Wednesday, June 30, 2010

BU GİDİŞİN BAŞI VAR, BİR DE SONU



google_protectAndRun("render_ads.js::google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
24.06.2010 18:58
Karakter boyutu :
Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson .. Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:
‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’
Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…

Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…
O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…

Türkler inaılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar , Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar…Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. …

Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.


BATIYA HAYRAN AYRAN BUDALALARI!
1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı.. Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi ..

Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında , Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!

2. paylaşım Savaşına kadar ‘ecnebi uzmanlar’ yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar…2. Dünya savaşı ile bir süre ara verdiler.. Yalta’da yeni bir düzen kuruldu artık Avrupa’nın mührünü Amerika alacaktıSavaşın sonunda ‘yeni dünya’ sırtlanları İsmet İnönü’yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler.

Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluş’dan 24 yıl sonra Türkiye’yi esir etti.Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO’ya alındık Bedelini Korede kanla ödeyecektik. Üstüne üstlük ‘Canım Amerika!’ diye şarkılar söyledik!Hollywood filmleri seyrettik, Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..
1956’da küresel elitin önde gelen ismi, Rockefeller, ABD başkanı Eisenhower’a: ‘Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok!’ diyordu.. Sonra Ortadoğu’daki yüksek idealleri için, işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak işlerine gelmeyenleri devirmek amacıyla yardım fonlarının kullanılacağı’ karara bağlanıyordu..1966’da NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD’ye devrettik.1971’de ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizin bedelini birbirimizi kırdırarak ödettiler Ardından bir darbeyle işi bitirdiler!Uslanmayıp 1974’de Kıbrıs barış harekatını yapınca ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık..1984’de Türkiye ağır sanayi hamlelerine Güneydoğu Anadolu Projesini ekledik.
PKK ile ödüllendirildik!
SEVR HORTLADI!

100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip Türkiye’nin önüne kondu.
Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu..

Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip ülkemizin başına koydular…

1991’de başa geçirdikleri Turgut Özal’a kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar.Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar..

Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi!

Derken Özal, ‘Bir Türk-Kürt Federasyonu’ndan’ bahsediverdi!Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi….


1995’de Avrupa Birliği ‘Kürt Sorununu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız!’ diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları Azınlık konumuna oturtuldu…Aynı anda Türkiye’nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu.1999’da Apo Türkiye’ye verildi. Artık İmralı’dan terörü yönetecekti!Vatan evladı ölmeye devam etti!

2002 de Türkiye’ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti.. Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP’ye iktidar koltuğunu verdi!2004’de Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi… Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ‘VUR!’ deniyordu.Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğuya NATO uçaklarıyla aktı…Ordunun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı.

İstihbaratımız ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız, 10 yıl içinde 50 kat arttı.Eşzamanlı olarak Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel ‘iktidar’ girişimleri teröre zemin hazırladı.Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı.

Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar. ‘Sahiplerinin sesi’ olmaya can atmaktaydı!Üniversiteler şirketleşmeyi tamamlıyorlardı. İşbirliği yapan akademisyenler rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.2007’de Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip Ankara’ya yuvalandı.Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri’ye davet edildi..(!)

ARTIK ‘YETER’ DİYENLER…

Şimdi geldiğimiz noktada her şey apaçık ortada! Düşman belli..

Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi.Çokuluslu şirketlerin kontrolünde ABD ve Avrupa Birliğinin elitleri, ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar, İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler !.

Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar…

Hepsini toplasanız 10 bin kişiyi bulmazlar!Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon..

Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet… Sessiz ama derinden, son anda ‘YETER’ diyen…İşte bu nedenle ZALİMler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor.

Bu millet artık Terörün Washington ve Brüksel’den fışkırdığını biliyor. Batıyla ittifak yapanların, eşbaşkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da!Eylüldeki referandum halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman başka bir dönem başlayacaktır!Allah tüm şehitlerimize RAHMET eylesin!!! Onların kanı yerde kalmayacak!

Banu AvarOdatv.com

Sunday, June 20, 2010

Adım Adım Eyalet...
Adım Adım Bölünme
Ali Serdar Bolat

Aydınlık Gelecek

Her planın, projenin bir başlangıç noktası vardır. Örneğin, 5 katlı bir ev yapmak için önce temel kazmak zorundasınız. Doktor olabilmek için de önce ilkokula başlamanız gerekir. 7 yaşında doktor olan gördünüz mü?

Gelelim Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'ne...

Nedir bunun amacı?

Eski ABD Dışişleri Bakanı Kondi Rays'ın övünerek açıkladığı gibi, "24 İslam ülkesinin sınırlarını ve rejimlerini değiştirmek".
Ve bu alt üst oluşlarla İslam ülkelerini zayıflatarak İsrail'in varlığını güvence altına almak.
Ama bir anda 24 ülkenin sınırları ve rejimleri değiştirilemez, öyleyse bir yerden başlamak gerekli.

Başlangıç noktası, İslam ülkeleri arasında ikinci bir İsrail meydana getirmek. Yani Ortadoğu'da Amerika'nın tam kontrolünde olan yeni bir devlet meydana getirmek.
Öyle ki, bu devlet projenin uygulanmasında bir ABD üssü olarak kullanılabilecek.
Hem de, İsrail'e tamamen dost bir devlet kurulmuş olacak.
İsrail bölgede yalnızlıktan kurtulacak. İşte bu devlet, projede "Büyük Kürdistan" olarak belirlenmiştir.
Bu İkinci İsrail, varlığını tamamen Amerika'ya borçlu olacağı için buna Kukla Devlet diyoruz. "Büyük Kürdistan", Türkiye, Irak, Suriye ve İran'dan koparılacak olan toprak parçaları birleştirilerek kurulacaktır. Başşehri ise Diyarbakır olacak. İşte, bu projenin Eşbaşkanı olduğunu 34 değişik yer ve zamanda kameralar karşısında açıklamış olan Recep Bey, yine kameralar karşısında: "Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi var ya, işte bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir" diyerek planı ifşa etmişti. "Büyük Kürdistan"ın kurulmasına Barzani Devleti oluşturularak başlandı.
İşbirlikçi Türkiye hükümetleri, Amerikan Çekiç Güç'ün görev süresini defalarca uzatarak Barzani Devletinin oluşturulmasına katkıda bulundular. Çekiç Güç, Irak ordusunun kuzeye geçmesine engel olarak yıllarca bu Kukla Devletin yavaş yavaş oluşmasını sağladı.
Şimdi sıra geldi Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunu Barzani Devleti ile birleştirmeye.

Irak işgali öncesinde ABD'nin o zamanki Ankara Büyükelçisi Robert Pearson bu görevi şöyle anlattı:
"Türkiye'nin güneydoğu ve doğusuyla, Irak'ın kuzeyi tek bir ekonomik bölge olmalı". Geçen hafta Türkiye'ye gelen Barzani ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "Tam ekonomik entegrasyon" kararı aldılar. Demek ki, burada da başlangıç noktası ekonomik entegrasyon. Ekonomik olarak bütünleşecek olan Kukla Barzani Devleti ile Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu, siyasi olarak birleşmeye bir adım daha yaklaşmış olacak.
Bu süreçte, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunun Ankara ile bağlarını gevşetmesi gerekiyor. Bunu sağlamak için, önce Kalkınma Ajansları kuruldu.
Bu sayede eyaletleşmenin önü açılıyordu. Daha sonra Adalet bakanlığı, Bölge İstinaf Mahkemeleri kurulması için harekete geçti. Böylece merkezi yönetim ve denetim zayıflayacak, ekonomik ve yönetsel olarak Ankara'dan giderek bağımsızlaşan eyaletler meydana gelecekti. Şimdi de bunun hukuki altyapısını hazırlamak için AKP hükümeti düğmeye bastı. Belediyeler Kanunu'nda değişiklik yapılması için 14 AKP Milletvekili kanun teklifi verdi. Bu teklif kanun olarak yasalaşırsa, belediyelerin yetkileri inanılmaz şekilde genişleyecek. Belediye başkanları eyalet valisi gibi hareket edebilecekler. Zaten daha önce, PKK'lı belediyeler, Barzani Devletinin belediyeleri ile bir birlik kurmuşlardı. Şimdi bu birlik, ekonomik entegrasyonu sağlamak ve Ankara'nın yönetim alanından çıkarak Erbil yönetimi etrafında birleşmek için hukuki açıdan da serbest hale gelecek. Bundan sonraki adım da, eşyanın tabiatı gereği, entegre olmuş ekonomik bölgenin siyasi bir sınır içinde birleşmesidir.
Bu da, ya referandum yoluyla, ya da kitlesel ayaklanma yoluyla hayata geçirilecektir. Bunun altyapısı da hazırlanmıştır.

İşbirlikçi Türkiye hükümetleri, İkiz Yasalar denilen ihanet yasalarını kabul ederek, bu soruna Birleşmiş Milletler'in müdahalesinin önünü açtılar.

Ekonomik bütünleşme sağlanınca PKK'nın yasal partisi "İkiz Yasalar gereğince kendi kaderimizi tayin etmek istiyoruz" deyip referandum isteyecek.

İkiz Yasalar gereği Türkiye Hükümeti "Ayrılma Referandumu"nu kabul etmek zorunda kalacak.

Kabul etmezse, ayaklanma başlayacak.

Türk Ordusu ayaklanmaya müdahale ederse,
İkiz Yasalar'a atıfta bulunan Birleşmiş Milletler askeri müdahalede bulunacak.

Bir yandan da:

"Eskiden Ermeni soykırımı yaptıkları gibi şimdi de Kürt soykırımı yapacaklar" diye dünya kamuoyuna müdahale kabul ettirilecek.

(Ermeni Soykırımı yasaları çıkarılmasının sebebi tarih araştırması değil, Türkiye'yi bölmek için yapılacak olan askeri müdahalenin şimdiden altyapısının hazırlanmasıdır.
Bizim şaşkın ve işbirlikçi politikacılarımız "Tarihçiler araştırsın" diyecek kadar ihanet içindedirler. Emperyalist ülkeler tarih araştırması yapmıyor, Türkiye'yi bölmek için dünya kamuoyunu hazırlıyor.)

İşte hain plan bu.

Kendisinden önceki işbirlikçi hükümetlerin mirasını devralan AKP hükümeti, bu hain proje için gereken adımları aceleyle atmaya çalışmaktadır. "

Açılım" denen ihanetin kısaca açıklaması budur. ++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Kalkınma Ajansları ile eyaletleşmeye ekonomik zemin hazırlayan iktidar, çalışmalarına hız verdi.

Önce Adalet Bakanlığı, 'Yargı Strateji Reformu Taslağı'yla İstinaf Mahkemeleri'nin hayata geçirilmesi için harekede geçti.

Şimdi de Belediye Kanunu'nda değişiklik yapılmak isteniyor.

Böylece, Türkiye'nin parçalanacağı endişesiyle büyük tepki çeken eyelatleşmenin önünü açmak için büyükşehir belediye başkanlarının yetkileri genişletiliyor.

AKP'li 14 milletvekilinin hazırladığı Belediye Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM'de bugün görüşülecek.

Buna göre; belediye, belediye meclisi kararıyla;
konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilecek.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilecek alanın üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 ve en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususların takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisinde olacak.

Sınırsız yetkiler geliyor

Bu arada, CHP'li milletvekilleri, hazırladıkları muhalefet şerhinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e geniş yetkiler tanındığını belirterek, şöyle dedi:

"Teklifin, AKP'li Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kentin çeperinde, nazım imar planına göre korunması gereken açık alan niteliği taşıyan boş alanlarda, plan kararlarına ve plan onama kararlarına karşı açılmış davalarla eş zamanlı olması dikkat çekicidir."

Şerhte, yasaya 'üzerinde yapı olan veya olmayan, "imarlı veya imarsız " ifadesi eklendiği belirtilerek, kentin istenen bölgesi alınıp daha sonra da yüksek rant ödeyenlere terk edileceği, büyükşehir belediye sınırları içindeki kamu kurumlarına ait gayrimenkullerin 'harca esas değer' üzerinden, komik bir bedelle belediyeye devredileceği belirtildi.

Askerden izin alınmayacak Teklife, İçişleri Komisyonu'nda eklenen önergeyle, kanunun yürürlüğe girmesinden önce henüz hükme bağlanmamış davalarda bu kanun hükümleri uygulanacak.

CHP de, "Bu kanun yürürlüğe girmesinden önce yargı mercilerine açılmış ve henüz hükme bağlanmamış davalarda bu kanun hükümleri uygulanır" ibaresiyle süren davalara müdahale edileceğini iddia etti.

TSK'nın kullanımında bulunan yerlerde Bakanlığın muvafakati alınmayacak.

Aynı durumun başta İstanbul ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere diğer belediyeler için de geçerli olduğu belirtilerek, bu belediye başkanlarının eyalet valisi gibi hareket edebileceği belirtiliyor. Böyle yasayla Anıtkabir'i bile kamulaştırırlar Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, Belediye Kanunu'nda yapılmak istenen yasa tasarısına büyük tepki gösterdi. Tanık,"TBMM'ye sunulan yasa tasarısıyla 'acele kamulaştırma' yetkisi Belediye Başkanlarına verilmektedir. Bu yetki, ancak savaş halinde veya afet durumlarda kullanılabilen bir şeydir.

Bu yetkiyle örneğin Ankara'da askeri alanların, Atatürk Orman Çiftliği'nin, Anıtkabir'in, hatta belediye binalarının dahi kamulaştırılabilmesi sağlanacaktır" dedi.

CHP, ŞERH KOYDU

Bu tam bir rant yasası olur.Yasaya 'üzerinde yapı olan veya olmayan, imarlı veya imarsız' ifadesi eklendi. Kentin istenen bölgesi alınır, yüksek rant ödeyenlere terk edilir! Komik bir bedelle devredilir Büyükşehir belediye sınırları içindeki kamu kurumlarına ait gayrimenkuller 'harca esas değer' üzerinden, komik bir bedelle belediyeye devredilir. Davalara da müdahale edilecek

http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8928
Kürt açılımı oy kaybettirince...

Sekiz ay önce Habur Kapısı’ndan on binlerce kişinin katıldığı törenle Türkiye’ye giriş yapan ve kurulan “gezici mahkemeye” çıkarılarak serbest bırakılan PKK’lı teröristlerin bir bölümünün önceki gün tutuklanması pek çok çevrede şaşkınlıkla karşılandı.
Gazetelerde ve televizyonlardaki “Kürt açılımının bittiği” yorumlarının ağırlık noktası “Devlete bundan sonra kim, neden güvensin?” sorusuydu.Oysa işin aslı bu değil. Biz daha aylarca devlete olan güveni, yargıdaki gariplikleri tartışırız. Olayın iktidar tarafından algılanışı farklı.Çünkü iktidar bir “Kürt açılımı” yapmamıştı, sadece Kürt açılımı adı altında AKP oylarının yükseleceğini hesaplamıştı.
AKP’ye akıldanelik yapan maskeli faşistler, medyadaki işgalleri sayesinde boylarından çok büyük ses çıkardıkları için iktidara “Kürt sorununu da çözersen artık seni kimse tutamaz.

Avrupa Birliği’ne giriyorsun, bölgede etkin güç oldun, dünya Türkiye’den söz ediyor, bunlar iyi güzel, ama bir de Kürt sorununu çözdün mü tamamdır” diyorlardı.İktidar olaya sadece bölgesel bakınca bu görüş değer kazandı ve AKP sözde “Kürt açılımına” karar verdi.İlk başlarda, bu girişim toplumun birçok kesiminde, hatta o güne kadar PKK terörüne “Kürtçülük” olarak bakanlarda bile bir umut yarattı.
Nereye kadar?
Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan rezalete kadar.
O gün, bizzat bir AKP’li yöneticiden duyduğum şu sözü unutmuyorum.
Demişti ki “İl başkanlarının telefonlarına çıkamaz olduk.
İnanılmaz bir tepki yağıyor, il başkanlarımızın bazıları partinin kapısına kilit vurup gitmişler çünkü korkuyorlar.
”Nitekim bu tepki AKP yönetimini de şoke etti.
Başbakan ilk 24 saat durumun farkında olmadığı için “barış” gösterileri yaptı ama hemen ertesi gün sert açıklamalar başladı. İlk icraat olarak da Avrupa’dan gelecek kafileye izin verilmedi.Ama artık cin çıkmıştı.
AKP Kürt kozunu kullanayım derken hızla oy kaybetmeye başladı.
“Zevahiri kurtarmak” adına bir süre sanki Kürt açılımının arkasında duruyormuş gibi yaptı.
“Bu bir demokrasi, kardeşlik projesidir” dedi.
Ama oy kaybı durdurulamayınca politika tamamen tersine döndürüldü.
Mekanizma işlemeye başladı.
KCK operasyonları adı altında kentlerde av başlatıldı.
Son hamle olarak da Habur’daki imajı düzeltmek adına tutuklamalar için emir verildi.İyi de, bu yeni politika AKP’ye eski oylarını tekrar kazandıracak mı?
Kürt yanlışı nedeniyle partiden uzaklaşanlar geri dönecekler mi?
Bana çok geç gibi geliyor.
Ünlü deyimimizdeki gibi “Takke düşünce kel görünür.”
Eski oylar gelmeyeceği gibi sırf bu açılıma kanarak AKP’ye destek verenler de şimdi kaçacaklardır.
Can Atakli19.06.2010

Diktatör ve Soytarı

Cumhuriyet 19.06.2010
CUMARTESİ
YAZILARI
ATAOL BEHRAMOĞLU
Diktatör ve Soytarı
Diktatör “dikte eden” kimse demek.
Böyle bakıldığında, dilimize “buyurgan” diye çevrilebilir.
Tartışmadan hoşlanmaz.
Ağzından çıkan her sözü “hikmet” olarak görür.
Eleştiriye tahammülsüzdür.
Zaten bir zaman sonra çevresinde onunla tartışmayı göze alabilecek kimse kalmaz.
Eleştirinin en küçük dozu bile bu çevrede yer bulamaz.
Bir an gelir, diktatörün çevresinde sadece şakşakçılar, dalkavuklar ve soytarılar kalmıştır.
Bu onun zaten yerinde olmayan akıl sağlığını daha da bozar.
Diktatörleştikçe yalnızlaşır, yalnızlaştıkça diktatörleşir.
Bu yalnızlaşmada diktatör ve soytarı birbirine karışır.
Kimin diktatör kimin soytarı olduğu ayırt edilmez olur.
***
Diktatör ve soytarı ilişkisini en güzel Charlie Chaplin anlatmıştır.
“Diktatör” adlı filminin adı pekâlâ “Soytarı” da olabilirdi.
Hitler orada soytarı olarak gösterilmiştir.
Saçları, bıyığı, deli bakışları ve davranışlarıyla o gerçekten de rol yapan bir soytarıdan farksızdır.
Saçsız ve bıyıksız Mussolini de öyledir.
Çünkü mesele saçta ve bıyıkta değil, davranıştadır.
Diktatörün akıl sağlığının bozukluğundadır.
Ciddi ve ürkütücü görünüşünün ardındaki zavallılığındadır.
***
Kasımpaşa’yı Unkapanı’na bağlayan caddelerden birinde genellikle sabah saatlerinde ortaya çıkan bir deli vardır.
Trafik polisliği rolünü üstlenmiştir.
Teneke parçalarını madalya olarak taktığı üniforma kalıntısı giysilerinin içinde görevini büyük bir ciddiyetle yerine getirirken insanın içinde acıma duygusu uyandırır.
Ne deliliğinin ne soytarılığının farkındadır.
Sanki ilahi bir güç tarafından görevlendirilmişçesine, zaten dar olan tek yönlü caddenin tam ortasında durmuş, gelip geçen arabaları el kol hareketleriyle yönlendirme çabasındadır.
Yüzündeki ve davranışlarındaki ciddiyete karşın ve belki de özellikle bu nedenle o bir soytarıdır.
Sanırsınız bütün bir yaşama yön verecek kadar kendini yücelerde gören bu zavallı deli, aklını kaçırmamış ya da akıl sağlığı zaten bozuk olarak doğmamış olsa, karşımıza bir diktatör taslağı olarak da çıkabilirdi…
***
Soytarıyla komedi sanatçısı arasındaki fark, soytarının ölçü tanımazlığındadır.
Soytarı ve diktatör arasındaki benzerliklerden biri de buradan geliyor olabilir.
Soytarı güldürmek için her türlü şaklabanlığı dener.
Diktatör için de akıl ve mantık tutarlılığı diye bir zorunluluk yoktur.
Tehditle sonuç alamadığında yalana başvurur.
Dün söylediğini bugün yadsıması olağan şeydir.
Gerekli gördüğünde kendini acındırmak için yalvarmaktan utanmaz.
Her şeyi yalan dolandır.
Görünürdeki hedefi ne olursa olsun, asıl sorun, kişiliğindeki doyumsuz buyurganlık hırsıdır.
Bu ise delilik değilse bile ciddi bir kişilik bozukluğu, diktatörün konumu bakımından da toplumlar için tehdit oluşturan bir tehlikedir.
***
Ben bir diktatördeki kişilik bozukluğunun görüntülerini 12 Eylül döneminde kapatıldığımız cezaevindeki TV haber programlarında izledim.
Söylediği her cahilane söz sanki bir Tanrı kelamı, bizlerin ve ülkenin kaderini yönlendiren tartışılmaz öngörüler, saptamalar ve direktiflerdi.
Bugün bu ülkede herhalde hiç kimse, sözünü ettiğim Kasımpaşalı deli bile o diktatörün yerinde olmak istemez...
Bütün diktatörlerin kaçınılmaz sonu giderek soytarılaşmak, sonunda da tarihin çöplüğünde layık oldukları yeri almaktır.

GAZETECİLİK MESLEĞİ ÖZGÜR KALMALI

ataolb@cumhuriyet. com.tr

Diktatör ve Soytarı

Cumhuriyet 19.06.2010
CUMARTESİ
YAZILARI
ATAOL BEHRAMOĞLU
Diktatör ve Soytarı
Diktatör “dikte eden” kimse demek.
Böyle bakıldığında, dilimize “buyurgan” diye çevrilebilir.
Tartışmadan hoşlanmaz.
Ağzından çıkan her sözü “hikmet” olarak görür.
Eleştiriye tahammülsüzdür.
Zaten bir zaman sonra çevresinde onunla tartışmayı göze alabilecek kimse kalmaz.
Eleştirinin en küçük dozu bile bu çevrede yer bulamaz.
Bir an gelir, diktatörün çevresinde sadece şakşakçılar, dalkavuklar ve soytarılar kalmıştır.
Bu onun zaten yerinde olmayan akıl sağlığını daha da bozar.
Diktatörleştikçe yalnızlaşır, yalnızlaştıkça diktatörleşir.
Bu yalnızlaşmada diktatör ve soytarı birbirine karışır.
Kimin diktatör kimin soytarı olduğu ayırt edilmez olur.
***
Diktatör ve soytarı ilişkisini en güzel Charlie Chaplin anlatmıştır.
“Diktatör” adlı filminin adı pekâlâ “Soytarı” da olabilirdi.
Hitler orada soytarı olarak gösterilmiştir.
Saçları, bıyığı, deli bakışları ve davranışlarıyla o gerçekten de rol yapan bir soytarıdan farksızdır.
Saçsız ve bıyıksız Mussolini de öyledir.
Çünkü mesele saçta ve bıyıkta değil, davranıştadır.
Diktatörün akıl sağlığının bozukluğundadır.
Ciddi ve ürkütücü görünüşünün ardındaki zavallılığındadır.
***
Kasımpaşa’yı Unkapanı’na bağlayan caddelerden birinde genellikle sabah saatlerinde ortaya çıkan bir deli vardır.
Trafik polisliği rolünü üstlenmiştir.
Teneke parçalarını madalya olarak taktığı üniforma kalıntısı giysilerinin içinde görevini büyük bir ciddiyetle yerine getirirken insanın içinde acıma duygusu uyandırır.
Ne deliliğinin ne soytarılığının farkındadır.
Sanki ilahi bir güç tarafından görevlendirilmişçesine, zaten dar olan tek yönlü caddenin tam ortasında durmuş, gelip geçen arabaları el kol hareketleriyle yönlendirme çabasındadır.
Yüzündeki ve davranışlarındaki ciddiyete karşın ve belki de özellikle bu nedenle o bir soytarıdır.
Sanırsınız bütün bir yaşama yön verecek kadar kendini yücelerde gören bu zavallı deli, aklını kaçırmamış ya da akıl sağlığı zaten bozuk olarak doğmamış olsa, karşımıza bir diktatör taslağı olarak da çıkabilirdi…
***
Soytarıyla komedi sanatçısı arasındaki fark, soytarının ölçü tanımazlığındadır.
Soytarı ve diktatör arasındaki benzerliklerden biri de buradan geliyor olabilir.
Soytarı güldürmek için her türlü şaklabanlığı dener.
Diktatör için de akıl ve mantık tutarlılığı diye bir zorunluluk yoktur.
Tehditle sonuç alamadığında yalana başvurur.
Dün söylediğini bugün yadsıması olağan şeydir.
Gerekli gördüğünde kendini acındırmak için yalvarmaktan utanmaz.
Her şeyi yalan dolandır.
Görünürdeki hedefi ne olursa olsun, asıl sorun, kişiliğindeki doyumsuz buyurganlık hırsıdır.
Bu ise delilik değilse bile ciddi bir kişilik bozukluğu, diktatörün konumu bakımından da toplumlar için tehdit oluşturan bir tehlikedir.
***
Ben bir diktatördeki kişilik bozukluğunun görüntülerini 12 Eylül döneminde kapatıldığımız cezaevindeki TV haber programlarında izledim.
Söylediği her cahilane söz sanki bir Tanrı kelamı, bizlerin ve ülkenin kaderini yönlendiren tartışılmaz öngörüler, saptamalar ve direktiflerdi.
Bugün bu ülkede herhalde hiç kimse, sözünü ettiğim Kasımpaşalı deli bile o diktatörün yerinde olmak istemez...
Bütün diktatörlerin kaçınılmaz sonu giderek soytarılaşmak, sonunda da tarihin çöplüğünde layık oldukları yeri almaktır.

GAZETECİLİK MESLEĞİ ÖZGÜR KALMALI

ataolb@cumhuriyet. com.tr

Tuesday, June 15, 2010

Atatürk'ün Filistin Tutumu

Mahiye Morgül

Filistin’de İsrail devleti kurmak isteyen İngiliz Kralı Edward, buna engel olmamasını Atatürk’e söylemek için 1937’de İstanbul’a geldi. Sevgilisi Fransız Prensesi Virjini de kaçak yolcu olarak yatındaydı. Dolmabahçe’de o akşam protokol yemeği yerken, Kral Edward Atatürk'e niyetini açtı.
Atatürk’ün ona yanıtı kesindi:
"Ben sağ olduğum sürece buna asla izin vermem!”
Mustafa Kemal, Dolmabahçe yemeğinde, İngiliz kralına ve birlikte hareket ettikleri aşikâr olan Fransızlara verdiği cevabı Ankara’ya döner dönmez mecliste yaptığı nutukla Türk halkına ve dünyaya açıkladı:

“Filistin’e el sürülemez!”

"Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu “sözde istiklal” kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür.

Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bu gün kanımızı dökmeye hazırız.”
“Cedlerimizin, Selâhaddin`in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bu gün, Allah`ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.”

Dünya basınında ilk yer aldığı yer: Bombay Cronicle 27.07.1937

Türkiye basınında: Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi

Atatürk, sadece bu cevapla yetinmedi. Düşmanın niyetini bu kadar açık söylemesini ciddiye aldı ve Filistin’e doğru bir hamle yaptı; tebdil kıyafetle Fransız işgali altınaki Antakya’ya gitti, sivil direniş başlattı, çalışmaların sonucunu halkoylamasıyla aldı, Antakya Fransız işgalinden kurtuldu, bize katıldı. Böylece Filistin halkına daha yakın olduk. (20 yıl sonra Antakya yeniden oylanacak, buna dikkat edilmeli!)

Fransa, muhtemeldir Antakya’nın rövanşını Dersim’de isyan çıkartarak aldı. Sivas Kongresine koruma desteği de veren Diap/Taip Ağa’nın bütün oğulları ve torunları orada öldürüldü.

Diğer yandan İngilizler, İsrail devleti kurmanın önündeki en büyük engelin Mustafa Kemal olduğunu gördüler. Muhtemeldir, Atatürk’ü ölüme götüren yanlış tedavi için gizli servislerini seferber ettiler.

Daha eskiye gidersek, Kral Edward’ın ana rahmine düştüğü günlerde, annesiyle pek sıkı fıkı olan, karşılıklı ziyaretlerin aylar süren saray misafirlikleri biçiminde yapıldığı Sultan Aziz zamanında, o samimiyetle, Osmanlı Musevilerinin Filistin’de toprak satın almalarına izin kopartılmıştı. İşte o topraklara Avrupa’dan Yahudi taşıyarak bir devlet kurmaktı niyetleri.

Doğu Avrupa’dan insanları gönüllü o topraklara taşımanın olanaksızlığı da ortadaydı, bunun için bir Hitler yaratılmalıydı! Yaratıldı. Danimarkalı Yahudi şirketleri silah ve gemileriyle onun hizmetindeydi. Bir bahaneyle savaş başlatılacaktı, Polonyalı bir asker Alman sınırını taciz etti ve Hitler Polonya’ya saldırdı, hiç direnişle karşılaşmadan, Polonya ordusunu da yanına alarak ilerledi. Sonuç ortada; İsrail doğdu! Polonya’ya saldırı günü olan 1 Eylül 1939 tarihi Dünya Barış Günü ilan edildi!

Şimdi İsrail devleti büyütülecek, yine bir Hitler’e ihtiyaçları var! Yine savaşı başlatma bahanesi lazımdı; bir mavi gemi dolusu insan İsrail sınırını taciz etmeye gitti!

Kaynak:
http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8906

(Açık İstihbarat : Yazarın; Mavi Marmara gemisinin İsrail sınırını taciz ederken değil, uluslararası sularda İsrail'in korsanlığına müdahil olduğunu gözardı etmesini, güzel bir yazıyı lekeleyen temel bir mantık hatası olarak not ediyoruz)29 Mayıs İstanbul’un fetih günü, bu iş için belirli gün olarak seçilmiş görünüyor.

29 Mayıs 2010 günü, İstanbul’daki bütün kutlama afişlerinde AY YILDIZ, MAVİ-BEYAZDI!

29 Mayıs 2010 günü, İsrail açıklarında demirleyen o geminin adı MAVİ MARMARA gemisi idi.

29 Mayıs 1453 günü, Fatih Sultan Mehmet’in ödünç aldığı teknelerin sahipleri de Galatalı Mavi-Beyaz Bayraklı Yahudi korsanlarıydı.

Avrupa’da Hitler bu kanlı oyuna direnen, teslim olmayan Yahudileri öldürdü, teslim olanları ise Danimarka’nın mavi gemilerine yükleyip Filistin’e götürdü.

Acaba şimdi, İsrail’in içinden büyük lobiye direnenlere midir bütün o çalımlar?
İsrail’i büyütme savaşına direnen olmasın, yani bir daha MAZADA olmasın diye midir bu tezgâh?

“Mazada” sözünü ilk kullanan Bush’tur. 2001’de “3. bin yılın haçlı seferini başlattık, bir daha MAZADA olmayacak” dedi. Bununla, MS.70’de, Doğu Akdeniz’de Roma’ya vergi vermemek için, Filistin halkının arasına karışıp onlarla birlikte on yıl direnen bir Yahudi korsandan söz ediyordu.

O sözün açılımı bugün karşılığını buluyor: Büyük efendileri İsrail’in içinden direnen kimse istemiyor, direneni öldürecekler. Ama kendi elleriyle değil, yarattıkları Hitler’in eliyle.

Onlar için sorun şu:

Ya Türk ordusu Hitler’in ordusu olmayı reddederse!

Ya Atatürk’ün Filistin’i nasıl savunduğunu hatırlayan komutanlar çıkarsa!

http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8906

Saturday, June 12, 2010

KORKTUNUZ !!
CUMHURİYETTEN korktunuz!...

Mutafa Balbay

Kurtuluş Savaşından korktunuz...
Kurtuluş Savaşını kazandıran Kuvayi Milliye ruhundan korktunuz...
Türk Bayrağından korktunuz...
İstiklal Marşından korktunuz...
Bandırma vapurundan korktunuz...
Samsundan korktunuz...
1919 dan korktunuz...
19 Mayıstan korktunuz...
Erzurum Kongresinden korktunuz...
Sivas Kongresinden korktunuz...
Kadın ve Erkeğin eşit olmasından korktunuz...Devrim şehidi Kubilaydan korktunuz...
Türkçe Kuran-ı Kerimden korktunuz...
GERÇEK İslamiyetten korktunuz...
İslam dinini öğrenmekten korktunuz....
Gerçek İslamı anlamaktan korktunuz...
Türkçe ezandan korktunuz....
Nutuk dan korktunuz...
Laik, çağdaş ve özgür TÜRK KADININDAN korktunuz...
Sormaktan korktunuz...
Sorgulamaktan korktunuz...
Hesap sormaktan korktunuz...
Hakkınızı aramaktan korktunuz...
GÖRMEKTEN korktunuz...
DUYMAKTAN korktunuz...
KONUŞMAKTAN korktunuz...
23 Nisandan korktunuz...
30 Ağustostan korktunuz...
29 Ekimden korktunuz...
Bağımsız ve şerefli TÜRK YARGISINDAN korktunuz...
ANAYASA MAHKEMESİNDEN korktunuz...
Yargıtaydan korktunuz...
Danıştaydan korktunuz...
Cumhuriyetçilikten korktunuz...
Milliyetçilikten korktunuz....
ULUS devlet olmaktan korktunuz...
ÜNİTER devlet yapısından korktunuz...
Halkçılıktan korktunuz...
Devletçilikten korktunuz...
LAİKLİKTEN korktunuz...
İnkılapçılıktan korktunuz...
CUMHURİYET gazetesinden korktunuz...
MİLLİYETTEN,HÜRRİYETTEN,SÖZCÜDEN,AKŞAMDAN,KANAL D den,STAR TV den, ULUSAL KANAL dan, Kanal B den,Avrasya Televizyonundan(art) korktunuz...
Anıtkabirden korktunuz...
Gazilerden korktunuz...
Şehitlerden korktunuz...
Hukuk devletinden korktunuz...
İstiklal Madalyasından korktunuz...
NECİP HABLEMİTOĞLUNDAN korktunuz...
UĞUR MUMCUDAN korktunuz...
Ahmet Taner Kışlalıdan korktunuz...
Milli Egemenlikten korktunuz...
Tam bağımsızlıktan korktunuz...
Atatürkçü Düşünceden korktunuz...
Atatürkçü Düşünce Derneğinden korktunuz...
Türk Silahlı Kuvvetlerinden korktunuz...
10 KASIMDAN korktunuz...
Şerefli savcılardan korktunuz...
"Şu Çılgın Türkler"den korktunuz...
CHP den,DSP den,MHP den,Kamer Gençten korktunuz...1 MAYISTAN korktunuz...
Hakkını arayan İŞÇİDEN korktunuz...
Hesap soran ÇİFTÇİDEN korktunuz...
Yılbaşı kutlamasından korktunuz...
1881 den korktunuz...
Zübeyde Hanımdan korktunuz...
Emin Çölaşan'dan korktunuz...
Bekir Coşkun'dan korktunuz...
Şehit çocuğunun gözyaşından,Gazimin kopan kolundan korktunuz...
Çağdaş ve dinamik TÜRK GENÇLERİNDEN korktunuz...
Alevilerden korktunuz...
Oktay EKŞİden,Yılmaz ÖZDİLden,Uğur Dündardan korktunuz...Hayrettin Karaca ve Muazzez İlmiye Çığdan korktunuz...
YARSAVdan,BAROlardan korktunuz...Doğrulardan,gerçeklerden korktunuz...
Monşerlerden korktunuz....
ÖZGÜR İRADEDEN korktunuz...
14 Nisandan korktunuz...
İLHAN Selçuktan korktunuz...
Engellilerden korktunuz...
CUMHURİYET mitinglerinde güneş altında saatlerce dim dik duran 80 yaşındaki analardan korktunuz...
Necati Doğrudan korktunuz...
Şapka ve Kıyafet Devriminden korktunuz...
"Atatürk Öldü Biliyor musun?" diye ağlayan minik kız çocuğundan korktunuz...
Atamın içtiği bir kadeh rakıdan korktunuz...
10.YIL MARŞINDAN korktunuz...
"Ne Mutlu Türküm Diyene" demekten korktunuz...Köy Enstitülerinden korktunuz...
Kemal Kılıçdaroğlundan,Murat Karayalçından korktunuz...
Harf Devriminden korktunuz....
ULUS gazetesinden korktunuz...
ULUSALCI olmaktan korktunuz...
Mustafa MUTLUdan,Ceviz Kabuğundan,Arenadan,32.günden korktunuz...
Ormanlardan,ağaçlardan,akarsulardan,meralardan korktunuz...
Mimar ve Mühendis odalarından korktunuz...
TÜSİAD dan korktunuz...
Atatürk Kültür Merkezinden korktunuz...
Şerefli gazetecilerden korktunuz...
Vatanın bölünmez bütünlüğünü dile getiren Paşalardan,hakkını arayan subay ve astsubaylardan korktunuz...
Hainleri karın tokluğuna kovalayan uzman çavuşlardan korktunuz...
Başı açık ve namuslu Cumhuriyet kızlarından korktunuz...
"Türkiye Laiktir Laik Kalacak" diye haykıran emeklilerden korktunuz...
Namazını,orucunu ve yardımını GİZLİ yapan Gerçek müslümanlardan korktunuz...
Kul hakkına saygı gösterenlerden korktunuz...
"ATATÜYK" diye gülümseyen 1,5 yaşındaki bebekten korktunuz...
ÇANAKKALE Savaşından korktunuz...
Bahriye Üçoktan korktunuz...
Mustafa Balbaydan,Ümit Zileliden,Sesli Gazeteden korktunuz...
Atatürk resimlerinden,rozetlerinden korktunuz....
Karga kovalayan sarışın çocuktan korktunuz...
Birlik olup,küsmeden,yılmadan ve boşvermeden 30 dakikasını geleceğine verip SANDIĞA GİDECEK milyonlardan korktunuz...
Sabih KANADOĞLUNDAN,VURAL Savaştan,YEKTA Güngör Özdenden korktunuz....
Tüm ihanetlerinizi yaşlı ve yorgun gözlerle izleyen dedelerimizden,ninelerimizden korktunuz...
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZERden korktunuz...
Tarafsız ve onurlu vatandaşlardan korktunuz...
Oyunu yani namusunu SATMAYAN yurttaşlardan korktunuz...
Rüşvet yemeden,adam kayırmadan evine EKMEK götüren namuslu memurlardan korktunuz...
Bölücü HOCAEFENDİLERİN ellerini,eteklerini öpmeden sadece YÜCE ALLAHA kulluk eden milyonlardan korktunuz...
Gaziden korktunuz...
Gazi Mustafadan korktunuz...
Gazi Mustafa Kemalden korktunuz...
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRKten korktunuz...
KORKULARINIZDAN KORKTUNUZ!...ama ne acı ki daha fazla OY,daha fazla PARA,daha fazla İKTİDAR,daha fazla GÜÇ için YÜCE ALLAHI sömürmekten,kullanmaktan ve onun adına konuşmaktan KORKMADINIZ!.....Unutmayın ki KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK!
Bu yazıyı okuyan, arkadaşım,anam,babam,teyzem,kardeşim,dostum,büyüğüm,küçüğüm;LÜTFEN yaklaşan seçimler ve bundan sonraki TÜM SEÇİMLERDE sandığa git ve OYUNU KULLAN...Yağmur, çamur deme...Al eline bir şemsiye, giy botunu ve ailen ile birlikte koş sandığa...Sende biliyorsun en fazla 30 dakikanı alır.. 4-5 yılda bir yapılan seçimler için 30 dakika nedir ki? Bundan önceki seçim sonuçlarını incelediğinde seninde farkedeceğin gibi HER SEÇİMDE 7-8 MİLYON VATANDAŞ oy kullanmıyor...Tekrar ediyorum 7-8 MİLYON Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı..Yani nerede ise TEK BAŞINA bir İKTİDAR daha...Belki sende dönem dönem bu milyonların içinde idin...UNUTMA ki sandığa atılmayan HER OY "KORKAKLARIN" hanesine gidiyor..Tepki için sandığa gitmiyorum ya da boş atacağım diye bir olay yok..Çünkü tüm bunlar KORKAKLARIN ekmeğine yağ sürüyor...Bu mesajı yazdım çünkü sana İHTİYACIM VAR...İster SAĞ parti,ister SOL parti ya da MERKEZ...görüşün her ne ise..Ama lütfen TÜM SEÇİMLERDE SANDIĞA GİT...Rica ediyorum..KORKAKLAR bunu çok iyi biliyor...bir önceki seçimi hatırla...neden bazı kesimlerin TATİLE ya da MEMLEKETE gittiği Temmuz ayında oldu seçimler?..Çünkü o malum 7-8 milyonun rahatını bozmayacağını,sandığa gitmeyeceğini biliyorlardı...ve haklıda çıktılar...işte aslında EN BÜYÜK DESTEKÇİLERİ biziz...ve tüm bunlar bizim SUÇUMUZ...Basit ve küçük bir örnekle seninde tahmin ettiğin gerçeği dile getirmek isterim...Diyelim ki 100 kişi oy kullanacak..Ve bu 100 kişinin tamamının sandığa gittiğini varsayalım...sonuçlar açıklandı...A partisi: 30 oy (%30)...B partisi: 20 oy (%20)...olsun..ancak bu 100 kişiden 20 kişinin sandığa gitmediğini varsayalım....(Türkiyede her seçim olduğu gibi)...Yani seçmen sayısı 80 olsun...A ve B partisine yine aynı sayıda oy geldiğini varsayalım...bu sefer herşey aynı olduğu halde yeni seçim sonuçları şöyle oluyor; A partisi:( %37.5)......B partisi: (%25)....yani fark giderek açılıyor...Milletvekili seçimlerinde ise bu fark dahada acı bir boyuta geliyor...%10 barajının etkisi ve sandığa atlmayan ya da boş atılan oylar yüzünden 1 milletvekili çıkarabilen malum zihniyet AYNI OY SAYISI İLE 2-3 milletvekili çıkarıyor...sence bu adil mi?....Ankara Belediyesinde yaşanan skandallar malum..Tüm ülke izliyor..Ama şunuda unutma; Gökçeğin seçildiği dönemlerde yaklaşık 300 bin (300.000) kişi oy kullanmadı..Tahmin ettiğin gibi bu 300 bin seçmen oy kullansa idi Gökçek ve dolayısıyla skandallar olmayacaktı...Bu durum diğer iller içinde geçerli...Ve bu bir seçim başarısı olmadığı halde şenlik yapıp kutluyorlar...%10 Seçim barajı olduğu sürecede sandığa atılmayan her oy KORKAKLARA gidecek....Hal böyle iken gerçekten SANA İHTİYACIM VAR...Bütün hayatımız boyunca Demokrasiye katkımız bütün seçimlerde bir kağıda bastığımız toplam yarım fincan mürekkep...hepsi bu işte...O tahta sandığa gitmek zorundayız...Eğer gitmezsek iş için, zamlar için,maaşlar için,özgürlük için,haklar için sesimizi çıkarmaya ya da meydanlara dökülmeye hakkımız bile yok...Çünkü oy kullanmayarak biz SİSTEMİN DIŞINDA kalmış oluyoruz...Hal böyle olunca tüm yapılanlara ses çıkarmayada hakkımız olmaz....Unutma! demokrasilerde OY SENİN NAMUSUNDUR...Biliyorum,biraz uzun bir yazı oldu ama dedim ya SANA İHTİYACIM VAR....Senden bir ricam daha olacak...Bu mesajı e-mail ile dostlarınada göndermeni isterim....Çünkü 1 OY bile ÇOK önemli...Belki senin fikrini değiştiremem ama son sözüm şudur;
artık ağırlığını KOY!
sevgi ve saygı ile arz ederim.
mustafa balbay'ın kaleminden. . .******************************************************************************************************************************Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir’ Mustafa Kemal ATATÜRK

Friday, June 11, 2010

İsrail - PKK İşbirliği (Komployu Gördüm)
Serdar Turgut - Habertürk

KUZEY Irak’ta Amerikan neocon’larının tasarımladığı bağımsız Kürt devleti kurulması projesinin İsrail tarafından da gönülden desteklendiği çok anlatıldı.Özellikle Barzani’nin aşiretinin Yahudi olması nedeniyle İsrail’in Kürt devleti projesinin aynı zamanda bir din projesi de olduğu uzun zamandır söyleniyordu.

Washington DC’de oluşturulan bu büyük projede, kıyamete inanan Evanjelik yanlarıyla neo-con’lar ve yine kıyamete inanan fanatik Yahudiler bir araya gelmiş, olağanüstü tehlikeli iş yapıyorlar. Bölgemizde yine kıyamete inanan İran faktörünün bulunması nedeniyle bu proje uygulanabilmesi açısından elverişli ortam buluyor.

(Dün İran askerlerinin Kuzey Irak’a girmelerini bir de bu gözle değerlendirin.)
Türkiye acımasızca dünyanın sonu için oyunlar oynayan güçlerin ortasında bölgedeki tek rasyonel güç oldu. (Başbakan dün çılgınca bir şey yapmayarak çıldırmış tarafları şimdilik sakinleştirdi.)Bundan sonra Ortadoğu’da barış ortamının gelmesini Türkiye koordine edecek, bunun başka alternatifi yok; çünkü etkin güçler dini fanatizmin pençesine düşmüşler, kıyamete doğru koşuyorlar.

Yardım gemimizin vurulmasından kısa süre önce İskenderun’da askeri tesislerin PKK tarafından vurulması, İsrail-PKK işbirliği komplo teorilerinin yeniden güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden oldu.
İnsanın kendi sonunun geleceğini anlatsa bile her komplo teorisi zevklidir ve çok rağbet görür. Ben bugün komplo diye anlatılan olayların yarın tarih bilgisi diye anlatılabildiğini bildiğimden komplo teorilerini bir noktaya kadar ciddiye alırım.

İsrail-PKK işbirliği ve Kuzey Irak’ta bir Yahudi devleti kurulduğu teorisini, biraz sonra anlatacağım olay nedeniyle daha da ciddiye almaya başladım.

Bu anlatacağım olay, noktasına virgülüne kadar doğru.Ben Türkiye’ye komplo hazırlandığını gözlerimle gördüm.

Olay ABD’nin başkenti Washington’da geçiyor.
O dönemde çalıştığım gazetenin Washington temsilcisiydim.11 Eylül’den çok önce olduğundan, o zamanlar biz gazetecilerin Washington’da Pentagon, Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlara girebilmemiz son derece kolaydı. Oralarda çalışan personel gibi kartımızı okutup giriveriyorduk içeriye.Türkiye’ye karşı komplonun hazırlanışını gördüğüm gün, Pentagon’da istihbaratçı olarak çalışan kişiyle randevum vardı.İlk önce odasına gittim. Oda arkadaşı, “Bir grup misafiri vardı, aşağı katta kafeteryanın yanında bir odaya gittiler” dedi.
Ben de aşağıya indim.
O günlerde özellikle istihbarat konularında Amerikan devleti içinde Türkiye’ye bakan hemen hemen tüm personel Yahudi’ydi. ABD göçmen ülkesi olduğundan hepsi de Amerika’nın çıkarlarının yanı sıra İsrail’in de çıkarlarını koruduklarını açıkça söylerlerdi.Pentagon’da görmeye gittiğim kişi de fanatik bir Yahudi’ydi. Boş zamanlarında Pentagon yakınlarındaki mezarlıktaki taşlar üzerindeki isimleri, Yahudi geçmişi açısından incelerdi.
Bir defasında beni de götürdü mezarlığa ve bir yaşlı kadın, ikimizi mezarlara karşı saygısızlıkla ve günah işlemekle suçladı.
Neyse Pentagon’da o gün kahvemi aldım, bulundukları odanın kapısını bir tıklatıp içeriye dalıverdim.Şimdi sıkı durun.
Manzara şuydu:İstihbaratçı masaya oturmuş ve önüne bir harita açmıştı.Haritada Türkiye ve Kuzey Irak görülüyordu.
Unutmayın, Irak savaşınınbaşlamasından 20 yıl öncesini anlatıyorum.
Adam etrafındakilere, Kuzey Irak’a çizdiği bölgede sınırlarının bir bölümü Türkiye’nin güneydoğusuna da taşan yeni bir ülkeyi anlatıyordu.
Masada onu dinleyenler, Barzani’nin Washington temsilcisi (adını hatırlamıyorum), Talabani’nin temsilcisi Behram Salih ve PKK Washington temsilcisiydi.

Bugünlerin kaderi o günlerde, Pentagon’un ikinci katında bir odada öyle çizildi.

Ben ne zaman komplo teorisine uyan bir gelişme duysam (yardım gemisine baskın, İskenderun’da askerimize saldırı ve İran’ın Kuzey Irak’a girişi gibi) o günler aklıma gelir ve her defasında da çok korkarım.

Dün Başbakan konuşmadan önce de çok korktum, umarım çılgınlığa o uymaz diye dua ettim.

Son gelişmeler de gösterdi ki, Türkiye üzerinde çok büyük oyunlar oynanıyor.Sakin olursak, oyunun büyüklüğüne uygun ciddiyeti ve rasyonelliği gösterirsek Türkiye bu acımasız oyundan başarıyla çıkacak.

http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8911
İSRAİL TÜRKİYE’NİN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRDİ!

Eğri oturalım ama, doğruları konuşalım;
Sevgili okuyucular,

Filistin halkına yapılacak yardımlar dolayısıyla İsrail’in yaptığı kanlı saldırı kabul edilemez. Ancak yaşanan bu kanlı olayda İsrail kadar Türk hükümetide suçlu. Bunun lamı-cimi yok. Çünkü, İsrail yardım gemilerinde silah yüklü olması şüphesiyle gemiyi kontrol etmeden Gazze’ye ulaşmasına müsaade etmeyeceğini aksi halde askeri müdahale yapacağını önceden açıkladı.

Amerikan Yahudi topluluğundan aldığı “ Üstün Cesaret Madalyası “ ile çok cesaretlenmiş olmalı ki, Başbakan Erdoğan ve bakanları İsrail’in inatçı, söz dinlemez ve hukuk tanımaz tutumunu bildiği halde gerekli tedbirleri almadan yardım gemisini ve içindeki insanları bile bile ölüme gönderdi.

Sonuçta ne oldu, gemiye saldıran İsrail askerleri, gemideki Türklerden dokuzunu öldürdü. Çok sayıda da Türk’ü yaraladı. Bununla yetinmedi içindeki yardımlarla gemiye el koydu. İsrail böylece bazı aydınların deyimiyle Türkiye’nin başına çuval geçirdi. Şimdi bu çuvalı başımızdan nasıl çıkaracağız, onurumuzu nasıl kurtaracağız düşünmemiz gerekiyor.

Bazılarının din kardeşi olarak kabul ettiği arap alemi ise bu olayda da Türkiye’yi yalnız bırakırken.bazı arap basını Başbakan Erdoğan’ı “ araptan çok arap-çı “ olduğunu yazıp-çizdi.

Bazılarının din kardeşi dediği Araplar, Filistin dahil Irak’ta, Karabağda, Doğu Türkistan’da, Bosna’da öldürülen, ezilen Türkleri, Müslümanları hiçbir zaman savunmadılar. Tarihte geriye doğru baktığımızda Arapların fırsat buldukça Türkleri arkadan vurdukları da bilinen bir şey.. 1. Dünya harbinde askerlerimizin geceği yolları üzerindeki su kaynaklarına zehir atarak askerlerimizi zehirlediler. Bir İngiliz lirasına ele geçirdikleri Türk askerlerinin kafalarını kestiler.

Günümüze gelince Rumlarla bir oldular. Filistin liderlerinden Arafat yaptığı bir açıklamada Rumları kardeş olarak ilan etti, “ sizin düşmanınız bizim de düşmanımız “ dedi. Makarios öldüğü zaman sözde din kardeşimiz Araplar ülkelerinde üç gün yas ilan ettiler. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti’ni tanımadılar. Birkaç yıl önce 24 Nisan’da Ermenistan’da yapılan sözde soykırım törenlerine katılan bazı arap liderleri, şeyhleri Ermenilerle birlik olup Türkleri soykırımcı ilan ettiler !.
……

İsrail’i protesto edenlere baktığımızda, araptan çok arap-çı olduklarını gördük. Ellerinde Türk bayrağından çok Filistin bayrakları ve Arapça yazıların yer aldığı yeşil bayraklar vardı. İsrail’i lanetliyor, İsrail bayraklarını yırtıyor, yakıyorlardı. İyi de İsrail’in yardım gemisine baskın yaparken, PKK’lılar da İskenderun’da deniz kuvvetleri birliğine baskın yapıp, altı askerimizi şehit ettiler. Araptan çok arap-çı olan protestocular ne hikmetse o şehitlerimizi hiç hatırlamadılar. Ne PKK’lıları lanetlediler, ne şehitlerimiz için dua ettiler, ne de PKK bayraklarını yırtıp, yaktılar !. Bundan da bizim gazilerimizin, şehitlerimizin Filistinliler kadar Müslüman ve değerli olmadığı düşüncesi ortaya çıkıyor.

Daha da önemlisi, kendi insanı aç ve sefalet içindeyken, her akşam 450 bin çocuğumuz gece yatağa aç girerken, hastalarımız ilaç alamazken-bulamazken Filistinliler için gemiler dolusu yiyecek, giyecek, içecek ve ilaç yardımı toplayanların amaçlarıın ne olduğu. Gelin bunu da Sağlık eski bakanlarından Rifat Serdaroğlu’nun “ Aynı tezgah-aynı ekip-yeni aktivistler “ başlıklı yazısından kısaca öğrenelim;

“… İsrail hükümetinin yaptığı katliam, baskın, yaralama, alıkoyma ve saldırı tam bir terördür ve kabul edilmesi asla mümkün değildir. Bu tespit ışığında, biraz da olayın aktörlerine, moda tabirle “AK-TİVİST’lere” bakalım.

Ak-tvist 1: Mavi Marmara Gemisi
Mavi Marmara gemisinin ilk sahibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’dir. İstanbul Belediyesi bu gemiyi ihale yolu ile satar. Alan şirket Almanya’da faaliyet göstermektedir! Şirket sahipleri İHH ve Deniz Feneri ile ilişkili kişilerdir! Bu ilişkinin gözden uzaklaştırılması için, Mavi Marmara gemisi, Afrika sahillerindeki bir ada devleti olan ve toplam nüfusu 630 bin olan Comorros (Komor) bayrağına geçmiştir! Komor ülkesi İslami bir yönetime sahiptir! Geminin macerası bu…
Ak- tvist 2: Deniz Feneri e.v ( Almanya)
Deniz Feneri’nin ne olduğu belli. Almanya yargıladı, yöneticilerini mahkum etti ve hapse attı. Almanya, “Esas suçlular Türkiye’de” dedi, adli yardım istedi, Türkiye vermedi! Şimdi Almanya ikinci davayı açıyor! Türkiye’deki Deniz Feneri davasına “Yayın Yasağı” uygulandığından, ne olup bittiğini kamuoyu olarak bilemiyoruz!

Ak- tivist 3: İHH (İnsani Yardım Vakfı)
Peki, İHH (İnsani Yardım Vakfı) nedir? Bu vakfı, Bosna’da yaşanan trajedi sırasında, savaş mağdurları için para toplayan, sonra o parayı Refah Partisi ile bağlantılı olarak “buharlaştıran” vakıftır. Yani, değişen hiçbir şey yok. Ekip aynı, tezgah aynı. Önce Müslümanlığı kullan, sonra paraları topla, sonra bir kısmını mağdurlara dağıt, bir kısmını cebe at, diğerini ise Lâik Türkiye Cumhuriyetini, İslam Cumhuriyetine dönüştürmek için siyasette kullanılmak üzere yakın akrabalara aktar.

… İsrail’in bir devlet gibi değil de bir terör örgütü gibi davranacağını ve sonunda ölümler olabileceğini AKP Hükümeti öngörmedi mi, yoksa bu netice AKP’nin siyasi hesaplarına uygun mu geliyordu? Bu soruların cevabı bize, bu ak-tivist’lerin gerçek yüzlerini göstermektedir.
Bu ekibi biz tanıyoruz. Ama özellikle gençler ve gerçek Müslümanlar bilmiyorlar. Ancak, bunlardan kazık yiyenler “yandım Allah” deyip bunların gerçek yüzlerini öğreniyor ama, iş işten geçmiş oluyor. Üstelik sırada dolandırılmaya hazır o kadar çok Müslüman var ki!
Deniz Feneri, Yimpaş, Jetpa, Kombassan gibi İslami holdingler, yüz binlerce Müslüman’ın, milyarlarca Euro’sunu dolandırdılar. Hapiste olan biri var mı? Bu dolandırıcılık olaylarının binde biri, Atatürkçü Düşünce Derneği’nde veya Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde olsaydı, AKP, inanın o olaydan 12 tane Ergenekon davası çıkarırdı!

Ak-tivistleri tanıyalım:
- Bu ak-tivistler, Filistin deyince sokağa fırlarlar, her türlü yardımı toplamak için dünyayı dolaşırlar, ama PKK’nın şehit ettiği Mehmetçikler için, bırakın yardım kampanyası düzenlemeyi bir mevlit bile okutmazlar.

- 1975 yılında Filistin lideri Yaser Arafat, Kıbrıs Rumları’na; “ Biz sizleri kardeş mücadeleciler sayıyoruz, sizin zaferiniz bizim de zaferimiz olacaktır. Çünkü düşmanımız ortak düşmandır ” demiştir. Makarios öldüğünde tüm Arap ülkeleri 3 gün yas ilan etmiş ve bayraklarını yarıya indirmişlerdir. Bizim ak-tivistler için bir Filistinli ve bir Hamas militanı, PKK’nın şehit ettiği Mehmetçikten çok daha fazla mukaddestir! Böyle olmasa, hiç olmazsa bir defa da şehitlerimiz için kampanya düzenlerlerdi!

-Filistin ve Gazze için gözyaşı dökenler; Kerkük, Telafer, Doğu Türkistan, Keşmir, Pakistan ve Afganistan’da ölenler için yani Türkler için parmaklarını kıpırdatmazlar.
Bu yeni Ak-tivist’çiler için geçerli olan Arap Milliyetçiliğidir. Bunu yaşam tarzlarında, devlet yönetimlerinde, en basitinden TRT’de görebilirsiniz.

Bu kafa maalesef, Mısır’ın bile terör örgütü dediği Hamas’ın peşine koca bir ülkeyi takıp, Türkiye’yi Ortadoğu’nun çatışma ortamına fiilen sokmuşlardır. Sadece siyasi rant elde etmek için planlanan bu organizasyon, AKP’ye çok pahalıya mal olacaktır. Allah sonumuzu hayırlı etsin.
…….

FİLİSTİNLİLERİ TANIYALIM

Şimdi de dokuz insanlarımızın ölümüne, 17 insanımızın da yaralanmasına ve de Türk milletinin onurunun oynamasına neden olan Filistinliler kim-er, kısaca ona bakalım;

- 1960-70’lerde Marksist-Leninist kızıl solcuları ve PKK’lı terörüstleri Türk devletine karşı savaşmaları için eğitenler Filistinliler.

- Bugün karşı oldukları, ortadan kaldırmak istedikleri İsrail devletine Filistin topraklarını yüksek paralar karşılığı satanlar, İsrail devletinin kurulmasına müsaade edenler; Filistinliler..


- Bosna’da yüzbinlerce Müslümana, Irak’ta binlerce Türkmene, Kıbrısta Türklere, Karabağda Azerilere ve Doğu Türkistan’da çok sayıda Uygur’a yapılan baskılara, eziyetlere ve katliamlara tepkisiz kalanlar Filistinliler-Araplar…

SON BİR NOT; Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Filistinlilere yardım edenler için “ oraya izin alarak gitmeleri gerekirdi. Yaptıkları otoriteye başkaldırıdır “ demesi, Gülen’in Amerikanın ve İsrail’in yanında yer aldığı şeklinde yorumlandı.


Hulusi ŞENEL

E.Posta- hulusisenel@yahoo.com
Yiğit Bulut
Bütün kötü şeyleri biz yaptık!


11 Haziran 2010 Cuma, 11:21:20

TELEVİZYONLARI seyrederken bazen kendime soruyorum; bunlar hangi ülkenin TV kanalları?

Sevgili dostlar, ülkemizde öyle “aydınlaraydınlanmışlar” var ki; onlara göre “bizle ilgili olan-bizden olan” her şey çok ama çok kötü. Bütün hatalar “bizim”.

Dediğim gibi “bu ülke menfaatine” sadece doğruyu arıyorsanız bile, işiniz çok zor.

Bugün sizlere zaman zaman “alıntılar” yaptığım ve Ermenilerle ilişkilerde “tarihi gerçekleri” sorgularken özellikle önümüzdeki günlerde “referans” olarak kullanabileceğimiz “Türk Kafkas İslam Ordusu ve Ermeniler (1918)” isimli çalışmadan bahsetmek istiyorum...
Çalışmayı yapan Dr. Mustafa Görüryılmaz, arşivlerden çıkardığı gerçek belgeleri kullanılmış ve özellikle çok çarpıcı “gerçeklere” veriler eşliğinde ulaşmış.

İşte alıntılar:
...Rusya Komiserler Heyeti Başkanı Lenin ile Milletler Komiseri Stalin tarafından, Şaumyan’a Güney Kafkaslar ve Doğu Anadolu’nun geleceğine ilişkin çalışmalarda bulunma yetkisi verildi. Bu kararnameye göre, Şaumyan’a verilen başlıca görev, Rus ordusunun işgali altında bulunan Doğu Anadolu topraklarında da Sovyet Rusya’nın himayesinde bir ‘Ermenistan Devleti’ kurmaktı...”

“...Azerbaycan Atatürk Merkezi Başkanı Prof. Dr. Nizami Caferov gelişmeleri şöyle özetlemişti: Azerbaycan’ın o tarihlerde Türk ordusunun yardımına büyük ihtiyacı bulunuyordu. Azerbaycan’ı savunacak başka bir gücü tasavvur etmek mümkün değildi. Şunu da nazara almak gerekir ki, Azerbaycan büyük baskılarla karşı karşıya kalmış, her taraftan muhasara altına alınmıştı. Bir taraftan tamamıyla vahşileşmiş, şahsiyetini kaybetmiş Rus Bolşevik Kızıl Ordusu, öbür taraftan yeni emperyalist emellerle giderek Kafkaslar’a gelen İngiliz askerleri, başka bir taraftan ayrı iddialarla bölgede Ermeni devleti kurmak için harekete geçen Ermeniler, Azerbaycan üzerinde hesaplar yapıyorlardı...”

“...Bolşevikler ve Ermeniler, Abşeron yarımadasındaki zengin petrol yataklarını tamamen ele geçirmek için Türkleri bölgeden uzaklaştırmak istiyorlardı. Türkiye ve Avrupa cephesinden Kafkaslar’a dönen Ermeni asıllı Rus askerlerini de Bakü’de topluyorlardı. Petrol yataklarına sahip olmanın yanı sıra, Şaumyan’ın bir başka düşüncesi de Hazar Denizi ile Karadeniz ve Akdeniz’e kıyısı olan Büyük Ermenistan tasavvurunu hayata geçirebilmekti...”

“...Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli aydınlardan Nesiman Yakuplu, 1918 tarihinde Bakü’ye hâkim olan Bolşevikler ve onların yönetimlerinin düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: Kızıl Şef Şaumyan, Bakü ve çevresinde yapılan katliamdan sonra Lenin’e gönderdiği telgraflarda, Bakü’nün Türklerden tamamen temizlendiğini ve bir daha şehre girmelerinin önlendiğini belirtmişti.
Bu haberleşmeler de gösteriyor ki Bolşevik Rus ve Ermeniler, Bakü petrollerini ele geçirebilmek için bölgede yaşayan Türklerin yok edilmesi gerektiğine inanmışlardı... Türklere karşı yapılan katliamı, sosyalist devrime karşı çıkan bazı gruplarla yapılan kanlı çatışma olarak görüyorlardı. Bu tamamen yanlış ve gerçeklerle ilgisi bulunmayan bir göz boyamadan ibaretti.”

...Bugünkü Ermenistan topraklarında ise Türklere yönelik büyük bir katliam başlıyordu. Gökçe Göl çevresi ile Erivan, Şuşa ve Zengezur’da yaşayan Türkler savunmasız bir durumdaydılar. Ermeni çeteleri, bu bölgelerdeki Türk köylerinden iki yüz yirmi kadarını kısa sürede haritadan sildi ve halkın tamamını katletti...
Ermeni çetelerin Erivan çevresinde binlerce Türk’ü öldürdüğü de bilim çevreleri tarafından ifade edilmektedir. Bu katliam karşısında yaklaşık 350 bin Türk, evini ve yuvasını terk ederek, canını zor kurtarmıştı.
Ermeni katliamı Karabağ bölgesinde de sürmüş, ancak Gence ve çevresindeki kasaba ve köylerde Türkler çoğunlukta olduğu için Ermeni saldırılarını püskürtmeyi başarmışlardı...”

Sevgili dostlar, hangi sayfadan ne alsam da aktarsam! Türkiye’de “tatlı su kenarında ellerinde rakı kadehi” aydınlananlar ve “biz neler yaptık” tadına gelenler, tamamen sahada yazılmış bu çalışmayı çok ama çok iyi incelesinler!

ybulut@htgazete.com.tr

Wednesday, June 9, 2010

Sorularıma Yanıt Verin.../ ..Hikmet Çetinkaya


Sorularıma Yanıt Verin...
Sen limanları İsraillilere satacaksın, eleştiren gazetecileri düşman ilan edeceksin...

Sen mayınlı arazileri İsraillilere vermek için çaba göstereceksin.
Sen bunları haberleştiren gazetecileri “aymazlıkla” suçlayacaksın. ..

Sen Mavi Marmara Gemisi’ne binenleri korumayacaksın.
Sen Deniz Kuvvetleri’nde görevli subayları, amiralleri “komutana suikast” savıyla gözaltına alıp, sorgulayıp tutuklayacaksın...

Bazılarını tutuksuz yargılayacaksın...

Sen Güneydoğu’da PKK’yle savaşan teğmenleri “Ergenekoncu” diye gözaltına alıp tutuklatacaksı n. Sen emekli Orgeneral Çetin Doğan’ı, Apo’yu Kenya’dan getiren emekli Korgeneral Engin Alan’ı “Balyoz”dan Silivri’ye göndereceksin. ..

Sen Ergenekon’u sulandırmak için elinden geleni yapacaksın! Sen suçluyla suçsuzu aynı kefeye koyacaksın!..

Sen Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “terör örgütü üssü” göreceksin...

Ve sen sonra kalkıp “yardım gemisine kurşun sıkan kalemşorlar” diye, Oktay Ekşi’yi, Bekir Coşkun’u, Emin Çölaşan’ı, Fatih Altaylı’yı, Can Ataklı’yı, Yılmaz Özdil’i, Fatih Çekirge’yi, Oray Eğin’i görüşlerini yazdıkları için hedef göstereceksin!Sen terörle mücale eden Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’i “Ergenekon terör örgütü”ne sokup yargılayacaksı n, sonra da şehit cenazeleri kalkarken gözyaşı dökeceksin.

Bunlar yetmeyecek!
“Yargıya baskı yapıyor” savıyla eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın evini basıp saatlerce arama yapacaksın, TV ekranlarında onun seceresini okuyup şöyle diyeceksin:“Ergenekon’un yargılama sürecini etkileme çalışmasını yürüttü!”

Aynı gün İP Genel Başkan Yardımcısı avukat Mehmet Cengiz ve diğer avukatları gözaltına alacaksın.İsrail’in terörist bir devlet olduğunu dünya âlem bilmiyor mu?

Hem İsrail’le askeri işbirliği yapıp tatbikatlara katılacaksın.. .

Pilotsuz casus uçağını onlara yaptıracaksın. .. Hem de Konya’daki askeri tatbikatı İsrail’le ortak yürüteceksin.. .

Sen Türk ordusunu “düşman ordu olarak” görmedin mi ey dinci ve tarikatçı medya? Ey Soros’un ahkâm kesen, “Ordu yeniden düzenlenmeli” diyen soytarıları...

Türk askeri için “Ceberut Kemalist devletin devamını istiyorlar” diye yazılar yazanların listesi çok uzun...

Sizler doldurmadınız mı o gemiye insanları? Sizler demediniz mi “Bu yolda ölen şehit olur” diye?İsrail’in böyle bir baskın yapacağını biliyordunuz. ..

Onun için canlı yayın ekipleri gönderdiniz gemiyle...

Teknik donanımı yapan şirketin temsilcisi, Can Dündar’a övünerek anlatmadı mı NTV’de?

Sen o gemideki insanların başına neler geleceğini önceden biliyordun bilmesine...

Peki, neden önlem almadın?Şimdi kalkmış katile, terörist devlet İsrail’e uyarı yapıyorsun...

Bunu yaparken kalp ve tansiyon hastası eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ı gözaltına alıyorsun, Mustafa Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı, Hikmet Çiçek’i bir yılı aşkın süredir Silivri zindanında çürütüyorsun.

Hani sen faili meçhul cinayetleri ortaya çıkaracaktın, hani sen demokratik açılım yapacaktın?

Balbay ve Tuncay’ın Silivri’deki çığlığını duyuyor musun?

11 gazeteci örgütünün başlattığı “tutuklu gazetecilere özgürlük” kampanyasından bile haberin yok senin.

Ben tüm sendikalara, aydınlara, gazetecilere, demokratik kitle örgütlerine sesleniyorum. Silivri’de tutuklu arkadaşlarım “tutukluluk fiili sansürdür” diyor.

Tutuksuz yargılanan teğmenler, dağdan inip Silivri’deki yargılamaya katılıyor.

Yargıç bir teğmene soruyor:“Geçen sefer duruşmaya katılmadın, neden?”

Teğmen:“Dağda PKK’yle vuruşuyordum...” yargıç utanmışmıdır acaba....( ! )

***Gazze’deki insanların acısı, yalnızlığı nasıl içimi acıtıyorsa, tutuklu tutuksuz subayların, Mustafa’nın, Tuncay’ın, Hikmet’in, Deniz Yıldırım’ın, Ufuk Akkaya’nın durumları da yüreğimi yakıyor.Art arda gelen şehit haberleri, hüzün ve gözyaşı...

İsrail askerlerinin öldürdüğü 9 can, onlarca yaralı.Acaba, İstanbul ve Ankara’daki göstericiler niçin ABD emperyalizmini lanetlemeyip salt İsrail’i protesto edip gıyabi cenaze namazı kılıyorlar?

Sen, neden şehit cenazelerine katılmıyorsun, sen neden gazetecileri hedef gösteriyorsun?

hikmet.cetinkaya@ cumhuriyet. com.tr
‘AKP’ye yardım’ konvoyu ile ‘gaza’getirilen Türkler
İsrafil K.KUMBASAR

Biz Türkler, ‘duygusal’ bir milletiz.

Bu yüzden çok kolay ‘gaza’geliriz. Önümüze her ne zaman ‘milli/ulusal’ nitelikle bir hadise konulsa, hep ‘sonuçlara’ kendimizi kaptırır, ‘büyük bir öfke’ ile bileniriz, ama o ‘sonuçları’ meydana getiren ‘şartları’, ‘nedenleri’ ve ‘olguları’ asla sorgulamayız.
Oysa ki, ‘duygularımızla/ hislerimizle’ değil de, azıcık ‘aklımızla/mantığımızla’ hareket edebilsek, birçok sonucun aslında bizi ‘yanıltmaya/yönlendirm eye’ yönelik bir ‘kurgu/mizansen’ olduğunu pek ala kavrayabileceğiz.

Her Türk, ‘Fırat’ve ‘Dicle’ nehirleri arasındaki bölgenin Yahudiler tarafından ‘vadedilmiş topraklar’ arasında kabul edildiğini unutmamalı, Türkiye’nin bir gün mutlaka İsrail ile ‘karşı karşıya’ geleceğini bilmeli, İsrail’in Türkiye üzerinde oynamak istediği ‘karanlık oyunlara’ karşı her an tetikte olmalıdır.
Ama kimse ‘hava gazına’ gelmemelidir.
Her Türk bir milyon Yahudi’ye bedeldir.
Ama hiçbir Türk’ün ‘etnik çıkar koalisyonunun devamını’ sağlamak için verebileceği ‘bir tek damla kanı’dahi yoktur.
* * *
Eğri oturup doğru konuşma zamanıdır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden ‘1 milyon 800 milyon dolara’ satın alınarak, tam da Anayasa değişikliği ile ilgili yapılacak ‘referandum’ öncesinde Gazze’ye doğru yola çıkarılan o geminin gerçek hedefi ne idi?

İsrail zulmü altında inleyen mazlum insanlara yardım götürmek miydi?

Yoksa İsrail ile Türkiye arasında ‘suni’ bir gerginlik yaratıp, oluşacak yeni bir ‘yapay gündem’ üzerinden AKP’ye ‘taze kan’ pompalamak mıydı?

İsrail’in gerçekleştirdiği katliamın ardından Bülent Arınç’ın, ikide bir “Gazze’ye insani yardım götürmek bir hükümet projesi değil. Bu işin arkasında biz yokuz.” deyip durması boşuna mı zannediyorsunuz?

Bu ‘suçluluk’ telaşının dışa yansımasıdır.

O gemileri yola çıkaranlar, İsrail’in ‘kesinlikle’ müdahale edeceğini biliyorlardı, ama böylesine ‘alçakça’bir karşılık vereceğini asla beklemiyorlardı .

Ol sebepten dolayı, ‘korumaya yönelik’ herhangi önlem gereği dahi duymadılar.
Senaryoya göre, İsrail yardım gemilerini Gazze’ye sokmayarak, kendi limanlarına çekecek, ‘kameralar önünde’ bir takım itişip kakışmalar yaşanacak, yardım gönüllüleri tutuklanarak ‘cezaevlerine’ konulacaktı.

29 Mart seçimlerinde ‘One Minute’ balonunun kaymağını yiyen ‘Davos’ mücahitleri, referandumda da ‘Gazze çıkarmasını’ malzeme olarak kullanacaklardı .
Ama, İsrail’in beklenmedik operasyonu karşısında, ‘ne yapacaklarını’ şaşırdılar.
Plan ellerinde patladı.

* * *
İsrail, uluslararası sularda ‘Türk bayrağı’ taşıyan gemiye saldırıp, ‘tamamı TC vatandaşı’, 9 kişiyi katlederek açıkça meydan okudu.

Türkiye’nin itibarı ‘beş paralık’ edildi.

“Bölge lideri oluyor” dedikleri koskoca ülke, bölgesinde ‘kuru sıkı’ kükremekten başka bir marifeti olmayan, ‘dişleri dökülmüş’ aslan durumuna düşürüldü.
İsrail’in yaptığı ‘yanına’ kâr kaldı.

Ama, bu büyük rezaletin iktidar sahiplerinin nezdinde hiçbir önemi yoktur.
Önemli olan ‘misyonlarının’ devamıdır.

Anayasa Mahkemesi’ni teslim alıp, ‘Türk’ devletinin ‘üniter yapısına’ son verme yolunda çok önemli bir engeli daha kazasız belasız aşmalarıdır.
‘One ‘Minute’ karizması 30 kurşun ile delik deşik edilen Tayyip Erdoğan, şimdi “Bizi İsrail götürmek istiyor” imajını yaratmak için sürekli bağırıp çağırıyor.

Millet ise şu sorunun cevabını bekliyor:
‘AKP’ye yardım’ için gönderilen o konvoya, ‘örtülü ödenekten’ para verildi mi, verilmedi mi?

Monday, June 7, 2010

Koca Türkiye ‘Hamas’ın peşinde’ görüntüsü veremez/ Can Ataklı

Sevgili okurlar; geçen hafta tarihimizin en ilginç ve önemli olaylarından birini yaşadık. Gazze’de İsrail ablukası altında yaşamak zorunda bırakılan Filistinlilere insani yardım götüren Mavi Marmara adlı gemiye İsrail komandoları kanlı bir baskın düzenledi. 9 yurttaşımız bu alçak saldırıda maalesef hayatını kaybetti. Ancak olayın bu korkunç boyutunun dışındaki gelişmeler de çok dikkat çekiciydi.

Yardım tamam da

Abluka altında olanlara insani yardım götürmek elbette çok ulvi bir davranış. İsrail’in devlet terörü uygulayarak insanlara eziyet etmesine karşı çıkmak, ablukayı kırmak, İsrail’in tavrını değiştirtmek aklı ve vicdanı olan herkesin görevidir.

Nitekim Türkiye’den yola çıkan yardım konvoyu da belki bu noktadan hareket etti ama sonucu Türkiye için hiç iyi olmadı.
İnsani mi dini mi?

İHH adındaki derneğin düzenlediği organizasyon her ne kadar “insani yardım” içeriyorsa da yapılan açıklamalar, atılan sloganlar, verilen demeçler ve katılımcıların siyasi görüşü, bunun daha çok “dini” bir hareket olduğu izlenimi yaratıyordu. Nitekim kötü sonuçtan sonra da “dini söylem” ve “dini gösterilerin” çok daha ağır basması bunun bir kanıtı sayılabilir.

İsrail terörist devlettir Yıllardır, benzer tüm olaylarda yazdığım ve söylediğim gibi İsrail’in gerek Filistin halkına gerekse bölgedeki diğer halklara davranış biçimi asla kabul edilemez. İsrail varlığını sürdürmek için teknolojik üstünlüğünü ama özellikle Batı ile iyi ilişkilerini, ABD’den aldığı desteği sömürerek bir “terörist devlet” rolü oynadı hep. Kınanmaya alışık İsrail için “kınanmak” hatta “lanetlenmek” sıradan bir olay.

Dünyada herhalde İsrail’i bugüne kadar herhangi bir nedenle kınamamış tek ülke bile yoktur, ABD dahil. Ama değişen bir şey yok. İsrail aynı İsrail. Bu nedenle, son günlerde devlet büyüklerimizin yaptığı çok sert açıklamaların bir kıymeti olup olmadığını rahatlıkla tartışılabilir.

İktidarın gücü yok

İsrail’in bir terörist devlet olması, Türk gemisine saldırması, insanlarımızı öldürmesi elbette gereken cevabı almalıdır ve bir gün mutlaka alacaktır. Bunun bu iktidar döneminde olmasını şimdilik biraz zor görüyorum. Çünkü bu iktidar henüz İsrail’e yaptırım uygulayacak kadar güçlü değil. Başbakan çok sert konuştu konuşmasına da “karar açıklamak için Obama’nın telefonunu beklemesi” hepimizi rencide etti herhalde. Türkiye’nin yanlışı İsrail’e yapacaklarımızı bir kenara bırakalım.

Bu olayın Türkiye’yi asıl ilgilendiren bölümü bizim için önemli. Çünkü bu olayda Türkiye’nin onuru zedelenmiş, Türkiye küçük düşürülmüştür. Yapılan sert açıklamalar sadece halkın bir bölümünü etkilemiştir, dış dünya içinse bir değeri yoktur. İktidar bir sivil toplum kuruluşunun arkasına geçerek rant sağlamak istemiştir ama başarılı olamamıştır.

Hamasetin gereği yok

Yüreğimizi yakan ölümler nedeniyle elbette hepimiz gözyaşı döktük. Ama acımızı dağlamak ve yaşananların payımıza düşen sorumluluğunu da bilmek zorundayız. Tüm yaşananlar Türkiye’nin, bırakın ılımlı bir İslam ülkesini, radikal İslamcı bir rejime doğru hızla sürüklendiği manzarası çizmektedir. Türkiye sanki Hamas’ın peşinden sürüklenir hale getirilmiştir. Düştüğümüz durum Ne kadar öfkelenirsek öfkelenelim, içinde bulunduğumuz durumun özeti şudur: İsrail askerleri yardım götüren bir Türk gemisine içinde 400’ün üzerinde Türk vatandaşı varken saldırmış, 9’unu öldürmüş, gemidekileri tutuklayıp hapse atmış, gemiye el koymuştur. Yardımlar yerine gitmemiştir. Türkiye’nin öfkesine dünya sadece “üzüntü” boyutunda katılmıştır. Sadece gürledik Buna karşın Türkiye en az 12 saat boyunca adeta durmuş, hiçbir şey yapamamıştır.

Başbakan Şili’den sert bir demeç vermiş, “alınan kararın milletin hayrına olmasını” dilemiştir.

Ancak her nedense alınan bu karar bir türlü açıklanmamıştır.

Başbakan kararı açıklamadan önce Obama’nın telefonunu beklemiş ondan sonra da sadece “kükremiştir.”

Herhangi bir karar açıklanmamıştır.
Sorular soracağız

Bu olayda iktidarın bir kusuru ya da sorumluluğu olup olmadığını elbette sorgulamak zorundayız. Çünkü Türkiye tarihinin en önemli olaylarından birini yaşamış ve ne yazık ki mağdur olmuştur. Üstelik, sembolik de olsa savaş aşamasına gelmiştir. İsrail’le olan ilişkileri tamiri zor biçimde zedelenmiş, Orta Doğu bataklığının içine çekilmiştir.

Hükümet desteği

Her ne kadar yardım konvoyu girişimi sivil inisiyatif olarak gözükse de, bunun arkasında güçlü bir iktidar desteği olduğunu da görüyoruz. Geminin hazırlanması, törenle uğurlanması, katılımcıların ağırlanması aşamalarında iktidar ya da yan desteklerinin izleri barizdir.

Hatta bir ara bazı AKP milletvekillerinin de gemiye binmesi planlanmış ancak vazgeçilmiştir. Sonra seyrettiler İsrail, yardım konvoyu hazırlığı başladığı andan itibaren, geminin Gazze’ye yanaştırılmayacağını, yardım malzemelerinin ülkeye sokulmayacağını, gemilerin yolda engelleneceğini, katılımcıların da tutuklanacağını açıklamıştır. Bütün bunlar olurken iktidar hiçbir girişimde bulunmamıştır. İsrail’le temas kurulmamış, olası bir saldırıya karşı uyarılmamıştır.

Gösteriler desteklendi

Gemiler yol alırken iktidar sessizdi ama İstanbul ve Ankara’daki İsrail temsilcilikleri önünde toplanan binlerce kişi gece gündüz demeden protesto gösterileri yapıyordu. İktidar buna da sessiz kaldığı gibi gösterileri teşvik bile etti. Anlaşılan iktidar İsrail üzerinden yeni bir kahramanlık dalgası yaratmayı amaçlıyordu.

Hesap çok basitti

Gözlediğim kadarıyla hesap basitti. İsrail yüksekten atıyordu ama sonuçta Türkiye ile askeri olarak karşı karşıya gelmeyi göze alamazdı. En fazla gemilerin önü kesilirdi ki, bu zaten belki de istenen şeydi. Açıkta bekleyen gemilerden canlı yayınlar yapılacak, günler geçtikçe bu kez gemideki kişilerin mağduriyeti sergilenecek, sonunda İsrail pes edecek ve belki de gemilerin geçmesine izin verecekti.

Ama hesap tutmadı

İktidar böyle düşünüyordu belki ama İsrail de herhalde bu oyunu biliyordu. Bu nedenle daha ilk günden baskın yaparak bütün hesapları altüst etti. İktidar bana göre beklemediği bir durumda kaldığı için paralize oldu ve hiçbir şey yapamadı.

Biraz kendine geldiğinde de durumu lehine çevirmek amacıyla işi kahramanlık edebiyatına döktü. İktidar zarara uğradı Sonuçta Türkiye bu olayda ne yazık ki kazanan olmadı. Aynı güne İskenderun’daki hain saldırının denk gelmesi, Filistin protestoları sırasında PKK’ya kimsenin söz etmemesi halkın önemli bir bölümünde tepkiye neden oldu. Özellikle protesto gösterilerinde kara çarşafların, cüppe ve sarıkların çokluğu halkın büyük kesiminde endişeye neden oldu.

Dünyadaki durum

İktidar şimdi “sağduyulu ve sakin” davranıyor havası yayıyor. Başbakan telaşa kapılmayan ve sorunu dünya platformuna götüren devlet adamı olarak tanımlanıyor. Ancak burada da sonuç beklediğimiz gibi değil.

Türkiye halkları hariç Müslüman ülkelerden bile “şiddetli” bir destek görmedi. Batı ise olayı bir “deniz kazası” boyutunda protesto etti. Birleşmiş Milletler bilmem kaçıncı kez İsrail’i kınadı.

İktidar artık zordadır
Bu tanımımı erken bulanlar olabilir ama, İsrail saldırısı bu hükümetin son bir ay içinde yaşadığı ikinci kırılma noktasıdır. Olayın sıcaklığı geçtikten, ölenlere duyduğumuz acı hafifledikten sonra iktidarın bu olaydaki yanlışlarının ve basiretsizliklerinin hesabı da içte ve dışta sorulmaya başlanacaktır. Bir iktidar baş aşağı gitmeye başlayınca tutmak çok zor olur.

Fethullah Gülen faktörü

AKP iktidarının zorda olduğunun somut kanıtlarından biri de Fethullah Gülen’in yaptığı çıkıştır. Bu, iktidar çevrelerinde soğuk duş etkisi yaptı. Görünen o ki özellikle Gülen’e yönelik ağır eleştiriler için iktidar destekçisi maskeli faşistler görevlendirildi. Bu, bir iç kargaşa yaratabilir. Özellikle bu konu ile ilgili görüşlerimi bu hafta içinde yazacağım.Hepinize iyi haftalar...
Fethullah Hoca’yı bile sansürlediler!/ Mehmet Y. YILMAZ

Fethullah Gülen’in The Wall Street Journal gazetesine verdiği demecin “yandaş medyaya” yansıma biçimi, bu ideolojinin farklı fikirlere nasıl yaklaştığını ortaya koyan bir turnusol kâğıdı niteliğinde.

Fethullah Hoca’nın “Mavi Marmara” olayı ile ilgili “otoriteye baş kaldırma” yorumu belli ki pek hoşlarına gitmemiş saklamaya, sansür etmeye çabalamışlar. Hepsinin benzer bir haber değerlendirmesi yapması, bir merkezden işaret almış olmalarından mı kaynakl

anıyor?
Yoksa bunun nedeni, kendi fikirlerine uymayan fikirlere tahammülsüzlük mü? İşe yaramaz biliyorum ama “liberal aydın” olduklarını iddia edip, bu ideolojinin kuyusuna su taşıyan “aydınlara” bu tutumun ne kadar “demokrat” olduğunu düşünmelerini öneririm.

Bakın haber yandaş medyaya nasıl yansımış:

Zaman: Fethullah Hocacıların gazetesi, söyleşiyi hiç yayımlamadan, söyleşinin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili bir yorum yayımladı.

Olabilir, yorumlanmasına itirazım yok, bu herkesin hakkı. Ama acaba bugüne kadar Fethullah Hoca “gık” dese manşetlerine taşıyan bir gazete haberin tam metnini neden vermedi? “Okuyucular şimdi bunu anlamazlar” diye mi?

Bugün: Haber 13. sayfanın en altında tek sütun olarak değerlendirilmişti. “Ancak arayan bulsun diye” olmalı. Başlıkta da esas mesaj verilmemişti. “Suçluyu bulmak BM’ye bırakılmalı” deniliyordu.

Yeni Şafak: Haber birinci sayfada küçültülmüş ve “Gülen’den farklı yorum: İsrail’den izin almalıydılar” başlığı ile verilmişti. Haklarını yemeyelim küçük de olsa haber birinci sayfada vardı.

Sabah: Haber, 30. sayfanın altında üç sütuna verilmişti.Vakit: Vakit de haberi değil, Zaman’ın internet sitesindeki yorumu yayımlamıştı, 8. sayfasında 1 sütunla!Star: Haber 15. sayfada 1 sütun olarak “o görüntüler hiç hoş değildi” başlığıyla verilmişti.

Taraf: “Gülen, İHH’yı eleştirdi” başlıklı haber ancak 11. sayfada üç sütunluk bir yer bulabilmişti.

Thursday, June 3, 2010

RIFAT SERDAROGLU 'NUN SON YORUMU

İki yılı aşkın süredir yaşadığımız bulanık ortamda neler olduğunu çözmeye çalışıyorum.

Adına Ergenekon Terör Örgütü denilen davanın içindeki belli bir grubu anlıyorum, tamam işi çözdüm derken, kafamda oluşturduğum senaryoya, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, siyaset adamları, rektörler, generaller gibi bir çok insanı yerleştiremiyorum.Sonra senaryoyu, zorlama da olsa biraz daha genişletiyorum, bu sefer o dönemin Genelkurmay Başkanları niye ellerini kollarını sallayarak dışarıda geziyorlar onu anlayamıyorum.

Kanada- Toronto’daki, haham bozuntusunun ifadelerini ve bu konuda piyasaya çıkan hemen her kitabı okudum ama hala bu devam eden davaları anlayabilmiş değilim. Ama 73 milyon insanımız bu görülen davaların konusunu çok iyi anladı ki kimsenin sesi çıkmıyor!!!

Durum böyle olunca da korkmaya, aklımdan, zekâmdan şüphelenmeye başladım. Bu sıkıntılarla boğuşurken kafama bir de Sayın Deniz Baykal’ın balyozu indi! Allah kalan aklımı korusun, çünkü insan çok yönlü düşününce, çöküp kalıyor. Baykal’ın kasetinin şokunu atlatmadan, Önder Sav’ın yaptığı suikast açıklamaları ne idi?Baykal, istifasını açıklarken, satır aralarına serpiştirdiği bilgilerle ne demek istiyor?Baykal, ABD Pensilvanya’dan gelen bir telefonla, derhal ikna olacak yapıda bir insan değildir. Kaldı ki olayın ilk çıktığı gün AKP de lideriyle aynı tavrı sergilemişti. Neden AKP’den gelen mesajlara inanmadı da, Fethullah Gülen’den gelene inandı? İnsanın aklına iki şey geliyor; Ya Baykal bu komplonun kim veya kimler tarafından hazırlandığını çok iyi biliyor, ya da Fethullah Gülen mesajda ona biz değil, falanca yaptı diye net bilgi verdirdi.

Öte yandan, çok çirkin ama, artık iyice merak etmeye başladım; Bu kaset gerçek mi, değil mi? İlk olarak, yıllar önce çekildi dendi, sonra Baykal “Bu kaset bulunmuş değil, iki hafta önce hazırlanmış bir komplo” dedi. Kaset hangi gazete vasıtası ile dağıtıldı ? Hüseyin Üzmez ve Abdürrahim Dilipak’ın Vakit Gazetesi.Kaset hangi ülkeden geldi?
Haham bozuntusunun bulunduğu Kanada- Toronto’dan. Buyur, çöz çözebilirsen!

Wall Street Journal’daki makaleye şu farkla katılıyorum. Türkiye’de sadece bir iç savaş değil, Türkiye’ye yeni bir şekil vermek isteyenlerle ciddi bir savaş var. Olaylar çok hızlı gelişiyor. İnsan yaşadığı zamandaki olayların analizini anında yapamıyor. Ancak aradan zaman geçtikten sonra, yani resmi elinize alıp, gözlerinizden uzaklaştırdığınızda , bütünü görebiliyorsunuz. Bunu daha önce de yaşamıştım. “Yeni Dünya Düzeni- Büyük Ortadoğu ve Türkiye” isimli kitabımı yazarken Macaristan’da yeni anayasa’nın kabul edildiği, Sovyet Bloğundan koptuğu 23 Ekim 1989 dan, Sovyetler Birliği’nin resmen son bulduğu 26 Aralık 1991’e kadar geçen süreci, kaynak çalışması için bir günü bile atlamadan kronolojik olarak yaptığım vakit dehşete düşmüştüm. Kısacık bir sürede Avrupa’da bir el sözde tarih yazmıştı.

Komploları, oyunları öyle açık ve net görüyordum ki. Sonra, bu olayları yaşadığımız günlerde, olaylar arasındaki bu bağlantıları niçin kuramadığımı düşündüm. İnsan yaşadığı günlerde, günlük yaşam problemlerinin ve koşuşturmanın yoğunluğunda, doğru değerlendirme yapamıyor. Tıpkı bu gün olduğu gibi… Türkiye büyük bir değişim içinde. Bu değişimi, “demokrasi adına” yaptığını söyleyenlerin tamamına yakını tarikat ve cemaat çıkışlı kişiler! 2002’de AKP iktidarı ile başlayan bu değişim hareketi, doğrudan Türkiye’nin demokratik ve lâik yapısını hedef almış durumda. AKP iktidara geldiği ilk 1- 1,5 yıl AB’ye uyum çalışmaları adı altında Türkiye’nin üniter yapısını zayıflatacak birkaç kanun çıkardı. Ondan sonra AB’ye uyum rafa kalktı daha doğrusu giderek bu paravanın arkasına saklanma gereğini duymamaya başladılar ve sürekli olarak Türkiye’nin temel taşları ile oynayan yasalar çıkardılar.

Bürokraside inanılmaz atamalar yapılarak, devlet dairelerinde “tarikat ve cemaat kaleleri” yaratıldı. Ülkedeki medya kuruluşlarının büyük bir kısmı, kaynağı şaibeli paralar ile ele geçirildi. İnsanların özel hayatları, telefon dinlemeler, gizli görüntülerle ayaklar altına alındı. Yargıya vurulan darbeler ortada, Türkiye doludizgin, “tek parti diktatörlüğüne” gidiyor.

Türkiye’de bu olaylar yaşanırken , insan hakları bekçisi batı dünyasından çıt çıkmıyor. Hatta Türkiye demokratikleşiyor diye alkışlayanlar bile var. Ben batının olanı biteni böylesine yanlış değerlendirebileceğine inanmıyorum. 1950’lerin kapalı toplumu değil Türkiye. Yabancılar rahatça giriyor, çıkıyor, gazetecileri ve resmi temsilcileri var. Yani en azından hepimizin telefonlarının dinlendiğini de bilmiyorlar mı? Tabii ki biliyorlar. Türkiye’de yaşanan her şeyden haberleri var, ayrıca onlar da bu oyunun bir parçası. ABD ve Batı, Türkiye’yi, Atatürk’ün Türkiyesini darmadağın edip, yeni bir biçim vermeğe çalışıyor. Bunun için uyguladıkları yöntem belli. TV’lerde görmüşsünüzdür, eskiyen gökdelenleri yıkmak için binanın direnç noktalarına patlayıcılar yerleştirilir ve bu mekanizma harekete geçirildiğinde koskoca gökdelen, saniyeler içinde yerle bir olur. Türkiye’ye de bu yöntem uygulanıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin direnç noktalarını düşünün. Ordusu, bürokrasisi, yargısı, üniversiteleri, aydınları, medyası...

Sırayla bu direnç noktalarının hepsi çökertilmeye başlandı. Bugün de sıra Türkiye’nin en köklü partilerinden CHP’ye geldi.

Bütün bunlar tek başına AKP’nin gerçekleştirebileceği boyutta olaylar değildir. AKP’nin bu kadar büyük bir oyunu planlayabilecek ne gücü, ne de kapasitesi vardır. O bu oyunda sadece bir piyondur. Ona biçilen rol zamanında Gorbaçov ve Yeltsin’e biçilen rolle aynıdır. Hatırlar mısınız? Gorbaçov, glasnost (açıklık- şeffaflık), perestroyka (yeniden inşa) derken, Sovyetler Birliği parçalanıp tarihe gömülmüştü.

AKP’nin çiğnediği sakızın adı ise açılım. Açılım açılım diye diye, Türkiye parçalanmaya gidiyor.

Ülkeye yayılan ve varlıkları Anayasamızın 174. Maddesi ile yasaklanmış, ortaçağ kalıntısı tarikat- cemaatler de, Güneydoğu’daki ağa çocuklarına kurdurulan siyasi partiler de, PKK terör örgütü de hepsi bu büyük oyunun küçük piyonlarıdır. Bunlar, kendilerini doğuran analarını bıçaklayan, zavallı ve hasta ruhlu, lanetlenmiş yaratıklardır.Bu büyük oyunda, Türkiye’nin Ortadoğu’daki diğer Müslüman ülkeler gibi, dinle uyutulan, anti-demokratik, zayıf ve küçük bir ülke olması gerekiyor.

İşte; yaşadıklarımız, AKP kullanılarak, Türkiye’ye kabuk değiştirme operasyonlarıdır.Bilmem, resmin tamamına yakınını sizlere gösterebildik mi?Bu operasyonların planlayıcılarının bilmediği, tanımadığı tek şey Türk Milletinin sağduyusu ve şaşmaz öngörüsüdür.
Bu uyanışın işaretlerini yavaş, yavaş almaya başlıyoruz. AKP’li milletvekilleri, Türk Milletinin tepkisinden yakında sokağa çıkamaz hale gelecek.
Sarı saçlı, mavi gözlü adamın ışığı yine ülkemizin üstünde parlayacak ve resmin arkasındaki alçakları çok daha net görebileceğiz.


-- " CUMHURİYET, FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR KADINLARIN ELLERİNDE AYDINLIĞA ULAŞACAKTIR"

Wednesday, June 2, 2010

Mustafa Mutlu
Tamam, İsrail katil...
Ama yanıtlamamız gereken sorular var!
Ben de herkes gibi, İsrail’in, Gazze’ye insani yardım götüren gemimize alçakça saldırmasını protesto ediyorum...
Ben de İsrail’i protesto için yapılan gösterilere yürekten katılıyorum...
Ben de bu terörist devletin, hem de uluslararası sularda sivillere ateş açmasının insanlık suçu olduğunu düşünüyorum...
Ben de yaralılara bile kelepçe takılmasına isyan ediyorum...
Ben de dinci faşist İsrail hükümetinin bir sürü yalan söyleyerek “masum ve mazlum” rolü oynamasına isyan ediyorum...
Ama...
Yazmamanın “kalem namusuna ihanet” sayılacağı sorular da iki gündür beynimi kemirip duruyor...
1) Gazze’ye giden bazı Türk eylemcileri, Türkiye’ye döndükten sonra yaptıkları açıklamalarda, “Allah yolunda ölmek herkese nasip olmaz” gibi demeçler verdi. Gazze’ye insani yardım için mi gittiler, “Allah yolunda ölmeye” mi?
2) Eğer asıl amaçları “dini duyarlılıklarını herkese göstrmek” se, o zaman bunun için Gazze’nin kullanılması ve “insani yardım”ın kılıf yapılması ne kadar doğru?
3) Yok, amaçları gerçekten İsrail’in zorbalığı yüzünden yaşam mücadelesi veren Gazzelilere uygulanan ablukanın kaldırılması ve insani yardımsa; o zaman neden bu mücadeleyi Türk ve dünya kamuoyuna “Allah’ın yolu” olarak gösteriyorlar?
4) Bu tür “insani yardım”larda ve dayanışmalarda dil, din, ırk ve cinsiyet farklılıklarının vurgulanması yerine, “gizlenmesi” daha doğru olmaz mı?
5) Yıllardır İsrail’in Filistin’de ve Gazze’de yaptığı insanlık dışı işlere tepki gösteren bu vatandaşlarımız, Türkiye’de dini değerler üzerinden siyaset yapan dernek, vakıf ve siyasi partilere üye olmasalardı; yine aynı duyarlılığı gösterecekler miydi?
6) Yanıtları “Evet”se, örneğin Darfur’daki soykırım için neden bugüne kadar benzer bir tepki göstermediler? Bu soykırımı yapmakla suçlanan ve yargılanması istenen Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan El Beşir’in, Türkiye’ye gelip devlet töreniyle karşılanmasına neden seyirci kaldılar?
7) Türk gemisine saldırarak 9 kişinin ölümüne neden olan İsral’i protesto gösterileri düzenleyen bu vatandaşlar, aynı gece PKK tarafından İskenderun’da altı askerimizin şehit edilmesine neden tepki göstermediler? Üç gündür İsrail Büyükelçiliği’nin ve İstanbul Başkonsolosluğu’nun önünde sabahlayanlar, neden küçük de olsa bir “PKK’yı kınama eylemi” yapmadılar?***
Biliyorum; yaramız taze, acımız çok büyük... Ve İsrail’in yaptıkları gerçekten alçaklık, kalleşlik, canilik!
Ama... Bu haklı kavgada yalnız kalmak istemiyorsak; Türk halkının Gazze konusundaki duyarlılığının sadece “din eksenli” olmadığını da tüm dünyaya göstermemiz gerekmiyor mu?
İşte bu yüzden; İsrail’i haklı olarak protesto edenlerin, söyleyecekleri sözlere ve atacakları sloganlara özen göstermesi, tüm dünyanın dikkatinin üzerimizde toplandığı şu günlerde gerçekten çok önemli!