Tuesday, February 24, 2009

İki Ayrı Dünya...

Cumhuriyet 23.02.2009

2000’Lİ YILLARDA /ERDAL ATABEK

Habertürk TV kanalında Erdoğan Aktaş’ın tartışma programında iki konuşmacı tartıştı.
Konuşmacıların birisi, Haksöz dergisi yazarı Hamza Türkmen idi.

Konuşmacıların birisi de Prof. Dr. Nurşen Mazıcı idi. Marmara Üniversitesi öğretim üyesi.
Hamza Türkmen, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşundan başlayarak eleştirdi. Batılı değerlerle kurulduğunu söyledi. Ulus olmanın, laikliğin Batılı değerler olduğunu, bu değerlerin alınarak Türk toplumunun dini yaşam biçiminden uzaklaştırıldığını, dinin bir yaşam biçimi olmaktan çıkarılıp bir inanç sistemine getirildiğini söyledi. Konuşmacı, böylece, Müslümanların inançlarına göre yaşayamadıklarını, bunun da zulüm olduğunu açıkladı.

Prof. Nurşen Mazıcı ise Türkiye Cumhuriyeti’nde kimsenin dini inançlarına karışılmadığını, isteyen herkesin ibadetini istediği gibi yaptığını, ancak toplumun din kurallarına göre değil, insanların tartışarak kabul ettiği dünya görüşlerine göre yönetildiğini açıkladı. Bu arada Atatürk’e yönelik eleştirilere açık yanıtlar vererek konunun çeşitli yönlerine de yetkinlikle karşılık verdi.

Benim üzerinde durmak istediğim nokta bu tartışma değil.

Ben, “iki ayrı dünya” üzerinde durmak istiyorum, çünkü, sanıldığından çok daha önemli.
Hamza Türkmen’in dile getirdiği eleştiri ve istemlerin çerçevesi “bütünüyle din emirleri tarafından yönetilen bir toplumda yaşama” özlemidir.

Sözü edilen toplum, şeriatla yönetilen İslam devletidir.

Konuşmacı, bu konunun bir isteyip istememe konusu olmadığını, inanmış her Müslümanın böyle yaşama zorunluluğu olduğunu, bu konuda mücadele etmesi gerektiğini açıkladı. Kanımca, kendi inancına böylesine bağlı bir kişinin bu isteği tutarlıdır ve açıklamaya da hakkı vardır.

Prof. Nurşen Mazıcı bilinçli bir Atatürkçüdür. Ulus devleti, laikliği, bağımsızlığı savunmaktadır. Batı’da gelişmiş olan evrensel değerleri savunmaktadır. Bunlar bağımsızlık, laiklik ve ulus devlet kavramlarıdır. Batı’da da rönesans ve aydınlanma ile ortaya çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş felsefesini oluşturmaktadır. Bunları kabul etmek Batılı olmak değil, evrensel olmaktır.

Türkiye bugün, böyle bir yol ayrımına gelmiştir.

Ya Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olan “bağımsızlık, laiklik, üniter ulus devlet” temelinde gelişimini sürdürecektir ya da kuruluş felsefesi bütünüyle terk edilerek “din kurallarına bağlı, Sünni İslam esaslı, etnik ayrımcılığa yer veren, büyük ölçüde ABD ve AB’ye bağımlı bir devlet” olacaktır.

Ayrım bu ölçüde kesin ve radikal olmayabilir.

Bir süre AKP tarafından yapıldığı gibi, sivri uçlar örtülü koruma altına alınıp gözden uzak tutularak ama ana hedeften hiç sapılmadan, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığının çevresinden dolanarak iktidar olunabilir.

Ama hiç kuşku duyulmasın ki, siyasal iktidar bu ellerde kalıp uzadıkça asıl hedefe daha cesaretle yaklaşılacak, niyetler daha açık ortaya konacaktır.

Bugün bu çizgide sanılandan çok daha fazla yol alınmıştır ve alınmaktadır.

Habertürk kanalındaki bu tartışma açık bir uyarı niteliğindedir.

Türkiye, açıkça “iki ayrı dünya” arasında çalkantıya itilmiştir.

Bu çalkantı açıktır ki, emperyalizmin yeni görünümlü eski bir oyunudur.

Yeni görünüm “ılımlı İslam projesi”dir, “BOP”tur. Eski oyun ise Sevr Antlaşması’dır.

Ama emperyalizmin pek hesaba katmadığı bir gelişme daha var.

Avrupa İslamı da benzer doğrultuda genişlemekte, yaygınlaşmaktadır.

Yıllarca önce İslami kesimden bir tanıdığım, “Biz Avrupa’yı dinle fethedeceğiz” demişti.
Avrupa’da yapılan ve tartışmalara yol açan “prestij camileri” olgusu da bu bakış açısını yansıtıyor.

Ancak, AKP örneği de gösteriyor ki, din kesimi kapitalizmle hiç sorun yaşamadan uyuşuyor.
Gidiş görülmesine görülüyor da ne yapılması gerektiğine ilişkin ortak bir kararlılık görülmüyor.
Acaba hâlâ zaman var mı?
erdalatak@gmail. com www.erdalatabek. com

No comments: