Sunday, February 28, 2010

Banu AVAR'dan Tavsiye Kitap Listesi

BANU AVAR DÜNYA DÜZENİ VE BİLİNMEYEN GERÇEKLER
Banu AVAR'dan Tavsiye Kitap Listesi
1) Hangi Atatürk Attilâ İLHAN
2) Oltadaki Balık Türkiye M. Emin DEĞER
3) Sivil Örümceğin Ağında Mustafa YILDIRIM
4) Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları

TÜRK YURDUN DA YAŞIYORSAN : TÜRKİYE(TURAN) YÜCE BİR MİLLET :TÜRK ŞEHİTLERİMİZİN KANIYLA YAPILMIŞ ŞANLI BAYRAĞIMIZ :TÜRK BAYRAĞI O KU...TLU GÜN GELDİĞİNDE TÜM DÜNYANIN KONUŞACAĞI : TÜRKÇETEK DEVLET TEK MİLLET TEK BAYRAK TEK DİL grup ___1http://www.facebook.com/group.php?gid=39259707082&ref=shareTEK DEVLET TEK MİLLET TEK BAYRAK TEK DİL sayfa____2http://www.facebook.com/pages/TEK-DEVLET-TEK-MILLET-TEK-BAYRAK-TEK-DIL/37816524204?ref=tsBANU AVAR DÜNYA DÜZENİ VE BİLİNMEYEN GERÇEKLERhttp://www.facebook.com/pages/BANU-AVAR-DUNYA-DUZEN-VE-BLNMEYEN-GERCEKLER/123905702320?ref=tsTürkiye Türklerindir !!!http://www.facebook.com/group.php?gid=49216015859TÜRKİYEDE YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK http://www.facebook.com/pages/manage/updates.php?id=37816524204&sent=1&e=0#/group.php?gid=104282845102&ref=tsPKK' YA _____''AF KANUNUNA''____ HAYIR _HAYIR _HAYIRhttp://www.facebook.com/group.php?gid=113070816081ŞEYH EDEBALİ ( OSMANLI DEVLETİNİN MANEVİ KURUCUSU ) SAYFAhttp://www.facebook.com/pages/SEYH-EDEBALI-OSMANLI-DEVLETININ-MANEVI-KURUCUSU-/156408862116ŞEYH EDEBALİ ( OSMANLI DEVLETİNİN MANEVİ KURUCUSU ) GRUPhttp://www.facebook.com/group.php?gid=66971203368#/group.php?gid=66971203368BAŞKALhttp://www.facebook.com/pages/BASKAL/48919984572GRUP ÖTÜKEN http://www.facebook.com/pages/GRUP-OTUKEN/113209856086?created#/pages/GRUP-OTUKEN/113209856086GRUP GÖKÇENhttp://www.facebook.com/pages/GRUP-GOKCEN/120809202639?v=wall&viewas=1797587945MEHMET BORUKÇUhttp://www.facebook.com/pages/MEHMET-BORUKCU/108604641905İştiraklerinizi bekliyorum sevgili dostlarım7 nci KOLORDU KOMUTANLIĞI 52 nci bakım merkezi Pirinçlik /Diyarbakırhttp://www.facebook.com/group.php?gid=111639650014&ref=search&sid=1797587945.1983758893..1&v=wallEKLEYEN ATİLLA DÖKMEOĞLU’NUN VİDEO SAYFASI http://www.facebook.com/pages/Atilla-DOKMEOLUNUN-VDEO-SAYFASI/255820865712
“Bizleri öldürmek adına para ödülü koyan birinin ilanıyla maaş alıyorsunuz”
28.02.2010 13:08

Taraf Gazetesi’nin internet sitesinde yayınlanan ve “sadoglu.wordpress. com” adlı kişisel web sitesine ait olan reklamı haber yapmıştık (bakınız: TARAF AYDINLARIN KATLİAMINI NASIL DESTEKLİYOR? başlıklı haberimiz).

Bu reklam Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin’in de dikkatini çekmiş. Nesin kendi blogunda bu reklam nedeniyle Taraf’ı çok sert eleştiren bir yazı yayınladı.

İşte “Bu kadar mı düştün Ahmet Altan!..” başlıklı o yazı:

Bu yazıyı yazıp yazmamakta çok kararsızdım esasında. Konu Aziz Nesin’le ilgili olduğu için kararsızdım, ancak beni iyi tanıyanlar bilir, Aziz Nesin’i baba olarak ayrı, yazar ve aydın kişiliğiyle ayrı ayrı değerlendiririm. Böyle düşününce kafam rahatladı ve yazmaya karar verdim.Taraf Gazetesi’ni internette açtığınızda karşınıza bir ilan çıkıyor:
Önyargılı
VeKorkak
Değilseniz!
sadoglu.wordpress. commehmetalisadoglu. blogspot. com
Mehmet Ali Şadoğlu denilen kişiyi anımsayanınız var mı bilmiyorum, ama Taraf Gazetesi’nin bir çok yazarının tanıdığını ve anımsadığını adım gibi biliyorum.

Ahmet Altan bu adamı bilir, Ümit Kıvanç’ın da bildiğini ve nefret ettiğini söyleyebilirim. Murat Belge yada Sevan Nişanyan’ın da bu adamı sevdiğini sanmam. Etyen Mahçupyan yada Nabi Yağcı mutlaka tanıyor ve eleştiriyorlardır. Halil Berktay ve Alper Görmüş de iyi bilirler bu adamı.

Bu adam adını 1990’lı yılların ortalarına yakın, Aziz Nesin’in ölümünden önce duyurdu.
Aziz Nesin, Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamak is”tediğinde İran rejimi ölüm fermanı çıkarmıştı.
Bu ölüm fermanı üzerine Mehmet Ali Şadoğlu denilen bu adam gazetelere bir demeç verip “Aziz Nesin’i öldürene 250 bin dolar vereceğim!..” diye bir açıklama yaptı.
Aziz Nesin de bu açıklamaya gülmüş ve karşılık olarak “Bu iyi bir para, Şadoğlu parayı hemen banka hesabıma yatırsın, ben intihar ederim…” demişti.

İşte sen Türkiye’de demokrasiyi en iyi bildiğini iddia eden Ahmet Altan, gazetene aldığın ilan bu adamın verdiği ilan.

Bu adamın ilanından aldığın parayla maaş alıyorsun demokrasi adına, sizler Ümit Kıvanç, Murat Belge, Sevan Nişanyan, Etyen Mahçupyan, Nabi Yağcı, Halil Berktay, Alper Görmüş, Neşe Düzel, Orhan Miroğlu, Mehmet Güreli, Mithat Sancar, Erol Katırcıoğlu, Soli Marguiles, Ferhat Kentel ve Yasemin Çongar lütfen artık demokrasi adına yazılar neyim yazmayın.

Biraz utanmanız varsa eğer ben kimlerin parasından maaş alıyorum diye kendi kendinizi sorgulayın.Fazla bişey yazmayacağım, yazmama da gerek olduğunu sanıyorum, verdiği demeci bugün bile vermekten bir adım geri durmayacağını açıklayan Mehmet Ali Şadoğlu’nun parası size gerçekten helal olsun, ama “Ben esasında hâlâ demokratım, sosyalistim, liberalim, işte buna benzer bişeyim… bile demeyin artık.

Çünkü “Bunlara benzer bişeyim…” diyenler bile sizin kadar acizleşmez, demokrasiyi bu kadar pespaye hale getirmez.

Kimilerinizi zamanında yakından tanımaktan utanıyorum, kendi kendime kızıyorum, aynı örgüt adı altında olmasa bile ortak hedef uğruna ölümüne savaş vermiş olmaktan utanıyorum.

Biraz Bülent Arınç’laşayım, bizleri öldürmek adına para ödülü koyan birinin ilanıyla maaş alan ve evine nafaka götüren hepinize kocaman bir “tuuuuuuuuuuu”

Sizler birer DEMOKRATÖR’sünüz. Ne demokratlığınız belli, ne de diktatörlüğünüz…

(Not: yazıyı dikkatimizi çeken ataunieczacı rumuzlu okura teşekkür ederiz.) Odatv.com

Saturday, February 27, 2010

İşçi Sınıfı ve Ordu/ ATAOL BEHRAMOĞLU

İddialı bir yazı başlığı koyduğumu biliyorum.İşçi sınıfı ve ordu ilk bakışta birbiriyle ilgisi bulunmayan iki kavram, iki olgu.Bir ilişki varsa da, 12 Eylül ve sonrası düşünüldüğünde bu ancak bir karşıtlık ilişkisi olabilir.

DİSK’i çökerten 12 Eylül darbesi olmuştur.Selimiye Kışlası’na teslim olmak için kamyonlar dolusu gelen işçi topluluklarını unutmuyoruz.Fakat tam bunları yazdığımda, bu kez de 27 Mayıs’ın armağanı 1961 Anayasası’nı ve o anayasa sayesinde kurulan Türkiye İşçi Partisi’ni düşünüyorum.

Aklıma her üçü de 27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylardan, Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Muzaffer Karan, sosyalist Suphi Karaman, Halkevleri Genel Başkanı ve Onursal Başkanı Ahmet Yıldız geliyor.Kenan Evren, Faik Türün gibiler de, bu subaylar da Türk ordusunun mensuplarıydılar.27 Mayıs da, 12 Mart ve 12 Eylül de, 28 Şubat da Türk ordusunun ürünüdür.Bu çelişki nasıl açıklanacak?
Hepsi Amerika’nın oyunudur diyerek geçiştirecek miyiz?
Bence bu, olumlu ve olumsuz yönleriyle “iç dinamizm”i göz ardı eden, toptancı ve teslimiyetçi bir görüştür.Türkiye de ordu da, bütün kurumlar gibi, oluşum, değişim süreçlerinden geçiyor.

Toplumsal olgularda mutlak değişmezlikler olduğunu düşünmüyorum.

***İmparatorluğun son dönemlerinde ordu modernleşmenin öncüsü olarak tarih sahnesine çıktı.Kurtuluş Savaşı’nın, Cumhuriyetin önderleri çoğunlukla subaydı.Bizim işçi sınıfımız da aynı dönemlerde tarih sahnesine çıktı.O tarihlerden 1960’lara kadar yakın tarihimizde, işçi sınıfıyla ordu arasında bir yakınlaşma izi bulunabileceğini sanmıyorum.

Ordu ve işçi sınıfı ilk kez 1960’larda bir araya geldi.

Sosyalizm ve yurtseverlik kavramları arasında aşılmaz sınırlar olmadığı ilk kez çok geniş çevrelerce algılanıp telaffuz edildi.Türk subayının ulusal bağımsızlıkçı, Cumhuriyetçi, laik kimliği vurgulanırken, işçi sınıfının da bir vatanı olduğu kavramının altı derinliğine çizildi.

Bu bir yakınlaşmaydı, fakat uzun sürmedi.12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle sona ererek bugünlere gelindi…

***Bugünlerde bu konuda olup bitenleri iyi düşünmek, iyi değerlendirmek gerekiyor.

İktidardaki güç iki kuruma özellikle saldırıyor.
Bunlardan biri ordu, öteki işçi sınıfıdır.

AKP’nin temsil ettiği anti-ulusal sermaye ve ideoloji, farklı nedenler ve gerekçelerle de olsa, iki kurumu hasım olarak görüyor ve çökertmek istiyor.

Biri ordu, öteki işçi sınıfıdır.

Bu iki kurum arasında, Türkiye gerçekliğinde, tarihsel yakınlık vardır.

Ordu emperyalizme karşı savaşmıştır, antiemperyalist ve yurtsever geleneklere sahiptir.

Çoğunlukla orta ya da daha alt tabakaların, köylü ve işçi ailelerin çocukları olan subaylar, askerlik görevindeki halk çocuklarıyla iç içedirler.

Bu subaylar, büyük çoğunlukla, Cumhuriyetçi ve laiktirler.

İşçi sınıfı da, modern bir toplumsal güç olarak, ilericidir, ilerici olmak zorundadır.Ancak bağımsız, modern bir toplumda emeğinin hakkını savunup elde edebilir.

Koşullanmış akıllara aykırı görünse de, emperyalist sermayenin ve siyasetin kuşatması altındaki Türkiye’de, orduyla işçi sınıfı arasında bir yazgı ortaklığı olduğunu düşünüyorum.

Zulmedilen Tekel işçisiyle polis arabalarına tıkılarak karakollara ve adliye binalarına götürülen emekli ya da görevdeki subay arasında bir kader yakınlığı görüyorum.

Bu yazgı ortaklığı, kader yakınlığı dediğim şey, aslında Türkiyemizin geleceğidir.

Geleceğin bağımsız, onurlu, demokrat, sosyal adalet ilkelerinin egemen olacağı Türkiyesi; laik, yurtsever, Cumhuriyetçi orduyla ve işçi sınıfıyla savaşarak ve onlar çökertilerek değil, onlardan güç alarak kurulabilir.

Yaşamakta olduğumuz Türkiye gerçekliği süreçlerinde işçi sınıfı ve ordu birbirini daha yakından tanıyıp anlamaya çalışmalıdır.

Friday, February 26, 2010

Konu: Belki Bizim Sütümüzde Bozuktur?
Biz kimiz?

Biz Kimiz?Açılıma karşı çıkanların “vampir” olduğunu açıklamıştı Sayın Başbakan...
*“İki cihanda lekeli” aynı zamanda.
*Teröristlerin üstü açık otobüsle tur atmasına karşı çıkanlar kimdi? Anaların ağlamasını isteyen “vicdansız”lar, şehit cenazesi gelsin isteyen “hasta kafa”lar...İzmirliler zaten “gavur faşist.”
*Seçim isteyenler “hain...”
*Cumhurbaşkanı’na karşı çıkanlar:“Bu memleketten git”sin!
*Malın mülkün yabancıya satılmasına karşı çıkanlar “sermaye ırkçısı...”
*Van münüt’ten önce Davos’a karşı çıkanlar için aynen şöyle demişti: “Hazımsız tipler” var, Davos’unkıymeti harbiyesi olmadığını söyleyenler var, “şizofren tipler” bunlar.
*Yüksek vergiye karşı çıkanlar, alışmış “kudurmuş”tan beter... Kart faizlerine karşı çıkanlar, kusura bakmasınlar, “dürüst gözüyle bakmam” onlara... Tekel işçileri “yetim hakkı yemeye çalışan” hortumcular... Sendikalar “yalancı” inanmayın, Deniz Feneri’ni yazanlar “iftiracı” sakın almayın!
*Taaa 51 senedir giremediğimiz AB’ye karşı çıkanlar “vizyonsuz, cahil...”Seçim arefesinde avanta buzdolabı dağıtılmasına karşı çıkanlar “çirkin.”
*Hukuka müdahale edilmesine karşı çıkanlar “Ergenekoncu...” Yapmak istedikleri Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar “beyinsiz...” Aşçı erlerin suikastına inanmayanlar “soytarı...”
*CHP’nin “geçmişi lekeli...” Baykal “cibilliyetsiz, çete avukatı...” MHP “seviyesiz, densiz, ahlaksız, müfteri...” Ya Bahçeli? “Onu tıp dünyasına havale ediyorum...”
*Subaylara iftira atılmasına karşıçıkanlar “darbeci zihniyet...” Vatandaştan vazgeçtik, Yargıtay’ın telefonlarının dinlenmesine karşıçıkanlar “kirli senarist...”
*Arınç’a karşı çıkana “tuuuu!”Satılmayan gazetecilere “yuhhh!”
*“Fiş”lendiğimizi öğrenmiştik.*En son ne öğrendik?Ya bunlardansın...Ya “kanı bozuk.”
*Benim bi de sütüm bozuk...
Valide de Atatürkçü çünkü.
YILMAZ ÖZDİL

Thursday, February 25, 2010

1919–2010 İBRET TABLOSU
Bugün, 02:50

Son günlerde Türk Halkının en büyük gücü, dünya çapında iftihar duyduğu, bütün İslam ülkeleri içinde gerçek bir demokrasiyi kurmayı ve yaşatmayı başarabilmiş olan tek ve en güçlü kurumun lider kadrosu komutanların, Yargıyı kendilerine bağlı hakim ve savcılarla bir maşa gibi kullanan Hükümet tarafından havada uçuşan bahanelerle tutuklatıp hapse gönderilmeleri, geçmişi bilmeyen cahil kadroları mutlu ederken, Tarihimizi biraz bilenlerin midesini bulandırıyor. Bazı siyasi liderler gelişmeleri 1919 Malta sürgünlerine benzetiyor.

Biz bu gün, bu «Malta Sürgünleri» olayı ilgili gerçekleri sunmaya çalışacak, benzerlikler konusundaki kararı sizin vermenizi isteyeceğiz.

2 Ocak 1919 günü İstanbul'daki İngiliz yüksek komiseri Amiral Calthorpe; İngiliz hükümetine müracaat ederek bir ön tedbir ve bir kararlılık gösterisi olabileceği inancıyla bazı Türk liderlerin tevkif edilmesi için müsaade istedi. Ona göre ancak böyle sert tedbirler Türklere yenildiklerini İşgal güçleri, Rumlar ve Ermenilere saygılı olmaları gerektiğini anlatabilirdi.

(1)Bu amaçla İngiliz Yüksek Komiserliği bünyesinde bir çalışma grubu oluşturuldu ve bu grubun başına savaştan önce 15 yıl kadar İstanbul'da mütercim –tercüman (dragoman)lık yapmış olan Andrew Ryan getirildi.
Bu kişiye sadece Ermenilerin değil, diğer büyük Hıristiyan topluluk Rumların da korunması amacıyla «Ermeni ve Rum zülüm kurbanlarının haklarını savunma» görevi verildi. Andrew Ryan kendi ifadesiyle, Türkler aleyhindeki faaliyetleri ile «Türkiye'de en nefret edilen kişi» idi.

(2)Mütarekeden hemen sonra Kasım ayı içinde İstanbul'a gelen Ryan vakit geçirmeden eskiden tanıdığı Ermeni ve Rum unsurları ile temasa geçti. Ermeniler arasında tespit ettiği bazı haber kaynaklarınca Ermeni ve Rum birimleri ile müşterek hareket etmelerini teşvik etti. Onun gayretleri ve Ermeni patrikhanesi ile müşterek çalışmaları sonucunda «Türk Savaş suçluları» belirleyen bir seri «kara liste» hazırlandı.

Ocak ayı ile Nisan 1919 arasında bu «gayri resmi» listelerden dört'ü Padişahın hükümetine verildi. Vahdettin politik düşman olarak kabul ettiği İttihat ve Terakki Partisi üyelerinden öç almak isteyenlerle birlikteydi.

Amiral Carthorpe hükümetine «Türk Hükümeti vasıtasıyla harekete geçmenin kesinlikle gerekli olduğunu» yazdı. Ryan'da not olarak, «bizim yöntemimiz tevkif edilecek isimleri teklif etmek, böylece ilerde bize yüklenmek istenecek sorumlulukları da inkâr edebilme imkânına sahip olacağız» ifadesini ilave etti. (51)

Bu konudaki gelişmeleri Bilal N. Şimşir'in kalemiyle şöyle özetlemek istiyoruz.
«İngilizlerin baskısı nedeniyle Tevfik Paşa hükümeti Ocak 1919 ayı içinde 160 ila 200 kadar insanı tevkif etti.

Calthorpe 30 Ocak günü, Malta Valisi Lord Plumer'e bir tel çekerek, Türkiye dışında Tevkiflerin emniyeti için 50-60 kişilik bir Türk esir grubunun muhafazası için gerekli düzenlemelerin yapılıp, yapılamayacağını sordu.5 Şubat'ta Amiral Calthorpe Dışişleri Bakanlığınca uyarıldı ve Ateşkes hükümlerine uymayan İngiliz esirlerine kötü davranışlarda bulunan, Ermeni ve diğer ırklara karşı zalimce davranışlarda bulunan resmi görevlilerin ve komutanların Türk Hükümeti tarafından tevkif edilerek, en yakın müttefik komutanlığa teslim edilmesi istendi.

Bunun üzerine Amiral Calthorpe ile İstanbul'daki Fransız kuvvetleri Komutanı General Franchet d'Esperay arasında bir tartışma başladı. Fransız general'e göre itham edilen kişileri tevkif etme, usulüne göre yargılama ve cezalandırılmaları koruma sorumluluğunun Türk makamlarına ait olması gerekiyordu.

Fransız hükümetine göre, Alman, Avusturya ve Bulgar görevlilerin hiçbirinin yakalanma veya taciz edilmemesine rağmen, Türklerin suçlu olabilecekleri ihtimali ile tevkif edilmeleri Talebi, Müslüman Türklere karşı bir ayrım yapıldığı izlenimi bırakacaktı.»

(3)Türklere karşı hiç sempatisi olmadığını bildiğimiz bu Fransız generali savaşın mağlubu olduğu için değil ama sırf Türk ve Müslüman oldukları için, bir ulusun temsilcilerine kasıtlı davranıldığını ve suçlu olabilecekleri faraziyesi ile haksız muameleye tabi tutulduklarını haykırıyor gibiydi.

İngiliz Hükümeti olayları kendi istedikleri biçimde yorumlama hakkını elinde tutmak istiyordu. Ermeni iddialarının tarafsız bir heyette incelenmesi teklifi'nin sahibi olan Sadrazam (İngilizci) Tevfik Paşa (İngilizlerin baskısı ile) 3 Mart 1919'da istifa ettirilmiş ve yerine (daha İngilizci) Damat Ferit Paşa getirilmiştir.

(4)Soykırımla ilgili kişi ve belgeler bulunmamasına rağmen İngilizlerin isteği ile tevkifler Mart ve Nisan aylarında da devam etti. Ciddi bir itham olmamasına rağmen bu tutuklular «Bekir Ağa Bölüğü» diye adlandırılan bir hapishanede toplatıldı. Nihayet 28 Mayıs gecesi İngiliz Askeri otoriteleri aralarından seçtikleri altmış yedi kişiyi HMS Prenses
Ena adlı bir gemi ile Malta'ya gönderdiler. Fransızlar Türk esirlerin yurt dışına çıkarılmasına itiraz edince, İngilizler bu nakliyatı Türklerin isteği üzerine yaptıkları gibi bir bahane öne sürerek yaz boyunca devam ettirdiler.

(5)15 Ocak 1919 günü İstanbul, Kahire ve Bağdat'taki İngiliz Komutanlıklarına şifre ile dokuz Türk Komutanının adları Savunma Bakanlığı tarafından verilir. Cezalandırılmak üzere bunların yakalanması istenir. Bu komutanların adları ve isnat edilen suçları şunlardır:

(6)
1- Nuri Paşa: Kafkasya'daki eski İslâm Ordusu Komutanı. Suçu Azerbaycan'a asker sokmak ve Ermenilere zorbalık etmektir.

2- Mürsel (Bakü) Paşa: Kafkasya'daki Azerbeycan Kuvvetleri Komutanı, Nuri Paşa'yı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanıyor.

3- Yakup Şevki (Subaşı) Paşa: Kafkasya'daki dokuzuncu Ordu Komutanı. Suçu Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmek.

4- Nihat (Anılmış) Paşa: Pozantı'daki İkinci Ordu Komutanı. Suçu sivil makamları ayaklanma için kışkırtmak, Kilikya'yı boşaltmamak.

5- Ali İhsan (Sabis) Paşa: Mezopotamya'daki Altıncı Ordu Komutanı. Suçu Cerablus'taki İngiliz Komutanına hakaret etmek ve yağmacılık yapmak

6- Fahrettin (Türkkan) Paşa: Hicaz Ordusu Komutanı. Suçu zamanında teslim olmamak, (10 Ocak 1919 gününe kadar) savaşa devam etmek.

7- Galip Paşa: Yemen'deki 40. ıncı Tümen Komutanı, suçu teslim olmamak.

8- Tevfik Paşa: Yemen'deki 7 nci Kolordu Komutanı, suçu teslim olmamak.

9- Asir'deki 23 ncü Kolordu Komutanı, suçu teslim olmamak.İşgalci güçlerin en önemli istihbarat kaynağı Ermeni –Rum şubesidir. Bu şube'nin çalışması Amiral Calthorpe'un Dış İşleri Bakanlığına gönderdiği bir raporda

(7) belirttiğine göre olaylar ve kişiler için ayrı ayrı iki tip fiş tutmaktadır. Kişi olarak 600–700 kadar Türk fişlenmiştir. Kişilerle ilgili olarak yurdun her tarafından Rum, Ermeni, Kiliseler, Okullar ve ajanlar vasıtasıyla toplanan bilgiler bu fişlere işlenir. Olaylarla ilgili fişlere gelince, olayın yeri, tarihi, karışanların adları bulunur. Mahkemelere katılmazlar fakat mahkemeye katılacakları onlar seçer.

Nadir hallerde tanıklık edebilir ve mahkeme önünde ifade verebilirler. Şube dış dünya ile ilişkilerini «Ermeni Haberler Bürosu» vasıtasıyla sağlar.

İngiliz Haber alma teşkilatı da bir başka kara liste hazırladı. Bu listelerin hazırlanmasında ölçü yoktu. Herhangi bir kişinin yaptığı akıl dışı iftiralar kaydedilir ve ithamlar buna göre yapılırdı.
Meselâ Sirounlan adlı bir Ermeni doktoru, «Türklerin Kut-ul Amare'de esirlere çok zulümkâr davrandıklarını ve 23 Astsubay ile birçok erin Türkler tarafından sünnet edildiklerini» ileri sürer.

Ayni kişi Musul bölgesini savunduğunu belirttiğimiz Ali İhsan (Sabis) Paşa'nın Ermenilerden topladığı 120 araba dolusu halıyı İstanbul'a yollayıp sattığını ve bu para ile kendisine Bebek'te iki yalı satın aldığını ileri sürer. İşin garibi bu iddiaların İngiltere Bakanlar Kurulu'na kadar götürülmesidir. İngiliz kabinesinin ünlü isimleri bu saçma sapan iftiraları, sünnet ve talan hikâyelerini ciddiye alırlar.

(8) Oysa ufak bir araştırma gerçeği ortaya çıkarmak için yeterlidir.

Bu konuda günümüzdeki olaylarla ilgili daha tarafsız bir değerlendirme yapmak istiyorsanız Drogoman Ryan'ın rolünü Ordu karşıtı olayların tezgâhtarı Taraf Gazetesinin kurucusu Yasemin Çongar'ın eşi Amerikalı CİA ve MOSSAD ajanı Chris Mason'a vermeniz yeterli olacaktır. Lütfen şu gerçeği de unutmayın « Bir ulusun düşmanlarının ilk ve en önemli hedefi o ulusun Ordusudur, subaylarıdır. Elinizdeki güç ve imtiyazlarla onları ne kadar hırpalar ezerseniz o ulusu da o kadar hırpalamış, ezmiş olursunuz»

Dr. M. Galip Baysan

DİPNOTLAR: (1). Bilal N. Şimşir, The Deportees of Malta and the Armenian Question, Armenions İn The Ottoman Empire and Modern Turkey, s.26 (Boğaziçi Üniversitesi), İstanbul –1984.(2). Sir Andrew Ryan, The Last of The Dragomans, Preface (London –1951).(3) 51. B.N. Şimşir, a.g.e., S.27.(4). Aynı Eser S.27–28.(5). Aynı Eser S.28.(6). F.O. 371.4172.9205 –İngiltere Savunma Bakanlığından Dışişleri Bakanlığına, DMI- Londra, 15.1.1919 No: B1/1742 (MI.2); Bilal N. Şimşir Malta Sürgünleri, S.32–33 (Milliyet Yayınları- İstanbul –1976).(7) .Amiral Calthorpe'tan Foreign Office'e Rapor – İstanbul, 1,8. 1919, No:1364.5056.14. (F.O.371.4147.118 377).(8) Bilal N. Şimşir: Malta Sürgünleri S.58–59.( Milliyet Yayınları, İstanbul–1976)
HİLMİ BEY’E AÇIK MEKTUP / Emin Çölaşan

“BAY Hilmi Özkök, nasılsın, iyi misin ? Senin Genelkurmay Başkanı olduğun dönemde Kuvvet Komutanı, Ordu Komutanı olarak ve daha alt düzeyde görev yapmış silah arkadaşların gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Vicdanın rahat mı ?

Olanlardan haberin var mı? Ne bileyim, belki de yoktur! Birkaç hafta önce demiştin ki “ Ben bu işlerle ilgilenmiyorum, bahçede torumlarımla oynuyorum…”

Oyna da , memlekette neredeyse “Darbe olacakmış” Hilmi Bey! Bir sürü masal ortalıkta dolanıyor ve senden tık yok! Bu nasıl iş yaa? Allah rızası için söyle, senin bütün bu olanlarla ilgili olarak diyeceğin hiçbir şey mi yok? Sütre gerisine çekildin , hadiseleri sıradan vatandaş gibi izliyorsun. Aslında sıradan vatandaşlar bile senden daha çok izliyor… Ve tepki veriyor.

Senin askerlik ve komutanlık anlayışında, gerektiğinde ortalıktan kaybolmak mı vardı? Çık ortaya mertçe ve durumu açıkla. Ya de ki “ Evet bunlar darbe planlıyordu, ben önledim. Ergenekon, Balyoz, ne ararsanız bunlarda vardı.”

Ya da de ki “ Benim silah arkadaşlarıma haksızlık yapılıyor ve sonuna kadar onlara destek vermeye hazırım!”

Hangisi Hilmi Bey, hangisi?

Bak, çok sayıda silah arkadaşın şimdi ya gözaltında, ya tutuklu, ya da tutuksuz yargılanıyor. Şener Eruygur, Hurşit Tolon, İbrahim Fırtına, Özden Örnek, Çetin Doğan, Ergin Saygun, Engin Alan… Atatürkçü, yurtsever, saygın komutanlar… Önceki gün muvazzaf amiraller dahil 49 silah arkadaşın daha gözaltına alındı. Hangi birini sayayım.

Sen onların çoğunun komutanı idin. Niçin bir şey söylemiyorsun?

Tamam, Tayyip sana “Hocam” derdi ve pek sevişirdiniz. Onu anladık da, bu suskunluğunu anlamak mümkün değil. Ne silah arkadaşların anlıyor, ne de biz sıradan vatandaşlar.

Konuş Hilmi Bey yaa, Allah rızası için o mübarek ağzını bir aç da, bu konularda ne diyeceğini bir duyalım.

Bizim bildiğimiz asker mert adamdır, yürekli adamdır. Silah arkadaşlarına saygı duyar. Sen?!

Neyse, ortalık birbirine girerken sen bahçede torunlarınla oynamaya devam et!

Daha Önemlisi, inşallah vicdanın rahat olsun!

Seni bu mektubumla bir kez daha uyardığım ve rahatsız ettiğim için özür dilerim Bay Hilmi Özkök!

İYİCE COŞTULAR AÇILDILAR

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan konuştu:

“Onlar bizi 40 yıl fişlediler, şimdi biz onları fişliyoruz”

AKP Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş konuştu:

AKP iktidarına karşı çıkanların kanını tahlile göndermeli. Bu kanı bozuklar, gizli sözleşmeler yaparak ihanet ettiler”

Bunların ağababası, “suikasttan kılpayı kurtulan(!)” Bülent Arınç ne demişti:

“Şeyini şey ettiğimin şeyleri.”

Ağızları iyice bozuldu… Çünkü coştular, açıldılar! Komadaki bir hastanın geçici olarak bazen kendine gelip bilinçaltını kusması gibi. Türkiye bugün onların elinde. Çankaya’dan TBMM’ye, YÖK’ten çaycılara kadar bütün devlet mekanizmasını ele geçirdiler. Sadece iki istisna var.

Birincisi, Türk Ordusu.

İkincisi ise yargının yaklaşık yarısı.

Şimdi oynanan oyun çok açık. Baskın, gözaltı ve tutuklamalarla topluma şu mesaj veriliyor:

“ Ulan bakın, sizin güvendiğiniz bir ordunuz vardı. Biz onu da kevgire döndürdük. Ordunuz artık dize geldi ve güvenebileceğiniz hiçbir yer kalmadı. Bizden olmayanın sonu budur. Gelin sizler de sesinizi kesin. Bizden olmasanız bile konuşmayın.”

Aynı mesaj Türk Ordusuna şöyle veriliyor:

“Karargahlarınızda yaptığınız her haberleşmeden, konuştuğunuz her şeyden, uçan sinekten bile haberimiz var. İlgili kurumlarımız size de dinliyor ve izliyor. İçinizdeki ihbarcı hainlerle medyadaki satılmış hainler sayesinde her şeyi biliyoruz . Sizi hadım ettik, sesinizi kestik. Gelin, önümüzde siz de diz çökün”

Yargıya verdikleri mesajın içeriği de çok ilginç :

“Bizden yana olmazsanız, bizim istediğimiz doğrultuda kararlar almazsanız , sizi de duman ederiz, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu bizi eleştirdi, başına ne işler açtık. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hoşumuza gitmeyen kararlar verdi, hakkında davalar açtırdık. Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner yakın geçmişte İsmailağa cemaatinin peşine düşmüştü, şimdi cezaevinde. Biz devletin İstanbul ve Ankara Başsavcılarını, ülkenin dört bir yanındaki hakim ve saccıları dinletmeyi ve izlemeyi başarmış bir iktidar gücüyüz. Adımlarınızı ona göre atın, önümüzde siz de diz çökün”

AKP milletvekili boşuna demiyor “ Onlar bizi 40 yıl fişlediler, şimdi biz onları fişliyoruz” diye!

Öteki milletvekili boşuna demiyor “ Bize karşı çıkanların kanı tahlil edilsin, onların kanı bozuktur” diye!…

Ve AKP yönetimi boşuna telaşlanmıyor… Ve bunlar hakkında boşuna inceleme başlatmıyor.

Dedikleri şu :

“Bazı gerçeklerin sadece bizde kalması gerekir. Bunları açıklayıp partimize zarar verdiniz”


Sevgili okuyucularım hiç endişe etmeyin, bu günler de geçecek.
Olmayan Darbe, Acilmayan Dava Uzerinden Secim Stratejisi
EMRE KONGAR

Kamuoyu arastirmalari, iktidardaki AKP’nin “Kurt Acilimi” konusunda ve“ekonomik sikintilar” nedeniyle oy kaybettigini gosteriyor.

Yine arastirmalar, “darbe soylentilerinin”ve “kapatma davasinin”, bir bolum secmeni etkileyerek iktidara yarayacagi konusunda sonuclar ortaya koyuyor.

Yaklasik bir yil icinde secimler var.

Oyle saniyorum ki, bugunlerde yasadigimiz ve “buyuk bir kaos” gibi gorulen olaylarin arkasinda gayet ince hesaplanmis etkili bir “secim stratejisi” de var:

Gundemi “darbe soylemleri” ve “yargiclar vesayeti” maddelerine hapsetmek, boylece “Kurt acilimini” ve “ekonomik sikintilari” tartisma alaninin disinda birakmak.

Bu strateji, ic ve dis konjonkturdeki gelismeler ile butunlestirilerek gayet basarili bir bicimde uygulaniyor.

***
Iktidar, carpitilmis bir “Milli irade” soylemi ile hem “temel hak ve ozgurluklere dayali” olmasi gereken demokratik sistemi, bu ozgurlukleri tahrip edecek bir“cogunluk diktatorlugu” olarak yorumluyor…

Hem de “Milli iradeye ipotek koyan bir vesayet sistemi” soylemiyle askerlere ve bagimsiz yargiya karsi bir kampanya yurutuyor.

Demokrasi acisindan, “Yargi vesayeti var”diyerek, yuksek yargiyi yipratmasi biraz zor.
Cunku yarginin rejim acisindan zorunlu kabul edilen bagimsizligi, tarafsizligi ve demokratik hukuk devletini koruyucu islevi bu yipratmaya pek de izin vermiyor.

O zaman elde kaliyor “Askeri darbe soylemi”.

***
Yuksek rutbeli komutanlarin gozaltina alinmasi ve bir bolumunun tutuklanmasi olayinin gerekcesi de bir “Darbe plani”iddiasi.
Darbe var mi?
Yok!
Darbe girisimi var mi?
O da yok!
Peki, ne var?
Darbe plani oldugu iddia edilen belgeler var. (Askerler bu belgelerin bir “Harp oyunu seminerine iliskin” oldugunu soyluyor.)
Bu belgeler ne zaman hazirlanmis?
Yedi yil once!
***
Olmayan darbenin, yapilmayan darbe girisiminin, var oldugu iddia edilen ve henuz dogrulugu kanitlanmamis 7 yil onceki planlarina dayali gozaltilar ve tutuklamalar kamuoyuna nasil takdim ediliyor?

Sanki bugun bir darbe girisimi varmis da onlenmis gibi.

***
AKP’nin laiklik karsiti eylem ve soylemlerin odagi oldugu iddiasiyla kapatma davasi acildi.
Anayasa Mahkemesi AKP’nin laiklik karsiti odak olduguna 11 uyeden 10’unun oyuyla karar verdi.

Ama partiyi kapatmadi.

Simdi, sanki yeni bir dava varmis gibi,“Kapatma konusu” gundeme getiriliyor.

***
Hukumet uyeleri ve iktidarin milletvekilleri gerginligi tirmandiran eylem ve soylemler icinde:
Siyasal mesajlarda dinsel simgeler kullanarak “Bu ulkenin kutlu yuruyusu asla ve asla durdurulamaz…” diyenler…

“Eee simdi biz onlari fisliyoruz. 40 sene onlar bu halka yapti, insallah sira bizde”sozleriyle ayrimcilik yapan ve fislemeleri hem itiraf eden hem de savunanlar…

Muhaliflere “Iktidara karsi cikanlarin kanini tahlile yollamak gerekir. Bu kani bozuklar…” diyerek saldiranlar…

Medyaya “Tuu sana…” diyerek tukurenler…

Hep bu “olmayan darbe ve acilmayan dava” uzerinden tirmandirilan bir gerginligin, bir secim stratejisinin tamamlayici parcalari gibi gorunuyor.

Tuesday, February 23, 2010

O “bir insandan”, “bir sanatcidan”cok daha fazlasidir.. .

Mujdat Gezen’in Buyuk Sirri
Mujdat Gezen’in en buyuk sakasi kendisidir:
Ona baktiginizda normal bir insan, taniyorsaniz da unlu bir sanatci gorursunuz sadece.
Oysa o “bir insandan”, “bir sanatcidan”cok daha fazlasidir.. .
O “bir insan” degil, “insanligin” ta kendisidir!
O “bir sanatci” degil, bizzat “sanattir”!
O insan ve sanatci gorunumune burunerek aramiza karismis, bize saka yapan bir Olimpos Tanrisidir.
Ama “buyuk sirri” bu degildir.
***
Bu gece Mujdat Gezen’in ellinci sanat yili kutlaniyor:
Tiyatrodan kazandigi ilk para, Istanbul Sehir Tiyatrolari’ndan aldigi 250 liradir.
Ilk kazancini goturdugu annesi Macide Hanim’in Fatih’teki evinin kapisini caldigindan bu yana 50 yil gecmis.
Aslinda amator olarak calistigi yillar da hesaba katilirsa, tam 57 yildir sahnedeMujdat.
Dilerim bu yasami bir elli yil daha surdurur.
***
Aksam gazetesinin Pazar ekinde dun yayimlanan konusmasinda Sibel Ates Yengin’in “En cok huzuru nerede bulursunuz” sorusuna yanit verirken:
“Okulumda, tiyatromda ve evimde. Ucu de benim siginagimdir” demis.
Ben Mujdat Gezen’i her uc mekânda da yakindan tanima, gozlemleme olanagi bulmus sansli biriyim.
Herkes gibi butun sanatcilar da paralarini, hakli olarak, gelir getirici, sosyal guvenlik saglayici yatirimlara baglarken, Mujdatvarini yogunu, Mujdat Gezen Sanat Merkezi’ne harcamistir.
Gun gelmis butun malini mulkunu, evindeki tablolari bile satmis, ama bu okuldaki egitimi aksatmamistir.
Mujdat’in okulunu kamuoyu yakindan bilir.
Ama bu okulda okuyan 260 ogrenciye burs verildigini, bunlarin dort yil boyunca bedava egitim gordugunu bilir miydiniz?
Ustelik butun masraflara ek olarak, emege saygisini gostermek icin Mujdat,ogretmenlere de ucret oder.
Okulun devami, surekli olarak para harcanmasina baglidir.
Herkesin bildigi gibi ucretsiz egitim, kaynak oguten bir degirmendir.
Kazandigi butun paralari bu ise yatirirMujdat.
Ama onun “buyuk sirri” bu da degildir.
***
Benim bu yazida aciklayacagim “buyuk sir”, ne okuluyla, ne tiyatrosuyla ne de evi ve ailesiyle ilgili.
Insan ve insanlik timsali, sanat ve sanatci timsali olan Mujdat Gezen, yaptigi islerden sadece biri konusunda konusmaz.
Cunku bu onun “buyuk sirridir”.
Kamuoyuna bilgi vermez.
Soru sorulursa gecistirir.
Ben yillar icinde, onunla dostlugum sirasinda yakaladigim ipuclari ile bu isi kesfettim.
Onun bu “buyuk sirrina” saygi duyarak ayrinti vermeyecegim; zaten ben de fazla bir sey bilmiyorum:
Mujdat Gezen’in “buyuk sirri”, kendisinin “Sanatci Evi” dedigi, yasli ve bakima muhtac sanatcilar icin islettigi bir huzur ve saglik merkezidir.
Ben sadece, burada sekiz doktorun gorevli oldugunu biliyorum.
Bir de kimseden para alinmadigini.
***
Ataturk, tiyatro sanatcilari icin,“Efendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaskani olabilirsiniz; fakat, sanatci olamazsiniz.
Yasamlarini buyuk bir sanata adayan bu cocuklari sevelim...” demisti.
Her sanatci Mujdat Gezen olamaz.
Yasamini sanata ve sanatciya adayan bu cocugu sevelim degerli okurlarim.
ekongar@cumhuriyet. com.tr
Bekir Coşkun
AHA bildiriyor.. . (2)

21.02.2010 03:33:07
AHA’nın (Arınç Haber Ajansı), AA, DHA, İHA gibi ajanslardan farklı yanı; yayına geçtiği zaman olanları değil, olacakları da veriyor. Olması gerekenleri de...Tüm bu olanları günler önceden haber veren kimdi?..

AHA...(.........)

AHA ayrıca tüm medyada yer alan o yayınlarında, duyguları, düşünceleri, söylenmeyenleri, hatta olmayanları da bildiriyor.İşte:İsmailağa Cemaati‘nin üzerine gittiği için içeri atılan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner ile ilgili değerlendirme yaparken, “İşin içine biraz gözyaşı koymak bakımından da bu savcımızın çocuğunun çizgi filmlerinin bile alındığını ve onun gözyaşları içinde babasını beklediğini söylemek de işin içine mizansen koymaktır” dedi AHA...

İnsan düşünüyor:Babası hapse atılmış, annesinin kucağına sinmiş, şaşkın ve korkmuş bir küçük çocuğun gözyaşını dahi alay konusu yapacak kadar kin ve nefret kimde olabilir...
AHA bildiriyor.. .
_Yine tüm bu olup bitenlerin altında yatan gerçek nedeni (diğer medya ve ajanslar görmemiş olsalar bile) en iyi yine AHA bir cümleyle açıkladı, gözünüzden kaçmasın:“Bu ülkenin kutlu yürüyüşü asla ve asla durdurulamaz. ..”(.........)
Kutlu yürüyüş?...
Ne alakası var?..
Din içerikli kitaplarda “İslami mücadele yolu“ diye geçiyor, bir tür İslami ya da dinsel slogan...
Kalkıp “Savcı, başsavcıyı içeri attıysa, kutlu yürüyüş de nereden çıktı?..” demeyin.

AHA size gerçeği gösteriyor...
Bu kopan kıyametin, devlet içindeki krizin gerçek nedenini açıklıyor...
AHA aslında çatışmanın özünü bildiriyor size..._
Bu olanlar; Türkiye adım adım “tarikat devletine” dönüştürülürken, sorun çıkartan ve direnen cumhuriyet yargısını silip süpürüp, yerine kendi yargılarını koyma operasyonudur. ..
Anlamıyor musunuz?..
Açıkça söylüyor...AHA...
Hayırlara vesile olsun

Almanya'daki Keriz Feneri'yle dini bütün vatandaşlarımızı dolandırdığı ortaya çıkan Erzincan Başsavcısı'nın evi basıldı.

Frankfurt savcılığı, gurbetçilerimizin paralarını cukkalayarak gemi alan Koramiral'i gözaltına aldı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun bavulla kuryelik yaptığı, arada iki bavulu kendi bagajına atarak, Las Vegas'ta yavrularla yediği iddia edildi.

Kılıçdaroğlu, “Külliyen yalan, ben o sırada umredeydim” dedi. “Size İzmir'de otomobil fabrikası kuracağız” vaadiyle ahaliyi tokatlayan Oktay Vural'ın 7'den 77'ye herkesi ayakta yiyip, Kanal 777 diye televizyon kurduğu öne sürüldü.
Memleketin topraklarını yabancıya peşkeş çeken ünlü arsa spekülatörü Toprak Dede'nin 96 yaşındaki sevgilisi Muazzez İlmiye Çığ'la birlikte cennette tapu sattıkları anlaşıldı. Aşçı er Levent Kırca'nın Devlet Bahçeli'ye suikast planı hazırladığı, ancak, yanlışlıkla Deniz Baykal'ın evinin önüne giden tetikçi-elektrikçi er Müjdat Gezen'in suçüstü yapılacağını anlayınca, polisten pet şişeyle su isteyerek, krokiyi yediği ortaya çıktı.
Burkina Faso'dan gelen ihbar telefonuyla yakalanan iki er hakkında “gülmekten öldürmeye” teşebbüsten dava açıldı. Genelkurmay Başkanı, geçenlerde bindiği F-16'ya kene konulduğunu açıkladı. Taraf Gazetesi, “Türkiye laiktir laik kalacak” diyen Cumhurbaşkanı'nın gizli gizli kaydedilmiş ses bandını yayınladı.

Harp okulu yatakhanesinde yapılan aramada üç Nutuk, beş Atatürk rozeti ele geçirildi, laik sızma girişiminde bulunan subaylar ordudan atıldı; başbakan şerh koydu. Frankfurt Savcısı'nı telefonla arayarak, “Koramiral'i bırak” dediği iddia edilen Sabih Kanadoğlu, “Evet aradım ama, davayla ilgisi yok, Eintracht Frankfurt-Bayern Münih maçını sormak için aradım” dedi.

Dursun Çiçek'in atmadım dediği ıslak imzayı, Keriz Feneri Noteri'nde attığı ortaya çıktı. Yargıtay ve Danıştay üyeleri, açığa alınan Keriz Feneri Noteri'ne destek ziyaretinde bulundu.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yetkisini aşan Frankfurt Savcısı'nın derhal görevden alınmasına; Keriz Feneri Noteri'nin ise, Anayasa Mahkemesi Başkanı yapılmasına karar verdi. Yarsav, Keriz Feneri haberlerine yayın yasağı getirilmesini istedi.

Adalet Bakanı isyan etti, “Günahsız insanlar içeri tıkılırken, Keriz Feneri'nin üstü örtülüyor” dedi. “Darbeciler Keriz Feneri'ni kolluyor, halkımıza yazık” diyen Bülent Arınç ağladı.Bi uyandım sıçrayarak...
Meğer koltukta içim geçmiş.
Kan ter içinde kalmışım.

Hayırlara vesile olsun.

Monday, February 22, 2010

Bekir Coşkun
10.02.2010
Davulcu Remo'dan bu yana...

DAVULCU Remonun, davul çalarken sağ ayağını kaldırıp tokmağı ayağının altında davula vurması, Samuel Morsenin elektrikli telgrafı icat etmesine denk gelir...
(.........)
Kütahya köylülerinin bir keçinin sırtına yazılmış ayeti görmeleri ve keçiyi kaptıkları gibi kaymakama götürmeleri, kaymakamın da bunu Adı geçen keçiye ne gibi bir işlem yapılmasını bir yazıyla merkezesorması ise Çinlilerin pirinçteki gen sıralamasını bulmalarına rastlar...
(.........)
Şıh Hakkı Hazretlerinin, müminlerin oval bir cismi okşamaları ya da ortasında delik olan yuvarlak bir cisme manalı fazla bakmalarının imanı bozacağını tebliğ etmesi de İskoç asıllı John Bairdin televizyonu icat etmesiyle eşzamanlıdır...

Sene 2010...
- Son bir yılda insan epigenomunun şifresi çözüldü...
- Görme engelliler için göz yerine geçen mikroçip yapıldı...
- Bilim adamı robot, Aberystwyth Üniversitesinde çalışmaya başladı...
- NASA, Ayda su bulunduğunu açıkladı...
- Maryland Üniversitesinde, atomun içindeki veriyi bir metre uzaklıktaki kabın içine ışınlayarak taşıdılar...
- Büyük Hadron çarpışması ile yerkürenin sırrı aralandı...
- Subaru teleskobu, komşumuz yeni bir gezegen buldu...
- Başta Alzheimer ve kemik erimesi olmak üzere 27 hastalığa çare buldu elin adamı...

Tüm bunlar ise; Türklerin imam yetiştirip, onlardan bilgisayarcı, matematikçi, fizikçi, kimyacı, bilim adamı, vali, doktor, mühendis, yargıç yapmak istemelerine denk gelir...

İşte siz kaç gündür üniversiteye girişte katsayı kavgası ile bunu izliyorsunuz. ..
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Milli Eğitim Bakanı, yandaş YÖK Başkanı, kimi profesörleri, kimi aydınları...
Hâlâ çocuklara imam eğitimi verip, onlardan her şey yapmak için kavga ediyorlar...
Ama ne yapacaksınız.. .Dünyanın en gözde, en cennet toprakları üzerinde, durup dururken çağdışı kalmaz insan...
Kalmışsa bir sebebi olmalı...Bir sebebi...

Saturday, February 20, 2010

FEODALİTE
Siz hiç PKK'nın ve DTP'nin, Güneydoğu'da hala geçerli olan FeodalDüzenden, Aşiret Düzeninden, Ağalık ve Şeyhlikten şikâyet ettikleriniduydunuz mu?
Bölgede yaşayan insanlara hayatlarını zindan eden bu sömürü düzeniniortadan kaldıracak bir öneri, bir talep, bir yasa teklifi nedenyapılmaz.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana her seçim döneminde oluşan TBMM'ninen az üçte birini Kürt kökenli vatandaşlarımız oluşturmaktadır. Büyükçoğunluğu, çok zengin ağa, şeyh, aşiret reisi, onlarca, yüzlerce köysahibi Kürt kökenli Milletvekillerinden , bu konularda bir beyanatişittiniz mi?
Atatürk Cumhuriyetini " gerici" bulan Kürt aydınları, toprakağalarına, dinci şeyhlere-şıhlara neden övgüler düzerler, anlayan varmı?

Peki, PKK emrettiği için, kandilden gelen eşkıyaları karşılamaya gidenbinlerce insandan, bir demokratik tepki, bir sivil eylem," ağalıkdüzenine karşıyız" yeter, artık bizi sömürmeyin diye bir ses duydunuzmu?
Bölgede en çok ezilen, sömürülen "KADINDIR".
Kadın Bölgede kelimenintam anlamıyla KÖLE gibidir. İki görevi vardır.
Doğurmak ve çalışmak.İnsan yerine bile konmazlar. Üniversite mezunu Kürt kökenlikadınlardan, hemcinslerini kurtaracak bir proje, bir çalışma, modadeyimle bir açılım gördünüz mü?
Göremezsiniz, Türk Devletine ve kurumlarına karşı KURT gibi olanlar,ağalarının.. Şeyhlerinin, Şıhlarının önünde KUZU olurlar. Ne yazık ki Kürtler umudunu, dinci şeyhler- şıhlara, toprak ağalarına,köhnemiş düzeni sürdürmek isteyen siyaset bezirgânlarına veemperyalist güçlere bağlamış görünüyorlar. Şeyhlerle, ağalarla, dini istismar eden yobazlarla kol kola girerek,özgürleşme ve ilericilik olabilir mi? Elbette ki olamaz.. Sorularımızadevam edelim;

Kuzey Irak'ta bir erkeğin dört kadın almasına izin verenyasayı onaylayan Mesut Barzani'ye niçin hiçbir Kürt Aydını karşıçıkmaz.
Neden bölgedeki dini şeyhlerini "uçurmak" için birbirleri ile yarışırlar? Niçin Kürt Derebeylerine "kahraman" muamelesi yaparlar?

Neden Bölgede insanlar Cumhuriyete düşman olarak yetiştirilir de, Kuzey Irak'taki gerici. Feodal düzen alkışlattırılır? Akraba evlilikleri niçin bu kadar yaygındır?

Bu yazı için Sayın SonerYalçın'ın bir makalesinden büyük ölçüde yararlandım. Kendisineteşekkürlerimi sunarım. Eline, kalbine sağlık. Sayın Yalçın'ın yazdığıakraba evliliklerine bir bakalım.

Mehdi Zana; Sosyalist Mehdi Zana 1963'te Türkiye İşçi PartisininDiyarbakır kuruluşunda bulundu. Silvan İlçe Başkanı oldu. 12.Mart.1971de cezaevine konuldu. 1977 de Diyarbakır Bağımsız Belediye Başkanıseçildi. Kendisinden 21 yaş küçük, 14 yaşındaki DAYISININ KIZI, LeylaZana ile evlendi.

Canip Yıldırım; Sosyalist Canip Yıldırım, Ankara Hukuk Fakültesinibitirdi. Fransa'da master yaptı. Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşundaçalıştı.

Cezaevinde bile papyon takan Canip Yıldırım, DAYISININ KIZISELMA Hanımla evlendi.

Mehmed Uzun: Sosyalist Mehmed Uzun 1977 yılında zorunlu olarakTürkiye'den ayrıldı. Yıllarca İsveç Yazarlar Birliği Üyeliği yaptı vePen Kulüp'te çalıştı. Romanlar yazdı. Oda diğerleri gibi kendisinden20 YAŞ KÜÇÜK AMCASININ KIZI ZOZAN' LA evlendi.

Şivan Perver: Sosyalist şarkıcı Şivan Perver'de, DAYISININ KIZIGülistan Hanımla evlendi.

Musa Anter: Akraba evliliği yapmadı ama Kürt Teali Cemiyetininkurucusu, İslamcı yazar Abdurrahim Rahmi Zapsu'nun, Avusturya SaintGeorge'te okuyan kızı Ayşe Hale Hanım ile evlendi.

Yusuf Azizoğlu: Tıp Doktoru, Sağlık Bakanı, Kürt Aydını. Ölenamcasının eşiyle evlendi.

Mustafa Remzi Bucak: Bucak Ailesinin en okumuşu. İstanbul veBelçika'da hukuk eğitimi gördü. Amcasının kızı Zehra Hanımla evlendi.

Ahmet Türk: DTP Genel Başkanı. Ölen Amcasının eşiyle evlendi.
Üstelike vlendiği kadın 3 çocuklu idi. 3 çocukta Ahmet Türk'ten oldu.Çocuklarının bazılarının amcası, bazısının babası oldu.

Abdülmelik Fırat: Şeyh Said'in torunu olan ve geçenlerde vefat eden A.Fırat'ta Amcasının kızı ile evlenmişti. Şimdi esas ve can alıcı soruyu sormanın zamanı geldi;

Hepsi çok zenginve toprak ağası olan bu Sosyalist Kürtler, kendi mallarınıkoruyabilmek için mi akraba evliliği yapıyorlar ve TOPRAK REFORMUNUbunun için mi ağızlarına bile almıyorlar?
Evet, bunun için, kendi saltanatlarını n devamı için alçakça bir oyununiçine utanmadan, sıkılmadan girdiler.

Bir taraftan kendi sömürülerini Türkiye Cumhuriyeti' nin üstüneattılar, diğer taraftan salak siyasetçileri kandırarak "Biz Devlettenyanayız" teranesiyle hem devlet ihalelerini aldılar, aldıklarıihaleleri tamamlamayarak hem devleti hem de milleti kazıkladılar.

Sıkıştıklarında Faşist Diktatör BARZANİ'Yİ alkışlatarak, akılları sıraTürkiye'ye gözdağı verdiler. PKK'da bunların silahlı tetikçisidir.Çözemedikleri problemleri, silahla, kanla, uyuşturucu ile PKK'yayaptırırlar.

Sapık Apo'da Marksist- Leninist devrim yapacağım diye,dört duvar arasında döner durur. Demokratik Açılım şarttır. Bölge insanını bu kan ve silahtüccarlarının ellerinden kurtaracak, toprak reformu dâhil, her türlüdemokratik hakların gelişmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Yapılacaklarla ilgili çalışmalarımız ve tekliflerimiz vardır..

Önümüzdeki günlerde bunları beraberce tartışacağız. Son olarak bölge insanına, Atatürk- Cumhuriyet denince içi titreyenKürt kardeşlerime seslenmek istiyorum; Yeter artık, seni asırlardırsömüren bu kan emicilere yüz verme. Devletine güven.

Yanlış yapandevlet memuru olursa onunla kanun önünde hesaplaşırız. Ya ağa, topraksahibi, şeyh, şıh'la nasıl hesaplaşacaksın? Hadi artık ülkeni bölmekisteyen bu zibidilere yüz verme. Onlardan toprak reformu iste. Necevap alacağını beraberce göreceğiz.

Kürt kökenli vatandaşlarımızı kimin ve kimlerin sömürdüğü belli.Önemli olan bu gerçeği tüm ülkeye anlatabilmek. Onu da başaracağız.

Sağlık ve başarı dileklerimle, 27.Ekim..2009
Rifat SERDAROĞLU Eski Sağlık ve Devlet Bakanı

KAYIP ARANIYOR

Türkiye’de 23 adet Hukuk Fakültesi, bu fakültelerde öğretim görevlisi olarak çalışan yüzlerce bilim insanı, eğitim gören on binlerce gencimiz var. Hukuk Fakültelerinde eğitim veren Profesör, Doçent, Doktor ve diğer eğitim görevlileri çok önemli sorumluluklar taşıyorlar. Bu değerli bilim insanlarımız yarınlarımızın Hukuk sistemine yön verecek, Hâkim, Savcı ve Avukatları yetiştiriyorlar. İçinden geçtiğimiz süreçte, bugünümüzü ve yarınlarımızı derinden etkileyecek çok önemli iki hukuki olayı birlikte yaşıyoruz.

Adına “Ergenekon” denen ve “Silivri Cezaevinde” görülmekte olan dava ve Erzincan- Erzurum hattında yaşanan HSYK’nun müdahale ettiği, dosyaların kaçırıldığı, tarikat ve cemaatlerin Hukuk sistemimizin bir bölümünü ele geçirme çabalarının gün yüzüne çıktığı, Başsavcı İlhan Cihaner’in davası. Demokratik ülkelerde, böyle iki olay karşısında ülkesinin tebaası değil, vatandaşı olduğu bilincine ulaşmış, kendisini yetiştiren ülkesini her türlü fikri saldırıya karşı korumayı görev bilmiş, bilim insanları ve onlardan oluşan kurumlar anında tepki verir. Peki, bizde ne oluyor?

Bu milletin olanakları ile kurulmuş 23 tane Hukuk Fakültesinden ses var mı? Allah rızası için tek ses var mı? Tık yok. Ama tarikat gazetelerinde yazan, tarikat televizyonlarında boy gösteren Atatürk ve Lâik Cumhuriyet düşmanı kişiler zehir saçmaya devam ediyorlar. Size bir örnek vereyim; AKP’ nin desteği ve bilgisi ile Boğaziçi Üniversitesinde, Bilgi Üniversitesinde “Ermeni Tezlerini” savunan paneller düzenlendi. Milletin gözünün içine baka baka geçmişimize kara çalınmaya kalkıldı. Kimlerdi bunlar? Murat Belge, Halil Berktay, Elif Şafak, Taner Akçam, Baskın Oran, Etyen Mahcupyan, Şahin Alpay, Oral Çalışlar, Sarkis Seropyan. Türkiye’ye zarar verecek bir konu ortaya atıldığında bunlar ve yamakları hemen konunun üzerine atlar ve başlarlar sağından, solundan çekiştirmeye.

Bu ülkenin yetiştirdiği binlerce bilim insanı ise kenardan seyreder, sanki bu vatan onların değil, sanki bu fakir millet kıt imkânlarını onlar için seferber etmemiş, sanki dedelerimiz onlar rahatça para kazansınlar ve memleket hayrına iş yapmayıp kenarda otursunlar diye şehit olmuşlar ve bu toprakları vatan yapmışlar.
Çıkın ortaya, fert olarak veya kurum olarak, doğruları milletle paylaşın. Devletimizin bir yanlışı varsa onu da söyleyin, söyleyin ama diğerleri gibi yıkmadan, bölmeden, ayrıştırmadan. En azından bu kadarını lütfen yapın.

Korkmayın size bu tarikat artıkları hiçbir şey yapamaz. Çok sıkılırsanız derdinizi Türk Milletine anlatın. Bakın nasıl baş tacı ediliyorsunuz. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak merak ediyorum ve Hukuk Fakültelerinden cevap bekliyorum. Ne düşünüyorsunuz?

Ergenekon isimli dava hakkında; Ordu teslim ettiğimiz Orgeneraller, Meslektaşlarınız Profesörler, Gazeteciler, Aydınlar ne ile suçlandıklarını bilmeden cezaevinde tutulmaları hakkında ne düşünüyorsunuz.
Türk Hukuk geçmişinde ilk kez, bir Savcının, bir Başsavcının evini ve çalışma yerini basması, dosyaların kaçırılması, tarikat ve cemaatlerin etkinliği hakkında ne düşünüyorsunuz. Ne düşünüyorsanız çıkın söyleyin. Buna mecbursunuz, neden mi? Bu gün tarikat ve cemaatlere, milletin kendilerine verdiği makamları peşkeş çekenleri de sizler yetiştirmediniz mi. Uzaydan mı geldi bunlar?

Neyi nasıl yapacağınızı unuttuysanız, öğrencilerinize sorunuz.
DEMOKRATİK REJİM İÇİNDE nasıl eylem konur, gençler size hatırlatır.
Haydi kıpırdayın biraz, lütfen. (Not: İletebildiğim Hukuk Fakültelerine göndereceğim. Fakülte Dekanlarına iletmede yardım rica ediyorum)
Rifat SERDAROĞLU Eski Sağlık ve Devlet Bakanı

Friday, February 19, 2010

10 yıldır İstanbul’da yaşayan Amerikan asıllı Türk vatandaşı Prof. Dr. James (Cem) Ryan ABD Başkanı Obama’ya bir mektup yazdı.
Hiçbir satırına dokunmadan yayınlıyoruz…

Sayın Barack H. ObamaAmerika Birleşik Devletleri BaşkanıThe White House1600 Pennyslvania Avenue NWWashington, DC 20500USA

Sayın Başkan Obama:
Türkiye’de hüküm süren koşulların acımasız ayrıntılarına derinlemesine değinmeye gerek yok. Bu konu hakkında size geçen yıl iki kez yazmıştım. İsterseniz bu mektupları aşağıda verilen adreslerden tekrar okuyabilirsiniz (1). Siz olmasanız da yönetiminizden birileri mutlaka okumalı; zira laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin bekası ciddi bir tehlikededir, demokrasi adına sivil bir darbe ile diz çöktürülmektedir. Yeats bu durumu 1933’lerde derken durumu en iyi şekilde ifade etmiştir:
Yapmayı üstlendikleri her şeyiGerçekleştirdiler;Her şey asılı kaldı Yaprak ayasında asılı çiy gibi. (2)
Türkiye şu anda tam da bu tehlikeli pozisyondadır; “yaprak üzerinde asılı bir damla çiy gibi.” Ve ONLAR, yıkıcı görevlerini üstün başarıyla yerine getirdiler. ONLAR kim mi Sayın Başkan? Bunu açacağım, ama kısa bir özetten sonra.

Demokrasilerin “olmazsa olmaz” koşulu, bağımsız yargıdır. Türkiye’de demokrasi yoktur. Anayasal güvence altında olması gereken insan hakları, pervasızca ve sınır tanımadan ihlal edilmektedir. Konuşma ve ifade özgürlüğü olmadığı gibi toplanma özgürlüğü de, mahremiyet de yoktur. Yargıçlar ve ordu dahil herkes dinlenmekte, e-mailler izlenmektedir. Yöneticileri yollarını düzeltmekten aciz ülkede, teknolojinin son ürünü, polis devleti dinleme aygıtları yayılmış durumda. Bunlar nereden geldi sayın Başkan? Yoksa bu, Amerika’nın ‘istihbarat paylaşımı’ programının bir ikramı mı?

Türk ordusu bile dinleniyor! Ve hükümet tarafından!
Ne kadar ayıp! Bir ulusun güvenliği için ne kadar tehlikeli!
Bunun sonucunda aşağılık ve çirkin senaryolar ortaya çıkıyor. Yeats’in saptaması burada da aynen geçerli: “En iyi insanlar inançtan, güvenden yoksun iken en kötüler tutkulu güçle dolular.”

(3) Üstelik gösteriye yeltenen herkes dayaktan ya da gazdan nasibini alıyor. Polis –muhtemelen Hitler’in kahverengi gömleklilerinin en iyi karşılığı- Türk ordusunun ve …Türk halkının karşısında, ordu halkın özü çünkü. Bu toprakların üzerine ölüm sessizliği çöktü sayın Başkan. Bu, basit tanımla, İslamofaşizmdir. Orwell’ci egemen güç, yalan söyleyen, aldatan, çalan iktidardaki parti AKP, buna demokrasi adını vermektedir. Türkiye bugün bu durumdadır.

Muhalif yazarlar, tevkif edilmekte ve suçu kanıtlanmaksızın süresiz olarak hapsedilmektedirler. Anayasanın öngördüğü ihzar teskeresi (haksız tutuklamayı yasaklayan yasa) bir şakadan ibaret. Medya, iktidarın uşağı, yalakası durumunda. Anayasanın hükümete tanıdığı tüm yetkiler, kökleri, gövdeleri ve dallarıyla bir tek başbakanın ellerinde. Onu hatırlıyorsunuz değil mi sayın Başkan? Hani geçen ay buluşup ona ‘Türkiye’nin enerji hattı’ olmasını istediğiniz kışkırtıcı mesajınızı vermiştiniz. Bir ‘hat’ ya da ‘kanal’?
Gerçek düşünceniz bu mu? Aynı zamanda şunu da unutmayın; aynı başbakan ve yoldaşları olan AKP üyeleri Anayasa Mahkemesi tarafından ‘laiklik karşıtı faaliyetlerin merkezi olarak’ mahkum edilmişlerdi. Çoğu başbakan için bu büyük bir utanç kaynağı olurdu; ama bu başbakan için değil. O, bu konularda deneyim sahibi, önceki benzer suçlarıyla ilgili sayfalar dolusu raporlar var. Metaforik olarak ‘enerji yolu’ olarak tanımladığınız başbakan bu! Ve açıkça, bu başbakanın başka bir hedefi var. ‘Yapmayı düşündüğü her şeyi, gerçekleştirdi’… neredeyse!

Bu arada Türkiye’nin bir de, partiler üstü ve kendi ülkesinin yararına çalışmak için ant içmiş bir cumhurbaşkanı da var.
Bu da gülünç; adam aynı ağacın kök ve gövdesinden gelme, egemen parti anlayışı taşıyan, laiklik karşıtı, kadın karşıtı ve gerici noter konumunda.

On beş yıl önce 27 Kasım 1995’te The Guardian’a verdiği bir demeçte Türkiye’de laikliğin bittiğini ilan etmiştir. “Bu cumhuriyet döneminin sonudur” ve “Ankara nüfusunu %60’ı gecekondularda yaşıyorsa, laik sistem başarısız olmuştur ve haliyle bunu değiştirmek istiyoruz”
(4) demiştir.
Bugün aynı kişi –Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı- partisinin milyonlarca dolarlık fonu ile ilgili olarak dolandırıcılık sanığıdır (5).
Fakat bu kişi de mahkumiyet dokunulmazıdır. Mark Twain, zamanında Amerika’da içsel kriminal sınıf bulunmadığını söylerken Amerikan Kongresini bunun dışında tutmuştur. Ama Mark Twain, bu günün Türkiye’sini hiç görmemişti.

Üzülerek söylemeliyim sayın Başkan, Amerika bu karanlık fikirli, acımasız yüzlü adamları iktidara getirirken suça ortaklık etmiştir. Ve bunu yaparken ülkemiz, Türk halkının büyük çoğunluğuna ölümcül kötülükte bulunmuştur. Ancak ülkemiz, İran halkına, Şili halkına ve aslında tüm Güney Amerika halklarına, Vietnamlılara, Kamboçyalılara, Filistin ve Irak halkına, Afro-Amerikan ve Amerika’nın yerlilerine karşı da öyle yapmıştır. Ülkemiz “ölümcül” kötülük konusunda uzmanlaşmıştır. Ama bu değişebilir sayın Başkan.
Kampanyanızı “değişim” temeline oturttunuz ve hepimize sizinle çalışmak için cesaret verdiniz. Ve ben de sizinle çalışıyorum, sayın başkan.

Kitabınızda Amerika’yı, “hayatları yaşandığı şekliyle” yansıtacak “farklı bir siyaset”noktasına getireceğinize işaret ettiniz (6).

Atatürk’ün laik demokratik mirasının sahipleri baskıcı bir kukla hükümetin ahmak köleleri olarak mı yaşasın? Anayasal hakları kriminal çete tarafından sürekli engellenecek mi? Amerika Birleşik Devletleri tarafından kurulan ve desteklenen bir hükümetin varlığı, kendine “demokratik” diyen her ülkeye utanç verir.

Sayın Başkan, geçen yıl Türkiye’ye geldiniz ve Atatürk’ten hararetle söz ettiniz. Ve şimdi düşmanlarına karşı hoşgörülü ve cesaret vericisiniz. Ne oldu? Sayın Başkan, desteğinizi Atatürk ve Laik Cumhuriyet düşmanlarından çekin. Bana göre onlar, Türkiye’yi ‘ılımlı İslam ülkesi’ yapmayı planlayan Bush’un aptal anlayışının kalıntısı olan iflas etmiş bir anlayışın, cahil, tatsız, sığ kuklalarından ibaretler.

‘Ilımlı İslam’ da esasen ılımlı hamilelik, ya da ılımlı aptallık gibi bir şey, bir saçmalıktan ibaret.
İnanın bana sayın Başkan, ülkemin sergilediği tavır üzerine endişelerimi ifade etme hakkım olduğu için mutluyum. Bunun Türk halkı için sonuçları önemlidir. Sizin iktidara gelmeniz dünyaya barışın, akıllı ve şeffaf liderliğin geleceği konusunda büyük ümitler uyandırmıştı. Parıldayan yıldızınız, en utanç verici ve çıkarılması mümkün olmayan lekelerle kararmaya başladı. Türkiye’deki utanç verici ahlaksızlık Amerika’nın adına nasıl leke sürer?

Tarihin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, Amerika’nın isteği doğrultusunda iktidara gelen rezil kriminal öğeler tarafından tahrip edildiğini yazacağından endişe duyuyorum. Türkiye’yi bir laik cumhuriyeti yok etme pahasına, bir “enerji hattı,” bir petrol borusu yapmak? Amerika’nın aklındaki bu mu sayın Başkan? ‘Kanalizasyon borusu’ tanımı daha uygun olur galiba.

Sayın Başkan, beni görevim, bu trajediye ortak olmak değil, haykırmaktır. Adalet ve namus adına yürütülen en büyük haksızlık Ergenekon adı verilen bir saçmalık olarak sürüyor. Masum insanlar hapishanelerde ölüyor. Başka bir çoğu da hücrelerinde ömür çürütmekte.

Şimdi, Amerika’nın imajı, olumsuz yönde ve onarılmaz biçimde hasar görmektedir.

Tehlike açık. Tehlike ortada.

Normal gazetecilik kanalları bu ülkede çalışmıyor. Normal adalet yolları da aynı akibete uğradı. İnsanların çoğu bağırmaya yeltendi, ben de öyle. Ve sonunda, rezaletin daha az olmadığı bir dönemde Emile Zola’nın başkanına yazdığı gibi ben de size yazdım sayın Başkan.

“Ve gerçeği, dürüst bir insanın nefreti ile haykırıyorum”- “Et c’est à vous, monsieur le Président, que je la crierai, cette vérité, de toute la force de ma révolte d’honnête homme” (7).
Size geçtiğimiz yılda söylediklerim, yalın ve dehşet verici gerçeklerdir. Türkiye’nin bugünkü zor koşullara geleceği görünüyordu.


Daha önce de belirttiğim gibi dinsel bağnazlık ve fanatizm, Atatürk’ün gelişiyle yok olmadı.
Size geçen yıl gönderdiğim, Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Nutuk’unu okuduysanız bunu kolayca görmüş olacaktınız. Bu karanlık fikirli insanların nereden geldiğini de anlayacaktınız. Türkiye’de ortaya çıkan bu tahrip edici iç unsurlara karşı gücünüzün olmadığı gerçeğini fark ettim sayın Başkan.
Farkındasınız belki!
Her zaman olduğu gibi, CIA’nın ne dereceye kadar bu işin içinde olduğunun da….

Dışişleri Bakanının (ve sekreteri, CIA kariyeri olan Robert Gates) dahil olduğunun da….

Dışişleri Bakanlığının, elçilikler, konsolosluklar ve CIA ajanları vasıtasıyla ne derecede işin içinde olduğunun da. Ama farkında olup olmamanız benim işim değil.
Türkiye’de bugünkü durumun ciddiyeti, suçlu aramak ya da işaret etmenin çok daha ötesinde. Bir şeyler yapılmalı sayın Başkan. Zola, “yer altına gömülen gerçek, gelişerek öyle bir güce erişir ki, patladığında kendisiyle birlikte her şeyi yıkar” diye yazmıştır.
Türkiye’de şu an öyle bir durumdayız. Ulus bir facia ile karşı karşıyadır. Umarım, mektuplarım gerçeğin mecrasında olduğunu ve hiçbir şeyin bunu durduramayacağını göstermiştir. "La vérité est en marche et rien ne l’arrêtera." (8).

Ama bu mektup çok uzun sayın Başkan ve sona ermesi gerekiyor. 13 Ocak 1898’de Alfred Dreyfus ve Fransa savunmasına gelen Zola’nın söylediklerine kulak ver. Sanki Türkiye’nin bu gününü tarif ediyor:

Ulusal savunmanın hangi ellerde bulunduğunu, yurdun yazgısının kararlaştırıldığı bu kutsal sığınağın nasıl aşağılık bir entrika, dedikodu ve hırsızlık yuvası olduğunu bildiklerinden, olası bir savaş karşısında endişe içinde titreyen öyle çok insan tanıyorum ki!
Dreyfus olayının, talihsiz bir insanın, bir ‘pis Yahudi’nin kurban edilişinin, bu kuruma tuttuğu korkunç ışık karşısında dehşete düşüyor insan.

Ah!
Birkaç rütbelinin, devletin güvenliğini saygısızca bahane ederek, çizmeleriyle ulusun üstüne basarak gerçek ve adalet çığlığını gırtlağına tıkamaları, bütün bu çılgınlıklar ve saçmalıklar, çılgınca düşlemler, yoz polis uygulamaları, engizisyon ve zorba uygulamalar! Sırtını ahlaksız basına dayamak, Paris’in tüm ipsizlerince savunulmaya boyun eğmek de bir suç; işte ipsizlar takımı, hukukun ve yalın gerçeğin bozgunu içinde, hayasızca utkuya ulaşıyor.


O tüm dünya önünde yanlışı zorla benimsetmek gibi düşüncesizce bir komplo tezgahlarken, kendisini dürüst ve özgür ulusların başında yiğit bir ordu olarak görmek isteyenleri Fransa’yı bulandırmakla suçlamış olmak da suç. Kamuoyunu saptırmak, yoldan çıkarılmış olan kamuoyunu onu sabuklamaya götürecek ölçüde bir ölüm görevinde kullanmak da bir suç. İçinden atamaması durumunda insan haklarının savunucusu büyük ve özgürlükçü Fransa’nın ölmesine yol açacak iğrenç Yahudi düşmanlığının arkasına sığınarak küçükleri ve alçakgönüllüleri zehirlemek, tutuculuk ve hoşgörüsüzlük tutkularını azdırmak da bir suç. Kin yolunda yurttaşlığı sömürmek de bir suç; son olarak, tüm bilim gerçek ve adalet çağını oluşturma yolunda iş başındayken, kalıcı çağdaş tanrı yapmak da bir suçtur. (9),(10)

Sayın Başkan, yazdıklarım yalın gerçeklerdir ve dehşet vericidir…..hem Türkiye , hem de Amerika için. Gerçek ve adaletin kaçınılmaz patlamasını çabuklaştırmasını dilerim.

En derin saygılarımla, Sayın Başkan.

James (Cem) Ryan, Ph.D.İstanbul, Türkiye

NOTLAR:
1. LETTER TO PRESIDENT OBAMA: Turkey in an Arena of Trials 20 January 2009http://forreasonsunknown-cem.blogspot.com/2009/01/letter-to-president-obama.htmlhttp://www.ataturksociety.org/voa/Ataturk_winter2009_final_web.pdf
LETTER TO PRESIDENT OBAMA: The Islamic Republic of Turkey 20 October 2009http://forreasonsunknown-cem.blogspot.com/2009/10/letter-to-president-obama-islamic.html
2. Yeats, W.B. “Gratitude to the Unknown Instructors.” http://www.poemhunter.com/poem/gratitude-to-the-unknown-instructors/
3. Yeats, W.B. “The Second Coming.”http://www.poemhunter.com/poem/the-second-coming/
4. Rugman, Jonathan. “Turkish Islamists Aim For Power.” The Guardian, 27 November 1995.
5. Villelabeitia, Ibon. “Turkish Court says president should go on trial.” The Washington Post, 18 May 2009.http://paperdragon.newsvine.com/_news/2009/05/19/2836299-turkish-court-says-president-should-go-on-trial-
“Presidential office slams court stance.” Hurriyet Daily News, 20 May 2009.
“No end in sight to Gül immunity controversy.” Hurriyet Daily News, 21 May 2009.
“Turkish president unconcerned about standing trial in fraud case.” Hurriyet Daily News, 21 May 2009.
“I am not scared to go on trial.” Hurriyet Daily News, 22 May 2009.
Kanlı, Yusuf. “President in court.” Hurriyet Daily News, 22 May 2009
6. Obama, Barack. Dreams from My Father, page 457. Three Rivers Press. New York, 1995.
7. Zola, Emile. “J’Accuse,” English and French versions. Pages 6, 18. http://www.oxygenee.com/Zola-and-Dreyfus.pdf
8. Ibid. Pages 15, 24.
9. Ibid. Page 14.
10. Emile Zola, 1898. J’Accuse (Suçluyorum) , (Tahsin Yücel, Çev.) Istanbul: Can Yayınlar”
Odatv.com
http://www.odatv.com/n.php?n=turkiye-tehlikede-1202101200


Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

Cumhuriyet Başsavcısı...

Her yere tabela asıyorlar, “Avrupa’nın en büyük adliye sarayını yaptık” filan diyorlar.

*Halbuki, bu iş binayla olsaydı...Yargıtay Başkanı müteahhit olurdu.
*Bakın...
*Cumhuriyet Başbakanı denmez.
Cumhuriyet Bakanı denmez.
Cumhuriyet Müsteşarı denmez.
Cumhuriyet Büyükelçisi denmez.
Cumhuriyet Valisi de denmez.
*Ama...
Cumhuriyet Savcısı denir.
*Peki niye?*Mustafa Kemal de merak etmiş...
Ve, “cumhuriyet savcısı” sıfatının isim babası olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a sormuş aynı soruyu, “Niye?”
*İsviçre’de hukuk doktorası yaparken, İzmir’in işgal edilmesi üzerine Kurtuluş Savaşı’na katılmak için yurda dönen ve Ege dağlarında vuruşan... Sonra da Mustafa Kemal’in emriyle hukuk reformunun temellerini atan Profesör Mahmut Esat Bozkurt, şu cevabı vermiş...
*“Gün olur, Cumhuriyet’i korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, büyükelçiden, validen bile hesap sormak gerekebilir... İşte onun için, Cumhuriyet Savcısı’dır!”*Cumhuriyet’i savunmak...
“İlk işi”dir.

*İrticayla mücadele etmek için, ekstra plan mlan hazırlanmasına gerek yoktur.
*Dolayısıyla...

*Tarikatçıların cirit atması için, irticayla mücadele etmeyi suçmuş gibi gösterenlerin...
Haysiyet cellatlarının yargısız infazlarını gülümseyerek seyredenlerin...

Hayatını Cumhuriyet’e adamış komutanları ayağına getirirken, teröristin ayağına tıpış tıpış mahkeme götürenlerin...

Bu millete verebileceği “hukuk dersi” yoktur.
Takke düştü kel göründü...
Şapka düştü ne göründü?

YILMAZ ÖZDİL 11.02.2010 HÜRRİYET


Mustafa Kemal, memleketin bütün erkekleri şapka giysin diye yapmadı aslında, şapka devrimini...


Kafasının içindekini göremediği için, kafasının üstündekini görmek istedi.


*

Baktı mı, görüyordu...
Kim devrimden yana?
Kim değil?
*
Baktın mı, görüyorsun hakikaten...
*
Çankaya türbanlı.
Başbakanlık türbanlı.
Dışişleri türbanlı.
Adalet türbanlı.
THY, Merkez Bankası, TRT, Devlet Planlama, Özelleştirme İdaresi, TOKİ...
Belediyeler türbanlı.
*
E nedir Allah aşkına, hâlâ, oraya girdik şuraya giremedik yakınmaları filan?
*
(Üniversiteye giremeyen türbanlı kızlarımız için bir parantez açayım buraya... Nişantaşı'na en lüks ciplerle giren türbanlı sayısı arttı mı? Arttı... Bağdat Caddesi'ne kolunda milyarlık çantalarla giren türbanlı sayısı arttı mı? Arttı... Vakko'ya, İstinye Park'a, Kanyon'a parmağında kuru soğan büyüklüğünde pırlantalarla giren türbanlı sayısı arttı mı? Arttı... Üniversiteye giren türbanlı? İşte o artmadı... Kim iktidarda 8 yıldır? İsmet İnönü mü? Türbanlı olduğu için üniversiteye giremeyen kızlarımız hiç düşünüyor mu acaba... Sizin “girişi”niz sağlanırsa, sizin üzerinizden elde edilen bu “rant girişi” sağlanabilir mi?)
*
Peki nedir?
*
Bakın, hiç eğip bükmeden buraya yazıyorum... Tartışma kadınlar üzerinden yürüyor ama, bu ülkede en büyük mağdur, “Eşinin başı açık olan erkekler”dir.
*
Yukarıda saydık...
Eşinin “başı kapalı” erkek, her makamın “başı”na geçebiliyor mu?
Geçebiliyor...
Eşinin başı açık olan erkek?
İsminin üstü çiziliyor...
TRT'nin başına geçemezsin. THY'nin başına geçemezsin. Talip bile olamazsın. Memursan, şef olamazsın; öğretmensen, müdür olamazsın... Astsan üst olamazsın, üstsen sürülürsün.
*
Bıraktık devlet makamlarını, eşinin başı açıksa, malum belediyelerden su bayiliği bile alamazsın, su bayiliği bile.
*
Hatta, vazgeçtik makamdan mevkiden, son albay intiharında gördük işte... Haysiyet cellatlığı yapılıyor, başı açık kadınlara iftiralar atılarak, kocalarının kendi başına sıkması sağlanıyor!
*
“Yanlış okuyorum herhalde” diye düşünenler için biraz daha büyük
yazayım: TARTIŞMA KADINLAR ÜZERİNDEN YÜRÜYOR AMA... ASLINDA, EŞİNİN BAŞI AÇIK OLAN ERKEKLERE ZULÜM VAR BU ÜLKEDE.

Monday, February 15, 2010

EMRE KONGAR
‘Sivil Darbe’
Sevgili okurlarim, “Sivil Darbe”, degerli sair ve yazar Ataol Behramoglu’nun Cumhuriyet Kitaplari arasindan cikan kitabinin adi.
Ataol Behramoglu cok iyi bir sair, durust ve basarili bir yazardir.
Bu kitapta AKP’nin “Sivil Darbe” surecine iliskin yazilarini toplamis.
Galiba iktidarin gidisine “Sivil Darbe” teshisini ilk koyan kisi Ataol’dur.
Bakin daha 4 Ekim 2003 tarihinde ne yazmis?
“Bizde ‘darbe’ sozcugu ‘asker’i cagristirir. .. Gecen gunlerde bir gazeteci arkadas bir TV programinda ‘sivil darbe’ deyimini kullandi... Ona gore DEHAP’in yargilanma surecinde olup bitenler AKP’ye karsi bir sivil darbeye benziyordu.. .
Ayni gunlerde ‘sivil darbe’ sozcukleri benim de zihnimden gecmisti... Fakat bambaska bir ‘baglam’da...
Bence AKP’nin kendisi bir sivil darbe girisimi icindedir... AKP’nin yaptiklari, yapmaya calistiklari ancak ve sadece ‘sivil darbe’sozcukleriyle nitelenebilir.
Tabii, henuz girisim surecindeki bir sivil darbe...”
Sevgili Ataol, AKP’nin “tesebbusunu”, iktidarin daha birinci yilinda teshis etmis.

***
7 Aralik 2003’te, yine yedi yil once “Ilimli Islam” konusunda da soyle diyor:

“Bunun (Ilimli Islamin e.k.) bir adim otesi, yaftasi ne olursa olsun, Islam Cumhuriyeti’dir.
Amac da hedef de budur.
Cunku siyasetlesen din, ilimli kalamaz.
Yasalar ya laik, demokrat, ya dinsel nitelikli olur.
Bunun (siyaset bilimince kesfedilmis) bir orta yolu yoktur.
Cunku esyanin tabiatina aykiridir.


AKP iktidari, Turkiye Cumhuriyeti’nin bir Islam cumhuriyetine donusturulmesi yolunda, bu amac sahiplerinin yakin tarihimizde elde ettigi en buyuk kazanimdir.”

***
29 Kasim 2008’de, yani yaklasik iki yil kadar once ise sanki bugunleri betimliyor:

“Ikinci Cumhuriyetciler hedeflerine ulastilar. Ataturk Cumhuriyeti artik laftan ibarettir.
Anayasa Mahkemesi vb. bir iki puruz de ortadan kaldirildiktan sonra sivil darbe, hedefine butunuyle ulasmis olacaktir.


ABD gudumunde ve bir bolumu Turkiye topraklarinda bir Kurt devleti…

Geri kalan bolgede ‘sayin basbakan’liktan ‘sayin baskan’lik sistemine gecis ve -adindan Turk ya da Turkiye sozcugu buyuk olasilikla cikarilip atilacak- ilimli Islam yonetimi…
Demokrasinin ve aydinlanmanin temel degerlerini savunduklari icin F tipi cezaevlerine tikilacak sivil ya da asker aydinlar...


Surulestirilmis halk yiginlari ve ‘aydin’ olarak da aydinlanma bilinci tumuyle karartilmis bir teknokrat kalabaligi…


Ikinci Cumhuriyetcilerin ve siyasal uzantilari olan sivil darbecilerin hedefleri bunlar degil miydi?


Ulasmadilar mi dersiniz?...”

***

Herkesin okumasi gereken Ataol Behramoglu’nun kitabi, gelecek kusaklara bir “ibret belgesi” niteligiyle kalacaktir:
Adim adim gelisen bir “sivil darbenin” oykusu olarak.
Iyi pazarlar, ozellikle de sevgililerinden ayri dusmus olan icerdeki ve disardaki sevgili okurlarim!

Friday, February 12, 2010

YENi CAG GAZETESiNDEN BiR MAKALE: 30 Ocak 2010

Henry Barkey ve Graham Fuller’in “ordu içinde bölünmeler” umuduna dayanan iç savaş stratejisine karşı Türkiye’nin çözümü, Atatürk’ün İstiklal Savaşı’na hazırlanırken, Alevisini Sünnisini ve etnik köken ayırt etmeden bütün milleti, ortak bir hedefte nasıl buluşturduğunu inceleyerek, Atatürk’ün milletin kendine güvenmesini sağlamakta kullandığı yöntemleri uygulamaktır.
Türkiye’nin, Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı vardır.

Türkiye’nin yeniden “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” motivasyonuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin daha fazla sağduyuya ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak olan da medyanın ulusal niteliği zayıfladığı için Milli Güvenlik Kurulu’dur; dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türkiye, Türkiye’yi yönetenler tarafından resmen ve alenen satılıyor ve askerler dahil herkes bunu özelleştirme diye yutuyor.

Türkiye satıldıktan sonra, sağlanacak olan kimin güvenliği olacaktır?
Amerikan ve İngiliz şirketlerinin güvenliği değil mi? Türk Silahlı Kuvetleri, milli güvenliği tehdit eden bu gidişe MGK’da dur demelidir.
Yoksa vebal altında kalırlar.
Türkiye’ye yönelik iç savaş senaryolarının tartışıldığı bir ortamda, ülkenin bütün malvarlığının satılıyor olması asıl tehdit değil midir? Tehdit değerlendirmesi, bunun için yeniden gözden geçirilmelidir. İşte o zaman, bütün çatlak sesler susar ve Türk Milleti yeniden tek vücut olur. Bunlar yapılmasa da, Türk Milleti kendi kaderine sahip çıkacaktır ama, kargaşa yaşamaya lüzum var mı?

* * * Yukarıdaki satırları 1998 yılında, bugün “Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı” diye ortaya atılan CIA projesinin orijinali ABD’de tartışıldığı zaman Sağduyu gazetesinde yazdım..

O tarihten bugüne, köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye’nin malvarlığı tamamen yabancılara satıldı. Sıra orduyu bölmeye geldi. 17 Ağustos 2005’te “İrtica diye gürleyenler vatan satılırken niçin sessiz?” başlıklı yazımda da benzer uyarıları yapmıştım. Fakat aldığım karşılık, “Devletin askeri kuvvetlerini aşağılamak” suçundan hakkımda dava açılması oldu. TCK 301/2’den yargılandım. Neyse ki bir yıl sonra beraat ettim.

* * * The Times gazetesi, “İktidar mücadelesi, silahlı kuvvetleri, yüksek profili olan komplocular ile hassas belgeleri sızdıran ve siyasetten uzak bir orduyu isteyen isimsiz askerler olmak üzere ikiye böldü. Bir araştırma şirketi, orduya olan güveninin yüzde 60’lık tarihi bir düşük düzeyde bulunduğunu açıkladı” diye yazıyor.

Türkcelil.com’da çıkan bir yazıda, İranlı Mohsen Yazd, “İran’da da önce halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla mollaların safına çekildi. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı.

Humeyni, devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. İran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazlar, ellerinde Kur’an ile erleri geçerek, direnen subay ve komutanları katlettiler” uyarısında bulunuyor!

Mohsan Yazd, “Yüreğim kan ağlayarak İran’da ’O gün’ gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye’de görüyorum” diyor ve Türkiye’de kışlaları basacak olanların da emir komuta zinciri içinde hazır bekletildiğini belirtiyor.

Arslan BULUT - CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi
OZGURLUK VE BAGIMSIZLIGIN BEDELi, ÇOK AĞIRDIR.
AKIL - BiLiM VE UYGARLIK YOLUNDAN SAPAN TOPLUMLAR, BU BEDELi YOK OLUŞLARIYLA ÖDERLER...
Talking to the enemy by DAVID L. PHILIPS*

ANKARA – Afganistan konusundaki en son Londra konfrensında, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton “Arkadaşlarınızla barış yapmazsınız” dedi. “Bir ayaklanmayı sona erdirecek ortamı yaratmayı umuyorsanız düşmanlarınızla ilişki kurmaya gönüllü olmalısınız.

Taliban’la konuşmak Washington’da ateşli bir tartışmayı körükledi. Bazı ABD resmi makamları diyaloğu tiksindirici buldu. Herşeyden önce Taliban 11 Eylül saldırılarından sorumlu olan ve dünya çapında terör kampanyası düzenleyen El-Kaide’ye yataklık etti. Diyaloğun savunucuları, bunun zayıflıktan değil pratik zorunluluktan kaynaklandığını teşhis ettiler.
Türkiye tartışmaya dahil oldu. Afganistan’ın uzlaştırma sürecinde Taliban’la ilişki kurma çağrısı yapmakla, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile karşılaştırma yapmaya yol açtı.

Dr. Davutoğlu’na göre: “Bu tip karşılaştırmalar doğru değil. Türkiye, Afganistan gibi 30 yıllık bir savaştan çıkmış değil. Kavganın politik sistemin içerisinde olduğu kurulu bir devlet yapısı var. Türkiye’de sağlıklı ve çalışan bir politik sistem var. Türkiye’de politik sisteme katılmak isteyenler katılır. Diyaloğun olduğu yerde şiddetin geçerli olduğu alan daralır.”
Şüphesiz Türkiye, Afganistan gibi parçalanmış ve çökmüş bir devlet değil. Türkiye Kürt açılımı aracılığıyla daha tam bir birliktelik arayışında iken ve PKK problemini ele almak için diğer stratejileri düşünürken, Dr. Davutoğlu’nun varsayımları incelenmeye değer.
Ortada savaş yok: PKK ayaklanmasını 1984’te başlattı, binlerce sivil de dahil 40,000’den fazla insan öldü. Türkiye’nin güneydoğudaki güvenlik operasyonları 300 milyar dolara mal oldu. 2000 den fazla köy boşaltıldı veya imha edildi. Asker gruplarının ve hazinenin şok edici kayıpları, her anlamda bir “savaş”tır. Güvenlik kuvvetlerinin kayıpları, saygıdeğer Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sırasındaki kayıplara eşdeğerdir.
İstikrarlı devlet yapısı: Türkiye’nin tarihi darbeler ve cuntalarla damgalanmıştır. Asker 1960, 1971 ve 1980 de iktidara el koydu. 1997 de sözde post-modern darbe, 2007 yılında ise “e-darbe” yaptı.
Sağlıklı politik sistem: Sivil otoriteye karşı yapılacağı iddia edilen komplolar arasında Balyoz Operasyonu var. Balyoz’da planlanan icraatler içerisinde, askeri makamlar şehir merkezlerinde saldırılar düzenleyip PKK ve El-Kaide’nin üzerine atmayı tasarlamışlar. Önlem olarak olağanüstü hal ilan edip sıkıyönetim uygulamayı planlamışlar. Kafes Operasyonu İcra Planında, bir grup denizci subayı, Müslüman olmayanlara suikast düzenleyip, İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi üzerinde uluslararası baskıyı tahrik etmek üzere, bu suikastlerin sorumluluğunu üstlenecek muhafazakar İslamcı gruplar kurmayı planlıyorlardı.
Laikliği koruma kisvesi altında, Ergenekon ve Türkiye’nin “derin devleti” güçlerini, ayrıcalıklı pozisyonlarını ve karlarını korumak için hiçbir şeyden çekinmeyeceklerini göstermişlerdir.
Özgür politik katılım: Anayasa Mahkemesi Refah ve Fazilet partilerini laik olmadıkları için kapatmıştır; AKP’yi de hedef almış durumdadırlar. Geçen Aralık ayında, Mahkeme oybirliği ile Kürt yanlısı Demokratik Toplum Partisini (DTP), “ülkenin ve devletin bölünmez bütünlüğüne karşı faaliyetlerin odak noktası” haline geldiğine karar vererek kapatmıştır. DTP’den önce Mahkeme, bir seri Kürt partisini kapatmıştı – Halkın Emek Paritsi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) ve Demokratik Halk Partisi (DEHAP). İki ay önce DTP’nin yerine, Barış ve Demokrasi partisi geçti. BDP’yi de aynı kader mi bekliyor?
Diyalog: Yargı, Türkiye’nin PKK problemine barışçıl çözüm için diyalog taraftarı olanları hedef almış durumda. Şiddet-karşıtlığının ve uzlaşmanın lafını esirgemeyen destekçileri olan Ahmet Türk ve Ms. Aysel Tuğluk yasaklı konumuna düşürülmüştür. Anayasanın 8. Maddesi ve Türk Ceza Kanununun (TCK) 301. Maddesi ifade özgürlüğünü engellemek için kullanılmaktadır.
Bu gerçekleri görmemezlikten geleceği yerde AKP liderleri, Türkiye’nin ciddi problemlerini dile getirmeli ve bunları ele almak için çeşitli seçenekleri değerlendirmeli. Dürüst özeleştiri çok yönlü bir stratejiye yol açar. PKK’nın kuvveti, savaşma gücüne değil, halk desteğine dayanmaktadır. PKK’ya olan destek bataklığını kurutmak için sürekli demokratikleşme ve gelişim, bu nedenle, elzemdir. Ancak, bu tek başına, silahlı PKK savaşçılarının dağlardan inmesini sağlayamaz.
ABD’nin Afganistan’da çektiği meşakkatten öğrendiği gibi, Türkiye de PKK’yı savaş alanında yenme çabalarında başarısızlığa uğramış olmasından ders almalıdır.
Seferberliğin lağvı koşullarını PKK ile görüşmezsen, PKK’nın silahsızlanmasını ümit etmek yersizdir. Bu tip görüşmeler direkt olarak yapılabilir veya uygun bir muhatap olarak, DTP’nin varisi BDP aracılığıyla da yapılabilir.
Diyalog zor olacaktır. Türklerin yutması için acı bir ilaç olacak af gibi zor meseleleri gündeme getirecektir. Sonucu tahmin etmek varsayıma dayanacaktır. Fakat eldeki ciddi zorluklar dikkate alınırsa diyalog, daha geniş kapsamlı ve etkin terör karşıtı stratejinin tamamlayıcısı konumundadır.
*David L. Phillips Amerikan Üniversitesinde Çatışmanın Önlenmesi Barış sağlanması Programının direktörü En son kitabı “Kurşunlardan Oylara: Şiddet yanlısı Müslüman akımlar hareket halinde” 10.02.2010 Op-Ed
TODAY’S ZAMAN

Friday, February 5, 2010

yozdil@hurriyet. com.tr

Kararlılık mesajı çıktı ya daha ne istiyorsunuz?

Eğip bükmeden soralım...

*Son 5-6 yılda...PKK'lı mı tıktık içeri?Subay-astsubay mı?

*Eli silahlı teröristlere habire af çıkarırken; İstiklal Madalyası sahibi Jandarma Genel Komutanı'nı hapse atıp, beyin kanaması geçirene kadar içerde tutmadık mı?PKK'ya yataklık yaptığı için hapiste yatan kadını, çıkarıp, Meclis'e sokarken, Cumhurbaşkanı'nın masasına davet ederken; 1'inci Ordu Komutanı'nı "terör örgütü kurmak"tan içeri tıkmadık mı?

Şehide "kelle" dediği için tazminat ödemeye mahkûm olan, "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir canım kardeşim" diyen Başbakan'a, "Bravo, aynen devam" deyip, yüzde 47 oy vermedik mi?PKK, hastalanmaması için serçe parmağının tansiyonu bile ölçülen Abdullah Öcalan'ın saçı kesildi diye, kalkışma provası yapıp, Diyarbakır'ı yakıp yıktığında, polisin-askerin elini tutup, "Cana geleceğine mala gelsin" diyen Diyarbakır Valisi'ne "aferin" deyip, Başbakanlık Müsteşarı yapmadık mı?

Kafamızda Amerikan çuvalıyla gezerken, koordinatör saçmalığı icat edip, "Amerika bizi çok seviyor, istihbarat verecek" demedik mi?"Amerika istedi diye harekátı kısa kestik, içerde parça bıraktık, o kampları tutmamız gerekirdi" dediği için, neredeyse "vatan haini" ilan edilen Deniz Baykal, o kamplardan gelen teröristler önceki gün Aktütün'ü bastığında haklı çıkmadı mı?

Irak'taki hacivat "Kedi bile vermem" derken; yaralı PKK'lıların tedavi edildiği Kuzey Irak'taki hastaneyi bile kendi ellerimizle yapmadık mı?Vatandaşa zam üstüne zam geçirirken, PKK'yı koynunda besleyen Barzani'ye, Talabani'ye yarı fiyatına elektrik vermiyor muyuz?

İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de kadınları çocukları havaya uçurduklarında; besleme medyadaki arkadaşlar utanmadan, "Ne malum PKK'nın yaptığı" demedi mi?

Şehit çocukları çıplak ayakla gezerken, tabut başındaki karnı burnunda tazeler Allah'ıyla baş başa kalmışken; fitreleri zekátları Mehmetçik Vakfı yerine, Almanya'da din-iman hortumcusu olduğu alenen tescillenen Deniz Feneri'ne vermiyor muyuz?

Gariban ailelerin çocukları şakır şakır şehit düşerken, subay-astsubay çocukları oradan oraya tayin edilip, lise mezunu olana kadar 28 tane şehir değiştiriyor; yaşadıkları travma nedeniyle üniversite kazanamıyor ve onlara hiçbir ayrıcalık tanınmıyorken;
"Babamın parası var, benim de bokumda boncuk var, onun için yurtdışında okuyorum" diyenler askerlikten yırtmıyor mu?

Bir zamanlar bu memlekette askerlik yapmayana kız bile verilmezken, "Popomda sivilce çıktı, bak bu da raporu" diyenler, askerlikten sıyırmıyor mu?

*Genelkurmay, 68 kere basılan 46 şehit verdiğimiz gecekondudan bozma dandik karakolu, parasızlık nedeniyle 100 metre ileriye taşıyamadığımızı açıklarken;
Genelkurmay eski Başkanı'na, korgeneral refakatinde askeri uçakla taşıyarak, 1 trilyon liralık zırhlı Audi almadık mı?

*Neymiş efendim, terör zirvesi toplanmış, kararlılık mesajı çıkmış...
Yerim ben sizin o kararlılık diyen dillerinizi.

Thursday, February 4, 2010

Türkiye Cumhuriyeti Tasfiye Ediliyor

Bu yazı bir kamu hukuku profesörünün Türk kamuoyuna uyarısıdır.
Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor. Birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek için dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar. Böylesi dışmerkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken Türk ekonomisinin köşe başlarını tutan kadrolarla medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar, ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler.

Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir. Bu gerçek artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır. Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor. Her şey "değişim" kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor.

Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan ikinci cumhuriyetçiler, maddeci işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar, emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler koalisyonu elbirliği ile Atatürk'ün cumhuriyetine saldırmaktalar ve kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi kayıt dışı ekonominin sağladığı olanaklarla yer altı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir.

Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir.

Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, yetmiş beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır. Bu aşamada Türkiye'yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir.

Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir. Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarına devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmasıdır.
Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti'dir. Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde 40 ya da 50 oranında olmasına rağmen, Türkiye'deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde 20'lerden yüzde 10'lara doğru küçülmüştür.

Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye'ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu'nun bugünkü mirasçısı Türkiye'yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar. Avrupa Birliği sürecinde yani bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye'nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar.

Avrupa Birliği'ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar. Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler. Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye'yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabası içindedirler.

Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail gibi dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye'nin ülkesini merkez yapmak isterlerken, bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler.

Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta, gelecekte bir dış destekli federasyona giden yol açılmaya çalışılmaktadır.

Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, Yugoslavya'dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir. Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerinin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir.

Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre,
Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir. Türk milleti ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin çatısı altında yaşamını sürdürecektir.

Artık devleti ve cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen "dur" demelidir.

Not: Bu yazı bir kamu hukuku profesörünün Türk kamuoyuna uyarısıdır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Monday, February 1, 2010

Arslan BULUT - CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi

30 Ocak 2010 Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr

Henry Barkey ve Graham Fuller’in “ordu içinde bölünmeler” umuduna dayanan iç savaş stratejisine karşı Türkiye’nin çözümü, Atatürk’ün İstiklal Savaşı’na hazırlanırken, Alevisini Sünnisini ve etnik köken ayırt etmeden bütün milleti, ortak bir hedefte nasıl buluşturduğunu inceleyerek, Atatürk’ün milletin kendine güvenmesini sağlamakta kullandığı yöntemleri uygulamaktır.

Türkiye’nin, Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin yeniden “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” motivasyonuna ihtiyacı vardır.

Türkiye’nin daha fazla sağduyuya ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak olan da medyanın ulusal niteliği zayıfladığı için Milli Güvenlik Kurulu’dur; dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türkiye, Türkiye’yi yönetenler tarafından resmen ve alenen satılıyor ve askerler dahil herkes bunu özelleştirme diye yutuyor.

Türkiye satıldıktan sonra, sağlanacak olan kimin güvenliği olacaktır?

Amerikan ve İngiliz şirketlerinin güvenliği değil mi?

Türk Silahlı Kuvetleri, milli güvenliği tehdit eden bu gidişe MGK’da dur demelidir. Yoksa vebal altında kalırlar. Türkiye’ye yönelik iç savaş senaryolarının tartışıldığı bir ortamda, ülkenin bütün malvarlığının satılıyor olması asıl tehdit değil midir? Tehdit değerlendirmesi, bunun için yeniden gözden geçirilmelidir. İşte o zaman, bütün çatlak sesler susar ve Türk Milleti yeniden tek vücut olur. Bunlar yapılmasa da, Türk Milleti kendi kaderine sahip çıkacaktır ama, kargaşa yaşamaya lüzum var mı?

* * * Yukarıdaki satırları 1998 yılında, bugün “Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı” diye ortaya atılan CIA projesinin orijinali ABD’de tartışıldığı zaman Sağduyu gazetesinde yazdım.. O tarihten bugüne, köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye’nin malvarlığı tamamen yabancılara satıldı. Sıra orduyu bölmeye geldi. 17 Ağustos 2005’te “İrtica diye gürleyenler vatan satılırken niçin sessiz?” başlıklı yazımda da benzer uyarıları yapmıştım.
Fakat aldığım karşılık, “Devletin askeri kuvvetlerini aşağılamak” suçundan hakkımda dava açılması oldu. TCK 301/2’den yargılandım. Neyse ki bir yıl sonra beraat ettim.

* * * The Times gazetesi, “İktidar mücadelesi, silahlı kuvvetleri, yüksek profili olan komplocular ile hassas belgeleri sızdıran ve siyasetten uzak bir orduyu isteyen isimsiz askerler olmak üzere ikiye böldü. Bir araştırma şirketi, orduya olan güveninin yüzde 60’lık tarihi bir düşük düzeyde bulunduğunu açıkladı” diye yazıyor.

Türkcelil.com’da çıkan bir yazıda, İranlı Mohsen Yazd, “İran’da da önce halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla mollaların safına çekildi. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. Humeyni, devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. İran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazlar, ellerinde Kur’an ile erleri geçerek, direnen subay ve komutanları katlettiler” uyarısında bulunuyor!

Mohsan Yazd, “Yüreğim kan ağlayarak İran’da ’O gün’ gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye’de görüyorum” diyor ve Türkiye’de kışlaları basacak olanların da emir komuta zinciri içinde hazır bekletildiğini belirtiyor.