Sunday, October 4, 2009

Said-i Nursi’yi bile andı; ama... "En büyük devlet büyüğü", partisinin genel kurul toplantısında Türkiye’nin 72 milyon insanını nasıl kucakladıklarını anlattı...
...
***
Kürsüden haykırdı.:

“Biz insanlarımızı bölmüyoruz... Dini, dili, etnik kimliği ne olursa olsun herkesi seviyoruz...”
Sonra da ekledi:

“Asıl onlar bölücülük yapıyor... Asıl onlar ülkeyi bölüyor...”
Onlar dediği kim?
CHP’liler ve CHP’ye oy verenler...
MHP’liler ve MHP’ye oy verenler...
İşçi Partisi’ne, Genç Parti’ye, Demokrat Parti’ye, Türkiye Komünist Partisi’ne, Liberal Demokrat Parti’ye ve adlarını tek tek yazamadığım diğer partilere oy verenler...
Ya ni; yuvarlak hesap kendi partisine oy veren 14 milyon 732 bin kişi dışında kalan herkes...
Dudaklarımdan dökülen sözleri yine engelleyemedim:
“Hani herkesi kucaklıyordun, hani herkesi seviyordun... Bu ‘Onlar’ da neyin nesi oluyor o zaman?”
***
Hoşgörüden, tahammülden, kültürel zenginliğimizden söz etti...
Ahmet Yesevi’den başladı, Yunus Emre’yle yol aldı.
Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mehmet Akif’i unutmadı.
Ne kadar “kucaklayıcı” olduğunu göstermek için Tatyos Efendi’yi, Sabahat Akkiraz’ı, Nazım Hikmet’i, Cem Karaca’yı ve hatta Ahmet Kaya’yı andı...
Her isimden sonra salondan cılız alkışlar yükseldi...
Sonra listeye tarikatçı Said-i Nursi’yi ekledi... Onu da bu ülkenin yetiştirdiği değerlerinin başına oturttu.
Salon alkıştan yıkıldı.

Bir tek kişinin adını anmadı...

Ya da unuttu...

O kişi, Türk kültürünün son
86 yılına damgasını vuran Mustafa Kemal Atatürk’tü!


Dudaklarım, yine irade dışı konuşmaya başladı:
“Bu ülkenin kültürel zenginliğinden söz ederken, onu nasıl unutabildi?”
***
“Herkesi kucakladığını” söylerken, huzurevi ücretlerine yapılan zamlardan sonra kapı önüne konulan bakıma muhtaç yaşlılar geldi mi aklına bilemem...
Ama son bir yılda işsiz kalan yüz binler gelmedi.
Üç kuruşluk maaşla yaşamaya çalışan emekliler gelmedi.
İşletmelerini ayakta tutabilmek için, çalışanlarına tüketici kredisi kullandırıp bu paraları onlardan toplayarak borçlarını ödeyen işletme sahipleri gelmedi.
Hatır çekleri yüzünden hapishaneye düşen esnaf gelmedi.
Kredi kartı batağına saplanıp kalan milyonlar gelmedi.
İşkencede ölen Engin Çeber’in ailesi gelmedi...
Ergenekon’un kasası olduğu iddia edilirken, öldükten sonra beş parasızlığı gün ışığına çıkan Kuddusi Okkır’ın eşi gelmedi...
Teröristlerin verdikleri ifadeler yüzünden bugün cezaevinde kahırdan ölmek üzere olan terörle mücadele kahramanları da gelmedi...
***
Dudaklarım bir kez daha benden izinsiz isyan etti:
“Keşke sen herkesi değil de, herkes seni kucaklayabilseydi...”

***

KİM YAZMIŞ?
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan, parlamentoda yaptığı konuşmada Türkiye ile Ermenistan tarafından 31 Ağustos tarihinde parafe edilen ve 10 Ekim’de resmen imzalanması beklenen iki uzlaşı metinini tamamen kendilerinin yazdıklarını açıklamış...
Türk tarafı sadece ufak tefek düzeltmeler yapmış...
***
Hani dilim söylemeye varmıyor ama...
Yoksa Kürt açılımını da İmralı’daki mi...
Ammaaaaannn...
Olur mu öyle şey!

***

GÜNÜN SORUSU
Müjde Ar, “Sezen’le kafaları çekip Başbakan’ı aradık...
Zaten Sezen sık sık arıyor” demiş...
Güldünüz mü, üzüldünüz mü?

***

Polis okulları giriş sınavı sorularını kim hazırladı?
Dün polis okulları giriş sınavında yaşanan soruların sızdırılması skandalı nedeniyle Milli Eğitim Bakanı’na, “Bu soruların bakanlığınız bünyesindeki bir komisyon tarafından hazırlandığı söyleniyor. Bu durumda sorumluları tespit edip yasal işlem başlatmanız gerekmiyor mu” diye sormuştum...
Bakanlık bir açıklama göndererek, bu sınavla kesinlikle ilişkileri olmadığını açıkladı...
Eeeee; ÖSYM de “Soruları biz hazırlamadık” diyor...
Geriye kala kala Polis Akademisi Başkanlığı kalıyor...
Eğer soruları onlar hazırladıysa, bu durumda hesabı da onların vermesi gerekiyor...
Yoksa soruları bizzat tarikat üyeleri hazırlıyor da... Biz saf saf onların soru çaldıklarını mı düşünüyoruz?

Mustafa MUTLU

SAİD-İ NURSİ ATATÜRK İÇİN NE DEMİŞTİ

Başbakan Erdoğan, AKP 3. Olağan Kongresi’nde AKP’nin manevi tavrını şu cümleler ile çizdi : ''Seversiniz sevmezseniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz etmezsiniz... Ama Ahmedi Hani'siz, Bitlisli Said-i Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır''Ahmedi Hani, Ahmet Kaya, Nazım Hikmet gibi Başbakan’ın adını andığı isimler bir yana Saidi-Nursi’nin adını anması Atatürkçü çevreleri kızdırdı. Bunun nedeni Said-i Nursi’nin eserlerinde sıklıkla bahsettiği “Deccal” kavramı ile Atatürk’ü işaret ettiği iddiası. İslami literatürde “Deccal” en ağır hakaret sayılan ifadelerden biri. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. İslami fikriyata göre Deccal’in ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülüyor.Said-i Nursi’nin Deccal teorisini oluşturan satırlar şöyle sıralanabilir:


“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)


Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)


Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:“...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227) İşte Başbakan’ın Said-i Nursi’ye yönelik atıfları bu nedenle Atatürkçüler’i kızdırdı. Odatv.com Not: Haberimizin hazırlanmasında değerli araştırmaları ile katkıda bulunan Ahmet Oğuz’a teşekkür ederiz.

Savaş Süzal
savassuzal@habergazete.com


Türk televizyonlarında geleneksel goy goy sanatını icra eden parti genel kurullarını izlerken yurt dışında yaşayan Türkler önemli başarılar elde ediyordu. Ne garip değil mi, Türk halkının oyları ile işbaşına gelen bir siyasi parti 40 binden fazla vatandaşının kanını döken bir katil sürüsünün dikte ettirdiği açılım palavrasını gevelerken, yurt dışındaki Türkler Türklüklerine sahip çıktı. Türkiye sınırları içindekiler Türklüklerinden vaz geçmiş gibi. Olaylar bir tarafta ülkenin geleceğini etkileyen ciddi gelişmelerle mücadele, öte yandan üstü sarımsaklı yoğurtlu bol palavra manzarasında.


Bu yazımda yurt dışında Amerika’da yaşayan Türklerin kat ettiği 4 önemli haberi anlatmak istiyorum. Hepsi de son yıllarda iyi örgütlenen Türk derneklerinin verdiği hukuk mücadeleleri.


Amerikalı Ermenilerin, geçen genel seçimlerde Ohio eyaletinden seçilen Cumhuriyetçi milletvekili Jean Schmidt’i karalama kampanyası ellerinde patladı. Kongre’de Ermeni soykırımı iddialarına karşı çıkan Bayan Schmidt, rakip aday Ermeni David Krikorian tarafından Türk hükümetinden doğrudan ve dolaylı olarak para almakla suçlandı. Amerikan yasalarına göre siyasi parti ve adayların yabancı ülke ve çıkarlardan para alması suç. Bayan Schmidt ve avukatları bunun üzerine Krikorian’ı Ohio seçim komisyonuna şikâyet etti.


Ohio Seçim komisyonu üç temel noktada Kirkorian’ı rakibini yalan yere suçladığı kararına vardı.

İlki Milletvekili Schmidt’in Türkiye’den doğrudan para aldığı, İkincisi, Türkiye’nin bazı Türk siyasi eylem gurupları aracılığıyla milletvekiline para verdiği. Son olarak ta Türkiye’nin Türk asıllı Amerikan vatandaşları üzerinden bu parayı politikacıya verdiğiydi. Seçim komisyonu tüm iddiaların doğru olmadığına karar verdi ve Kirkorian’ı kınadı. Kirkorian 2010 yılındaki milletvekili seçimlerinde yeniden Schmidt’in karşısında aday olacak.


İkinci önemli hukuki olay şu anda Amerikan anayasa mahkemesinin önünde. California’da PKK’ya yardım etmek isteyen bir gurubun açtığı ve Temyiz’de de kazandığı bir dava konusunu ABD Dışişleri ve Adalet Bakanlığı ABD Anayasa mahkemesine taşıdı. Konu hükümetin Patriot Act diye bilinen 11 Eylül sonrası çıkarılan yasa ile terör örgütüne yardımı önleyip önleyemeyeceğiydi. ABD Anayasa mahkemesi davayı görüşmeyi kabul etti. ABD Adalet Bakanlığı için bu başarı. 2010 Mart ayında bu dava görüşülecek.


Üçüncü olay gene Ermenilerle ilgili. California eyalet Meclisinden çıkarılan ve özetle Ermenilere tazminatı içeren bir yasayı yerel bir Federal mahkeme bozdu ve yasanın yürürlüğe konmasını engelledi. Bu yasanın yürürlüğe girmesi durumunda Ermeniler Türkiye ile ilişkisi olan her şirkete tazminat davası açacaktı. Bunda da Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi ATAA’nın çabası büyük.


Öte yandan Türkiye’de hükümet başta bazı çevreler Türklüğünden utanır yeni yeni adlar takmaya çalışırken, ABD’de yaşayan Türkler, yeni bir girişimde daha başarı sağladı. Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi ATAA, Amerikan Nüfus Sayım dairesi ile bir anlaşmaya giderek ABD’de yaşayan Türklerin kesin sayısını belirleme çalışmaları başlattı. Mart 2010 tarihinde ABD Nüfus idaresi her eve Türkçe bir form yollayarak eğitim durumu ve etnik özelliğini soracak.
Biz Türkler önceleri Beyaz denilen bir guruba dâhil ediliyor ve Federal hükümetin etnik azınlıklara tanıdığı avantajlardan yararlanamıyorduk. Bu seçim sonucuna göre Türklerin hangi bölgelerde yoğunlaştığı, ekonomik durumlarının ne olduğu sorulacak. Bu formu doldurup yollamayanların kapısına bu kez nüfus memurları dayanıp sayım yapacak. Bu işin Amerika’daki vize ve muhaceret olayı ile ilişkisi olmadığı için Amerika’ya kaçak gelen Türklere bir zararı yok. “Say Türk” (Türküm de) denilen kampanya için dağıtılan kâğıtlarda “Türklüğünü saydır-Türküm de” diye yazarken altında da Bizim siyasilerin ağızlarına bile almaya korktuğu “Ne mutlu Türküm diyene” ibaresi yer alıyordu.


Ne acı bir tesadüf, Türkiye’de iktidardaki “her dağdan bir tezek” misali şiir okumayı seven siyasi partinin lideri bir terör örgütü ve onun siyasi örgütüyle birleşerek anayasadan Türk lafını silmeyi savunuyor. Haksız mıyım, acı bir tesadüf değil mi? Bizler Türklüğümüzle övünür onu uluslar arası literatüre kazdırmaya çalışırken onu savunma durumunda olan anavatandakiler anayasadan, dağa taşa yazdığımız kazdığımız “Türk” kelimesini sildirme yolunda.

Olsun, gene de bizler “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle gurur duyuyor ve övünüyoruz.

05/Ekim/2009
http://www.habergazete.com/ARSIV/10-05-2009/SUZAL.htm



AVRUPA HANGİ HAKLA TÜRKİYE’NİN İÇİŞLERİNE KARIŞIYOR?
Avrupa İnsan Hakları Komiserliği " Ne Mutlu Türk'üm Diyene"

sözüne itiraz ederken böyle bir cesareti kimden aldı-alıyor? ..........................



Sevgili okuyucular,



Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammer-Berg, hazırladığı raporlarda, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözünü ve Türkiye’deki Rum, Ermeni ve Yahudiler dışındaki bir avuç Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Boşnak, Çingene, Abaza gibi grupları azınlık olarak sayılmamalarını eleştiriyor.



Komiser ayrıca, Türkiye'de her bireyin kendini etnik olarak tanımlayabilme özgürlüğünün yaratılması, anadilde eğitim ve azınlık dillerinin üniversitelerde öğretiminin sağlanması, azınlık gruplarının ifade özgürlüğü ve dini azınlık kurum ve topluluklarının tüzel kişiliklerinin tanınması için önlemler alınmasını da istiyor.



Küstahça bir tavır sergileyen Komiser Hammer-Berg ve AB’deki benzerleri, Türkiye’yi karşılarında bir oyuncak gibi görmekte, her istediklerini kabul ettireceklerini sanarak yanılıyorlar. Hiçbir ülke, hiçbir güç, hiçbir kimse Türk milletini “ Ne mutlu Türküm diyene “ sözünden vazgeçiremez.



Bir zamanlar Türk dendiği zaman tir tir titreyenler, şimdi ülkemizi yönetenlerin acizliği yüzünden başımıza kral kesildiler!.



Aslında Komiser Hammer-Berg ve benzerleri biraz tarih okumuş olsalardı, Avrupanın nice krallarının Türklerin önünde diz çöktüklerini öğrenirler ve böyle küstahça şartlar ileri sürmezler, isteklerde de bulunmazlardı.



Kendi ülkelerindeki yabancılara ırk ayrımcılığı yapan, yabancıların öldürülmelerine, evlerinde diri diri yakılmalarına sessiz kalıp, kendi dilini öğrenmeyeni kendi ülkesinin vatandaşlığına dahi kabul etmeyenler, nasıl oluyor da Türkiye’nin içişlerine karışabiliyorlar, böyle bir cesareti kimden-lerden alıyorlar doğrusu çok merak ediyorum.



Nitekim, İngiliz siyaset ve ekonomi dergisi The Economist bile yayınladığı bir makalede, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı liderlerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı açıklamalarını duydukça Türkiye’nin AB’nin samimiyetinden şüphe ettiğini belirtti. Dergi ayrıca Bağımsız Türkiye Komisyonunun, Türkiye’ye ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı görüş bildiren Avrupalı liderlere susmalarını, ağızlarını kapamalarını istedi.

..........



Kanaatımca, bu sivri akıllı Avrupalılara bu konuda akıl, fikir ve cesaret verenler, mutlaka içimizdeki batı ajanlarıdır. Bu nedenle yurtseverler artık uyanmalı ve bu ajanları, ihanetçileri tesbit edip tek tek Türk kamuoyuna teşhir etmeliler ki, millet de bunların kim-ler olduğunu öğrensin.



Ülkemizde Türklük şuuru ile kilitlenmiş insanları, batılılar istiyor diye azınlıklara, etnik parçalara bölmek isteyenler de bu satılmışlar değiller mi ? Ve bunlar ihanetleriyle bir yerde kendilerine göre Anadoluyu Mukaddes topraklar olarak gören Haçlı zihniyetlilerin sinsi planlarına da hizmet etmekteler.



Tarihten habersiz olanlar, tarihten ders almayanlar ileriyi görememekteler. Biraz okusalar, araştırsalar batının Türkler-Türkiye üzerindeki sinsi planları öğrenirler ama nere de onlarda okuma aşkı...



Osmanlı’nın çökme devri yaşadığı yıllarda, zamanın Amerikan cumhurbaşkanı Wilson kendi kafasına göre bir plan yapar ve Doğu Anadolu’nun Ermenilere, Güneydoğunun ayrılıkçı Kürtlere verilmesini planlar. Hatta bölgenin haritasını bile kendisi çizer. Bugün ortalıkta dolaşan bölünmüş Türkiye haritası da o zamandan kalma. Ve Wilson plan siyasi yollarla, bir takım baskılarla başarılamadığı takdirde, Türkiye’ye saldırılmasını-savaş açılmasını da önerir.



Nitekim 1915 ve sonrası Anadolu dört bir taraftan istila edilir. İngilizler İstanbul ve civarını, boğazları, Yunanlılar Egeyi ve Trakyayı, İtalyanlar ve Fransızlar Güneyi isterler. Doğunun Ermenilere, Güneydoğunun da Kürtlere verilmesi kararlaştırılır. Türklere Sadece Ankara ve civarı ile Samsun’a kadar uzanan küçük bir toprak parçası bırakılır.



Peki Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında başarıya ulaşamayan Wilson planının amacı neydi?

Bu planın amacı; Türkiye’nin doğusunda ve Güneydoğusunda kurulacak Ermenistan ve Kürdistan yoluyla, zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğudaki, Kafkalardaki ve Asya’daki ülkelere kolayca ulaşılarak istila etmek ve bölgedeki ülkelerin zenginlikleri sömürmek. Ve bu plan sinsi bir şekilde bugün de yürütülmekte.



Bin yıldan fazla bir zamandır birlik ve beraberlik içinde yaşayan, kökeni ne olursa olsun, TC vatandaşı olarak kendilerini Türk gören ve 86 yıldır “ Ne mutlu Türküm “ diyen insanlar işte bu nedenle etnik-azınlık gruplara ayrıştırılmak ve birlik-beraberliğimiz parçalanmak istenmekte.



YA MUSTAFA KEMAL OLMASAYDI...



Ama Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, Türk halkını yanına alarak Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında tüm istilacıları mağlup edip topraklarımızdan kovar. Sözde Türklerin padişahı ve tüm Müslümanların Halifesi olan Vahdettin ve aile efradı İngilizlere sığınarak ülkesini ve milletini terk eder.



Çanakkale ve Kurtuluş savaşları sonucu mağlup duruma düşen Haçlı zihniyetli batılılar böylece Türklerin topla, tüfekle yenilemiyeceğini anlarlar. Şimdi kaleyi içten fethetme planı içindeler. İçimizden satın aldıkları, aydın, gazeteci, akademisyen, sanatçı, yazar ve cemaat-tarikat hocalarıyla-imamlarıyla, dönmelerle Anadoluyu bu yolla ele geçirmeye çalışmaktalar.



Ama gözlerindeki at gözlüğünü çıkaramayanlar, okuma, araştırma tembeli cahiller sinsi planları bilmediklerinden ileriyi de göremiyorlar.

........



İŞTE BELGELERDEN BAZILARI



Erol Ulubelen’in “ İngiliz Belgeleriyle Türkiye “ adlı kitabını mutlaka okumalılar. İngiliz Kraliyet matbaası tarafından basılan I. Dünya Savaşı ile ilgili gizli belgeler, Erol Ulubelen tarafından Türkçeye çevrilmiş, kitap olarak basılmıştır. 2. basımı Çağdaş Yayınları tarafından yapılan “İngiliz Belgeleriyle Türkiye” kitabında, I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılar’ca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgelere yer verilmiştir. Bu belgelerin bazılarını buraya aktarıyorum ki, belki uyananlar olur;

Gizli Belge: S/735, belge no: 492. Amiral Webb’den Lord Curzon’a yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı: “Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan 4 ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor.” ……...



Gizli Belge: S/60, belge no: 46. 5 Nisan 1920 günü Mr. Lindsay’ın Washington’dan Lord Curzon’a yazdığı yazı: “Amerikan Senatosu, Ermenistan’ın mandası işini görüştü. 5 yılda 757 milyon dolar verecekler. Başlangıçta 50 bin kişilik bir ordu yollanacak, daha sonra 200 bin kişiye çıkarılacak. Amerika kuvvetlerinin başına General Zames G. Harbord getirilecek. Ayrıca bütün Türkiye’nin manda yapılması için de görüşmeler yapılmaktadır.” ……..



Gizli Belge: S/71, belge no: 63. 16 Mayıs 1920 günü Sir A. Gaddes’in Lord Curzon’a yazdığı yazı: “Amerikan hükümeti, Ermenistan’ın Adana da dahil korunmasını istiyor. Silah, cephane, demir yolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler. Boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak bir hareket, Amerikalılar tarafından bastırılacaktır.” ……



Gizli Belge: S/81, belge no: 10. 16 Şubat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir başka parça: “Ermenistan’a 6 ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. (Fransa ise Adana’yı kendisi için istiyor.)” ………

Amerika’nın petrol zenginliğine sahip bölgeye küçük ve kendine bağlı devletlerle egemen olma politikasının çizgileri daha yüzyılın ilk çeyreğinde belirlenmiş. “Irak’ı 3′e bölmek, Barzani öncülüğünde Kürt devleti, PKK kartlarını güçlendirmek, Ermenistan’ı himaye ve bu politika çizgisinde İsrail’den de yararlanmak” stratejisi artık sırıtıyor.



Ne yazık ki, içimizden satın alınmış uşaklar-ırgatlar batının bu sinsi planına-larına ortak olmaktalar, destek vermekteler.





Hulusi ŞENEL



E.Posta- hulusisenel@yahoo.com

No comments: