Monday, December 22, 2008

Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

Prof. Mehmet Kerem Doksat
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü

Can Dündar'ın belgeseli Atatürk'ün kişiliğine ve O'nun kişiliğinde varolmuş Türk milletine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneğidir.

Bu nedenle belgeselin yarattığı asıl tahribatın da bupsikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor. Ama nasıl?
Can Dündar'ın siyasi referansının tümüyle Şeriatçılar olduğunu görmüştük.
Can'ın psikoloji referansı ise Vamık Volkan adlı bir psikiyatrist.
Nitekim Can Dündar Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği röportajda VamıkVolkan'dan etkilendiğini itiraf ediyor.

İtiraf ettiği etkilenmenin kaynağı bir kitap.Adı: "Ölümsüz Atatürk"Kitap 1984'te ABD'de "Immortal Atatürk" adıyla yayınlanıyor. On yıl sonra Türkiye'de yayınlanıyor ve yasaklanıyor.
Fakat 1998'de serbestçe satılmaya başlanıyor.Adından anlaşılabilecek bir kitap değil, çünkü kitap Atatürk'ün ölümsüzlüğünü vurgulamıyor.Kitabın temel tezi Atatürk'ün ne kadar sıradan bir insan olduğunu göstermek.
Yani tıpkı Can gibi Atatürk'ün "insani" yanlarını vurgulamak.Ve onun "büyüklüğünü" böyle göstermek!

Ancak psikiyatrist, Atatürk'ü sıradan bir hastası gibi incelemeye koyuluyor ve Atatürk'ün ne kadar sıradan bir ruh hastası olduğunu ispatlıyor!...

Pavlov'un köpekleri ve Milli refleksin kırılmasıİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümü profesörü Mehmet Kerem Doksat şöyle açıklıyor:"Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, bir süre sonra etigörmeden de zil sesini işitince hayvanın salyası akmaya başlar. Bu şartlı reflekstir: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyaran (zil sesi),onu tabiatında olan eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır. Ama eğer sürekli olarak zil çalıp hiç et göstermezseniz, bir süre sonra buşartlı refleks söner; devamının tesisi için arada et de gösterilerek pekiştirilmelidir. Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünnî veya Katolik olarakgelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yâni şartlı reflekslerdir.Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.Bir gün Pavlov'un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulurbir kısmı da günlerce terörize olur çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır.Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar,köpeklerde tık yok!
Şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırır. İnsanı veya hayvanı en doğal, en ilkel hâline geri döndürür.

Bir yandan her gün 15–20 şehit, "kanları yerde kalmayacak" denip sürekli kanlarının yerde kalması, bir yandan Ergenekon bilmem ne deyipbüyük bir çoğunluğunun suçsuz olduğuna herkesin emin olduğu, hâttâ tek suçu Atatürk'ü ve onun ilkelerini sevmek olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları… Bir yandan orada burada araba yakarak, polise taş atarak etnik kalkışmalar… Hepsini toplarsanız,temel güvenlik duygusu ortadan kalkıyor.
Pavlov'un köpeklerindeki gibi, bu kadar ağır travmalarla şartlı reflekslerimiz (millî duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.

Volkan'a göre Atatürk babasını küçük yaşta kaybedip ilk bunalıma giriyor. Ondan sonra annesi başka bir adamla evleniyor ve eve gelen buadamla birlikte bunalım kökleşiyor. Bunun temelinde ise Mustafa'nın annesine olan "odipal bağlılığı" var!

Aslında Can'ın belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu.Atatürk denilen adam sözde bizim atamız, yani bir anlamda hepimizin babası ama aslında onun babası yok!
Nitekim Can'ın belgeselinde ikide bir Mustafa'dan "yetim" olarak sözediliyor!

Ve yine Mustafa'nın annesine darılması anlatılıyor belgeselde, çünkü Atatürk'ün anası, yani bizim o başörtülü gülümseyen fotoğrafından hatırladığımız Zübeyde Hanım, "eve başka bir erkek getiriyor"!

Evet, belgeselde anlatılan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Hanım'ın"yeniden evlenmesi"ne değil "eve yeni bir erkek getirmesi"ne vurguvar!

Farkındaysanız tez Vamık Volkan'dan aktarılma olduğu gibi....

Peki Can buradan nereye varmaya çalışıyor?Atatürk'ün aslında çocukluğundan itibaren sorunlu biri olduğuna.

Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnız, bunalımlı bir tipolarak çizilmiş.Ancak bunlar anlık ya da dönemsel melankoliklikler değil. Atatürk çocukluğundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor.Atatürk'ün sürekli içki ve sigaraya olan düşkünlüğü de örtük başka bir mesajı veriyor: Mustafa sadece annesine karşı odipal bir bağlılıkiçinde değildir aynı zamanda oral bir kişiliğe sahiptir! Şimdi bu iki kavrama bakalım.

Birincisi Freud'un "odipus kompleksi" olarak bilinen ve çocuğun anneye olan bağlılığını cinsel bağlılıkla açıklayan teori. İkincisi ise yine Freud'un çocukluk evrelerini ayırdığı ilk evre olan"oral evre", yani ağız bağlılığı.Mesela çocukların iki yaşına kadar anne memesine olan bağlılık dönemi..

İşimiz elbette psikoloji tartışmasına girmek değil, Freud'un kavramlarını tartışmak da değil. Ama bu kavramlar Atatürk için neden kullanılıyor onu tartışmak.

Her iki kavram da Vamık Volkan'ın kitabında Atatürk'ün kişiliği olarak konuluyor.
Şöyle ki:Atatürk annesine olan aşkının yerine vatanı koyuyor.

Nitekim "büyük validemiz" diye söz ettiği vatana olan aşkı aslında anasına olan aşkıdır! Yine ana memesine olan hasretini de rakı kadehi ve sigara ile gidermektedir!

Can, belgeselinde bunları çok açıktan dillendirmemiş ama anlaşılan o aşama için vakit henüz erken diye düşünmüş. Yine de Can, VamıkVolkan'dan esinlendiğini iddia ettiğine göre çok yakında o meselelerede geleceği kesin....

Aslında Can'ın geveleyip de söyleyemediği şeyin ne olduğunu az çok anlayabiliyoruz: Herhalde Mustafa'dan sonra sırada Zübeyde belgeseli var.O zaman tabularla mücadele eden Can Dündar'dan bir dahaki belgeselinde yine Şeriatçıların Zübeyde Hanım hakkındaki yalanlarını gerçekmiş gibi sunmasını bekleyebiliriz.

Şeriatçılar ne derler Atatürk için?
Veled-i zina!
Yani piç!
En son Refah Partisi'nin bir milletvekili bu lafı etmiş sonra da yurtdışına kaçmıştı.

Ama Can Dündar'ın belgeselinde faydalandığı Şeriatçıların temel tezidir bu.Onlar Atatürk'ün annesinin aslında bir fahişe olduğunu ve Selanik genelevinde çalıştığını yayarlar.
Hatta uydurma bir de belge basar dururlar.Peki böyle bir gerçek var mıdır?
Elbette bütünüyle uydurmadır ama insanları bir yalana inandırmak da mümkündür.

Zaten Can'ın misyonu da budur.Belgesel boyunca Şeriatçı yalanları gerçekmiş ve hatta belgeymiş gibi sunmamış mıdır?...

Hasan Tahsin ve milli refleksVaktiyle yalnızca Mustafa Kemal de terörist sayılmamıştı. Çok azbilinen bir örnek de, Osman Nevres Recep'tir (bildiğimiz adıyla ise Hasan Tahsin). Meslek olarak gazeteci olan Nevres'i her zamanki gibi terörist ilan eden güçler yine Batılılardır.

Birinci Dünya savaşı öncesi Batılı ülkeler her zamanki gibi TürkleriOrta Asya'ya gönderme düşleri kurmaktadır. 1911 yılında İtalyanlarhiçbir siyasal ya da hukuksal neden ortada yokken Trablusgarb'ı işgalederler.

Osman Nevres de o sırada Fransa'da eğitim görmektedir. BirFransız sinemasının (Olimpia) reklam vitrininde Trablusgarb ile ilgiliafiş görür ve içeri girer.

Film baştan sonuna kadar Türklere hakaret ve iftira ile doludur.İtalyan propagandası en üst düzeydedir. Türkler barbar ve uygarlıktanpayını almamış bir topluluk olarak tanıtılmaktadır. Osman Nevres daha fazla dayanamaz ve her zaman belinde taşıdığı silahını ateşleyereksinema perdesini delik deşik eder. Ertesi gün Fransız gazetelerinde şu haber çıkar: "Terörist Türk dehşet saçtı…" Hemen bu "anarşist" Türk'ün Fransa toprakları dışına atılmasıiçin kampanya başlatılır. Ve başarılı olunur da.Kısacası uyanık olmak gerekmektedir ve bu belgesel türü saldırıların sonunun nerelere kadar gideceğini iyi öngörmek gerekir.

Aslında meseleson derece basittir. Batılı emperyalistler yok etmek istedikleriuluslara saldırırken o ulusların önderlerinden başlarlar işe. Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ulusal önderdir.Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini deyardıma çağırırlar.

İşte Vamık Volkan bu tür bir psikiyatristtir. Kendisi Kıbrıs Türküdür ama Amerika'nın hizmetindedir.Çok uzun yıllardır ABD başkanlarının psikiyatri danışmanlığını yapmaktadır.
CIA için çalışmaktadır.Görevi ise aslında bilimsel bir çalışmadır.Vamık Volkan, ABD'nin bölmek, parçalamak ve yutmak istediği coğrafyalarda yaşayan uluslarla ilgilenir.O ulusların psikolojisini inceler.Ve "uluslar nasıl birbirini boğazlamaz"ın teorisini geliştirir.Yani görünürdeki amaç etnik kinleri, nefretleri incelemek, onları ortadan kaldırmaktır

Mesela Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, oradaVamık girer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerini inceler.Peki inceleme dediğimiz şey nedir?Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düşmanlıkların ortadan kaldırılması değil, ABD'nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması,aşındırılmasıdır.Kısacası milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.....

İşte bizi ilgilendiren şey de budur.Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihselvarlığını sorgulamaya açarsınız.

Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk'ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk'ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin....

Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz.Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizdenneyi kabul etmemiz isteniyor?
Diyorlar ki siz soykırımcı bir milletsiniz!
Ermenilere soykırım uyguladınız.
Biz diyoruz ki hayır uygulamadık!
O zaman uyanık emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadınız, bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, öyle bir sonuca varalım.Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız diyorsunuz.Ama tartışma masası kurulduğunda hiç de ortada eşit bir tartışma şans ıolmadığını görüyorsunuz.

Bir bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydınlar sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı?Elbette yok!Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldumu, gerçeğin sesi çıkmaz oluyor.Hayır diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalım.Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış.İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı. Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile "acaba" demeye başlıyor!Acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik?Yani ulusal benlikte ilk kırılma yaşanıyor.......Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.

Sonra sıra Kürtlere geliyor!Sizden tartışmanızı istiyorlar.Tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz. .....

Bir düşünelim son dönemde neleri tartışmaya açtırdık ve neredeyiz.Bugün Misak-ı Milli'yi pek önemsemiyoruz.Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.Türk dilinin önemi kalmamış.Bu ülkede federasyon da olabilir.Ermenilerden özür dileyebiliriz.Kürtlere biraz toprak verebiliriz. .Kısacası ulusal varlığımıza ait hayati her alanda ve konuda kaybetmiş durumdayız....Peki sıra neye geldi?

Sıra Atatürk'e geldi.Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir.O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk'e de yapalım.
O'nun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.O'nun aslında zaafları olduğunu tartışalım.
Hatta O'nun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır.

Tartışın diyorlar biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz!Sonra?Sonra da sıra sizin ananıza gelecek!Hepinizinkine gelecek!....Ondan sonra Can Dündar çıkıyor ağlamaklı, diyor ki tamam tartışı nbenim belgeselimi ama biraz insaflı olun, önce izleyin sonraeleştirin!
Acıyacaksınız nerdeyse adama.
Sonra dört bir koldan saldırıyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce,inanmazsanız inanmazsınız!
İsterseniz eleştirin!...
İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!Yıllar öncesine gidiyorsunuz. ..
Mondros imzalanmış.Sonra düşman askerleri İstanbul'a çıkartma yapmaya başlıyor.Milyonlarca Türk sadece izliyor!
Demek ki önemli olan ilk adım, işgali izlettirebilmekmiş!
Ama aynı zamanda bir de masa!
Tartışacaksınız.
Tartışma masasında bizim sadrazam emperyalistlere yalvarıyor, biraz acıyın diye.
Peki izleyerek, tartışarak nereye varabilirsiniz?...

Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyordu"Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya."Ya şu Can'ın belgeseli?Sizce daha büyük bir çıkartma değil mi?...Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak.Biri İstanbul'da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen birOsmanlı paşası olabilirsiniz.

Ya da Dolmabahçe'den çıkartmayı izleyen bir padişah.Belki de evinin perdesini kapatan sıradan ve suskun bir Türk...Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar.
İzlersiniz!
Her şeyi!
Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.Hasan Tahsin'e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bilmekne kadar utanç verici aslında!Peki Hasan Tahsin'i ne kadar tanıyoruz?Hasan Tahsin'i Hasan Tahsin yapan nedir?"İlk kurşun"dan önce de kurşun atmıştır Hasan Tahsin.Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa'dadır ve bir filme gider.Filmde Türkler aşağılanmaktadır.
Hasan Tahsin bu filmi izlemez."
Önce izleyeyim sonra eleştireyim" demez.Ya ne der?
Türk'e küfredenin canına okurum der!
Ve çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye!
Film orada biter!...
Hasan Tahsin'in insani ve sıradan yanıdır bu.Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, atasına, milletine,bayrağına küfrettirmez.En basit insan gerçeğidir.İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle anasınındurumunu tartışmaz, bunun cevabı suratınıza yiyeceğiniz yumruktur.
Neden?
Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu!
İşte Can'ın insani denilen belgeselinin bam teli de burası.
Diyor ki Can ben sizin atanıza küfredeceğim ve siz de izleyeceksiniz!
Medeni bir şekilde izleyeceksiniz!
Çıtınız çıkmayacak.
Sinemaya girecek ve orada size gösterilen yerde oturacak ve izleyeceksiniz.
Çıtınız çıkmasın, sinemadasınız!
Çıkınca fikrinizi söyleyin.
Peki çıkınca eleştirirseniz?
O zaman Can'ın medyası başlar bağırmaya: Linç ediyorsunuz Can'ı. Peki Can'ın canı can da Atatürk'ünki patlıcan mı?
Can'ın medyası onu savunacak da Atatürk'ün medyası atasını savunmayacak mı? Henüz büyümemiş bir çocuk çıkıp da oyunu bozmayacak mı?

.... Psikoloji bilimi ne diyor peki bu konuda? Başka bir psikiyatristimiz insani boyuta açıklık getiriyor.

Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat diyor ki,
ulusal refleks aslında şartlı reflekstir. Yani öğrenilmiş reflekslerdir. Mesela Atatürk'ü sevmek, bayrağı sevmek, İstiklal Marşı'nda duygulanmak, şartlı reflekslerdir ve bunlar tartışma konusu değildir. Çocukluktan öğrenilir ve ölene kadar da korunur.
Ama bazı haller vardır ki o şartlı refleksleri kaybedersiniz. İşte Can'ın belgeseli tam da bu iş için yapılmış. Pavlov, deneyini köpeklerle yapıyordu.

Can bizimle. Diyor ki sinema zili çalınca içeri girecek ve izleyeceksiniz. Ağır gelebilir size ama kendinizi tutun.

Peki sonra?
Ondan sonra alışacaksınız. Şartlı refleksinizi, yani atanıza sahip çıkma refleksinizi yavaş yavaş yitireceksiniz.
Önce Can bir belgesel yapacak; tartışacaksınız. Sonra bir başkasını izleyeceksiniz. Sonra açıktan Atatürk'e küfrettiklerinde, büstlerini yıktıklarında, bayrağınızı yaktıklarında yine izleyeceksiniz. Çünkü yavaş yavaş şartlı refleksinizi kaybediyorsunuz.

... Ama kimi aklıevvel uyanıklar, hem de kendilerine Atatürkçü diyenler, başka telden çalıyor. Bunlar diyor ki; dediğiniz doğru ama biz Pavlov'un köpekleri değiliz. Yani bilincimiz refleksimizden önce gelir.
Vay be diyorsunuz, ne bilinçli insanlar... Peki bu bilinçli insanlarımız ne diyor? Halk izlemesin ama ben izleyeceğim!
Neden?
Eleştirmek için! Peki belgeselin ne olduğunu bilmiyor musun?
Can Dündar'ın ne olduğunu bilmiyor musun? Biliyorum ama olsun, ben izleyeceğim. İyi diyorsunuz izle. Sonra çıkıyor filmden ve diyor ki, ben izledim kimse bu filme gitmesin? Neden peki? Zararlı olabilir!

Aslında Atatürkçümüz kendisini üstün bir insan olarak görmektedir. Sıradan insanlar etkilenebilir zararlı filmden ama kendisi etkilenmez!
Bu değişik bir türdür. Pavlov'un köpekleri vardı, Can'ın koyunları. Can zili çalıyor ve sözde Atatürkçü, entel tayfa filme giriveriyor!

Can deney yapıyor! Koyunumuzun temel derdi aslında sürüden ayrılmak!
Ama Ata'nın sürüsünden ayrılırken Fethullah'ın sürüsüne katıldığının farkında değil.
Kendince üstün bir uğraş içinde.

Bilimlerin şüpheyle geliştiğini düşünüyor. Bu şüphenin kendisini bilimsel bir doğruya götüreceğine inanıyor.
Deneyi yapanın kendisi olduğunu sanıyor ama aslında deneyin kendisi üzerinde yapıldığından habersiz bir koyun. Bilimsel bir şüphe değil, düpedüz merak onunki. Ama insanın başına ne gelirse ya meraktan gelirmiş ya meraktan derler.
Bizim koyunumuzunki o hesap. Karşısındaki Can duygusal çocuk değil, aslında bir kasap!
Koyun can derdinde ama Can et derdinde!

Her bir koyundan 10 YTL geldi miydi deney tamamdır.

Atatürkçülere her şeyi izletebilirsiniz. . Üstüne bir de paralarını alırsınız.

Bizimki filme girer çıkar, ama hâlâ farkında değildir yapılan deneyin.

Can canlığını yaptığı sürece koyun bulacaktır karşısında.

Mesela Atatürk hakkında bir porno film çekse yine gider bizim koyunlar meraktan!
Deseniz insaf ne olduğu belli işte, bu film porno.
Derler ki olsun ben gidip pozisyonları eleştireceğim. Bizimkilerin Mustafa merakı o hesap... Ama hayatta tek bir pozisyon var şu an. Ya Can'ın müşterisi olursunuz ya da Can'ın müşterisi olmazsınız.


Vamık D. Volkan, M.D. (born 1932) is an emeritus professor of psychiatry at the University of Virginia School of Medicine. He is also the Senior Erik Erikson Scholar at the Austen Riggs Center in Stockbridge, Massachusetts, an emeritus training and supervising analyst at the Washington Psychoanalytic Institute, and a past president of both the International Society of Political Psychology and the Virginia Psychoanalytic Society.
He was born in 1932 in Nicosia, Cyprus.

For nearly three decades, Dr. Volkan has led interdisciplinary teams to various trouble spots around the world and has brought high-level “enemy” representatives together for years-long unofficial dialogues. His work in the field has resulted in his developing new theories about large-group behavior in times of peace and war. He has authored or coauthored more than thirty books and has edited or coedited ten more.
In 1987, Vamik Volkan founded and until 2002 directed Center for the Study of Mind and Human Interaction (CSMHI) at the University of Virginia School of Medicine.
His most recent book is Killing in the Name of Identity: A Study of Bloody Conflicts (2006).
[edit]Publications
Books
(1976). Primitive Internalized Object Relations: A Clinical Study of Schizophrenic, Borderline, and Narcissistic Patients
(1979). Cyprus: War and Adaptation: A Psychoanalytic History of Two Ethnic Groups in Conflict
(1981). Linking Objects and Linking Phenomena
(1982). Primitive Internalized Object Relations: A Clinical Study of Schizophrenic, Borderline, and Narcissistic Patients
(1984). What Do You Get When You Cross a Dandelion with a Rose?
(1985). Depressive States and Their Treatment
(1986). Vamik Volkan and Norman Itzkowitz. The Immortal Ataturk: A Psychobiography
(1988). The Need to Have Enemies & Allies: From Clinical Practice to International Relationships
(1990). Vamik D. Volkan, Demetrios A. Julius, and Joseph V. Montville. The Psychodynamics of International Relationships: Concepts and Theories (Psychodynamics of International Relationships)
(1990). Vamik D. Volkan and Charles W. Socarides. The Homosexualities: Reality, Fantasy, and the Arts
(1991). Vamik D. Volkan, Demetrios A. Julius, and Joseph V. Montville The Psychodynamics of International Relationships: Unofficial Diplomacy at Work
(1992). Charles W. Socarides and Vamik D. Volkan. The Homosexualities and the Therapeutic Process
(1993). Vamik D. Volkan and Elizabeth Zintl. Life After Loss: The Lessons of Grief
(1995). Six Steps in the Treatment of Borderline Personality Organization
(1995). The Infantile Psychotic Self: Understanding and Treating Schizophrenics and Other Difficult Patients. Northvale, NJ: Jason Aronson.
(1996) Vamik D. Volkan and Salman Akhtar. The Seed of Madness: Constitution, Environment, and Fantasy in the Organization of the Psychotic Core
(1997) Siblings in the Unconscious and Psychopathology: Womb Fantasies, Claustrophobias, Fear of Pregnancy, Murderous Rage, Animal Symbolism
(1997). Bloodlines: From Ethnic Pride to Ethnic Terrorism. New York: Farrar, Straus, and Giroux.
(1999) Vamik D. Volkan, Norman Itzkowitz, Andrew W. Dod. Richard Nixon
(2002). Volkan, V. D., Ast, Gabriele, and Greer, William. The Third Reich in the Unconscious: Transgenerational Transmission and its Consequences. New York: Bruenner-Routledge.
(2004). Blind Trust: Large Groups and Their Leaders in Times of Crisis and Terror
(2004) Salman Akhtar and Vamik D. Volkan Mental Zoo: Animals in the Human Mind and Its Pathology
(2006). Killing in the Name of Identity: A Study of Bloody Conflicts. Pitchstone Publishing. ISBN 0972887571

No comments: