Thursday, November 12, 2009

Cumhuriyet 12.11.2009
AYDINLANMA
EMRE KONGAR


Adalet ve Siyaset: 60 Yılda Hiç mi Ders Almadık?

New York Times gazetesinin Türkiye temsilciliğini de yapmış olan Stephen Kinzer, Hilal ve Yıldız, İki Dünya Arasında Türkiye adını taşıyan kitabında çok ilginç bir tespitte bulunur:
Türkiye’nin sanat, edebiyat ve bilim alanlarında çok nitelikli insanlar yetiştirdiğini, bunların uluslararası büyük başarılara imza attıklarını, ama toplumun en yeteneksiz, en kalitesiz insanlarının siyasetle uğraştığını söyler.

Bir başka deyişle Kinzer, Türkiye’nin sorununun “insan malzemesi” değil, “politikacı malzemesi” olduğuna işaret eder.
***
“Çok Partili Demokrasi” tarihimize bakınca Kinzer’in teşhisini haksız bulabilir miyiz?
1946 yılından beri Cumhuriyet’in çağdaş kurumlarıyla ve “Demokratik Düzenle” bir hesaplaşmaya tanık olmaktayız:

Esas kavga, çağdaş, demokratik, kentli, endüstriyel kültürü hedefleyen kurucu kadroların, toplumdaki sermaye ve işçi sınıflarını yeterince geliştirememiş ve din-tarım toplumunun feodal yapısını değiştirememiş olmasından kaynaklanıyordu.

Gerek siyaset, gerek hukuk, gerekse eğitim bu dönüştürme işlevi için kullanıldı...
Ama toplumsal ve ekonomik yapı yeterince gelişmediği için tam başarıya ulaşılamadı.
Kentleşme ve endüstrileşme, demokratik bir toplum üretme yolunda yeterince yol alamadan...
Hem “Çoğunluk Diktatörlüğü” anlayışıyla sakatlanan “Çok Partili Düzen”...

Hem de “Kentlileşme” yerine “Gecekondulaşma” yani kentlerin “köylüleşmesi” süreçleri...
Türkiye’nin çağdaşlaşma serüvenini kesintiye uğrattı:

“Çok Partili Düzen” sayesinde iktidara gelenler, ne yazık ki toplumu demokratik ve çağdaş bir çizgide geliştirmediler.

“Temel hak ve özgürlüklere dayanan demokrasi” yerine din-tarım toplumunun feodal değerlerini yansıtan “Çoğunluk Diktatörlüğü” anlayışına yöneldiler.
Kentlere de egemen olan din-tarım toplumunun feodal değerleri...

Tarikatları, cemaatleri, ağalık ve aşiret ilişkilerini siyasete taşıdı.

Böylece siyaset, bir anlamda “çağdaşlıktan”, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” anlayışından geri dönüşün bir aracı haline geldi.

Bu geri gidiş süreci sadece 1961 Anayasası ile durdurulmaya çalışıldı...
Ama arkadan gelen siyasal iktidarlar ve askeri darbeler bu anayasanın getirdiği güvenceleri de aşındırdı.
***
Tabii eğitim ve hukuk, gerek yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda gerekse bu Cumhuriyetin yeniden din-tarım toplumunun feodal değerlerine göre geriye götürülmesinde en önemli iki araçtı.
Bu nedenle toplumu yönlendirmek isteyen politikacılar sürekli olarak bu iki kurumla oynadı.
İşte şimdi, AKP iktidarının yeniden adalet mekanizmasına müdahale etmesinin altında bu temel süreçler yatıyor.
***
Ama doğrusu insan, Çok Partili Düzenimizin tarihine bakınca aklına şu sorular geliyor:
“Politikacıların demokratik kurumları ve değerleri içlerine sindirmeleri neden bu kadar zor?”
“Politikacılar, ne yaparlarsa yapsınlar bir gün iktidarlarının mutlaka biteceğini neden göremiyorlar?”
“Bir avuç yönetici, kendi hırsları ve çıkarları için milyonlarca insanın kaderiyle oynarken hiçbir sorumluluk duygusu hissetmiyor mu?”
“Topluma yapılan soyut kötülüklerin yanında, birtakım insanların işlerini kaybetmelerine, hapse atılmalarına, mallarına mülklerine el konulmasına yol açan somut kötülüklerden hiç mi vicdanlar sızlamıyor?”

No comments: