Saturday, February 27, 2010

İşçi Sınıfı ve Ordu/ ATAOL BEHRAMOĞLU

İddialı bir yazı başlığı koyduğumu biliyorum.İşçi sınıfı ve ordu ilk bakışta birbiriyle ilgisi bulunmayan iki kavram, iki olgu.Bir ilişki varsa da, 12 Eylül ve sonrası düşünüldüğünde bu ancak bir karşıtlık ilişkisi olabilir.

DİSK’i çökerten 12 Eylül darbesi olmuştur.Selimiye Kışlası’na teslim olmak için kamyonlar dolusu gelen işçi topluluklarını unutmuyoruz.Fakat tam bunları yazdığımda, bu kez de 27 Mayıs’ın armağanı 1961 Anayasası’nı ve o anayasa sayesinde kurulan Türkiye İşçi Partisi’ni düşünüyorum.

Aklıma her üçü de 27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylardan, Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Muzaffer Karan, sosyalist Suphi Karaman, Halkevleri Genel Başkanı ve Onursal Başkanı Ahmet Yıldız geliyor.Kenan Evren, Faik Türün gibiler de, bu subaylar da Türk ordusunun mensuplarıydılar.27 Mayıs da, 12 Mart ve 12 Eylül de, 28 Şubat da Türk ordusunun ürünüdür.Bu çelişki nasıl açıklanacak?
Hepsi Amerika’nın oyunudur diyerek geçiştirecek miyiz?
Bence bu, olumlu ve olumsuz yönleriyle “iç dinamizm”i göz ardı eden, toptancı ve teslimiyetçi bir görüştür.Türkiye de ordu da, bütün kurumlar gibi, oluşum, değişim süreçlerinden geçiyor.

Toplumsal olgularda mutlak değişmezlikler olduğunu düşünmüyorum.

***İmparatorluğun son dönemlerinde ordu modernleşmenin öncüsü olarak tarih sahnesine çıktı.Kurtuluş Savaşı’nın, Cumhuriyetin önderleri çoğunlukla subaydı.Bizim işçi sınıfımız da aynı dönemlerde tarih sahnesine çıktı.O tarihlerden 1960’lara kadar yakın tarihimizde, işçi sınıfıyla ordu arasında bir yakınlaşma izi bulunabileceğini sanmıyorum.

Ordu ve işçi sınıfı ilk kez 1960’larda bir araya geldi.

Sosyalizm ve yurtseverlik kavramları arasında aşılmaz sınırlar olmadığı ilk kez çok geniş çevrelerce algılanıp telaffuz edildi.Türk subayının ulusal bağımsızlıkçı, Cumhuriyetçi, laik kimliği vurgulanırken, işçi sınıfının da bir vatanı olduğu kavramının altı derinliğine çizildi.

Bu bir yakınlaşmaydı, fakat uzun sürmedi.12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle sona ererek bugünlere gelindi…

***Bugünlerde bu konuda olup bitenleri iyi düşünmek, iyi değerlendirmek gerekiyor.

İktidardaki güç iki kuruma özellikle saldırıyor.
Bunlardan biri ordu, öteki işçi sınıfıdır.

AKP’nin temsil ettiği anti-ulusal sermaye ve ideoloji, farklı nedenler ve gerekçelerle de olsa, iki kurumu hasım olarak görüyor ve çökertmek istiyor.

Biri ordu, öteki işçi sınıfıdır.

Bu iki kurum arasında, Türkiye gerçekliğinde, tarihsel yakınlık vardır.

Ordu emperyalizme karşı savaşmıştır, antiemperyalist ve yurtsever geleneklere sahiptir.

Çoğunlukla orta ya da daha alt tabakaların, köylü ve işçi ailelerin çocukları olan subaylar, askerlik görevindeki halk çocuklarıyla iç içedirler.

Bu subaylar, büyük çoğunlukla, Cumhuriyetçi ve laiktirler.

İşçi sınıfı da, modern bir toplumsal güç olarak, ilericidir, ilerici olmak zorundadır.Ancak bağımsız, modern bir toplumda emeğinin hakkını savunup elde edebilir.

Koşullanmış akıllara aykırı görünse de, emperyalist sermayenin ve siyasetin kuşatması altındaki Türkiye’de, orduyla işçi sınıfı arasında bir yazgı ortaklığı olduğunu düşünüyorum.

Zulmedilen Tekel işçisiyle polis arabalarına tıkılarak karakollara ve adliye binalarına götürülen emekli ya da görevdeki subay arasında bir kader yakınlığı görüyorum.

Bu yazgı ortaklığı, kader yakınlığı dediğim şey, aslında Türkiyemizin geleceğidir.

Geleceğin bağımsız, onurlu, demokrat, sosyal adalet ilkelerinin egemen olacağı Türkiyesi; laik, yurtsever, Cumhuriyetçi orduyla ve işçi sınıfıyla savaşarak ve onlar çökertilerek değil, onlardan güç alarak kurulabilir.

Yaşamakta olduğumuz Türkiye gerçekliği süreçlerinde işçi sınıfı ve ordu birbirini daha yakından tanıyıp anlamaya çalışmalıdır.

No comments: