Sunday, February 8, 2009

Ülkesini yağmalayan millet!
Bazen dehşete düşeriz, bazen tiksintiyle bakarız, biraz da merak etmeliyiz. Seçimler yaklaşınca "siyaseti oğullarını gemi sahibi, altıncı ile gizli ortaklık, muhallebi dükkanı sahibi yapma mesleği haline" getirmişler, bu cesareti nereden alırlar.

Buzdolabı dağıtırlar.
Dörtlü kanepe...
Bir çift koltuk...

Kuran kursu sözü verirler, her aileye bedava doğalgaz, kaçak yapılmış eve tapu dağıtırlar... Oyları alır, seçilirler. Bunun adına demokrasi desek bile; hepimiz biliriz ki, esasen sandıklara gidilip oy atılan adayları yarı tanrı lider durumunda olan parti başkanı, iki dudağı arasından çıkan sözle belirlenmiştir.

O yarı tanrı lider, kendi belirlediği insanların seçimini gerçekleştirmek için; orman alanlarının yağmalanmasına, kıyıların işgaline, kent arazilerinin ve imar rantlarının soyulmasına, belediye kaynakları ile bütçe parasının çeşitli yol ve yöntemlerle kişilere, yandaşlara, eşe-dosta aktarılmasına yol verir.

Halk bunu onaylar.
Kabul eder.
Oyunu atar.
***
Dürüst konuşalım; aslında "ülkenin yağmalanması yolunun açılmasını" o yarı tanrı liderin aklına düşüren ve ona "ülkenin yağmalanması karşılığında oy toplama" cesaretini veren de halktır.

Dehşete düşelim.
Tiksinelim.
Hastalıklı bulalım.
Yozlaşma sayalım.
Fakat merak edelim. Bir "milletin ülkesini soymaya teşne olmasının ve soyguna arzulu ve hevesli liderleri seçip yükseltmesinin" gerisinde bir dürtü var.

Bu milleti; "Bana buzdolabı versin... Ben ona oy vereyim... Bana Kuran kursu versin, beleş hacca götürsün... Ben ona oy vereyim... Bana kaçak yaptığım binanın tapusunu, orman alanında çevirip sahiplendiğim arazinin tapusunu versin... Ben ona oyumu vereyim" noktasına getiren nasıl bir dürtüdür. Bu millet "Sana buzdolabı vereceğim, B-2 orman arazisini vereceğim, Kuran kursu vereceğim, sen bana oy ver..." diyenleri tükürükle kovmuyor ve onlara "Böyle zavallı tekliflerle niçin karşıma geliyorsun" demiyorsa ortada bir "Sosyal Anlaşma" var demektir.
***
Sosyal mukavele oluşmuş.
Sen bana yağma ver.
Ben sana oy vereyim.


Ülke soygunculuğunun genlere işlediği sosyal mukaveleye hayat veren, geçmişimizden taşıyıp getirdiğimiz, "üreterek değil, yağmalayarak" varolmanın rahatlığı, kolaycılığı, keyfi olabilir.

Fakat bu rezilce!

Gerçekten iğrenç!

Bir millet ülkesini soyarak ve bu soyguna hevesli, arzulu liderleri bulup başına taç ederek nereye gidebilir?

Belaya gidebilir.
Beyinsizliğe gidebilir.
Şeytanlaşmaya gidebilir.

Seçim zamanlarında daha belirgin olarak ortaya çıkan; "kendi ülkesini soymaya teşne bir millet olmanın" hayat verdiği "bu sosyal mukaveleye" nasıl karşı çıkacağız.

Kılıç çekmek gerekiyor.
Kalem çekmek şart oluyor.
Ahlakı ustura yapmak.
Vicdanı bazuka kılmak.
Bu iğrenç sosyal mukaveleyle her gün savaşmak...

Bu pasaklı mukaveleyi yok etmek ve yerine "soyarak değil üreterek zenginleşen millet mukavelesini" geçirmek...
Necati DOĞRU

No comments: