Sunday, November 22, 2009

Murat Bardakçı
Dersim yakın tarihtir, hesaplaşmaya Yavuz Sultan Selim'den başlayın!
20.11.2009 17:13:57


"AÇILIM", "demokratikleşme", "dönüşüm" yahut "yüzleşme" gibisinden kavramları geçmişle hesaplaşma zannedip tuhaf bir işe kalkıştık ve netice mâlûm: Memleket, birkaç hafta içerisinde her alanda çivisi çıkmış bir gariplikler diyarı haline geldi.

Şurasını unutmayalım: Türkiye gibi geçmişi savaşlardan isyanlara kadar binbir çeşit acı hatıra ile dolu bir memlekette ileriye bakıp yeni aydınlık sayfalar açmak yerine eskinin üzüntülerinin ve tatsızlıklarının tartışılmasının sonu yok gibidir.

Hesaplaşma hâlini alan bu tartışmalar zamanla daha da gerilere gider ve içinden çıkılmaz bir hal alır.İşte, örneği: Ermeni meselesini şimdilik rafa kaldıran Türkiye, durup dururken Dersim olaylarına kilitlendi.

Dersim'de 1930'larda yaşananlar bazı çevreler tarafından soykırım boyutlarında değerlendiriliyor, elde edilen ise sadece körüklenen bir kin ve lüzumsuz bir nefret...

İFRAT VE TEFRİT ÂDETİ
Bu gibi hesaplaşmalar sürüp gittiği takdirde olacakları söyleyeyim: Gerilere, çok daha gerilere gidilecek, Dersim'i büyük ihtimalle Şeyh Said hadisesi takip edecek, Birinci Dünya Savaşı senelerinde sadece Ermeniler'e değil, bazı Müslüman gruplara da tatbik edilen mecburî göçler de hatırlanacak...

Hattâ, iş Abdülhamid devrinde yaşananlara ve daha eski asırlara kadar uzanacak ve bugün hesaplaşma mevzuu olarak Dersim'i seçenler, büyük ihtimalle Yavuz Sultan Selim zamanına da uzanacaklar. İşte o zaman, buyrun size yepyeni bir "hesaplaşma" konusu!Hatırlayanı mutlaka vardır: Biz, "özgürlük" ve "yüzleşme" adına böyle tuhaflıkları bundan bir asır önce, 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilânından hemen sonra da yaşamıştık.

Ama tartışmayı normal çizgide yapmamak ve mutlaka ifrata yahut tefrite kaçmak bu topraklarda çok eskiden buyana âdet olduğu için, işi o zaman da zıvanasından çıkarmış ve neticede uzun seneler devam eden demir bir yumruktan da sert bir idarenin ardından daha da büyük felâkete, girdiğimiz savaşta mağlubiyete uğramıştık.

Kısaca hatırlatayım: Türkiye, 1908 Temmuz'unda hürriyetin ilânından Meclis'in yeniden açıldığı aynı senenin 17 Aralık'ına kadar geçen beş ay içerisinde o güne kadar yaşamadığı bir serbestlik havası teneffüs etmişti. Hemen her gün yeni birkaç gazete yahut dergi çıkıyor, alışılmadık sayıda kitap yayınlanıyor, parti üstüne parti kuruluyor, her köşede ayrı bir "fikir klübü" doğuyordu.Ve, hemen bir "devr-i sâbık" tartışması ve zulüm dolu bir hesaplaşma başladı. Abdülhamid zamanının devlet adamları binbir hakaretle yerin dibine sokuldu, çoğunun makamları ve rütbeleri ellerinden alındı ve bir taraflara sürgün edildiler.

"YETER ARTIK" DEDİRTTİLER
Derken, işin içine geçmişte yazıldıkları iddia edilen jurnaller ve raporlar da girdi. Eski devrin büyüklerine mâledilen ve muhalifleri hedef alan düzinelerle belge yayınlandı. Belgelerin bir kısmı ciddiye alınıp büyük bir temizlik yapıldı, hattâ Meclis'e bile sadece "jurnalci" yahut o zamanlarda "Sultan Hamid'in adamı" mânâsına gelen "irticacı" sözleri hâkim oldu ve hesaplaşma daha da sertleşti.

Netice ise, mâlum: "Hürriyet" zannettiğimiz anarşiye döndü ve anarşinin neticesinde ardarda felâketler yaşanınca çıkan kargaşa da sopayla halledildi.

İfrata vardırdığımız ve herşeyi çığrından çıkartan özgürlük hevesi "Sıktınız artık" diyen İttihad ve Terakki'nin sopasıyla noktalandı, memleket uzun yıllar Abdülhamid'e bile rahmet okutan demir bir yumrukla idare edildi ama bütün bunlar olup biterken uğramadığımız felâket kalmadı.

Önce dünya kadar toprak kaybettik, sonra da devleti çökerttik.

O zamanın hesaplaşma meraklısı gazetecilerinin âkıbetini de hatırlatayım: Kalemleri ellerinden alındı, bir gemiye doldurulup Sinop'a sürüldüler, senelerce o sürgünden bu sürgüne gönderilip sürüm sürüm süründüler.

Ben, sadece o felâket günlerini hatırlatmak istedim, hepsi bu...

http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=5888

No comments: