Monday, October 5, 2009

Turgut Özakman, VATAN'ın sorularını yanıtladı(1)


Mine Şenocaklı

Foto: Özer ŞENDİR

Şeyh Sait isyanı talihsizlikti!
1 milyondan fazla satarak rekor kıran ’Şu Çılgın Türkler’ kitabının yazarı Turgut Özakman’la, ’Dersimiz Atatürk’ filmini konuşmak için buluştuk, ama koskoca bir Cumhuriyet tarihini konuşurken bulduk kendimizi...


Konu Cumhuriyet olunca ’Demokratik Açılım’a gelmemesi mümkün değildi sözün. Özakman’a göre, bugün bu tartışma varsa, sebebi Şeyh Sait İsyanı’nda... Belki de tarihimizin en büyük talihsizliği bu isyan...

Zamanıyla, kayıplarıyla, yarattığı kuşkularıyla...Randevu almak için aradığımda “Hastayım” dedi sadece, yine de randevu verdi. Hani sanki “Gribim” der gibi...


Cumartesi günü için sözleştik, Ankara Oran’daki evine girdiğimde anladım ki, hastalığı öyle sıradan bir hastalık değilmiş. Antrede galoşları taktık, bir de maske...

Ellerimizi dezenfekte ettik. Hanımı öyle nazikçe rica etti ki, biz randevu istediğimize utandık. Turgut Özakman, bizi ayakta, gülümseyerek karşıladı, ama çok ciddi bir operasyondan çıkmış Ağustos sonunda...

Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde, tüm bu önlemler enfeksiyon kapmasını engellemek için, zira nezle bile olmaması gerekiyor.

İşte tüm bu risklere rağmen kabul etti bizi, çünkü konu Atatürk’tü ve Özakman için Atatürk demek hayat demek! 20 yaşından beri Atatürk hakkında bilgi-belge topluyor.

1930 doğumlu, yani 60 yılını Türkiye Cumhuriyeti tarihine vakfetmiş. Sayısız araştırma, roman, senaryo ve tiyatro oyununa imza attı, kaleme aldığı ’Şu Çılgın Türkler’, ülke tarihinin belki de en çok satan kitabı oldu. Cumhuriyetin kuruluş hikayesinin ilk kitabıydı ’Şu Çılgın Türkler’. İkinci kitap ’Diriliş Çanakkale’ydi, şimdi sırada üçüncü kitap ’Cumhuriyet’ var.


’Cumhuriyet’ hacimli bir çalışma, iki cilt olarak yayımlanacak ve önümüzdeki haftalarda raflarda olacak. Çok tartışılacak, çünkü gündemdeki her meseleye bir gönderme var bu eserde, her biri belgelerle destekli... Günümüzde o kadar desteksiz atan kendinden menkul uzmanın olduğu bir ortamda, bu kadar belgeye dayalı bir eserin tartışma yaratmaması mümkün değil!


Benim Turgut Özakman’dan röportaj talebimin sebebi ise senaryosunu yazdığı ’Dersimiz Atatürk’ filmiydi. Ama sohbetimiz Atatürk, onun hayatı derken geldi dayandı siyasi gündeme... Çok doğaldı, çünkü Cumhuriyet tarihini konuşuyorduk. Sohbetin bir yerinde “Bugünkü Kürt meselesinin temeli 1980 Darbesi midir, yoksa çok daha mı eskilere dayanıyor?” diye sordum. “Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Hem de çok büyük talihsizlik” dedi Özakman.


Bir de tarifi var ki çok ilginç; “O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den... Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt vardı ki...” diye devam etti. Kürtler’in İnönü’den ricası...Hata neredeydi peki? Asıl hata isyanın kendisi Özakman’a göre, sonra hatayı hatalar takip etmiş. Mesela o kadar insanın ölmesi... Peki niye? Cevabı hemen veriyor Özakman: “Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor.


Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Bu çok ürkütüyor Ankara’yı, Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek, ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var, yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu.


Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri ’Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın’ diye İnönü’yü uyarırlar mıydı?” Özakman sohbet bittikten sonra bir ricada bulundu benden; “Aman, politik meseleleri ayıklayın, ’Dersimiz Atatürk’ ile bir araya getirmeyin. İkisi farklı konular” diyerek... Ama herkesin fikir beyan ettiği Kürt meselesinde bu kez belgelere dayanarak söylenenleri aktarmamak millete haksızlık olmaz mıydı? Ben haksızlığı Özakman’a yaptım, gerçekleri aktarmak adına... Söyleşiye önce Kürt meselesinden başladım. Şimdiden özür diliyorum, tüm bu konuları çok daha detaylı anlattığı Cumhuriyet kitabını da dört gözle bekliyorum! Kürtler zaten kurucu millet asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar!Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. İşte, tam da böyle bir dönemde isyan oluyor.


Ürküntü, korku, güvensizlik var... Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri, ’Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayırmayın!’ diye İnönü’yü uyarırlar mıydı? Son olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de, ‘Türkiye’deki azınlıklar’ ile ilgili raporunda “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü eleştirdi.


Ne diyorsunuz?Sevr kapatılmamış bir dosyadır; bunu herkes bilsin. Yedi büyük düşmanı yenen bir millet olarak Lozan’a gittik. Tabii ki, “Hoş geldiniz, tebrik ederiz” denmedi bize. Önümüze dolaylı olarak dosyalar getirildi yine. En basitini söyleyeyim size; herkesi azınlık yapmaya çalıştılar. Aleviler bile azınlık olacaktı. Bunların hepsi reddedildi. Yalnız din farkı olanlar azınlık oldu; Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler.


Geri kalanlar ortak bir millet oldu; Anadolu milleti. Doğrusu da budur. Çünkü Atatürk döneminin amacı bir millet yaratmaktı. Millet nasıl yaratılır bir toprak üzerindeki insanlardan? Yurtseverlik duygusu ve bilinci etrafında toplanarak yaratılır. Ötesi uydurma, süslü, konforlu tarifler olsun ama en asgarisi, en sağlıklısı budur. Peki neden Türk deniliyor?Neden Türkiye Büyük Millet Meclisi deniliyor, Anadolu Meclisi denilmiyor? Çünkü 12. yüzyıldan beri, Batı tarihlerinde Osmanlı lafı hiç geçmez, Türkler denir...


Osmanlı’nın devşirmeleri de bir suç işlese bunu yapanlar hep Türkler’dir. Bütünüyle Türk adı kullanılır. Meclis’te konuşmalarda var, “Ağabey milletimiz Türkler” diye... Bir egemen millet var, Türkler diye. Fransa’da Fransızlar’ın, İspanya’da İspanyollar’ın olduğu gibi... Bu üst kimlik. Türk, hem alt kimliktir, yani bütün o etnik gruplardan biridir, aynı zamanda sembolik olarak da bir üst kimliktir. Tarih onu öyle getirdi.“Atatürk, Kürtler’e özerklik sözü vermedi”“Türkiye’nin son otuz yılı Osmanlı’nın sonuna benziyor” diyorsunuz. Türkiye, Yugoslavya olur mu peki?O biraz zor. Yugoslavya çok kolay parçalandı, çünkü parçalanmak istediler zaten. Türkiye’de bu iş biraz zor. Dünyanın dördüncü büyük ordusu, Türk ordusu. Yurdu bölmek istiyorsanız, o gücü de yenmek zorundasınız. Kim, nasıl yenecek? Amerika gelip savaşacak mı bizimle? Irak’ta yenildi, Afganistan’da yenildi, Vietnam’da yenildi.


Ama, pek çok insan Kürt meselesinin bölücülük olduğunu zannetmeye başlarsa, bazı şeyleri korumak güç olur. Bir de şu anda Kürtler bazı taleplerinde çok doğru ve haklı olabilirler ama bazı öncüleri tarihi zorluyorlar. Bu da doğru değil. Öyle yapmasınlar. ’Atatürk vaktiyle bize özerklik sözü verdi’ diyorlar...

Böyle bir şey yok. Atatürk 1923’de İzmit Konferansı sırasında, gazetecilere Kürt meselesi hakkında ’Anayasamızda yerel örgütlerin özerklik hakkı var’ diyor. 1921 Anayasası’nda öyle bir hak var. Yani Çerkezler çoğunluk oldukları yerlerde kendilerini özerk yönetecekler belli konularda, diyelim eğitimde, tarımda...


Ama bu kadar söylüyor. Kürtler’in söylediği de o zaten...Ama 1924 Anayasası ‘Tek devlet, üniter devlet’ diyor. Milli devlet kuruluşuna geçildiği için bu tarz içten içe parçalayıcı olması muhtemel maddeler kaldırılıyor, yerel özerklikler yerini yerel idarelere bırakıyor. Daha çok merkeze bağlı olarak... Ama yine bazı Kürtler diyor ki, “Lozan’da İsmet Paşa, ’Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir’ demişti.


” Doğru... Yani öyle değil mi zaten? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Kurucu millet onlar. Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Tabii ki bu üstünlüklerini zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye. Peki ne olursa her iki taraf da mutlu olur sizce? Bakın, ben Türk derken, içine Çerkezler’i, Kürtler’i, Araplar’ı da katarım. Kafamın içinde hep öyledir. Bizim kuşağımız öyle yetişti. Biz Türk derken yalnızca Türk’ü düşünmeyiz. Onlar bizim toprak kardeşimiz; aynı vatanı bölüşüyoruz. Tarih kardeşimiz; aynı tarihi bölüşüyoruz. Kader kardeşimiz; zenginliği, fakirliği, galibiyeti, mağlubiyeti hep birlikte yaşamışız. Birlikte aç kalmışız, birlikte doymuşuz, birlikte ağlamışız, birlikte gülmüşüz... Şimdi kalkıp da birileri ’Ben Kürdüm’ diyorsa, milliyetçilik duygusunu onlara şırınga eden bir gelişim var demektir. “Türkler de etnik grup, Araplar da, Zazalar da...”Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, bir söyleşimizde şöyle demişti; ’Bu ülkede yaşayan her kuş leylek, her ağaç kavak mı ki ben de Türk olayım!’ Bu da doğru değil mi sizce? Ama ona ’Sen Türk ol’ diyen hiç kimse olmadı ki! Resmi olarak Fransa devletinin vatandaşına Fransız denir, İtalya vatandaşına da İtalyan.


Peki bu problem 1980 sonrasının problemi mi? Atatürk zamanında böyle bir problem yok muydu?Yoktu. Şeyh Sait İsyanı’ndan ötürü Meclis’teki milletvekillerinin çok büyük bir acısı vardı. Ama Meclis zabıtlarını çok iyi okumak lazım; İsmet Paşa Lozan’a giderken Kürt milletvekileri diyorlar ki, ’Bizi, sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha, ayrılmak istemiyoruz.’ Hangi Kürt milletvekilleri?Cumhuriyet kitabında yazıyorum, Ekim sonunda çıkacak. Bütün bunları anlatıyorum orada... Bunların bir kısmı bize yanlış anlatılıyor, bir kısmı ters çevriliyor, eksik anlatılıyor. Şimdi ben doğrusunu belgelerinle, bilgilerinle veriyorum. Kürt milletvekilleri, ‘Sana görev veriyoruz’ diyor İnönü’ye. Gerçekten de Lozan’da Türkiye’yi bölmek için Ermeniler için yurt isteniyor, Süryaniler için yurt isteniyor. Aleviler’in azınlık olması için uğraşılıyor. Aleviler niye azınlık olsunlar ki, Müslüman ve Türkler! Türkiye’yi parçalamak için her şey yapıyorlar. Şimdi yapılmak istenen ne o zaman?

Lozan tutanakları okunduğu zaman, ki Devletler Hukuku Profesörü Seha Meray onları 8 cilt olarak çevirdi, orada yapılan dalavereleri görürsünüz. Onun için ’Ne Mutlu Türküm diyene’ sözüne itiraz etmelerindeki bütün amaç şu; bir Alman, ‘Türkiye’de 37 etnik grup var’ diye bir kitap yazdı. Türk tabiyetinde 22 Alman varmış, onları da etnik grup diye saydı.


Türkler’i de, Türkmenler, Aleviler diye bölüp parçalayıp anlatıyor. İsterseniz bu yöntemle etnik grup sayısı 150’ye bile çıkar. Türkiye’de Kültür Bakanı da, ’Biz bir mozaiğiyiz, bu ne büyük bir zenginliktir’ diye anlatıyor. Azınlık olmanız için belli bir nüfus yoğunluğunuzun olması lazım. Türkiye’de etnik grup var ama diyelim ki, 500 tane Pomak ya da Boşnak varsa, onlara etnik grup denmez. Onlar vatandaşımızdır. Etnik grup adını alabilmek için bunların 300-500 bin nüfusta olması lazım. Türkiye’de, Kürtler, Zazalar, Araplar ve Çerkezler var böyle. Başka etnik grup yok. Bir de Türkler. Türkler yüzde 85... Geri kalanlar yüzde 15. Şimdi böyle bir ülkede, alt kimlik-üst kimlik tartışmasını yapmak ya sayı bilmemek ya da tarih bilmemek demektir. Cumhuriyet bütün bu taşları yerine oturtmuştu. Şimdi bunlarla oynanıyor. Herhalde iyi niyetle oynanıyor. Ama bu çok tehlikeli bir oyun.


Tarihle oyun olmaz. ‘Kürt açılımı’ dediğiniz zaman Çerkez açılımını da yapmanız lazım. Onların günahı ne? Arap açılımını da yapmanız lazım. Mardin ve çevresinde 600 bine yakın Arap asıllı Türk yaşıyor... Kürtler’in sayısı ne sizce?Tam sayı bilmiyorum ama nüfusun yüzde 10’u diye düşünülüyor.


Çünkü bu konuda yapılan araştırmaların hepsinde ya bilimsel bir eksiklik var ya siyasi bir oyun... Ama sayıları yüzde 10-12 civarında. Doğaldır da bu. Birbirimize karışmışız. Bizi ayırmak çok zor. Atatürk’ün manevi oğlu da Kürt’tüPeki Kürt meselesinde nerede hata yapıldı?Şeyh Sait İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. Çok büyük bir talihsizlik ama... O çok şaşkın bir isyan. Yani ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan, belli değil.


Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk ordusundan, hem de Kürtler’den... Şunu da söyleyeyim, o zaman Türk ordusunda da Kürtler’le savaşan bir sürü Kürt var. Çanakkale Savaşı’nda da Kürtler var mı, yok mu diye tartışılıyor hep...Vardır. Neden olmasın? İstanbul’a çalışmaya gelen Kürt, askere alınınca 57. Alay’da Kürt olarak görev yapıyor. Ama Doğu’dan gelip de Çanakkale’de dövüşmüyorlar. Siz sorunun temelini Şeyh Sait’e bağlıyorsunuz değil mi?Evet. Sorunun başı Şeyh Sait. Yani öyle bir hata yapılmasaydı, isyan bastırılırken o kadar insan ölmeseydi... Bu iş daha kolay yürürdü. Çünkü Doğu’dan ürktükleri anlaşılıyor. İngilizler’le el altından işbirliği halinde çok Kürt var. O çok ürkütücü oluyor tabii ki... Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşa karar vermek gerekiyor Musul için. Türkiye daha yeni barışa ermiş, yaraları yeni yeni sarılacak. Savaşabilir mi? O korkuyla bastırmaya uğraşıyorlar isyanı, öyle mi?


Tabii... İngilizler, Kürtler üzerinde çok teşkilatlanmışlar. Ürküntü, korku, güvensizlik var... Yoksa Kürt halkınla bir sorunumuz yoktu. Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey (Soykan), daha sonra Siirt mebusu oluyor. Çerkez, Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç... Türk de Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürt’tür. Onun Atatürk’ün esas oğlu olduğunu iddia edenler de var...


Hayır. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in kestiği ailelerden geriye kalan yetim, öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesinin yanına istanbul’a gönderiyor Atatürk. ’Bu bizim evladımız olsun’ diyerek... Zübeyde Hanım yetiştiriyor onu. Sonra, 12 yaşındayken, 1921 yılında Ankara’ya getirtiyor Abdürrahim’i.. . Abdürrahim Bey’in ailesinden kimse var mı hayatta?Hayır. Yalnız bana bir mektup geldi, ‘Galiba o bizim torunumuz’ diye...


Ama o hayal mektup. Atatürk Latife Hanım’la evlendikten sonra Abdürrahim yatılı okula Almanya’ya gidiyor.


Elektrik mühendisi oluyor, İstanbul’da çalışıyor. Öleli çok oldu. Anılarını, kendisine miras bırakılmış olan Zübeyde Hanım’ın tesbihini, seccadesini falan Başkent Üniversitesi’ne bıraktı.


Allah rahmet eylesin, çok efendi bir insandı. ‘Ben Atatürk’ün manevi evladıyım’ diye hiç ortaya çıkmadı, palavra sıkmadı...Kürt milletvekilleri de Şeyh Sait İsyanı’na karşıydı


Başa dönüp Şeyh Sait’le ilgili bir soru sormak istiyorum. Atatürk’ün bu isyan sonrasında çekilen acıları telafi etmek için yapabileceği bir şey yok muydu peki?Bir kere o zaman Kürt milletvekillerinin hepsi Şeyh Sait İsyanı’nın karşısında yer aldılar, bunu bilin. Yani partinin içinde ve Atatürk’ün etrafında...


Sonra Umumi Müfettişlikler kuruldu. İlki de Doğu’da kurulmuştur. Valileri iyi organize edebilmek, oraya daha iyi bakabilmek için... Ama henüz cumhuriyetin yetiştirdiği insanların hiçbiri idareci olmuş değil. Bunlar Osmanlı’dan kalma idareciler. Bir kısmı çok başarılı olabilir ama bir kısmı o idealizmden çok uzak. İşi ucundan tuttukları anlaşılıyor. Şimdi de öyle, ucundan tuttukları anlaşılıyor. Atatürk’ün ‘Keşke böyle yapmasaydık’ dediği bir konuşma, yazışma var mı?Hayır. Atatürk’ün hiçbir konuşması öyle değil. O geleceğe ait iyi şeyler söylüyor. Bunların bir kısmı yapılmış olan başarıları anlatmak şeklinde, bir kısmı da olursa iyi olur diye düşündüğü, hayallerini anlatan konuşmalar.

Ama tabii birtakım bakanlar değişiyor, umum müfettişler değişiyor. İnönü, Doğu’ya gönderiliyor, Celal Bayar Doğu’ya yollanıyor. Onlardan raporlar alınıyor. Paramız yok, gücümüz yok, uzmanımız yok.


(Gözleri doluyor) Çok acı bir şey ama böyleyiz. Devraldığımız miras bu. Yani bütün Türkiye’de Cumhuriyetin devraldığı doktor sayısı 337! Koca bir devletin doktor sayısı 337. Bu doktorlar ne yapabilir? Buna rağmen sıtmayı yeniyor, frengiyi yeniyor, veremi yeniyor, tifoyu yeniyor Türkiye. Bu ne büyük, ne idealist bir kadro. Şeyh Sait ayaklanmasını da bütün bu olanaksızlıklar içinde mi değerlendirmek lazım?

Tabii!


Biz bugünün bilgisiyle, yaklaşımıyla ‘Keşke şunlar da yapılsaydı’ diyebiliriz. O tarihte bazı şeylerin görülmediği anlaşılıyor. Akciğerinin yarısı alındı...Turgut Özakman çok ciddi bir operasyon geçirmiş Ağustos sonunda. Akciğerinin yarısı alınmış, şimdi nekahat döneminde. Nezle bile olmaması gerekiyor.

Bu yüzden Oran’daki evine girerken ayağımıza galoşları geçirdik, bir de maske taktık. Tabii o da... Maskesini çıkarması riskti, hem de hayati... Yine de öyle fotoğraf çektirmeye gönlü razı gelmedi. Alabildiğimiz kadar önlem aldık.


Maskesini çıkardı, uzaktan sadece bir-iki kare fotoğrafını çekebildi arkadaşım Özer Şendir.

Bu yüzden fotoğrafı az, bilgisi ve belgesi bol bir sohbetimiz oldu...


Mine Şenocaklı / VATAN
Tam 60 yılını Cumhuriyet tarihini ve Atatürk’ü araştırmaya adayan Turgut Özakman, “Atatürk’ün diktatör olduğunu iddia ediyorlar, ama hiç olmadı” diyor. Sonra çok tartışılacak bir söz söylüyor; “
Keşke olsaydı!
Bir milletin kurtuluşu için 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır.
” Bu sözünün altını dolduruyor ardından: “Çünkü daha hızlı gitmemiz lazımdı. Halk hükümeti kurulmasına ihtiyaç vardı. Ama Atatürk kadar çalışan adam çok azdı. Yaratıcı zekaya sahip kadrolar yoktu...”
Dersimiz Atatürk neyi anlatıyor? Bir kere Atatürk niye büyük onu bilelim. Hepimizin bilmesi lazım. Dünya tarihinde bir eşi yok. Hem vatanını kurtarıyor, hem milletini kurtarıyor, hem de emperyalizme karşı savaşıyor.
Üstelik bütün bunları sıfırdan yola çıkarak yapıyor. ABD’nin eski Başkanı General Eisenhower Avrupa’ya çıktı, Almanlar’ı yendi o kadar.
Şimdi adını anan bile yok. O tarihlerde Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ahmet Emin Yalman’ın bir yazısı var. Diyor ki, “Mustafa Kemal Paşa bence Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın önderi General George Washington gibi bir köşeye çekilip kendini unutturmalı.” Nasıl bir kafadır bu. Hep de iddia ediliyor ki, diktatör olabilir. Ama hiç olmadı ki... Keşke olsaydı!Neden?Bir milletin kurtuluşu için 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır. Keşke olsaydı, çok yavaş gitti. Hızlı gitseydi, daha çok şey yapsaydı, bugünler çok daha farklı olurdu. Mesela ne yapabilirdi?Cumhuriyet kurulduktan sonra hiçbir şeye karışmıyor.
Bakanları çağırıp talimat vermiyor. Öyle sersemlikler yapan bakanlar var ki, birini çağırıp azarlasa...
Hangi konularda?
Her konuda.
Yani çalışan adam çok az, yaratıcı zeka yok.
Cumhuriyet kurulurken sadece 50 kişi asıldı!‘Keşke diktatör olsaydı’ sözünüzü biraz daha açar mısınız?Daha hızlı gitmeye ihtiyacımız vardı, halk hükümeti olmaya ihtiyacımız vardı. ‘Nef’i hazine’ diye bir tabir vardır bilir misiniz?
‘Hazinenin menfaatine’ demektir. Maliyede bir sorun çıkarsa bütün meseleler hazinenin yararına halledilir.
Bu Osmanlı’dan kalma aşağılık bir anlayış, doğrusu halk yararına olacak. Biz halk hükümeti kurduk ama halk ayağına dayanmayı başaramadık. Yani, o küçük memurdan başlayarak bunu yaratamadık. Bu çok zor bir şey tabii. Yani bin yıllık bir alışkanlığı hemen çabucak bırakıp halkın emrinde olduğunu, onun hizmetkârı olduğunu anlamıyor devlet.
Şimdi de anlamıyorlar. * Birkaç yıl önce Şebinkarahisar’ da konuştuğum 103 yaşındaki Bilal Dede, “Şapka yüzünden çok adam asıldı. ’Böyle devrim olmaz. Bu şapkayla namaz kılınmaz’ diyen ne kadar alim varsa biz onların cenaze namazına durduk!” diye anlatmış ve ardından da “Atatürk diktatördü amma böyle olması gerekiyordu. Bu millete onun gibi biri lazımdı. Kafasında hem akıl hem siyaset vardı. Bir daldan yaprak düşmeden o düşeceğini anlardı...” diye eklemişti. Öylesine saygı duyuyordu Atatürk’e...
Bir de tanım yapmıştı, “Atatürk öyle bir adamdı ki kurt bile koyuna dalmaktan korkardı dağlarda!” diye...
Bunları söyleyen bir köylü. Duyduklarını anlatmış size... Bir kere “Devrimlere karşı çıktı” diye, asılan yok. Bunu bilin... Giyim kuşam devriminde şapka, isyan için vesile azledilmiştir üç-dört şehrimizde. Rize’de, Erzurum’da, galiba Sivas ve Elazığ’da da...
Onların elebaşları, yani “Şapka giymeyiz, kafirliktir! Devirelim bu hükümeti” diyenler asılmıştır. O apayrı bir hikâyedir.
Onların hepsini toplarsan da bir şey etmez.
Cumhuriyet’in 50 kişinin idamıyla gerçekleştiğini, inanılmaz bir büyük devrim yaratıldığını düşünün. Bu, insanın parmağına toplu iğne batması kadar basit bir şey.
Kansız bir devrim olduğu zaten kabul ediliyor...
Kesinlikle. Çünkü sıkıyönetim yok, sansür yok.
Bunlar da bir Şeyh Sait isyanında, bir de İzmir Suikasti dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri’nde çalıştırılmıştır.
Şimdi onları yazıyorum ‘Cumhuriyet’ kitabım dolayısıyla...
Tam ifade metinlerini okuyunca, sonradan iyi niyetle özetlenenlerin ne kadar yanlış olduklarını ortaya koyuyorum...
Öyle şeyler söylenmiş ki, onları da o özetlere koymak lazımdı ki İstiklal Mahkemeleri’nin ne kadar dikkatli, ne kadar özenerek, ne kadar saygı duyularak gerçeği ortaya çıkartmaya çalıştığı anlaşılsın.
Önce insanlara vakit veriyorlar. Yani karşılarına geçirip de “Anlat!” diye başlamıyor o soruşturmanın mahkemeleri. ..
Bizim kendi tarihimizi çok iyi, çok ciddi, çok saygı ile incelememiz lazım.Demokrasiye geçişte İsmet İnönü çok fazla telaş ettiAtatürk’e ilginiz ne zaman başladı?60 yıl önce...
Anadolu’da yayan yürüdüğüm zaman...
Ankara-Polatlı’dan Afyon’a yayan yürüdüm, 10 arkadaşımla birlikte. 1948 yılında...
30 Ağustos Zaferi’ne katılmak için Polatlı’dan toprak alıp götürmüştük Afyon’a. 10 günde gittik. Ertesi yıl yeni bir yoldan, Kütahya’dan Afyon’a bir daha yürüdüm. İşte o arada anı toplamaya başladım, derken bugünkü hale geldi.
Peki ilk yürüyüşünüze karar vermeniz nasıl oldu?Bir dernek kurulmuştu. ‘Anadolu Oymağı’ diye...
Ben o zaman Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. O dernek bu yürüyüşe katılacak gönüllüler arıyordu. Biri ben oldum. Hayatınız o zaman değişti diyebilir miyiz?Evet. İyi ki de gitmişim. Anıları dinledik. “Kemal’in Askerleri” o anılardan kalma bir deyimdir.
Ondan sonra da, param varsa kitap aldım okudum, yoksa kütüphanedeki kitaplardan defterlere yazdım. Evvela anılarla, sonra yakın tarihimizle ilgili bilgi ve yayın toplamaya başladım... Aradan geçen 60 yılda ne öğrendiniz?Yalnız kahraman yetiştirmiyoruz biz, hain de yetiştiriyoruz. Bunların içinde, hain de var, yalancı da var.
Sırf politika uğruna bunları yapan da var. Dolduruşa geldiği için onları doğru zannedip sahibinin sesi olarak konuşan plaklar da var. Cumhuriyet kurulduğu zaman da Cumhuriyet’in düşmanları var. Onlar saraylılar, hilafetçiler. .. Bugünkülere bakıyorum, bazıları dinci olduğu için Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı. Ama gencecik adamlar var, onlar niye Cumhuriyet’e karşı? Cumhuriyeti yıkıp yerine daha ileri ne kurabilirsiniz? İnsanoğlunun yaratabildiği daha ileri bir düzen yok ki! Atatürk’ün bir sözü var; “İnsanoğlunun en büyük ümidi demokrasidir” diyor. Müthiş bir söz. Atatürk tam demokrasi istiyor. Ama biz daha kuramadık. Sanıyorum İngiltere’de var. Amerika’da söz konusu değil. Almanya’daki demokrasiye de saygım yok. 3 yıl kaldım, geçiniz. Fransa’da demokrasi olsaydı ’Ermeni kıyımı olmamıştır’ diyen birini hapse atacak kanun çıkamazdı. Demek ki yok demokrasi.
Belki demokrasinin yüzde 70’i vardır ama gerisi yok.Köy Enstitüleri’nin kapanmasında CHP’nin de yarı yarıya payı var Bizde demokrasinin yüzde kaçı var?Biz daha demokrasinin eşiğindeyiz.
Biz seçimi demokrasinin tamamı sandık. Partiler çoğalır, seçim de yapılırsa bu demokrasidir sandık. Bunun demokrasinin onda biri olduğunu anlamadık. Tabii ki bu zorunlu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralı. Ama demokrasi bundan ibaret değil. Bir kere hakikaten devletin gerçekten laik olması lazım, gerçekten bilime saygı duyması lazım. Türkiye, Atatürk’ün kurduğu düzenin üzerine ne kadar taş koyabildi?
Biraz. Çok partili döneme geçilmesi, seçim yapılması, CHP’nin iktidarı kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti’ye devredebilmesi bunlar bir ilerleme sayılıyor. Ama demokrasiye geçişte İsmet Paşa’nın çok telaş ettiği görülüyor. Bir an evvel demokrasiye geçilsin, o da demokrasi öncüsü olsun diye... Ama devrimleri, laikliği daha güvence altına alması gerekiyordu, büyük çoğunluk ondaydı. Mesela ‘Köy Enstitüleri’ni Demokrat Parti kapattı’ diyorlar ama yarı yarıya kapatan CHP’ydi. Son darbeyi vuran Demokrat Parti’ydi. CHP ile Demokrat Parti’nin uzlaşmadaki yetersizliğinden dolayı kapanmıştır Halk Evleri de...
Kontrol edemeyeceklerini mi düşündüler?CHP bir devlet kurumu haline getirilmesine razı, Demokrat Parti de buna razıymış gibi görünüyor. CHP’yi Faik Ahmet Barutçu temsil ediyor. Demokrat Parti’yi Adnan Menderes... Sonra birden kopuyor. Bir kanun geliveriyor, CHP’liler de şaşırıyorlar.
Ve Halk Evleri kapatılıyor. Görüşmeler yavaş yürüdüğü için... Adnan Menderes’in sabırsızlığı olabilir. Benim bütün kuşağım, biz Halk Evleri’nde yetiştik.
Hiç CHP lafı falan duymadık. Parti örgütü gibi değildi Halk Evleri. Hadi tedbirli konuşayım, belki bir-iki yerde olmuştur. Ama ben Halk Evleri’nde çok çalıştım, hiçbirinde parti lafı edilmezdi. Orası bizi medeniyet için bir araya getiren bir yerdi. Artık bir daha kurulamaz.
Köy Enstitüleri de, Halk Evleri de...
Köy Enstitüleri Türk dehasının bir eseridir.
O Köy Enstitüsü mezunlarında ne müthiş bir idealizm vardır. 8 tane adam komünist olmuşsa ne olmuş!
Orduda oldu, kapattık mı orduyu? Üniversitede oldu, kapattık mı üniversiteyi? Komünist varsa, atarsın onları, biter gider.
Köy Enstitüleri, Türkiye’yi kurtaracak çok büyük bir projeydi...
Söyleşimiz boyunca çarpıcı açıklamalar yapan Turgut Özakman, yine çok tartışılacak bir saptamada bulunuyor:

“Müslüman Türkler için iki Mustafa vardır;
Hz. Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal.”
Özakman, Atatürk’ün halktan gördüğü inanılmaz saygı ve sevginin Hz. Muhammed’e duyulan saygı ve sevgiye benzer olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Tabii ki Hz. Muhammed çok büyük bir peygamber, onun yeri başka.
Ama ondan sonra Doğu’nun kahramanı, Müslümanların kahramanı Atatürk. Ondan daha büyüğü olmadı...” Senaryosunu yazdığınız Dersimiz Atatürk filminin çok tartışma yaratacağı kesin. Şimdiden Can Dündar’ın ’Mustafa’ filmine bir cevap olarak yapıldığı iddia ediliyor.
Öyle mi?
Hayır.
Ama şu da var; Batılılar genel olarak Atatürk’e saygımızı, vefamızı anlamıyorlar.
Tarihlerinde böyle birisi yok çünkü.
Anlamayan bazı yurttaşlarımız da var ne yazık ki!
Çünkü tarihimizi doğru bilmiyorlar.
Bilseler bu haksızlığı ve vefasızlığı yapmazlar.
İşte bu film gerçekleri anlatacak. ‘Mustafa’ filmi yapılmasaydı yine yazar mıydınız bu senaryoyu?
Yazardım.
Çünkü bir sürü insan gelip gidiyor bana, “Atatürk filmi yapmak istiyoruz.
Şöyle mi yapalım, böyle mi yapalım?” diye danışıyor.
Ben de onlara dostça yardımcı olmaya çalışıyorum.
Onlardan biri de Serkan Balbal... Bir gün “Ya, niye siz yazmıyorsunuz da biz çekmiyoruz bir Atatürk filmi” dedi.
Böyle başladık.
‘Dersimiz Atatürk’ün farkı ne olacak?
Bizim filmimiz iddiasız, tartışmaya açık bir yanı yok.
Başta Atatürk’ün hayatının özeti var.
Sonra onun çocuklara, öğretmenlere, eğitime ve doğaya duyduğu sevgiyi, saygıyı veriyoruz. Çocuklara Atatürk’ün bu insan tarafını anlatıyoruz.
Tabii ki Atatürk’ün bir sürü insani nitelikleri var. Ama bu film yalnız bu niteliklerini anlatıyor. Bir örnek anlatabilir misiniz?
Daha çevreciliğin adının zihinlerin ucunda bile bulunmadığı tarihte, Atatürk çınar ağacının büyümesine engel oluyor diye, Yalova’daki evi 5 metre ileriye taşıyan bir adam.
Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir şey.
O çınar ağacı da, ev de anıt gibi duruyor hâlâ. Temelini kazıp evi raylar üzerinde 5 metre kaydırıyorlar.
Yıl 1934! Atatürk işte böylesine doğaya saygılı.
O kadar çok örnek var ki!
Mesela?
Bir gün yolda giderken birden bire arabayı durduruyor ve soruyor, “Burada bir iğde ağaçı vardı ne oldu?” diye.
Kesilmiş.
O kadar üzülüyor ki, “Durup dururken bu iğdeden ne istediler?” diye...
Veya öğretmenlere olan saygısı.
Bir gün bir sınıfa giriyor, öğretmen de yerini ona bırakmak istiyor, oturmuyor ve diyor ki, “Sınıftaki en büyük insan öğretmendir.” Biliyorsunuz Kenan Evren filan bir vilayete gidince hemen valinin yerine, sınıfa girince öğretmenin yerine oturur ya, Atatürk asla oturmuyor...
Herhalde onlar da tarihimizi bilselerdi yapmazlardı! Bizim bir şey bildiğimiz yok.
Cumhuriyetin sefasını sürüyoruz...
Hedef kitleniz çocuklar mı sadece?İlköğretim ama öğretmen de birlikte gidecek, abisi, ablası da birlikte gidecek.
Anne babası alıp götürecek, filmin onları da tatmin edecek bir seviyede olmasına dikkat ettik. Bu filmden herkes küçük de olsa bir ders alacak...
Biz dahisi çok bir millet değiliz. Atatürk’ü kavramak kolay bir iş değil; çok zeki bir adam. Okuduğu kitap sayısı 4 bin. Dersini çalışır gibi altını çizerek, bir yandan notlar yazarak okuyor. Şimdi üç kitap okumuş kendilerine bilim adamı diyenler çıkıp Atatürk hakkında konuşuyor. Bilim adına utanıyorum. Yakın tarihimizi bilmek zorundayız.
Bakın ben Atatürk’ü gördüm.
Demek ki hemen bu kadar yakın bir tarih. Nasıl gördünüz?Bakırköy’e gelmişti. Bir araba, bir de önünde sepetli motosikletle. O kadar! Bir kendi arabası, bir de sepetli motosiklet. Viyana Gazinosu’na girdiler, dondurma yediler, polisler de kapıda bekledi.
Halk bir anda yanına doluştu. Alkışlar arasında geçti-gitti.. .Siz kaç yaşındasınız o zaman?
1937 yazıydı, demek ki 7 yaşındayım. Ne hissettiniz gördüğünüzde?Atatürk’ün halktan gördüğü o inanılmaz saygıyı, inanılmaz sevgiyi sizin yaşınıza anlatmak kâbil değil.
Yer yerinden oynuyor. Çünkü imkansızı başarmış büyük bir insan.
Türkler için iki Mustafa var; bir Hz. Muhammed Mustafa var, bir de Mustafa Kemal.
Evet, bu Müslüman Türkler için böyledir. İlki, tabii o çok büyük bir Peygamber, onun yeri başka. Ama ondan sonra Doğu’nun kahramanı, Müslümanların kahramanı, ta İslamiyet’ten bugüne kadar en büyüğü Atatürk; daha büyüğü olmadı. İşte bütün o mazlum, sömürülen zavallı milletlere, Milli Mücadele çok büyük bir örnek olmuştur.
Bu ülkelerin çoğu bizden sonra Cumhuriyet’e döndü. İşte, Cezayir, Tunus, Mısır, Hindistan’ın büyükçe bölümü, özellikle Hindular. Sonra Fas...
Fas’ta Müslüman da vardır, Hıristiyan da... Hıristiyanlar da bu Milli Mücadele’den yararlanıp zincirlerini kırmışlardır. Diyeceğim, Atatürk’ün, yalnız Türkiye’ye değil, dünyaya yaptığı etki de çok önemli. Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger diyor ki, “Üçüncü Dünya Ülkeleri için tek model Kemalizm.” Zaten aklın yolu birdir. Şimdi bakıyorsunuz, sermayeniz yok, uzmanınız yok, potansiyeliniz yok. Tüm Türkiye’de 42 bin köy var, ama birinde bile okul yok. Bir düğme, bir toplu iğne bile üretemiyorsunuz. Köylüler 4 bin yıl öncesinin yöntemiyle toprağı sürüyor. Türkiye Orta Çağ’da... Ne yapacaksınız? İşte ne yapıldıysa Atatürk yaptı ve örnek oldu. Atatürk çapkınlık yaptıysa günahı benim olsun!
Mustafa filmi “Atatürk insani zaaflara yer vermişti. Ve en çok da bunlar tartışıldı. Sizce Atatürk’ün insani zaafları yok muydu?
Olmaz olur mu! O ne ilah, ne üstün insan; düpedüz bizim gibi.
Elbette zaafları var!
İçki içiyor.
Bu bir zaafsa zaaf.
Bunu da bilerek isteyerek içiyor.
Neşelenmek için içiyor.
Kafasını daha sakinleştirmek için içiyor...
Çok kahve içiyor, bu da bir zaaf. Çok sigara içiyor, bu da bir zaaf.
Kadınları seviyor...Kadınları sevdiği konusunda, saygısından bahsedilebilir.
Bazı kadınlara da ilgi duyduğu söylenebilir. Hiç olmazsa biz ikisini biliyoruz, biri Fikriye’ydi, Allah rahmet eylesin hayatının sonu hiç iyi olmadı.
İkincisi Latife Hanım, severek evlendi, ama yürümedi. Ayrıldıktan sonra tek kimseye onu eleştirtmedi ama.
Nitekim, Latife Hanım da aynı saygıyı gösterdi. Fikriye Hanım ve Latife Hanım dışında Atatürk’ün hayatında başka kadın yok muydu peki?
Bakın Atatürk hiç içki içtiğini saklamıyor, üstelik Türkiye’de, Müslüman ülkede. Ama kadınlar konusunda konuşmuyor. Demek ki bu konunun açıklanmasını istemiyor. Çünkü istemese içkisini de saklardı. Bu sessiz bir vasiyet, öyle diyelim. Çünkü uydurulunca çok şey uydurulur, arkası gelir.
Keşke çapkınlık yapmış olsa, helal olsun ya, bu konuda bir günahı varsa o günah benim olsun!
Ne günahı olacak ki!
Adam değil mi, erkek değil mi, sağlıklı değil mi?

No comments: