Wednesday, May 13, 2009

"Mustafa" filmi için savcılığın belirlediği saptamalar hiç kuşkusuz önemli. Ancak filmin asıl amacını, dolayısıyla işin özünü yakalayamıyor.

Ötesinde, saptanan yanlışlar Can Dündar’ın "iyi niyetli" diyemeyeceğim keyfi belgesel anlayışını da sadece ayrıntıda sergiliyor.

Anımsanacaktır, Can Dündar bu konuda, “Hayattaki her şey gibi, belgeseller de sübjektif” diyebilmiştir. “Mustafa” filmindeki sübjektifliğini ise şöyle açıklamıştı:

“Önünde 500 belge vardır, sen sana yakın olan 5’ini seçersin, ben bana yakın olan 5’ini. Aynı belgelere bakarak Bekir Coşkun farklı bir belgesel çekerdi, Yılmaz Özdil farklı çekerdi. Bu, benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk yorumu. Bunun "gerçek Atatürk’e daha yakın biri olduğunu belgelerle kanıtlamaya çalışıyorum.” *

Oysa belgeseller kimsenin işine gelenleri kullanıp, işine gelmeyenleri görmezden gelerek yapılmaz. Yapılırsa, özellikle de bu iş olumsuzluklara odaklanmak, bulunabilen insani zaafları abartmak kastıyla olursa, gerçekte bir belgeselden söz edilemez. Çünkü yapılan iş gerçek Atatürk’e yakınlaşmak değildir. Ondan uzaklaşmak, en hafif deyimiyle Atatürk’ü ve yaptıklarını saptırmaktır, çarpıtmaktır. Savcılık saptamaları olayın bu yanını, yapımcıların bu yöndeki kasdını ortaya koyamamaktadır.

Ben filmdeki onlarca saptırma ve çarpıtmadan özellikle 7 örneği önemsiyorum. Şöyle:

1. Vahdettin ile ilişkiler

Filmde Vahdettin'in Atatürk'ü Samsun'a "devleti kurtarmak" için gönderdiği iddia ediliyor. Bunu yabancı bir gazeteciye anlatan Atatürk'ün kendisidir. Ancak bu röportajda Atatürk, Vahdettin'in kurtarılacak devlet anlayışı ile kendisinin uğruna savaşacağı devlet anlayışının farkını da vurgular. Vahdettin'in İngilizlere yaranmak uğruna Pontus Rumlarıyla çatışan, uğradıklara saldırılara karşı direnen Karadenizli Türk ve Müslümanların kontrol altına alınmasını "devletin" yani yani İstanbul'daki saltanatının "kurtarılması" olarak algıladığını özellikle belirtir.

Can Dündar'ın röpartajın özünü görmezden gelmesi, böylece olaya ister istemez farklı bir anlam yüklenmesi sonucunu yaratması; deyim yerindeyse "belgede sahtecilik" anlamındadır.

Ötesinde, Vahdettin ile ilişkiler bu noktada bitmez. Vahdettin, Atatürk Samsun’a çıktıktan hepsi hepsi 21 gün sonra Atatürk'ü İstanbul’a geri çağırır. Dönmeyince önce Şeyhülislam Fetvası ile sonra gıyabi Divan-ı Harp kararıyla Atatürk'ün idamına hükmeder.

Bir belgeselde bunlar görmezden gelinir, Vahdettin olayı sadece Atatürk'ü Anadolu'ya vatanı kurtarmak için görevli gönderdi denilirse, tarihe saygılı olunduğu, gerçeklere bağlı kalındığı söylenebilir mi?

2. Can Dündar Atatürk'ün 1930'da halkın arasına çıktığını, gördüğü yoksulluk nedeniyle "biz bu işi başaramadık" diyerek bunalıma düştüğünü aktarıyor. 1930'lu yılları kapsayan sonrası için de akşam oturduğu rakı sofrasından ancak sabah olunca kalkan ve yatıp akşam rakı vaktine kadar uyuyan bir adam portresi çiziyor.

Atatürk'ün, 1930'da Türk halkının yaşam koşullarını sokakta, bire bir halk katmanlarıyla temas ederek araştırdığı ve tanık olduğu yoksulluktan etkilendiği, moralinin bozulduğu doğrudur. Ancak bu olay bir belgeselde anlatılırken, 1930'un 1929 dünya ekonomik buhranı ortamı olduğunun, Atatürk'ün bu buhranın Türkiye'deki yansımalarını bizzat gözlemlemek istediğinin yansıtılması gerçeğe saygının gereğidir. Nitekim Atatürk, "Biz bu işi başaramadık" derken, 1923'de henüz Cumhuriyet ilan edilmeden toplanan İzmir Kongresi'nde çizilen "kapitalist (özel kesim eliyle) kalkınma" yolunun pek işe yaramadığını, dünya buhranı sonrasında ise hiç işe yaramayacağını özellikle vurgulamıştır.

Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kapitalist kalkınma arayışından, 1930'lu yılların hemen başında devletçilik ilkesinin kabulüyle karma ekonomi modeline geçilmiştir. Atatürk'ün direktifini vermenin ötesinde tartışmalarına bizzat katılıp sonuçlarını adım adım takip ettiği ve bütün sonuçlarına 4 yılda ulaşılan 5 yıllık sanayi planı, dünya ekonomik buhranının olumsuz etkilerini gidermek için başlatılan bir çalışmadır. Hala özelleştirme portföyünde tüketilemeyen çok sayıdaki devlet sanayi kuruluşu bu süreçte kurulmuş ve yurdun dört bir yanında işletmeye alınmıştır.

Bir anlamda büyük buhran sonrasında dünya teorik olarak Keynesci refah devleti arayışına yönelirken, Türkiye Atatürk'ün önderliğinde bu teorinin pratiğini yapmıştır. “Mustafa” filmine göre Atatürk rakı sofrası ya da yataktayken herhalde gıyabında okuduğu, satır altlarını çizdiği ve sayfalarına eliyle tartışma notları yazdığı 4.150 kitabın bu döneme ait olanları da çoğunlukla ekonomi üzerinedir.

Atatürk gördüğü yoksulluk nedeniyle yılmamıştır, havlu atmamıştır. Yeni bir sanayi hamlesiyle hala satıp satıp bitiremediğimiz kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulup üretime geçmesi sürecinin bu dönemde başında ve içinde olmuştur.

Bu dönemi sadece rakı ve yatak muhabbetiyle geçiren sözde canlandırma belgeleriyle geçiren bir filme ne denir? Böyle bir film inandırıcı olabilir mi?

3. Filmde ikide bir, İzmir suikastı davasına atıf yapılarak, Atatürk'ün gözünü kırpmadan arkadaşlarını darağacına gönderdiği dillendiriliyor. Peki, kimdir bunlar? Kazım Karabekir mi, Ali Fuat Cebesoy mu, Rauf Orbay mı, Refet Bele mi?

Atatürk’ün bu arkadaşlarıyla yolları ayrılmıştır ama hiç biri idam edilmemiştir. İdam edilenlerden Atatürk'ün arkadaşıydı denilebilecek bir tek "Ayıcı" Arif vardır.

Bir devrim sürecinde yol ayrılmasını darağacı edebiyatına dönüştürmenin anlamı ne olabilir?

4. Filimde Atatürk'ün adeta Kürtlere özerklik verilmesini, eyalet sistemi istediği gibi bir izlenim zorlanıyor. Oysa burada Atatürk 1921 Anayasa'sının yerel yönetim modeline atıf yapmaktadır. Bu model de, sadece Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için değil bütün ülke için geçerli bir yönetim modelidir.

5. Kurtuluş gerçekleşmiş, kuruluş sürmektedir. Cumhuriyet ilan edilmiş, Hilafet kaldırılmış, Latin harflerine geçilmiş, Miladi takvim kabul edilmiştir. Bunları anlatan Can Dündar, medreselerin de kaldırıldığını söyler ve müstehzileşen bir ses tonuyla ekler: "Böylece medresede Kaymak Hafız'dan yediği dayağın intikamını almış oldu..."

Can Dündar bu konudaki eleştiriler karşısında, “Ben bunu filme gayet masumane koydum. Keşke koymasaydım, pişman olduğum cümlelerden biri... Amacını aşan bir cümle…” diyerek bir tür özeleştiri yapsa da bu benim acımı dindirmedi. Can Dündar'ın “Mustafa” filmini bilemem ama Türk devrim tarihi Kaymak Hafız'ın iki tokadı kadar ucuz değildir.
bu
6. Filmin başındaki ve sonundaki "Dört Mevsim Tablosu" esintili "geliş ve gidiş" sahneleri ile bir korku filmini andıran mezardaki ceset yiyici çakal sahnesine gelince... Benim bilebildiğim kadarıyla, Atatürk'ün doğmadan önce ölen ağabeyinin cesedinin çakallar tarafından yenmesi, doğruluğu son derece kuşkulu bir tevatür. Bu konu kaynaklarda bir tek Şevket Süreyya Aydemir'in "Tek Adam" kitabında, o da bölgedeki yoksulluğu ve zor yaşam koşullarını antatmaya dönük bir "rivayet" olarak vardır.

Böylesi şüpheli bir rivayetin filmin hemen başında özellikle vurgulanması hangi amaçla olabilir?

Biz Türkler ölülerimizi deniz kenarına, kuma gömmeyiz. Can Dündar bu rivayete böylesine abartılı biçimde sarılırken, Atatürk'ün Türklüğü, Müslümanlığı konusunda yersiz bir kuşku yaratmayı amaçlamış olabilir mi?

Doğrusu, filmin başındaki ve sonundaki "Dört Mevsim Tablosu" esintili "geliş ve gidiş" sahneleri, Türkiye'ye ait olmayan bir yerden geldi, ölümüyle de o yere döndü türü bir kötü niyetli mesaj içerebileceği kaygısıyla bende böylesi bir rahatsızlık yaratttı.

7. Filmdeki, Atatürk Dolmabahçe'de hasta yatarken kendisine tezahurat yapan askeri öğrenciler için pencereye çıkarken yalnızlık sahnesini anımsayın. Aynı sahne Can Dündar'ın Sarzeybek filminde de var. Ancak bir farkla... Atatürk'ün yanı kalabalıktır. Sadece sağlık personeli de değil, dostları da yanındadır.

Bu sahne "Mustafa" filminde niçin değişmiştir? Atatürk niçin yalnız bir adam gibi gösterilmek istenmiştir? Böylesi bir çifte standardın ne anlamı olabilir?

Can Dündar ceza yasası kapsamında gerçerkten de bir suç işlememiş olabilir. Ancak, tarihi kasıtlı ve amaçlı olarak çarpıtmıştır. Dolayısıyla tarihe karşı suç işlemiş, gazeteciliğe ve belgeselciliğe ihanet etmiştir.

En iyi dileklerimle.


Uluç Gürkan

HERKES İÇİN FIRSAT
HERKESTEN SORUMLULUK
HERKESİN TOPLUMU

www.ulucgurkan.net
ulucgurkan@ulucgurkan.net
0090 312 4198777 - 0090 532 2180758

No comments: