Sunday, October 4, 2009

http://www.kemalistgencler.com/topic2654.html


KEMALİZM, ATATÜRKÇÜLÜK ve AB İLE İLİŞKİLER

Bu sütunda, The Economist'in "Atatürk karşıtlığı" üzerine yazdığım yazıda, Atatürkçülüğün Avrupa Birliği'ne üye olmamıza karşı değil, tam tersine, bu üyeliği hedef olarak koymuş bulunan bir ideoloji olduğuna ilişkin yazım çok ses getirdi. Gelen seslerden biri de, değerli biliminsanı ve sevgili arkadaşım Prof. Erol Manisalı'nın, benim adımı da başlığa çıkararak onurlandırdığı, Cumhuriyet'te yayınlanan yazısıydı. Manisalı bu yazısında esas olarak benim görüşüme katıldığını belirtiyor ve hemen ardından, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde ülkemizin aleyhine olarak gördüğü yanlışlık ve aksaklıkları sıralayarak "bir Atatürkçü olarak" bunlara karşı çıktığını ve bu "eşitsiz koşullarla" Avrupa Birliği'ne üye olmamıza karşı olduğunu (üstelik onların da bizi üye almaya niyetleri olmadığını, sadece Türkiye'yi denetim altında tutmak istediklerini) açıklıyordu. Hemen belirteyim ki, her zaman olduğu gibi, Manisalı'nın görüşlerine esas olarak katılıyorum. Hem Atatürkçülük hem de Avrupa Birliği ile bütünleşme konuları çok tartışılan, çok yozlaştırılmış ve çok karmaşık konular olduğundan, bu iki konunun birbirleri ile olan ilişkileri üzerine iki ayrı yazı yazmaya karar verdim. Ben esas olarak Kemalizm ile Atatürkçülük terimleri arasında bir ayrım yapmam. Ama zaman içinde, Kurtuluş Savaşı dönemine, tam bağımsızlığa ve emperyalizm karşıtlığına özel bir önem verenlerin, daha çok Kemalizm, tüm devrimleri ve bir çağdaşlaşma projesi olarak yeni bir devletin kurulma sürecinin tümünü ve bu arada Batı dünyası ile işbirliğini de kastedenlerin daha çok Atatürkçülük deyimi kullanmaları gibi bir ayrım ortaya çıktı. Ayrıca 12 Eylül dönemindeki yöneticilerin, demokrasi karşıtı, insan haklarına saygılı olmayan ve işkence uygulamalarına dek uzanan, Türk-İslam sentezinin hem faşizme giden milliyetçiliğini hem de şeriata giden dinciliğini destekleyen politikaları "Atatürkçülük" adı altında savunmaya çalışmaları, bu terimi önemli ölçüde yozlaştırdı. Bütün bunlara karşın yine de, Atatürkçülük ve Kemalizm terimlerini aynı anlamda kullanıyorum. Ben toplumbilim eğitimi almaya başlayalı beri, Atatürk'ü incelemeyi ve kavramsallaştırmayı hep kendi önümde önemli bir hedef olarak görmüştüm. Sonunda "Devrim Kuramları ve Toplumbilim Açısından Atatürk" adlı kitabı yazdım. Ayrıca gerek Atatürk gerekse Atatürk dönemi Türkiyesi üzerine yazdığım inceleme makalelerini de "Atatürk Üzerine" adlı bir yapıtta kitaplaştırdım.
Her iki kitap da şu anda piyasada var.
Ayrıca "21. Yüzyılda Türkiye" adlı kitabımda da Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü, Osmanlı-Türk tarihsel dönüşüm süreci içinde irdelemeye çalıştım.
Bu kitap da halen piyasada.
Tabii Atatürk bir devlet kurduğu, "kurucu baba" olduğu için, bugün bu devletin içinde yaşayan herkes, ona sahip çıkmakta ve kendi farklı görüşlerini onun adına savunmakta.
Bu kargaşa, bütün "kurucu babaların" kaçınılmaz yazgısıdır.
Ayrıca hemen belirtmeliyim ki, ben kendi söylediklerimin, "herkesi bağlayıcı" olduğu iddiasında da değilim.
Ama Atatürk'e ve Atatürk Devrimleri'ne soğukkanlı bir biçimde baktığımda Atatürkçülüğün ya da Kemalizmin şu iki ögeden oluştuğunu görüyorum:
1) Son hedef çağdaşlaşmadır.
2) Bunun için de ilk hedef, çağdaş uygarlığı temsil eden devletlerin boyunduruğundan kurtulmaktır.
Atatürkçülük bu bağlamda çok kısaca, "çağdaş uygarlığa ulaşmak, bunun için de önce bu uygarlığı temsil eden güçlü devletlerin denetiminden kurtulmak ve onlarla eşit koşullara erişmektir."
Ben, çağdaş uygarlığa ulaşmayı da, laik ve demokratik sosyal hukuk devletinin gerçekleştirilmesi olarak algılıyorum.
Türkiye-AB ilişkilerine de bu hedefler çerçevesinde bakarsak, Atatürkçülük adına ne yapmamız gerektiğini anlayabiliriz diye düşünüyorum.

Geçen haftaki makalemi çok kısaca şöyle özetleyebilirim:
1) Kemalizm ve Atatürkçülük terimleri, başkaları tarafından farklı anlamlarda kullanılsalar da, bence aynı ideolojiyi ifade ederler.

2) 12 Eylül yönetiminin Atatürkçülük adı altında yaptıklarının Kemalizm ya da Atatürkçülük ile uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur.

3) Kemalizm ya da Atatürkçülük çok kısaca çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, bunun için de önce çağdaş uygarlığın ileri ülkelerinin sömürüsünden - denetiminden kurtulmaktır.

4) Çağdaş uygarlık düzeyini günümüzde laik ve demokratik sosyal hukuk devleti kavramı temsil eder.

Bugün önce Atatürkçülüğün, Altı Ok ile simgeleşen ideolojisinin yöntemine işaret ederek konuya devam edeceğim, çünkü Altı Ok, bize bugün de ne yapacağımızı belirtecek.

Altı Ok, endüstrileşmeyi kaçırmış bir feodal-teokraside, yani bir tarım-din imparatorluğunda, endüstrileşmenin sonuçlarına kısa yoldan varmanın yollarını işaret eder:

Altı Ok'un simgelediği, endüstrileşmenin ürünleri olan milliyetçilik, vatandaş bilinci (halkçılık), sermaye birikimi (devletçilik), laiklik, demokrasi (cumhuriyetçilik) ve bütün bunların birlikte uygulamaya konulması olan devrimcilik, endüstri devrimini yaşamamış bir toplumda kısa yoldan laik ve demokratik bir sosyal hukuk devletini üretebilmenin formülüdür.

Bu hedefe henüz varabilmiş değiliz. Yani Anayasamızda da yazılı bulunan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti, bizim için gerçekleştirilmiş bir olgu (fenomen) değil, henüz erişilmesi gereken bir hedef olarak görünmektedir.

İşte tam bu noktada, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri konusunda ne yapılması gerektiği de açıkça ortaya çıkmaktadır:

Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği ile ne bahasına olursa olsun bütünleşmek için değil, Atatürk'ün koyduğu hedef çerçevesinde kendi vatandaşlarının refahı ve mutluluğu için laik ve demokratik sosyal hukuk devletini gerçekleştirmek zorundadır.

Bu hedefe varıldığı zaman, Türkiye zaten çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış olacağı için, bu düzeyin Yirmibirinci Yüzyıldaki yansımalarından biri olan Avrupa Birliği'ne öteki üyelerle eşit bir statü içinde, otomatik olarak katılacaktır.

Bu katılma, hiç kuşkusuz, çağdaş uygarlık düzeyini hedef olarak gösteren Atatürkçülüğe de ideolojik olarak uygundur.

Peki Türkiye'nin bugün Avrupa Birliği ile yaşadığı sorunların kaynağı nedir ve bunlara Atatürkçülük çerçevesinde nasıl bakılmalıdır?

Türkiye'nin bugün AB ile yaşadığı sorunların kaynağında "eşitsiz statü" ve AB'nin Türkiye'ye karşı önyargılı tutumu yatmaktadır.

Birinci olarak, Türkiye, Gümrük Birliği'ne üyedir fakat bu Birliğin karar alma mekanizmasına dahil değildir.

Yani pazarını AB'nin emrine vermiştir ama bu pazarda ne yapılacağı konusundaki kararlara katılma hakkı yoktur.

Böyle bir statü, bırakın Atatürkçülüğü, "üyelerin eşitliği" ilkesine göre kurulmuş AB çerçevesinde mantıken bile kabul edilemez.

İkinci olarak, AB, Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesinden dolayı Türkiye'ye karşı doğan yardım yükümlülüklerini yerine getirmemektedir, çünkü Yunanistan veto hakkını kullanarak, bu yükümlülüklerin yerine getirilmesini engellemektedir.

İşte tam bu noktada Türkiye ile AB arasındaki can alıcı soruna gelmiş bulunuyoruz.
AB, üye ülkelerin eşit statüya sahip olması ilkesine göre kurulduğu için her üyenin "veto" hakkı vardır. Böylece, AB içindeki her üye ülke, AB'yi doğrudan denetlemektedir.

İşte neredeyse, tüm tarihsel ve siyasal varlığını Türkiye düşmanlığı üzerine kurmuş olan Yunanistan, AB'nin Türkiye'ye karşı "önyargılı" ve "eşitsiz" davranmasının temel nedenidir.
Atatürkçülüğe göre de Türkiye'nin hedefi, "tam ve eşit üye olarak" Avrupa Birliği'dir ama, AB-Türkiye ilişkilerinin bugünkü "eşitsiz" durumu, sadece Atatürkçülüğe değil, hem ulusal onurumuza hem de ulusal çıkarlarımıza aykırıdır.
Emre KONGAR

No comments: