Thursday, May 27, 2010

Uyarıyorum... Zaman çabucak geçiverir

Tufan TÜRENÇ
28.05.2010

24 Nisan geçti ya... Obama “soykırım” demedi ya...“Oh! Dünya varmış” deyip, yan gelip yattık.Artık 2011’in 24 Nisan’ına kadar daldığımız derin uykudan uyanmayız. Her yıl Obama Ermenicesini söylese bile “Yaşasın... Soykırım demedi ya...” diye düğün bayram ederiz. Gelecek marta doğru “Aman Obama soykırım demesin” diye kıvranmaya başlarız. Oysa yan gelip yatacağımıza, gelecek yıl için hemen çalışmaya başlamalıyız. Geçenlerde Amerikalı ünlü tarih profesörü Justin McCarthy ile birlikte olduk. Louisville Üniversitesi profesörü dürüst ve yürekli bilim adamı McCarthy, “Çok çalışmanız gerek” diyor.

Nedenlerini de şöyle açıklıyor: “Ermenilerin talepleri hiç değişmedi. Soykırımı kabul etmenizi, tazminat ve toprak vermenizi istiyorlar. Bunlardan kesinlikle vazgeçmezler. Bunu unutmayın.”Prof. McCarthy’ye göre Ermeniler tazminat olarak altından kalkamayacağımız kadar yüksek paralar isteyecekler. “Erzurum, Kars ve Van’ı verin” diyecekler. Amerikalı profesör hiçbir Türk politikacısının bunu kabul edemeyeceğini çünkü bunu yaparsa politik hayatının biteceğini söylüyor.
Haklı...
Buna kimse cesaret edemez. ¡ ¡ ¡Prof. McCarthy’ye protokolleri anımsattım. Önemsemez bir havada şöyle dedi: “Protokollerin temeli tarih komisyonu kurulması. Ancak Ermenistan Anayasa Mahkemesi ‘Soykırımdan vazgeçmeyeceğiz’ kararı aldı.
”Yani protokollerin kıymeti harbiyesi kalmadı. McCarthy bu noktada çok önemli bir öneride bulunuyor:
“Türkiye ‘Ben arşivlerimi açtım’ desin. Ama bu kararı Meclis’ten geçirsin. Sonra da isteyen bütün tarihçilerin gelip arşivleri inceleyebilmesini sağlasın.Türkiye’de çok iyi kitaplar çıkıyor. Bunlar İngilizce dahil birçok dile çevrilmeli. Ayrıca çok önemli bilgiler içeren askeri kayıtlar da kitap haline getirilmeli.”McCarthy’ye “Tehcir”in bir hata olup olmadığını sordum. “Savaş dönemiydi.
O sıralarda Ermeniler çok büyük bir tehditti ve bu olayı Ermeni çeteleri başlattı. Ancak Tehcir’in uygulaması çok kötüydü.
Çok geniş alanda yapılması tehlikeliydi. Osmanlı yönetiminin tehcir edilenleri koruyacak gücü, parası, erzakı yoktu. Savaş vardı ve herkes aynı koşullar içindeydi. Bu bir felaketti.”¡ ¡ ¡
McCarthy savaşta Ermenilerin çoğunun kaçıp Ruslara katıldığını anlattı.“Karıları ve çocukları kaldı. Sonra erkekler Ruslarla gelip çeşitli kentlerde katliamlar yaptılar. Kafkaslara kaçan Ermenilerin ise çoğu açlıktan öldü.
Tehcir sırasında 600 bin Ermeni öldü. Bunların bir kısmı hastalıktan ve açlıktan yaşamlarını yitirdi. Ama unutulmasın ki, 1912 ile 1922 arasında Anadolu’da tam 3 milyon Müslüman öldü.
Bu ölümler savaşlarda, katliamlar sonucunda oldu. Bu gerçekleri dünyaya anlatmalısınız.”McCarthy dürüst ve gerçekleri söyleyen, anlatan, yazan bir tarihçi.
Görüşleri Ermenilerin hoşuna gitmiyor. Sürekli tehdit altında yaşıyor. “Tehditler azaldı. Ermeniler bir Amerikalı profesörün gerçekleri dile getirdiği için öldürülmesinin çok kötü olacağını sonunda anladılar” diyor.

Evet McCarthy’nin dediği gibi gerçekleri dünyaya anlatmak zorundayız. Bunu başarabiliriz.Ama ah şu “kış uykusu hastalığı”ndan bir kurtulabilsek...

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=14860934
Mustafa Mutlu
Yazara ulaşmak için : mmutlu@gazetevatan.com

Sahi, ne oldu?
Önce anayasa değişiklik paketi, sonra Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen seks kaseti derken... Çok önemli bazı olayları unuttuk. Oysa gazetecinin bir görevi de unutmamak ve unutturmamaktır.Bu nedenle; gündeme geldiklerinde bomba etkisi yaratan ama sonra arşivin raflarına kaldırılan bazı olayları hatırlatmak istiyorum:
***
1 Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili Anayasa değişikliği önerisi, birkaç AKP’li vekilin “Evet” oyu vermemesiyle 3 Mayıs günü düşmüş ve yandaş medya da bu sayede “AKP’nin içindeki Ergenekoncular”ı keşfetmişti. Onlara göre bu değişikliğin gerçekleşmemesinin nedeni, “AKP’nin içindeki Ergenekon şebekesinin harekete geçmesi”ydi.Bu olayın üzerinden 25 gün geçti. Madem “Hayır” oyu veren AKP’liler Ergenekoncu’ydu; o zaman AKP yönetimi bu milletvekilleri için neden harekete geçmedi?Sahi, bu Ergenekonculara ne oldu?

2 Mercedes’in üreticisi Alman Daimler-Benz A. G. firmasının yöneticileri ABD’de yapılan bir soruşturmada, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkede rüşvet dağıttıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardı. Ne yazık ki Türkiye bu konuda sessiz kalmayı tercih etmişti.Sahi, bu rüşvetçilere ne oldu?

3 24 Nisan’da Erivan’da yapılan Türkiye karşıtı bir gösteride bazı alçaklar bayrağımızı yakmıştı. Ben de “Ermenistan bu alçakları yakalayıp, hesap sormadıkça Ermeni açılımı askıya alınmalı” demiştim... Sahi, o alçaklara ne oldu?

4 Gaziantep’teki 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları sırasında, bazı çocuklar protokol tribününde garson olarak çalıştırılmıştı.Sahi, o çocuk istismarcılarına ne oldu?

5 Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırının hemen ardından, 19 Nisan’da Samsun’un Ladik ilçesinde devriye gezen polis otosuna ateş açılmış, iki polisimiz şehit düşmüştü.Sahi, o katillere ne oldu?

6 Emekli Tümamiral İlker Güven’in boşanmak üzere olduğu eşi Sunahanım Güven, eşinin TSK’nın en gizli belgelerini para karşılığı bazı tarikatlara sızdırdığını iddia etmişti. Bu iddialardan sonra da elindeki belgelerle, hem Genelkurmay Savcısı’na hem de sivil savcılara ifade vermişti. Her nedense ifadeler verildikten sonra bu iddiaların üzerine sünger çekildi.Sahi, Suna Hanım’ın o iddialarına ne oldu?

7 Bursa’da 19 kişinin ölümüyle sonuçlanan maden kazasıyla ilgili olarak açılan davada işverenin avukatı Yalçın Doruk, “3,5 milyon işsizin bulunduğu ülkemizde aylık 700 lira ile iş imkânı sunulması, sigorta primleri ve vergilerin ödenmesi işçiler için bir nimettir” demişti.Sahi, bu “köleci” avukata ne oldu?

8 Hükümet; değerlenen arazilerine büyük müteahhitlik şirketlerinin göz diktiği Romanlar için de bir açılım paketi hazırlamış ve bu paketin tanıtımı için düzenlenen şölene şarkıcı Kibariye de katılarak destek vermişti.Sahi, Roman açılımı ne oldu?

9 Sağlık Bakanlığı’nın yeni bir yönetmelik hazırlayarak, çocuk sahibi olmak isteyen kadınların yurt dışındaki sperm bankalarından sperm almalarını yasaklayacağı açıklanmıştı. Yönetmeliğe göre; bu yöntemle hamile kalan kadınlar hakkında suç duyurusunda bulunulacak ve hapse atılmaları sağlanacaktı.Sahi, bu ırkçı yönetmeliğe ne oldu?

10 CHP İl Kongresi’ne katılmak üzere Van’a giden Deniz Baykal, taşlı ve sopalı saldırıya uğramış, ardından da bu saldırıyı gerçekleştirenler arasında AKP il yöneticilerinin bulunduğunu fotoğraflarla kanıtlamıştı. Baykal, polisin saldırıdan haberdar olduğunu da iddia etmişti.Sahi, o saldırgan AKP’lilere ve eylemi bildiği halde önlemediği öne sürülen Van Emniyet Müdürü’ne ne oldu?

***Yukarıdaki örnekleri özellikle son iki ayda yaşadıklarımızdan seçtim.Daha önceki aylarda ve yıllarda yaşadığımız ama sonra “gündem yoğunluğu”ndan unuttuğumuz olayları yazmaya ise; değil bu köşe, ansiklopediler bile yetmez!

Eğer gerçekten çağdaş bir toplum olmak istiyorsak, bu sorular yanıtsız kalmamalı...

Ben soruyorum, siz de sorun:Sahi, ne oldu?
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=sahi-ne-oldu&tarih=28.05.2010&Newsid=307948&Categoryid=4&wid=102
***

Monday, May 24, 2010

Neval Kavcar
Komploydu, istifaydı, sadakatti, Gandi'ydi derken onyedi gün geçmiş. O arada İran ile ilgili önemli bir anlaşma imzalandı. O imza, ABD’nin İran üzerindeki tasallutundan vazgeçtiği anlamını taşımıyor elbette. Üstelik Türkiye’nin arabuluculuk anlamı taşıyan o girişimi, İran’a gelecekte hangi yaptırımın önünü açacak, belli değil.

Bu arada, Türkiye ekonomisi rayında gibi Yunanistan’ı kurtarmaya soyundu Başbakanımız. Biz o ara kasetle meşguldük. İş adamlarını yanına alıp gitti. 22 anlaşma imzalandı. Bizimkiler “silahlanmaya harcanacak para, fakir ülkelere verilsin” falan dedi. Türkiye’de her şey yolunda, ekonomi tıkır tıkır işliyor ya, sanırım ondan söylediler. Bizim gibi münafıklar, bunu göremiyor.

Başbakan iktidarının ilk günlerinde de böyle dolaşırdı. O devletten bu devlete, komşularla sıfır problem diye diye gezerdi. Yine başladı dolaşmaya. Türkiye’ye ne kadar az uğrarsa o kadar iyi. Burada pek bir şey yapıldığı yok nasılsa.

Yunanistan – Türkiye yakınlaşması süperde, Erdoğan’ın ardından 19 Mayıs’ta “Türkleri soykırımcı ilan eden, Pontus soykırım günü” kutlamalarını ne yapacağız?

Batı emperyalizminin, Rum, Ermeni ve yandaşlaştırdıkları bir kısım Kürtleri kullanma politikasından ne zaman kurtulacağız?
Anadolu paylaşılırsa, bize de bir şey düşer mi açıkgözlülüğü içindeler.


Yunanlıların, Ermenilerin “soykırıma uğradık” diye bas bas bağırması, gerçi bizimkileri rahatsız etmiyor. “Çözümsüzlük çözüm değildir” diyerek “çözüm olmayan, tek taraflı” anlaşmalar yapıyorlar. Yunanistan “İzmir, İstanbul’a göz koyuyor”, Ermenistan D. Anadolu bizim diyor, bizimkiler “Yunanlıları kurtarmaya” koşuyor.
Evliya gibi bir Başbakan tarafından yönetiliyoruz. Kıymetini bilelim, ey millet!


* * *

Komşularla Sıfır Problem Kesmedi, Şimdi “Her Şeye Maydanoz Olma” Politikası

Aklıma takılan bir şey oldu. İran’ın “uranyumu” bizde niye kalıyor? Viyana ile İran arasındaki takas, Türkiye’de olacak. Şartlara uyulmazsa vs gibi şartlar tamam da, AKP iktidarı ABD’nin Irak’a saldırısı ile başlamıştı. Şimdi Uranyum bizde iken, olası savaş şartları oluşursa. Bu konuda ne AKP iktidarına, ne de Washington’a güvenmiyorum. Üstelik NATO askerline ayrıcalıklar yasası, babamızın hayrına çıkarılmadı.

Nerde belalı iş var, orada bitiyorlar. Bu arada imzaladıkları halde Kıbrıslı Rumlara bir türlü açamadıkları limanlar için, proje üzerine proje üretiyorlar. Kıbrıslı Türkler için Dünya’da açılacak üç limana karşılık, bizim bütün limanları açacağımızı duyurdular. Siyaset kaset sebebiyle, ameliyatlı. Kimseden çıt çıkmadı. Davutoğlu direk olarak, limanları Rumlara açsa, kimsenin aldıracağı falan yoktu. Kale boş, atış serbest.

Neticede çözüm diye KKTC’nin yok olacağı bir yapıya gidilmiyor mu sayelerinde, ne gerek var üç liman açılmasına. BM gibi ülke olduk. Kimin başı darda yetişiyorlar. Rus – Gürcistan probleminde “Kafkas İttifakı”, İsrail Gazze’yi bombalarken “Üçlü planı” cebine koyan Erdoğan’dı. O planlar ne oldu sahi? Değil de bir gün ara dayağı yiyebiliriz, “her şeye maydanoz olma” politikası sebebiyle.

Komplolarla, Türkiye’nin idaresi ne güzel oluyor. AKP işte bunun için 8. Maddeyi koymuştu Anayasa paketine. Muhalefeti kontrol ettiği, AKP’nin ilelebet kapatılmayacağı çağdaş o madde reddedildi! Böyle daha mı iyi oldu?

* * *

Matruşka

Komplo matruşkaya dönüştü. Her bebeğin altından başka tezgah çıkıyor. Baykal’la birlikte Kılıçdaroğlu’nun başını yediler. Bunu ilerleyen günlerde göreceğiz.

Eski CHP liderinin emek emek günümüze taşıdığı etnik ve mezhepsel politikaya geçit vermediği partisinde, iyi temennisine rağmen kargaşa hüküm sürecek. Bu da haliyle Türkiye’ye yansıyacak.

CHP’nin yeni profilini, Yılmaz Özdil’in satırlarında görelim.
“Kılıçdaroğlu’nun verdiği ilk mesaj, kravatsız olmasıydı... “Niye?” diye sordular... “Kendimi halka yakın hissettiğim için kravat takmadım” dedi... Geriye kalan herkesin kravatlı olduğunu düşünürsek, o salonda halka yakın başka CHP yöneticisi yoktu demek ki!” (Yılmaz Özdil – 23 Mayıs 2010 – Hürriyet)


okuyuculardan:

Biz nelerle uğraşıyoruz; aman Allahım...Bugünlerde dünyada önemli şeyler oluyor.Dünya adeta yeniden şekilleniyor.Ama ne yazık ki hiçbir muhalefet partimizin bu konularda ilgileri, bilgileri, bilgilendirmeleri yok.Üniversitelerimiz adeta felç olmuş gibi.Hala çok derin uykularda..medyamız malum;emperyalizmin patronlarının adi çıkarlarının maşalığını, sözcülüğünü yapıyorlar. 5.kol faaliyetlerinin, ülkemizi içten çökertmenin; millimanevi değerlerimizi tamamen yok etmenin gayretindeler.Dünyada yeni pazarlar savaşı var. Uzakdoğu, Asya, Orta Asya, Güney Asya, Afrika kıtası, Latin Amerika vs. Çin, Hindistan, Rusya, ABD, Almanya, Fransa, İsrail...Büyük Nüfuz ve Pazar savaşı..Kıran kırana..Türkiye için; Asya, Güney Asya, Orta Asya, Uzakdoğu, Afrika ve Latin Amerika çok büyük fırsat, Avrasya da...Artık derlenip toparlanmalıyız..Bu savrukluk ve birbirimizi yeme bize çok pahalıya malolabilir...Yeter artık..Dünyanın 200 ülkesinde her yıl Türk, Türkiye Günleri düzenlensin Bir 10 milyon insanımızı yurtdışına çıkaralım..
Misafir24.05.2010 15:03
Türk Dış Politikası Hiç bir dönem bu kadar Güçlü olmadı Dünya imrenerek Takdir ederken Siz Kıskanarak çamur atmaya çalışıyorsunuz. Ülke içindeki Bu kadar Maydonozlara rağmen Ülkem Tüm Dünyada şimdi Çok daha iyi temsil edilir durumda . Siz Ne kadar bunu çekemiyorsanızda gerçek durum bu . Kendi Dar Bakış açınızla Dış Politikayı değerlendirmeniz komik olmuş . Siz Ruh İkizinizin arkasından ağlamaya devam edin bırakın Millet işini yapsın. Bu işler sizi aşar . En Muhalif kişiler bile Dış Politakada atılan adımları takdir ederken sizin hala 15 sene önceki kafa ile olaylara bakmanıza ne denir bilmem. Sizin gibileri gördükçe doğruları bulmamız daha çabuk oluyor . Türkiye Doğru Yolda ..
http://www.sonsayfa.com/Makaleler/Neval-Kavcar/Dis-Politikada-Maydanoz-Modeli.html
Cumhuriyet 24.05.2010
2000’Lİ YILLARDA
ERDAL ATABEK
Bizden Birinin Karizması...
Karizma, özellikle bizde “erişilmez, sorgulanmaz, büyüleyici, sürükleyici etki” anlamını taşır.
Bu nedenle de “içimizden biri” tipi, çoğu zaman “ama karizmatik değil” diye nitelenir.
Futbolda Fatih Terim-Şenol Güneş kıyaslaması böyle yapılmıştı.
Politikada da bu kıyaslamalar yapılır.
Ancak CHP’de Bülent Ecevit “Karaoğlan” yakıştırması ile değişik bir siyasal portre olmuştu.
Erdal İnönü de kişiliği ile alçakgönüllü, sakin, ılımlı bir etkileme gücü göstermişti.
Deniz Baykal ile CHP gene klasik karizmatik liderle yönetildi.
Yetkin, enerjik, güçlü, ulaşılmaz, erişilmez, eleştirilmez lider.
Ama Deniz Baykal toplumu sürükleyemedi.
Etkileme gücü de kendi grubuyla sınırlı kaldı.
Bu durumu fark etti mi, fark etti ise kabul etti mi, bilemiyoruz.
Aslında AKP için kolay bir muhalefet lideri oldu.
Halka ulaşamadığı için de sınırlı etkisiyle AKP rahat hareket edebildi.
Şimdi “bizden biri”nin karizmasını görüyoruz.
Sakin, biraz mahcup, sıcak gülüşlü, içtenlikli, dosya adamı görünümlü bir lider.
Ama Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’yi en can alıcı noktadan vuruyor: Yolsuzluklar.
Yolsuzluklar, akrabaları zengin etme, yakınları kollayıp servet sahibi yapma, cemaati kollama, geri kalanları horlama, aşağılama, azarlama, küçümseme.
Toplum bunları görüyor hem de çok iyi görüyor.
Ama “dindarlık, Müslümanlık, iman, ibadet” ekseninde bütün bunlar örtülüyor.
Zonguldak’ta, kömür ocağında otuz kişinin can vermesi, Başbakan’a göre “kader”.
“Kader”, bu iktidarın cankurtaranı.
Grizu felaketi kader.
Sel basması “kader.”
Deprem “kader.”
Hızlı tren kazası “kader.”
İşsizlik “kader.”
Trafik kazaları “kader.”
Bu iktidarın başımıza gelmesi “kader.”
Oysa hiçbiri kader değil.
Görevi ihmal, aymazlık, körlük, bilimi tekniği inkâr, cehalet, adam kayırma, işi ehline vermeme.
Hepsi de suç olan etkenlerin sonucunda doğan felaketler elbette “kader değil”.
Günün görevi budur: Bunların kader olmadığını halka anlatmak.
Bağırmak, çağırmak, mimiklerle, jestlerle konuşmak değil.
Usul usul, sakin sakin anlatmak.
Halk anlar mı?
Halk, hem de çok iyi anlar.
Hak verir mi?
Elbette hak verir.
Oturur düşünür mü?
Hem de çok iyi düşünür.
Hem düşünür hem konuşur.
Birbiriyle konuşur.
Kahvelerde, yollarda, şurda burda konuşur.
Konuşurken de düşünür.
Doğrusu nedir, yanlışı nedir diye düşünür.
Bütün sorun, halkı düşündürtmekten geçer.
Bütün sorun halkın korkularını yenmekten geçer.
Bütün sorun halka anlatabilmekten geçer.
Bütün sorun halkı adam yerine koymaktan geçer.
O zaman halk kimin ne oyunlar çevirdiğini, kimin onu düşündüğünü anlar.
“Bu halk anlamaz” diyenler yanılıyorlar, hep de yanılmışlardır.
Bu halk çok iyi anlar.
Yeter ki sen anlatmasını bilesin.
Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun nasıl anlattığı görülecektir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu büyük bir gönül rahatlığı ile destekliyorum.
“Bizden biri”nin karizmasının ne olduğu çok iyi görülecektir.
Bağırmadan, çağırmadan, aldatmadan, kandırmadan halka nasıl ulaşılırmış, görülecektir.
Yeter ki biz akıllıca, sakince doğru yapılanları desteklemeyi bilelim.
Artık görev hepimizindir.
erdalatak@gmail. com

Tuesday, May 11, 2010

Bekir CoşkunOysa Anneler Günü’ydü...10 Mayıs 2010 Pazartesi, 11:46:50 (BUGÜN bu köşeyi dünyanın en temiz ve masum canlıları; sincaplardan, geyiklerden, kedilerden, yunuslardan, köpeklerden, martılardan, turnalardan alıp, yeryüzünün en tehlikeli, en vicdansız, en kirli canlısı insana ayırıyorum...)
Baykal‘ın olduğu söylenen görüntüler, kasetler, videolar, söylenenler, yorumlar, haberler bugün beni ilgilendirmiyor...
Siyasetiniz, kavgalarınız, çekişmeleriniz umurumda değil bugün...
Sadece; suçu lider eşi olmak olan, herkes uyurken gizli gizli ağlayan, tek manevi gücü gururu kırılmış, acı çeken bir kadın var gözlerimin önünde bu sabah...
Kadere kızıp yumruk sallasa, sevdiği erkeğe çarpacak sıkılmış eli...
Fotoğrafları yırtsa, defterleri parçalasa, anıları yıksa...
Ben tanırım; yapamaz...
Mağrur...
Ağırbaşlı...
İddiasız...
Çıkıp bağırsa, çağırsa, çığlık atsa...
Yapamaz; sessiz...
Ve bugün Anneler Günü...
Onun elinden en değerli varlığı; yuvasındaki huzuru aldınız...
Batsın sizin siyasetiniz, kavgalarınız, politikalarınız, iktidarınız, muhalefetiniz, mücadeleniz...
Şehit annelerinden adi cinayet furyalarına kadar bu ülke ağlayan annelerin ülkesidir, tamam da...
Bu farklı...
Her sabah “ağlamayan anneler ülkesi” olmak umudu ile erkeğini giydirip kuşatan ve mutlu günler için dua ederek uğurlayan kadını vurdunuz...
İstediği gibi ağlamasını dahi yasaklayıp sessizliğe mahkûm ederek...
Umurumda değil; doğru mu, sahte mi görüntüler-kasetler...
Bu kirli-pis-soytarı dünyanızı, bir kadının bir damla gözyaşına dahi kurban ederim, elimden gelse...
Kıyamam...
Siz nasıl kıyarsınız...
Bugün Anneler Günü...