Monday, December 21, 2009

Değerli yurtseverler;

Ciddi sağlık sorunlarıyla baş etmeye çalıştığı bir dönemde, ülkemizde estirilen faşist rüzgarların sonucu olarak, şimdilerde -yeni doğan torununu bile göremeden- yurt hasreti çekmeye mecbur bıraktırılmış, eli öpülesi gerçek aydınlarımızdan, ÇEV eski başkanı Gülseven Güven Yaşer’in, son yapıtı “Ufkun Ötesinde Ne Var?” Togan Yayıncılık tarafından Kasım 2009’da yayınlanmış bulunmaktadır.

Kapkaranlık bir eğitim (ve toplum) manzarasıyla karşılaşmamızı sağlayan ve okudukça, dehşetten dehşete sürüklenip dona kalacağınız bu kitabın önsözünden kısa alıntıları dikkatlerinize sunmaktayım.

Kitap, tüm yurttaşlar, eski-yeni siyasetçiler, asker-sivil bürokratlar -özellikle milli eğitim bürokratları- ve her kademedeki laik eğitimciler tarafından mutlaka okunması gereken bir yapıttır.

Kitapta sergilenen ve ülkeyi er-geç toptan yıkıma götürecek bu korkunç tablonun değişebilmesi, ancak ve ancak yurt ve yurttaşlık bilinci körelmemiş seçkin aydınlarının önderliğinde cumhuriyeti savunan tüm partilerin, cumhuriyet kurumlarının ve demokratik kitle örgütlerinin vakit geçirmeksizin el ele vererek mücadeleye girişmeleriyle mümkün olabilecektir.

Saygılarımla,

Mehmet Kunt


“Ufkun Ötesinde Ne Var?”ın önsözünden...

“Bu kitap, 1950’ler sonrasını, 1980’leri, 2000’leri ve bu uzun yıllar boyunca genç kuşaklara verilen Cumhuriyet felsefesi karşıtı öğretileri ve ezberleri belgeliyor. Üniversitelerde, meydanlarda, okul kapılarında gösteri yapan militan gençlerin, türbanlı kızların dünyalarını kuran yayınları örnekliyor.

Tarikatlerin gerçek bir organı gibi görev yaparak, Anayasal görevlerini, tarikat ve cemaatler lehine kullanan resmi kurumları, bakanlıkları, İBDA C’nin, Fetullahçıların, Süleymancıların, genç beyinlere özel olarak ulaştırılan öğretilerini sergiliyor.

Bu kitap, yaşadığımız bu günlerin başlangıcını anlatıyor. Kimler, ne zaman, nasıl, nerede ve niçin bu rollere soyundular? Genç Cumhuriyetin çağdaş değerlerini, aydınlığını yok etmeye nasıl yürüdüler?...

...Yıllarca, siyasette dinin bir araç olarak kullanılmasını, siyasetçilerin din istismarlarını , din, ticaret, tarikat bağlantılarını görmezden geldik. Görmek istemedik.

Yaşanan göçler; ulusuna, ülkesine ve Ata’sına bağlı, inançlı Anadolu insanını, büyük kentlerin acımasız, yoz ve insani duygulardan yoksun bölgelerine fırlatıp atıyor. İşsizliğin, ekonomik zorlukların yaşattığı korkular insanların umudunu tüketirken yaşamları ucuzlatıyor, en kutsal değerleri yıpratıyor. Yalnız ve çaresiz insanların sığınacağı güç, moral değerler ve din oluyor. Burada örgütlenmiş tarikatların insanlarımızı ezen, öğüten sömürüleri ve karanlık dünyaları devreye giriyor.

Eğer böyle giderse, birgün Türkiye’de de mollalar, ılımlısı ve radikaliyle kol kola girerek güçlerini birleştirebilirler. Bu güzel ülkeyi kısa zamanda bir İran, Afganistan, Pakistan yapar, aydınlanmış, çağdaş değerlerle bütünleşmiş bu toplumu, kadını-erkeği ile ortaçağı yaşayan o toplumlara benzetebilirler. Epeyce de yaklaştılar.

21. yüzyılda toplumun, Cumhuriyet idealindeki hayattan kopartılıp başka hayatlara ve dünyalara yönlendirilmek istendiği günleri yaşıyoruz Genç kuşaklar üzerinde oynanan bu oyunlara, bu yanlışlara karşı sesimizi çıkarmadığımız sürece, bir açıdan yaşananların suç ortağı oluyoruz.

Bugün durum, Türkiye’nin geleceğini oluşturacak genç kuşakların eğitimi ile ilgili kararların parçası olmamızı gerektiriyor.

Ülkede devam eden zorlu bir mücadele var, hatta bir savaş bu. Onurla umursamazlık arasında bir seçim. Özgür düşünce ile taassup, aydınlık ile karanlık arasında, doğru ile yanlış arasında bir seçim.

Toplumun geleceği ile ilgili, hayati bir seçim...

Bugün etkin bazı kişi ve kurumların sadakati ne yazık ki ülke sınırlarını aşıyor.Kimi politik çıkarları için susuyor, kimi ekonomik çıkarları için...

Kimi de yoksulluktan, cehaletten, bilgisizlikten susuyor, konuşamıyor...

Oysa zaman konuşma zamanıdır. Siyasal erke ses çıkaranlara, susmayanlara ve susmayı reddedenlere destek zamanıdır.

Hepimiz endişeli, mutsuz ve güvensiziz. Hele gençler, yeni kuşaklar... Onlar daha da yalnız, suskun ve çaresizler. Bu dünyada robotlar gibi dolaşıp, sadece dinci ve bölücü otorite figürleri tarafından, onlara öğretilen düşünce kalıplarını daha fazla yaşamak istemiyorlar. Onlara aydınlanmayı, özgür düşünceyi, gerçek birey olma şansını ne zaman vereceğiz.

Bu gerçeği görmezden gelmek çok büyük bir hata! Bugün çağdaşlığa, özgür düşünceye, pozitif bilime giden tüm yollar tıkalı. Türkiye Cumhuriyetinin devlet okulları bugün koyu bir dini taassubun kol gezdiği eğitim kurumları haline geldi. Özel tarikat okullarını söylemeye gerek yok. Liselerde açılan mescitlerde, Cumhuriyetin reddettiği, öğretmen kılığında bir takım softalar ders veriyor ve öğrenciler Cuma günleri namaz kılmak için ders saatlerinde, otobüslerle gizlice camiye götürülüyorlar.

Kim olduklarını, gerçeğin ne olduğunu bile artık bilmiyor çocuklarımız. Bilgisiz, bilinçsiz bir dünyada yanlış inançların, ayrılıkçı güçlerin kıskacında eğilip, bükülüyorlar ve boyun eğiyorlar. Sanki Osmanlı’yı yeniden yaşıyoruz. Kaybettiğimiz bu çocuklar, ezberlenmiş aynı diyaloglar, aynı söylemlerle kendilerini nasıl bir çıkmaza soktuklarının farkında olamayacaklar. Daha sonra olsalar bile, artık o çemberi kolayca kırıp dışarı çıkamayacaklar.

Her gün karşımıza, karmakarışık olmuş toplum ilişkileri, çürümüş, yok olmuş değerler, çağdaşlık idealleri, politikalar, politikacılar çıkıyor. Yanlış ve kasıtlı söylemler, vurgular, detone sesler giderek artan bir tempoda hepimizi ve toplumu sarmalamış durumda...

Hepimiz biliyoruz; siyasetçisi, bürokratı, iş dünyası ve medyası ile koca bir ülke, suç işleyen tarikatlar ve uzantılarına karşı sessiz kaldı. Onlar da resmi ve kaçak Kur’an kurslarıyla, imam hatip okullarıyla ülkeyi parselleyip önce çocuklarımızı esir aldılar. Anadolu’nun yoksul ve sahipsiz çocukları bunların karanlık ellerindeydi, biliyorduk.

Gerçeği haykıran aydınların, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, yüksek yargının söylemleri ne yazık ki toplumda etkili olamadı!

Sonuç 21. yüzyıl Türkiyesinde açıkça, pervasızca sergileniyor artık. Onların şimdi, kendi siyasetçileri, bürokratları, iş adamları, gazetecileri ve güvenlik güçleri var. Ve Cumhuriyeti esir aldılar!..

Yaşadığımız toplumun acılarını anlamak ve çözümlerinde rol almak daha fazla sorumluluk gerektiriyor. Eğer, bu günlerin, karanlık ve korku dolu bu dönemin sona ermesi sizce de isteniyorsa, bir şeyler yapmanızın zamanıdır.

Hiçbir şey, harekete geçen cehalet kadar korkunç olamaz diyor Goethe.”
Gülseven Güven Yaşer, 8 Mart 2009

Not:
[Kitap, Çağdaş Eğitim Vakfı’ndan (Tel: 0212 297 69 79 – 80 – 81) ve
Togan Yayıncılık’tan (Bizim Avrasya Yay. Tel: 0212 585 66 28 – 0212 518 22 94) temin edilebilir.]

No comments: