Friday, February 12, 2010

Talking to the enemy by DAVID L. PHILIPS*

ANKARA – Afganistan konusundaki en son Londra konfrensında, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton “Arkadaşlarınızla barış yapmazsınız” dedi. “Bir ayaklanmayı sona erdirecek ortamı yaratmayı umuyorsanız düşmanlarınızla ilişki kurmaya gönüllü olmalısınız.

Taliban’la konuşmak Washington’da ateşli bir tartışmayı körükledi. Bazı ABD resmi makamları diyaloğu tiksindirici buldu. Herşeyden önce Taliban 11 Eylül saldırılarından sorumlu olan ve dünya çapında terör kampanyası düzenleyen El-Kaide’ye yataklık etti. Diyaloğun savunucuları, bunun zayıflıktan değil pratik zorunluluktan kaynaklandığını teşhis ettiler.
Türkiye tartışmaya dahil oldu. Afganistan’ın uzlaştırma sürecinde Taliban’la ilişki kurma çağrısı yapmakla, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile karşılaştırma yapmaya yol açtı.

Dr. Davutoğlu’na göre: “Bu tip karşılaştırmalar doğru değil. Türkiye, Afganistan gibi 30 yıllık bir savaştan çıkmış değil. Kavganın politik sistemin içerisinde olduğu kurulu bir devlet yapısı var. Türkiye’de sağlıklı ve çalışan bir politik sistem var. Türkiye’de politik sisteme katılmak isteyenler katılır. Diyaloğun olduğu yerde şiddetin geçerli olduğu alan daralır.”
Şüphesiz Türkiye, Afganistan gibi parçalanmış ve çökmüş bir devlet değil. Türkiye Kürt açılımı aracılığıyla daha tam bir birliktelik arayışında iken ve PKK problemini ele almak için diğer stratejileri düşünürken, Dr. Davutoğlu’nun varsayımları incelenmeye değer.
Ortada savaş yok: PKK ayaklanmasını 1984’te başlattı, binlerce sivil de dahil 40,000’den fazla insan öldü. Türkiye’nin güneydoğudaki güvenlik operasyonları 300 milyar dolara mal oldu. 2000 den fazla köy boşaltıldı veya imha edildi. Asker gruplarının ve hazinenin şok edici kayıpları, her anlamda bir “savaş”tır. Güvenlik kuvvetlerinin kayıpları, saygıdeğer Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sırasındaki kayıplara eşdeğerdir.
İstikrarlı devlet yapısı: Türkiye’nin tarihi darbeler ve cuntalarla damgalanmıştır. Asker 1960, 1971 ve 1980 de iktidara el koydu. 1997 de sözde post-modern darbe, 2007 yılında ise “e-darbe” yaptı.
Sağlıklı politik sistem: Sivil otoriteye karşı yapılacağı iddia edilen komplolar arasında Balyoz Operasyonu var. Balyoz’da planlanan icraatler içerisinde, askeri makamlar şehir merkezlerinde saldırılar düzenleyip PKK ve El-Kaide’nin üzerine atmayı tasarlamışlar. Önlem olarak olağanüstü hal ilan edip sıkıyönetim uygulamayı planlamışlar. Kafes Operasyonu İcra Planında, bir grup denizci subayı, Müslüman olmayanlara suikast düzenleyip, İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi üzerinde uluslararası baskıyı tahrik etmek üzere, bu suikastlerin sorumluluğunu üstlenecek muhafazakar İslamcı gruplar kurmayı planlıyorlardı.
Laikliği koruma kisvesi altında, Ergenekon ve Türkiye’nin “derin devleti” güçlerini, ayrıcalıklı pozisyonlarını ve karlarını korumak için hiçbir şeyden çekinmeyeceklerini göstermişlerdir.
Özgür politik katılım: Anayasa Mahkemesi Refah ve Fazilet partilerini laik olmadıkları için kapatmıştır; AKP’yi de hedef almış durumdadırlar. Geçen Aralık ayında, Mahkeme oybirliği ile Kürt yanlısı Demokratik Toplum Partisini (DTP), “ülkenin ve devletin bölünmez bütünlüğüne karşı faaliyetlerin odak noktası” haline geldiğine karar vererek kapatmıştır. DTP’den önce Mahkeme, bir seri Kürt partisini kapatmıştı – Halkın Emek Paritsi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) ve Demokratik Halk Partisi (DEHAP). İki ay önce DTP’nin yerine, Barış ve Demokrasi partisi geçti. BDP’yi de aynı kader mi bekliyor?
Diyalog: Yargı, Türkiye’nin PKK problemine barışçıl çözüm için diyalog taraftarı olanları hedef almış durumda. Şiddet-karşıtlığının ve uzlaşmanın lafını esirgemeyen destekçileri olan Ahmet Türk ve Ms. Aysel Tuğluk yasaklı konumuna düşürülmüştür. Anayasanın 8. Maddesi ve Türk Ceza Kanununun (TCK) 301. Maddesi ifade özgürlüğünü engellemek için kullanılmaktadır.
Bu gerçekleri görmemezlikten geleceği yerde AKP liderleri, Türkiye’nin ciddi problemlerini dile getirmeli ve bunları ele almak için çeşitli seçenekleri değerlendirmeli. Dürüst özeleştiri çok yönlü bir stratejiye yol açar. PKK’nın kuvveti, savaşma gücüne değil, halk desteğine dayanmaktadır. PKK’ya olan destek bataklığını kurutmak için sürekli demokratikleşme ve gelişim, bu nedenle, elzemdir. Ancak, bu tek başına, silahlı PKK savaşçılarının dağlardan inmesini sağlayamaz.
ABD’nin Afganistan’da çektiği meşakkatten öğrendiği gibi, Türkiye de PKK’yı savaş alanında yenme çabalarında başarısızlığa uğramış olmasından ders almalıdır.
Seferberliğin lağvı koşullarını PKK ile görüşmezsen, PKK’nın silahsızlanmasını ümit etmek yersizdir. Bu tip görüşmeler direkt olarak yapılabilir veya uygun bir muhatap olarak, DTP’nin varisi BDP aracılığıyla da yapılabilir.
Diyalog zor olacaktır. Türklerin yutması için acı bir ilaç olacak af gibi zor meseleleri gündeme getirecektir. Sonucu tahmin etmek varsayıma dayanacaktır. Fakat eldeki ciddi zorluklar dikkate alınırsa diyalog, daha geniş kapsamlı ve etkin terör karşıtı stratejinin tamamlayıcısı konumundadır.
*David L. Phillips Amerikan Üniversitesinde Çatışmanın Önlenmesi Barış sağlanması Programının direktörü En son kitabı “Kurşunlardan Oylara: Şiddet yanlısı Müslüman akımlar hareket halinde” 10.02.2010 Op-Ed
TODAY’S ZAMAN

No comments: