall Street Journal, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Atatürk döneminin ürünüydü” dediğini yazdı. Erdoğan’ın Türk ekonomisini IMF’ye bağlı laik seleflerinden daha iyi idare ettiğini belirten WSJ, bir süre ...
The Wall Street Journal, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Atatürk döneminin ürünüydü” dediğini yazdı. Erdoğan’ın Türk ekonomisini IMF’ye bağlı laik seleflerinden daha iyi idare ettiğini belirten WSJ, bir süre önce vefat eden ünlü Türk prodüktör Ahmet Ertegün’ün “Erdoğan dürüst ve Türkiye’yi ileriye yönlendirecek usta ellere sahip” sözlerine yer verdi. Gazetenin yazarlarından Robert L. Pollock Erdoğan ile yaptığı söyleşide şu yorumu yaptı: “Unutulmamalı ki Türkiye, kamu yaşamında İslamın etkisini bastıran, geleneksel giysiyi yasaklayan ve tüm toplumun Latin alfabesiyle okuyup yazması direktifini veren Atatürk adındaki gayretli bir çağdaşlık yanlısının eşsiz eseridir.”
Erdoğan’ın Atatürk’le ilgili soruya İngilizce“happened-yaşandı” sözcüğüyle karşılık verdiğini belirten Pollack röportajını da şöyle bitirdi: “Doğal bir şekilde yanıtlıyor, özetle: Atatürk... Yaşandı... O döneminin bir ürünüydü. Bugün sahip olduğumuz Türkiye, o yerleşmiş sütunların üzerine inşa ediliyordu’ diyor.”
BAŞBAKANLIK YALANLADI
Başbakanlık ise, Erdoğan’ın WSJ’a ‘Atatürk Dönemi bitti’ yönünde bir ifade kullanmadığını, aksine çağdaş cumhuriyetin temellerinin Atatürk döneminde atıldığına vurgu yapıldığını belirterek, İngilizce “Happened” kelimesini kullanmadığını da vurguladılar.
http://www.tumgazeteler.com/?a=2264877

Friday, January 8, 2010

Nini .... Sarki Sozleri

Uyusunda büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
Dertlerini sürüsün ninni
Oğlum kızım uyusun ninni


Evvel zaman içinde kalbur saman içinde
Çok da uzun olmayan belli bir zaman önce
Çok da uzak olmayan çok güzel diyarın birinde
Bereketi dillerden düşmeyen bir köy varmış
Denizi de bilirmiş dalga bilirmiş bu güzel köyün insanı
Yağmurda yürür karda kayar ama güneşli günleri severmiş
Meze yaparmış bu köylüler iki kadehe tüm acılarını
Böylece birden unutuverirmiş geçmiş dargınlıklarını

Aslına bakacak olursan çok zenginmiş tarlaları
Ama nedeni bilinmez bu köylüler her daim fakir
Yokmuş galiba köydeki kargaların bunda bir etkisi
Böyle gelmiş böyle gidermiş
Ne de olsa alın yazısı


Dayanamamış biri sonunda kargalara baş kaldırmış!!! ()
Hakkımızı yiyorlar diyip bütün köyü ayaklandırmış
Sonunda başa çıkmış köyü istila eden kargalarla
Ama kendisi de göçüp gitmiş tabii eninde sonunda (Ata'miz mi acaba?)
Uyusunda büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
Dertlerini sürüsün ninni


Oğlum kızım uyusun ninni
Ardından ağlamış köydeki herkes çok uzun yıllarca
Ağlarken ağlarken köy unutmuş kargaları tamamıyla
Üzülüp dövünüp dururken birden övünmeye başlamış
Ancak övünüp durduğu sadece hatıraymış
Günün birinde köyün üstüne kapkara bulutlar yerleşmiş
Kimse bulutları kargaların getirdiğini fark etmemiş
Köydekiler yaz yağmurudur gelir geçer zannetmişler
Ama bu kara bulutlar kopacak fırtınanın habercisiymiş


Kargaların çalacağı emekten medet uman bazı kurnazlar
Köylüye ninniler söyleyip apaçık hedef şaşırtmışlar
Soytarısıyla yalancısı bu köyün bir gün gelmiş elele vermiş
Bildik beyaz camın içine girip siyah yalanlar söylemiş
Onların baktığı yerden bütün köy çok aptalmış
Çünkü aptal olmasalar böyle aldanmazlarmış
Değil mi ki bütün köy olana bitene ses çıkarmadan bakmış
O zaman başlarına gelenlere müstahaklarmış
Ah ne güzel ninniymiş bu cehalet
Herkes dalıp uyumuş niyahet
Top atsan uyanmazmış ne rehavet
E benim köyüme ee ee
Aslında köyün akıllısı çokmuş
Alimi dedesi filozofu çokmuş

Var diye bas bas bağırıyorlar ama hiç birinin söz hakkı yokmuş
Çünkü bilene düşünene yazana kargaların itirazı çokmuş
ve onlardan öğrendikleriyle kurnazlar herkesi uyutmuş
Güzel köyüm ne zaman uyanırsın
Bu duruma ne kadar dayanırsın
Sanmaki uyurken kazanırsın
Hadi köyüm ne zaman uyanırsın

Candan Ercetin

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8517

Wednesday, January 6, 2010

Lozan'ı çöpe atın!

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 27 Ocak’ta Lozan’ı resmen delmek için adım atacak.
AB, Türkiye’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması’nı resmen delmek için yeni bir tezgah peşinde... Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 27 Ocak’ta Türkiye ve Yunanistan’a “Dini azınlıklar konusunda Lozan’ı aşın!” çağrısında bulunacak. Bu amaçla hazırlanan raporda Ankara’dan istenen maddeler ise AB’nin ‘Sevr hayali’ ile bire bir örtüşüyor.


Avrupa’nın Lozan tezgahı
Avrupa, Türkiye’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması’nı ayaklar altına almaya hazırlanıyor.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, dini azınlıklar konusunda ‘Lozan’ı aşın’ çağrısında bulunacak

AKP’nin teslimiyetçi tavrından cesaret alan Avrupa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması’nı ayaklar altına almak için harekete geçti. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından Batı Trakya Türkleri ve Türkiye’deki Müslüman olmayan dini azınlıklar hakkında hazırlanan ortak rapor ve karar tasarısında, Türkiye ve Yunanistan’a ’Lozan’ı aşma’çağrısı yapıldı. Raporda iki ülkenin azınlıklara mensup vatandaşlarına Lozan Antlaşması’nda öngörülen karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesine göre değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi normlarına göre muamelede bulunmaları istendi. Taslak karar metninde, Ankara ve Atina’nın, karşılıklılık ilkesini mazeret göstererek dini azınlıklarına Lozan Antlaşması’nda öngörülen hakları tanımıyor olmaları, ’çağdışı bir uygulama’ olarak tanımlandı.

İşte o dayatmalar
27 Ocak tarihinde oylanacak rapor ve karar tasarısında Ankara’dan istenenler şunlar:
- Dini azınlıkların dini temsilcilerinin eğitimiyle ilgili sorunları çözmesi,
- Patrikhanelerin tüzel kişiliğini tanıması,
- Heybeliada Ruhban Okulu’nu açması,
- Fener Rum Patrikhanesi’ne ’ekümenik’sıfatını kullanma izni vermesi, azınlıkların mülkiyet sorunlarını çözmesi,
- Mor Gabriel Süryani Ortodoks Kilisesi’nin mülkiyet hakkını koruması,
- Ulusal azınlık mensuplarının polis, TSK, yargı ve idari sistemde çalışabilmesi,
- Hrant Dink cinayetini çözümlemesi,
- Azınlık mezarlıklarını koruması, antisemit (Yahudi karşıtı) söylemleri cezai suç haline getirmesi, ırkçılık ve hoşgörüsüzlüğe karşı ulusal kampanya başlatması,
- Heybeliada Ruhban Okulu konusunda Rum azınlığın temsilcileriyle uzlaşıya dayalı bir çözüm bulunması çağrısı yer alıyor. Bu çerçevede, Ruhban Okulu’nun Galatasaray Üniversitesi bünyesinde oluşturulacak bir İlahiyat Fakültesi’ne bağlı olarak yeniden açılması konusunda yapılan gayrıresmi teklifin yazılı olarak resmileştirilmesi isteniyor.



Türkiye’nin ‘kuruluş’ antlaşması
Lozan Antlaşması, İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, S.S.C.B ve Yugoslavya temsilcileri tarafından Lozan Üniversitesi Salonu’nda imzalanmış barış antlaşmasıdır. Atatürk önderliğinde Milli Mücadele’ye başlayan Türk ulusu savaş meydanlarında büyük zaferler kazanmış ve Lozan Antlaşması ile siyasi ve hukuki alanda tescil etmiştir.

Anlaşma, öncelikle Türkiye’nin bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası topluma kabul edilmesini sağlamıştır.

Lozan ile Misak-ı Milli hedeflerine çok büyük ölçüde ulaşılmıştır.

Kapitülasyonların kaldırılmış, Osmanlı borçlarının ödenmesinin makul bir takvime bağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri de, Lozan Antlaşması’nda yer almıştır.

Ayrıca Lozan, yaklaşık 200 yıldır devam eden Türk-Yunan çatışmasını sona erdirmiştir.

TEPKİLER...

Atatürk’ten uzaklaştırmak istiyorlar

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM), Ankara ve Atina’ya topraklarındaki dini azınlıkların hakları konusunda “Lozan Antlaşması’nı aşmaları” yönündeki çağrısı tepkilere neden oldu. CHP Ordu Milletvekili Rahmi Güner, Avrupa’nın Türkiye’yi Lozan Antlaşmasından uzaklaştırmak için büyük çaba sarfettiğini söyledi. Türkiye’nin gerçekten bağımsız bir ülke olmasının, dışa karşı egemenlik haklarını en iyi şekilde korumasının AKPM’yi rahatsız ettiğini savunan Güner, “Bunlar daha doğrusu Atatürk’ün koymuş olduğu prensiplerden, Atatürk’ün getirmiş olduğu devlet yapısından uzaklaştırmak istiyorlar” dedi.

AB, raporla kendi ilkelerini delik deşik etti

Emekli Büyükelçi İnal Batu da AB’nin bu konuda tarafsız olamayacağının altını çizdi. Avrupa’nın 1980 yılında Yunanistan’ı tam üye yapmakla zaten Lozan’ı çiğnediğine vurgu yapan Batu şunları kaydetti: “Raporu ben ciddiye almıyorum. Kaldı ki Lozan Antlaşması sadece Türk-Yunan ilişkilerinden ibaret değil. Avrupa Birliği Yunanistan’a tam üyelik verip, Türkiye’yi dışlaması Lozan dengesini delik deşik etti. AB kendi ilkelerini, kendi kişiliğini de çiğnemiş oldu.”

İmzalanan gizli anlaşmaların doğal sonucu

Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Nurullah Aydın da Lozan’ı devre dışı bırakan yaklaşımın şaşırtıcı olmadığını söyledi.

Aydın, “Lozan hükümsüzdür. Lozan bir tek Türkiye tarafından ileri sürülmektedir.

AB’nin Osmanlı’nın son dönemindeki talepleri ile bugünkü talepleri arasında hiçbir fark yoktur.

AB’nin Türkiye’deki azınlıklarla ilgili bu talepleri, AKP ile yaptıkları gizli anlaşmanın doğal bir sonucudur” dedi.

Bugün Girit, Rodos, Makedonya, Batı Trakya konusunda AB, suskundur” diyen Aydın, “Fransa’nın Korsika bağımsızlık hareketi konusunda suskundur.

Bunlar somut örnekler.


Kosova ve Makedonya konusunda suskundur. Avrupa bölünmüş bir Türkiye planının en önemli unsuru olarak Eurovizyon şarkı yarışmasında Türkiye’nin Trakya bölgesini ayrı bir bölge, Doğu Anadolu’yu ayrı bir bölge, Karadeniz’i ayrı bir devlet olarak göstermektedir.

Ayrıca Euro’nun üzerindeki renklere baktığınızda da Trakya bölgesi farklı bir renk, Ankara’ya kadar farklı bir renk, Ankara’dan ötesi farklı bir renktir.

AB’nin açıkladığı bu rapor aslında kesinleşmiş somut örneklerdir.

Durum şaşırtıcı değildir” şeklinde konuştu.

“Ergenekon” İktidara Sızdı!




Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Meclisi’nce hazırlanan, “Öğrenci andındaki ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ ifadesini çıkartın… Artık Lozan’ı aşın” önerilerinin yer aldığı rapor, devletteki büyük bir çatlağı, hatta “Ergenekoncu” görüşlerin iktidara da “sızdığını” ortaya çıkardı.

“Batı Trakya Türkleri ve Türkiye’deki Müslüman olmayan dini azınlıklar” başlıklı rapor ve karar tasarısı aslında 21 Nisan’da hazırlandı. Ancak, “Artık Lozan’ı aşın” ifadesinin yer aldığının anlaşılması üzerine Türkiye gündemine geldi. 27 Ocak’ta oylanacak bu raporda, Ruhban Okulu’nun açılması, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un “ekümenikliğinin” tanınması gibi bir dizi talep var. Keza rapor, “Türkiye’deki Müslüman olmayan dini azınlıklar” başlığını taşıdığı halde, Kürt kökenli ve Alevi vatandaşlar için de “azınlık” deniyor.

TSK başta olmak üzere CHP ve MHP gibi muhalefet partileriyle, bugün “Ergenekon” davasında tutuklu yargılanan, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, Doğu Perinçek, Mustafa Balbay, Veli Küçük, Muzaffer Tekin gibi isimler, Ruhban Okulu’nun, Bartholomeos ve Batı’nın dayattığı şartlara değil, Türk hukuk sistemine göre açılması gerektiğini savunuyor. Bu cephe, Barthlomoeos, ABD ve AB’nin, “ekümenikliği” tanımamız talebinin yanı sıra, Kürt kökenli ve Alevi vatandaşların “azınlık” sayılmasının ise Lozan’a kesinlikle aykırı olduğunu vurguluyorlar. “Ergenekon” İddianamesindeki birçok ismin, Ruhban Okulu ve “ekümeniklik” karşıtı gösterilere katılmakla suçlandığı, Bartholomeos ve sözcülerinin de, “Ergenekon davası sayesinde rahatladık” dediği biliniyor.

Bu Savunmayı Kim Hazırladı?

Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın yanı sıra, hükümet ve AKP’nin önde gelen birçok ismi ise Ruhban Okulu’nun açılmasını destekliyor, Patriğin “ekümenikliği” konusuna da, Ortodoks dünyasının meselesi olarak bakıyor.

Ancak Avrupa Konseyi’nin söz konusu raporu, bu konularda iktidar içinde veya iktidarla-bürokrasi arasında “derin” bir çatlağı ortaya çıkardı.

Raporu hazırlayan Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Komitesi Raportörü Michel Hunault, taleplerini madde madde sıraladıktan sonra raporun son bölümüne Türkiye’nin görüş ve çekincelerini de koydu. Hemen her maddeye verilen cevapların, TSK, muhalefet ve “Ergenekoncuların” görüşleriyle birebir örtüştüğü görüldü.

Mesela Lozan’la Türkiye’de kimlerin azınlık olduğunun belirlendiği, bu yüzden, “Müslüman Türk vatandaşları için azınlık ifadesinin kullanılamayacağı” bildirilirken, Patrikhane’ye tüzel kişilik verilmesi ve Patriğin “ekümenikliğinin” tanınması talepleri için şu değerlendirmeler yapıldı:

“Türk Anayasası, Müslüman veya gayrı Müslim dini toplulukların tüzel kişiliğinin tanınmasına izin vermiyor. Diğer Avrupa ülkelerinde de dini toplulukların tüzel kişilik hakkı bulunmamaktadır. Lozan’da Patrikhanenin Türkiye’de kalmasına, sadece İstanbul’daki Rum Ortodokslarının dini ve ruhani ihtiyaçlarını karşılaması ve Patriğin Türk vatandaşı olması şartıyla izin verildi. Bir başka ifadeyle, Yunanistan ve Patriklik, İstanbul’da kalabilmek için Osmanlı dönemindeki siyasi ve idari imtiyazlarından vazgeçmeyi kabul etti.
Bu aynı zamanda, ‘ekümenikliğin’ niçin kabul edilemeyeceğinin izahıdır. Ayrıca Yargıtay da 25 Haziran 2007’de bu yönde karar almıştır. Patriğin, ‘ekümenik’ sıfatını kullanmasının yasal zemini yoktur. Dolayısıyla, bu unvanın kullanılmaması, dini özgürlüklerin engellendiği bahanesi yapılamaz.”


Raporda Ruhban Okulu ile ilgili eleştiri ve talepler konusunda da, bu okulun kapalı olmadığı, Anayasa Mahkemesi’nin 1971’deki kararından sonra faaliyetinin Patrikhane tarafından durdurulduğu hatırlatıldıktan sonra, şöyle denildi:

Türk Anayasası ve yürürlükteki yasalara göre, her seviyedeki dini eğitimin devlet gözetiminde yapılması gerekiyor. Türk yetkililer, Ruhban Okulu’nun açılması için çok çeşitli formül ve önerilerde bulunduğu halde, Patrikhane bunların hiçbirisini kabul etmedi.”

Erdoğan Medya Baskısından Mı Korkuyor?

İktidarın söylemi ile Avrupa Konseyi’ne bildiren resmi görüşler arasındaki bu farkın nereden kaynaklandığı, Gül ve Erdoğan’ın bu “resmi savunmadan” haberdar olup, olmadığı büyük bir merak konusu. Öyle ki, esprisi bile yapılmaya başlandı.

Başbakan Erdoğan NTV’de yaptığı bir açıklamada, Ruhban Okulu için, “Çok da önemli bir konu değil, açılabilir” dedikten sonra, şunları anlatmıştı:

“Ama siz ne yapıyorsunuz, Batı Trakya’nın seçilmiş müftüsünü tanımıyorsunuz. Burada Patriği, Sen Sinod seçiyor. Lozan’a göre, bunların T.C. vatandaşı olması lazım, değil, ama biz anlayış gösteriyoruz. Hiç olmazsa vatandaşlık müracaatında bulunsunlar dedik. Siz ne yaptınız, Batı Trakya’da ‘Türklük’ ifadesine tahammül edemiyorsunuz. Bunları dostum Karamanlis’e, Dora’ya (Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani) çok söyledim. Savunamıyorlar, ‘yapacağız, edeceğiz’ diyorlar, ama medya baskısından çok korkuyorlar.”

Erdoğan’ın bu açıklamalarını dikkate alan diplomatlar, Batı Trakya’daki Türklerin hakları konusunda Yunan medyasının gösterdiği direncin aksine, Türk medyasının, Ruhban Okulu’nun Bartholomeos’un istediği şartlarda açılması, “ekümenikliğinin” tanınması için adeta kampanya yürüttüğünü hatırlatıp, “Başbakan da istenenlerin Lozan’a aykırı olduğunu biliyor, ama anlaşılan kendisi de bizim medyanın baskısından korkup, Lozan’ın çiğnenmesine göz yumuyor” diyorlar.
TEDA’nın bozuk terazisi

SİZE bir soru: Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazarın ödülü aldığı yıl ve daha sonra İsveç’te devlet yardımı ile yayınlandığını hiç duydunuz mu?

Duymadınızsa duyun:
Yazarın Adı: Orhan Pamuk! Kitabın adı: Cevdet Bey ve Oğulları; Masumiyet Müzesi. Yayınevinin adı: Norstedts. Çevirmen: Mats Müllern.
* * *
TEDA Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İlgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi’dir.
TEDA, Türk kültür, sanat ve edebiyatının klasik ve çağdaş eserlerinin ilgili ülkelerin tanınmış yayınevlerince Türkçe dışındaki dillere çevrilmesi, o dilin konuşulduğu ülke veya ülkelerde yayınlanması, tanıtılması ve pazarlanması esasına dayalı özünde bir “çeviri ve yayım” destek projesidir.
Projenin esası; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca belirlenen Yönerge ve Sözleşme çerçevesinde, yayınlanacak olan eserlere çeviri veya baskı desteği sağlanmasıdır.
TEDA Projesi’nin hedefi; Türk kültür, sanat ve edebiyatını yurtdışında entelektüel hedef kitle ile buluşturarak Türk kültür, sanat ve edebiyatının kaynaklarına yönlendirmektir.
* * *

Kültür Bakanlığı’nın TEDA Projesi ortaya atıldığı zaman (en eski editörlerden biri olmak sıfatıyla) bir-iki yazı yazarak böyle bir projenin sakıncalarını ve bu sakıncalardan kurtulmanın yollarını da yazmıştım. Projeyi hazırlayanlar benimle temasa geçmiş ve yayınlanmadan önce, incelemem için, yönetmelik metnini bana göndermişlerdi. Yönetmelik çıkarken benim tavsiyelerime büyük ölçüde uydular.

2005 yılında başlayan destek programının 2009 yılı ikinci dönem itibariyle 634 kitaba ulaşmış olduğunu öğrendiğim zaman mutlu oldum ve gurur duydum. Ancak, yayını devlet tarafından paraca desteklenen bu 634 kitabın 52 (elli iki)’sinin Orhan Pamuk imzası taşıdığını öğrendiğim zaman ağzım bir karış açık kaldı.

2005 yılında Orhan Pamuk’un dünyanın dört bir yanında yayınlandığını biliyor ve en yakın zamanda Nobel Edebiyat Ödülü alması için uluslararası bir tezgâh kurulduğunu duyuyorduk.

Hedef 2006 yılında on ikiden vuruldu. Tezgâh muradına erdi!

TEDA’nın amacı türlü nedenlerle yurtdışında yayınlanma olanağı bulamamış eski ve yeni, değerli yazarları desteklemek değil miydi?

Nobel Ödülü sahibi Orhan Pamuk’un
kitapları devlet desteği ile Slovakya, Güney Kore, Romanya, Brezilya, Estonya, Polonya, Ukrayna, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Gürcistan, İspanya, Mısır, Bosna-Hersek, Hindistan, İsveç, Letonya, Norveç, İsrail memleketlerinde yayınlanmış. Bu ne biçim bir tanıtım politikası ki Nobelli yazar tanıtım için destekleniyor?

Bu nasıl bir Nobelli yazardır ki yurtdışında yayınlanmak için devlet desteğine
muhtaç?
* * *

Beni şaşırtan bir başka konu: Gallimard (Fransa), Kedros (Yunanistan), Carl Hanser Verlag (Almanya), Norstedts (İsveç), Giulio Einaudi (İtalya) gibi zengin yayınevlerinin TEDA’dan yararlanmaya tenezzül etmeleri.

Daha yazacak çok şey var ama ben son olarak TEDA’nın yazar+yayınevi+çevirmen kumpasına dikkat etmesini söyleyeceğim. Genç TEDA’nın daha da yozlaşmamak için, durup, şöyle durum değerlendirmesi ve bir özeleştiri yapması gerekiyor.

TEDA’nın terazisi yanlış tartıyor: Ya bozuk ya da hileli!..

Monday, January 4, 2010






Emine Erdoğan, ABD'de neyi temsil etti? / Murat Tepebaşılı

New York Times'ın haberi ekteki dosyada:

New York Times Gazetesinde bir haber
Posted: 15 Dec 2009 01:58 PM PST
(15, Aralık, 2009)

The Obamas Watch But Don't See the Tragic Fate of Middle East Women: A Four-Picture Allegory
Obamalar, seyretmelerine rağmen orta doğu kadınlarının trajik kaderini görmüyor: Şu 4 fotoğraftan oluşan görsele bakın.

By Barry Rubin

Turkey used to be a secular state striving for modernization and a place in the Western world. That dream is turning into a nightmare. The AKP regime, despite its pretense of being a center-right, family values, good government party, is moving Turkey toward Islamism. Washington and the West in general doesn't seem to notice though horrified Turkish secularists and liberals are yelling for help.
Türkiye modernleşme çabası içinde ve Batı dünyasında yer almaya çabalayan laik bir ülke olarak görülmekteydi. Bu rüya artık bir kabusa dönüşüyor. AKP'nin rejimi, aile değerlerine sahip, iyi hükümet, bir merkez-sağ partisi olma iddiasına rağmen, Türkiye'yi İslamizm yönüne götürmektedir. Dehşete düşmüş olan laik ve liberal Türk halkının yardım için bağırıp çığlık atmasını Washington ve Batı dünyası genelde görmüyor.

Look at the photos below of Prime Minister Tayyip Erdogan and his wife arriving in Washington to meet the Obamas. It's not so much that his wife, Ermine, is wearing a hijab (in Turkey called a turban) but look at her slumped over and self-effacing like a slave. I'm of no importance, is what her posture seems to say. Compare her abject stance to the three others in the picture standing tall and proud. In the first photo her sleeves are so long to conceal her hands that she can't even control them. Her head is slumped in a pose conveying submissiveness and shame at being a woman. And then in the fourth photo, she slinks off, like a servant who has been dismissed.


Obama ile görüşmek üzere Washington’a gelen Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşinin karşılanma seromonisini gösteren aşağıdaki fotoğraflara bakın. Öyle abartılı olmasa da Erdoğan’nın eşi Emine, bir hijab (Türkiye'de türban deniyor) giymiş ancak, görünüşüne ve haline bakın, kendini geri planda tutan döküntü bir köle gibi duruşuna bakın. Bu resmi şöyle okuyabiliriz: “Ben önemli biri değilim”. Onun bu sefil durumunu, resimde görülen ve gururlu bir tarzda duran diğer üç kişi ile kıyaslayın. Birinci fotoğrafta onun (Emine) elbisesinin kolları o kadar uzun ki kontrol edemediği ellerini bile gizlemektedir. Başı, sanki kadın olmanın verdiği utanç ve ve teslimiyetle yığılıp kalmış bir pozda. Ve dördüncü fotoğrafta, görevini tamamlayıp odadan sessizce sıvışan bir hizmetçi.

The sequence seems to symbollize the fate stalking Turkish woman, subverting the equality envisioned under the Ataturk republic to a status of servility and second-class citizenship. . This holds true in much of the Muslim-majority countries and it is getting worse-- Egypt and Iraq come to mind--not better.
Yet the Obamas don't even notice what's going on before their eyes. To them, Turkey is the very model of a moderate Muslim democracy, a good model to be encouraged rather than a NATO ally slipping steadily into the Iranian-Syrian alliance.


Fotoğrafların sırasına bakıldığında Atatürk cumhuriyeti kapsamında öngörülen eşitlik statüsünü kaldırarak Türk kadınını ikinci sınıf vatandaşlık ve köle statüsüne indiren bir durum sembolize edilmektedir. Bu durum halkının çoğunluğu Müslüman olan bir çok ülkede görülen bir durumdur ve durum daha da kötüye gitmektedir – Mısır ve Irak hemen akla gelenler-. Ancak Obamalar gözleri önünde olanları fark edememişler. Onlara göre, Türkiye, İran- Suriye ittifakına kayan bir NATO ülkesi olmaktan ziyade ılımlı bir Müslüman demokrasinin iyi bir örneği olmakta ve bu desteklenmesi gereken bir durum olarak algılanmaktadır.

Take a look at those photos below and shiver. But for sheer insanity there's this New York Times article.. It celebrates the growing Turkish-Syrian alignment, claiming that this means Syria is becoming more moderate! The author actually states:
"For some [in Syria ], the new closeness with secular, moderate Turkey represents a move away from Syria ’s controversial alliance with Iran . For others, it suggests an embrace of Turkey ’s more open, cosmopolitan society. And for many ― including Syria ’s president, Bashar al-Assad ― it conjures different dreams of a revitalized regional economy, less vulnerable to Western sanctions or pressure."
Let me explain something. When a former ally joins your enemies you don't cheer about how your enemy is becoming your friend.. Why should Turkey-Syria friendship mean Syria-Iran coolness, especially when Turkey and Iran are acting like great buddies? This article is just a pitiful parroting of Syrian disinformation. Shameful.
Aşağıdaki şu fotoğraflara bir göz atın ve ürperin. New York Times'ın şu yazısı tam bir çılgınlık.. Büyüyen Türk-Suriye işbirliğini kutlamakta ve bunun Suriye’nin daha ılımlı hale gelmekte olduğunu iddia etmekte. Yazarın açıkça ifade ettiği:

“Bazıları için (Suriye) laik ve ılımlı Türkiye ile yakınlaşması Suriyenin tartışmalı İran işbirliğinden uzaklaşması olarak algılanmaktadır. Diğerleri için ise bu Türkiye’nin daha açık ve kozmopolit olan Türk halkının bir kucaklaması olarak değerlendiriyor. Bir çokları için bu - Suriye 'cumhurbaşkanı Beşar Esad da dahil olmak üzere – bölgesel ekonominin canlanması hakkında değişik rüyaların oluşmasına neden olur, batının yaptırımlarına veya baskılarına karşı daha az yara alır.” Bir şeyi açıklığa kavuşturayım. Bir müttefikiniz karşı tarafa, düşman grubunda yer alırsa düşmanım dostum oldu diye sevinmezsiniz. Türk-Suriye dostluğu niçin Suriye-İran soğukluğu anlamına gelmeliki, özellikle Türkiye ve İran çok yakın dostluk sergiledikleri halde? Bu makale sadece Suriye dezenformasyonunun zavallı bir papağan gibi konuşmasından ibarettir.
Utanç verici.
Prof. Barry Rubin is director of the Global Research in International Affairs (GLORIA) Center, Interdisciplinary university. His new book is The Truth About Syria (Palgrave-Macmillan).You can buy his latest book The Israel-Arab Reader: A Documentary History of the Middle East Conflict on Amazon.com here.
ilgili adresler:

Saturday, January 2, 2010

TSK ile Savaş PKK ile Barış /Ali Sirmen
Öyküyü bilirsiniz, adam elinde iki bavulla gümrüğe gelmiş. Gümrükçü sormuş:
- Ne var bunların içinde?
Adam gayet rahat yanıtlamış:
- Kuş yemi.
- Aç bakalım, demiş gümrükçü.
Adam açmış, iki bavul da ağzına kadar kol saati dolu.
- Hani kuş yemiydi? demiş gümrükçü.
Pişkinlikle yanıtlamış adam:
- Valla ben önlerine koyuyorum abi, yerlerse!..
2009’da önümüze neler koydular, kuş yemi niyetine; toplumun bir bölümü de yandaş ve yalaka medya ile kalemlerin işbirliği sayesinde, afiyetle yedi.
Kozmik odada kanıtları aranan Arınç’a suikast girişimi mi istersiniz, müthiş yargıcı takip eden askeri personelin araçları durdurularak ele geçirilişi mi, gazetecinin notlarından istidlal edilen darbe planları mı, Ergenekon komploları mı?
Ne isterseniz isteyin, hepsini yaşadık.
Suikast komplosunun ABD’den edilen telefonlarla bildirilmesine mi, yoksa hâkimi takip eden şüpheli personelin aniden durdurulması sırasında, Ankara’nın iki ayrı yerindeki olay mahallerinde hemen bitiveren ajans temsilcilerine mi gülersiniz?
Adamlar koymuş ortaya kol saati bavulunu kuş yemi diye, yersen!
***
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başı Genelkurmay Başkanı binmiş firkateyne, Trabzon açıklarından mesaj gönderiyor; asimetrik psiklojik savaş uygulandığını, TSK’nin saldırı altında olduğunu, buna yetkililerin son vermesi gerektiğini, terör örgütlerinin bu tür davranışlarda bulunabileceğini, ama medyanın bunu yapmaması gerektiğini söylüyor.
Medya zil takıp oynuyor, tarakası ayyuka çıkıyor:
- Demokratikleşiyoruz, sivilleşiyoruz.
Komutan haykırıyor:
- Saldırı altındayız, buna izin vermeyin!
Medya gülümseyerek kafa sallıyor:
- Haydi iyisiniz iyisiniz, her şey tam uyum içinde cereyan ediyor.
Medya bavuldaki kol saatlerini gösteriyor:
- Bak kuş yemleri, ye!.. ye!.. afiyetle ye!
2009 kahkahanın hıçkırığa, maskaralığın işkenceye, adamın cüdama karıştığı bir dönem olarak geçiyor, yoksulluğun gamı, zalimin zammına karışıyor, baskının adı oluyor hürriyet, vergi cezasıyla sağlanıyor özgürlük, birisi türkü çığırıyor:
- Köprüler yaptırdım paranı çekmeye, yollar yaptırdım haraç kesmeye balam…
İmralı’dan bir adam, Mahmur ve Kandil’dekilere sesleniyor:
- Gelin!
Geliyorlar, marşlarıyla üniformalarıyla. İmralı’daki büyük Kürdistan’ın delegelerini tayin ediyor.
İmralı’dakinin adı oluyor ömür boyu mahkûm, eylemin adı oluyor açılım.
Silivri’de kaleminden başka gücü olmayan insanlar aylarca içeride tutuklu kalıyorlar.
Mahmur ve Kandil’den silahını yeni bırakıp gelenler, seyyar sahra mahkemelerinde, sorgulanmadan aklanıp baş tacı ediliyorlar.
***
Böyle geçti 2009; TSK hedef tahtasına kondu. Personeli tutuklandı, arandı, karargâhına girdiler, kozmik odalarını aradılar, emeklisini muvazzafını Silivri’ye tıktılar, öyle zulüm yaptılar ki, tavan isyan edip çöktü.

Medyanın “demokrasi önderi liberalleri” TSK’nin hedef alınmasına, TSK’nin saldırı altında tutulmasına, TSK’nin kozmik odalarının garip ihbarlarla aranmasına, askeri personelin yetkili olmayanlarca aranmak istenmesine, polis araçlarının fiyaka ile kozmik odaların bulunduğu makama sokulmasına karşı çıkmadılar da, “Apo’nun KCK’sinin” teröre karıştığı savıyla sorgu sırası bekleyenlerin kelepçelenmesine çok öfkelendiler.


Normaldi, çünkü 2009’da amaç TSK ile savaş, PKK ile barıştı.

Türkiye’yi 2009’da yöneten zihniyetin sloganı artık budur:
TSK ile savaş, PKK ile barış.
Daha da ileri gidilecek de, şu PKK bir su koyvermese…
Halbuki su koymanın da âlemi yok, hazır karşısındaki en büyük güç TSK de tasfiye edilirken…
Konu: gectigimiz aylarda sinir disi edilen Ulusal Kanal program yapimcisi Teoman Alili'nin yazısı

YUGOSLAVYALASMA SURECI…

Ozellestirme ve Polise askeri silah


Bugun Turkiye de Yugoslavlasma surecinden sikca soz edilir oldu. Surecin carpici noktalarina bakildiginda bugun iki konu one cikiyor. Belki pes bu kadari olmaz diyeceksiniz ama biz basin gorevimizi yapalim ve kamuoyunu bilgilendirelim.

TEOMAN ALILI

Diplomatik dile Balkanizasyon olarak gecen Yugoslavlasma sureci aslinda dili parcalanma kelimesini soyleyemeye varmayanlarin kullandigibir terim. Aydinlik Dergisi nin 1990 li yillarin basindan itabaren dikkat cektigi tehlike daha dogrusu Yugoslavya nin parcalanmasina karsi durusunun merkezindeki neden ayni surecin Turkiye icin de yasanmasindan duydugu kaygiydi. Dergi Yugoslavya nin parcalanmasindan cok once ABD nin Irak in kuzeyinde kurmak istedigi yapiyi farketmis ve donemin ABD Disisleri bakani Taft in adini tasiyan Taft projesini Aydinlik grubunun donemin yayin organi 2000 e Dogru da kapaga tasimisti. ABD nin saldirgan politikasi SSCB nin cokmesinin ardindan Varsova Pakti na bagli olmayan tam tersine Pakt a karsi cikarak SSCB yi de emperyalist bir devlet olarak goren Yugoslavya uzerine yogunlasti. Bugun Tirkiye de Buyukelcilik gorevleri yapan Edelman ve Jeferey gibi isimler ile ABD Dispolitikasina kumanda eden Holbrooke Yugoslavya nin parcalanma surecinde Hirvatistan, Bosna ve Kosova da aktif gorevler ustlendiler. Yugoslavya Tito nun deyimiyle *Ancak bagimsiz olursa yasayabilecek* bir ulkeydi ve Tito bu sozu 1961 yilinda Belgrad ta toplanan Baglantisizlar Hareketi gisim toplantisinda soylemisti. Gercekten de Yugoslavya bagimsiz durusu sayesinde SSCB nin cokusuyle birlikte yokolan sosoyalist rejimler gibi degil 12 yil suren direnis ve ic savaslarla parcalanabilmisti.

OZELLESTIRMELER

Galeri kahvesi daha cok Turklerin, Turk sosyalistlerin ciktigi bir kahve. Carsinin ortasinda bi ara sokak icinde yer alan ve adindan da anlasilacagi gibi ayni zamanda bir resim galerisi olan kucuk sirin bir kiraathane. Kahve de ogrencilik yillarimda evinde kaldigim Aki(Hakki) amca ve arkadaslarini buldum. Endise icindeler ve resim cekilmesini istemiyorlardi. Aki amcaya durumu ozetledim ve eskiden sendikaci olan Aki amca Turk televizyonlarini seyrettigini iscilere yapilan zulumden cok etkilendigini soyledi. Ozellestirme dedigimde Aki amca Turkcenin guzelligini kullandi ve ozellestirme kelimesinden ozeli cikar geriye lestirme kalir aslinda leslestirme kalir dedi. Yugoslavya surecinde ozellestirmelerin rolu buyuk olmus. Tito nun Ozyonetim sistemi isclerin calistiklari fabrikalarin sahibi olmasi prensibine dayaniyordu. Ancak Tito nun olumuyle birlikte ozyonetimcilerin geri donus olarak tanimladigi fabrikalarin isci kontrolunden alinip tamamen devlet kontrolune verilmesi sureci yasandi. Bu surecte fabrikalar devlet eline gecti ve Ante Markovic Yugoslavya nin en onemli fabrikalarini, Slovenya daki beyaz esya devi Gorenje yi, Makedonya nin dev demir celik fabrikasi Jelezara yi yabanci ortakliklara acti. Markovic acikca Pazar ekonomisine gecildigini lan ediyor ve fabrikalarda calisan iscilerin sayisinin ihtiyacin fazlasi oldugunu one suruyordu. Markovic yonetimi 1985 ten sonra sendikalarin butun direnisine ragmen iscileri isten cikarmaya ve devlet eline gecen fabrikalari ozel sektore acmaya basladi. Bu surecte iscilere maaslarinin yarisi karsiliginda cesitli kamu kuruluslarinda calisma hakki verildi.

SENDIKALAR BOLUNDU

Tabi iscilere yapilan teklif hemen reddedildi. Tito doneminde calistiklari fabrikalarin sahibi olan isciler bir anda yuk olarak gorulmeye baslandi. Grevler surecine girildi. Tam bu noktada grevlerin neden basariya ulasmadigi sorusu gundeme geliyor. Iste sorunun cevabi esas carpici noktaya isaret ediyor. Yugoslavya daki isci hareketi yillar boyunca surdu ancak hareketin etkisini kirma gorevi Almanya ve ABD nin elindeydi. Makedonya daki bira fabrikasi Pivara yi satin alan Coca Cola kendine yakin bir sendika kurup, demokratik yapilanma adi altinda etnik ayrimciligi kiskirtti. Sendika icinde Makedon ve Arnavut isciler bolgelerine gore ayrildi. Almanya da ise Gencher yonetimi Hirvat ve Sloven isci onderlerini Almanya ya davet ederek Sirp ve Bosnak iscilerden ayri orgutlenmeleri gerektigi yonunde propaganda yapti. Propagandanin temelinde Hirvatistan ve Slovenya nin Yugoslavya sanayisinin merkezi oldugu ve is yukunun esas olarak bu bolgelerde yasayan iscilerin uzerinde bulundugu tezi vardi. Kisa zamanda sendikalar etnik temelli bolunmeler yasadi ve isci mucadelesinde kakafoni donemine gecildi. Bugun Turkiye de yasanan surecte Aydinlik yazari Yildirim Koc un surekli dikkat cektigi ernik sendikacilik tehdidi gozlerden kacmamali.

POLISE ASKERI SILAHLAR

Yugoslavya nin parcalanma sureciyle ilgili yazilar kaleme alindiginda cogu zaman pes bu kadar da olmaz denebilecek gercekler ortaya cikiyor. Ancak Aydinlik in daha once de defalarca yazdigi haberleri yeniden derleyip hatirladigimizda gercek gun gibi ortaya cikiyor. Yugoslavya surecinde en dikkat ceken ve en aci veren nokta sivil olumleri ve sisitemli katliamlardi. Bosnak ve Arnavutlarn en cok aci cektikleri katliamlarin en onemli sorumlulari hala bulunamiyor. Bosnali Sirp Karadzic yillar sonar yakalandi ama esas katil Mladic hala ortada yok. Ancak bu ikisinin de otesinde bir katil var ki O nun yaptiklari ve yaptiklarini yaparken yasadigi surec tuyler urpertiyor. Babasi bir polis olan ve kendisi de polis icinde gizli gorevler alan Jelko Raznatovic yada bilinen adiyla Arkan dan bahsedecegiz. Arkan Kizilyildiz takiminin stadyumunun yaninda pastane isleten ama esas gorevi polislik olan genc bir sirp. Kisa zamanda derin balantilar kurarak Yugoslavya nin en vahsi paramiliter grubu olan Tigri yi(Kaplanlar) kurdu. Bu grup iki kesimden olusuyordu, polis ve fanatik Kizilyildiz taraftarlari. Yugoslavya parcalanma surecini yasarken ilk buyuk catismalar Sirplar ve Hirvatlar arasinda yasanmisti. Ilk donemde bir albay olan Nebojsa Pavkovic ile eski bir asker ve ulkenin en onemli gazetesinin strateji yazari olan Bosko Perosovic bir savunma doktrini hazirlamisti.

YUGOSLAV HALK ORDUSU BITINCE

Sosyalist bir devlet olan Yugoslavya nin Ordusu da Jugoslavenska Narodna Armija yani Yugoslav Halk Ordusu adini tasiyordu. Buna bagli olarak Pavkovic-Perosovic ikilsi halka dayali bir savunma plani hazirlamis ve halki orgutleyen bir sistm uzerinde calismaya baslamisti. Ancak Milosvec yonetimi onlarin sisteminden cok Sirp milliyetcisi Vojislav Sesel le anlasarak paramiliter kontrteror ekipleri olusturmayi tercih etmisti. Perosovic bir sure sonra olduruldu. Paramiliter gucler kuvvetlendi. Bu gucler ozellIkile polis icinde orgutlendiler. Tam bu noktada Arkan ismi parladi. Arkan tam aranan adamdi. Yugoslav toplum polisi ve terorle mucadele birimi icinde onemli baglantilarai vardi ustelik Kizilyildiz taraftarlarini kontrolu altinda tutabiliyordu.

ILK BUYUK EYLEMI MAC

Arkan ilk buyuk eylemini Hirvatistan daki Dinamo Zagreb- Kizilyildiz macinda yapti. Maca tribun lideri olarak giden Arkan in taraftar grubu arasinda silahli kisilerde vardi. Bu kisisler polisle olan siki baglanti sayesinde stada rahatca girmisti. Macin bir bolumunde Kizilyildiz taraftarlari Dinamo taraftarlarina saldirdi. Poliste kendi evinde olan Dinamo taraftarlarini hedef aldi. Bu mac bolunmenin miladi olarak Kabul ediliyor. Cunku Sirp-Hirvat gerilimi ilk kez ete kemige burunuyordu ve Arkan fasisti doguyordu. Arkan kisa zamanda guclendi. Hirvatlarla savasti ama esas katliamlarni Bosna ve Kosova da yapti. Arkan Sirp polisinin gizli lideri gibi calisiyordu. O donemde polise askeri silah alma yetkisi verildi. ABD ve Israil bolca silah sagladi. Bu silahlar kisa zamanda Sirp toplum polisi ve terorle mucadele polis birimlerinin eline gecti. Arkan ve ekibi acikca Gladyo baglantili operasyonlarla Yugoslavya nin en guclu grubu oldu. ABD bir yandan Arkan I silahla beslerken zulum altindaki Bosnak ve Arnavutlari da kiskirtti. Ancak Arkan in vahsi katliamlari bitene kadar ABD ve bati olaylari sadece seyretmekle yetindi. Taki Arkan Yugoslav Askeri Istahbarati tarafindan kendi otelu onunde sol gozunden vurularak oldurulene dek. Arkan oldu ama para militer gucler ozellkle silahlanan polis birimlerinde orgutlenerek Yugoslavya nin parcalanmasinda en onemli rolu oynadi.
--------------------
Yalan Dolan /
ATAOL BEHRAMOĞLU
Yeni bir yılın ilk yazısına böyle bir başlık koymak istemezdim.Fakat doğrusunu isterseniz bu bile yetersiz ve eksik kalıyor.
Öyleyse devam edelim:Şantaj, tehdit, utanmazlık, vicdansızlık, onursuzluk, korku yaratma, gündem saptırma, vb. vb…Başkaca da kelimeler belki bulunabilir, fakat şimdilik bunlarla yetinelim…
***Mizahçı yeteneği tartışılmaz Deniz Kavukçuoğlu kardeşimi bile imrendirdiğini tahmin ettiğim geçen haftaki yazımda, mizahi bir dille, Arınç olayını irdelemeye çalışmıştım…Fakat Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekiyor…
Sayın Arınç, ele avuca sığmaz kişiliği ve son derece ilginç demeçleriyle mizahçıya olanak tanıyan bir siyasetçi.
Yardımcısı olduğu siyasetçi üzerine mizahi bir şey yazmak ise ne aklımdan ne de içimden geçer…

Onun demeçleri beni sadece öfkelendiriyor ve canımı sıkıyor.

***İsterseniz konuyu buradan sürdürelim.Tekel işçilerinin direnişinin “ideolojik” olarak nitelendirilmesinde mizahi bir yan bulamazsınız.Böyle bir insafsızlık ve saptırma karşısında sadece öfke ve can sıkıntısı duyulabilir.Haklarını savundukları için işlerinden olan memurlar hakkında söylenen sözler de ancak öfke ve can sıkıntısı nedeni olabilir.Marketlerde ilaç satılacak olmasını Behiç Ak acı bir ironiyle mizah alanına taşıdı.Fakat bu bizi yanıltmasın…El arabasında zerzevat satar gibi avaz avaz bağırarak antibiyotikler, öksürük şurupları, başkaca ilaçlar satmaya çalışan çığırtkanın görüntüsü, aslında bir öfkenin ve can sıkıntısının dışa vurumudur.Böyle zamanlarda ve dönemlerde mizahın her türünün çıkış nedeni de sanırım budur…
***2009 yalan ve dolanla geçti…
Namuslu insanlar baskı ve tehdit altındayken hırsızlık ve soygunculuktan başka ülke yargı organlarınca mahkûm edilmiş olanlar koruma altında.Nasreddin Hoca’nın meselindeki gibi taşlar bağlı, köpekler serbest.
Üzerinde çok yazılıp çizilen Ergenekon trajedisini bir an için bir yana bırakıp bizim demokrat aydıncıklarımıza soruyorum:Sincan yargıcı Osman Kaçmaz’ın yargılanmasını içinize sindiriyor musunuz?
Anaokulu çağındaki çocukları ve ailelerini esir alan bir tarikata karşı dava açan Erzincan başsavcısını bir bakanın telefonla tehdit etmesi, hakaret ve iftiraların hedefi yapılan bu savcı hakkında ceza davaları açılması demokratlığınızın neresine sığıyor?

TV oturumlarındaki konuşmalarınızı dinlerken iktidar destekli köşelerinizdeki yazılarınıza göz gezdirirken sizlerin yerine bazen benim yüzümün kızardığı oluyor…
Şimdilerde suikast senaryosuna sarıldınız.
Fakat size akıl almaz boyutlardaki adaletsizlik ve soygunlar hakkında, her an yeni mevziler kazanmakta olan sivil darbe konusunda ne düşündüğünüz sorulduğunda çıtınız çıkmıyor…

Laiklik karşıtlığından mahkûm bir siyasal yönetimin uygulamaları ve destekleriyle ulusal eğitimin tepeden tırnağa gericileştirilerek ülkenin geleceğinin karartılması karşısında kılınız kıpırdamıyor.Özü bakımından demokrasiye karşıt bir anlayışın demokrasi savaşımı verebileceğine gerçekten inananlar var mı içinizde?
Yoksa sizleri sadece hırslarınız, kişisel çıkarlarınız mı yönlendiriyor?Akıllarınızdaki ve vicdanlarınızdaki kilidi açacak bir anahtarın nereden bulunacağını bilmiyorum!

***2009 yalan ve dolanla geçti.2010’da umut var mı?

Evet!Bu umut, ekonomisiyle de siyasetiyle de dışa bağımlı, halk karşıtı bir siyasal yönetime karşı; emeğiyle yaşayan insanlarımızın, ülkemizin büyük çoğunluğunun, yükselen bilincinde ve direnişindedir…