Tuesday, November 24, 2009

Onur Öymen’e Linç ve Dersim !..

10 Kasım 2009 günü, meşhur “Açılım Paketi” konusunda genel görüşme isteyen hükümet önerisi, bazı tartışmalara yol açmıştı. İçişleri Bakanı, genel görüşme talebi ile ilgili konuşmayı yaptıktan sonra, bazı parlamenterler de hem grupları adına ve hem de kişisel eleştirileri için kürsüye çıkmışlardı.

CHP adına söz alan Sayın Onur Öymen, konuşmasını sürdürürken açılım paketini savunan ve “artık analar ağlamasın” tümcesi ile savını güçlendirmek isteyen Sayın Bakan’a cevap verirken, şu vurguyu yapmıştı; “Ne Atatürkçülüğü! Atatürkçülük şehit kanı akmasın, analar ağlamasın diyerek teröristle, asilerle bilerek müzekkere etmek midir?!. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında, Şeyh Sait İsyanında, Dersim İsyanında analar ağlamadı mı?!. Analar ağladı, ağlayacak diye Atatürk düşmanla müzekkereye, uzlaşmaya mı girişti?!.”

Siyasi muhalefet yapmak gözü ile bakılmaz ise, son derece doğru bir yaklaşım sayılacak bu söylem, birden AKP sözcülerinin ateşini başlarına vurdurdu. Derhal, 1937-8 yıllarının akıllar da kalan anıları süslendi, evirildi ve çevirildi; sonra da CHP’ye yüklenmek adına Sayın Onur Öymen’e saldırı şekline dönüştürüldü.

Bununla yetinilmedi anlaşılan, Tuncelili vatandaşlar, hangi nedenle bilinmez (!), eleştirilere başladılar. İşin ilginç yanı, Tunceli kökenli Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’da bu konvoya siyaseten olsa da katılmakta sakınca görmedi!

Medya silahşorları, hemen bu konuya atladılar. Kimisi AKP yandaşı olarak muhalefete saldırmak fırsatı çıktı diyerek, kimisi yeni bir konu ile sayfalarını güzelleştirmek (!) amacı ile ülkeyi bir Dersim Hezeyanı sardı nerede ise. İşin ilginç yanı, çoğunluğu Alevi-Bektaşi olan Tuncelilere yüzyıllar boyu sıkıntı çektirmiş Sünni mezhebinin üyesi olan yandaş gazeteciler, birden Alevi-Bektaşi koruyucusu kesildiler. Maalesef, bazı Alevi kökenli Tuncelili vatandaşlar da bu dolmuşa binerek Onur Bey’i boy hedefi yaptılar!

Konu, medyadan taşarak masa sohbetlerine meze olmaya da başladı. Örneğin; bu hafta sonu bir arkadaş grubunun toplantısı dönüp dolaştı, Dersim’e takılıverdi! Ben de bu masanın bir katılımcısı olarak tartışmaları tribünden izledim! Kişisel olarak birçok yazıyı okumuş, söylemleri incelemiş, bilgisayarıma düşen birkaç objektif iletiyi gözden geçirmiş olduğum için, dinlemekle yetindim. Anladım ki, konuya bir iki makale ile dahil olanlar bile gerçeği vurguladıklarını sanıyorlardı.

Hafta sonuna gelirken, Sayın Yavuz Semerci, Gazeteport’ta konuya girdi. Anlaşıldı ki, Yavuz Bey’in ataları bu olguyu yaşamışlar. Yavuz Semerci’nin babası da bu isyanın bastırılması sonrası Tunceli’den göç etmiş ( ettirilmiş!). Ki, Sayın Semerci’nin Vatan Gazetesi’ne verdiği mülakatta bu konuya ışık tutuyordu.

AK-ŞAKA olarak, Mersin İmece sayfamdan konuta müdahil olmaya karar verişim, aklıma gelen bir Anadolu vecizesinden sonradır. Derler ki; “Şahbaz gelin, çamaşırda belli olur!”. Bu nedenle, konuyu köşemin çamaşır makinesine atmak kararım oluştu.

Konu ile ilgili okuduklarımı birleştirerek, tarihsel geçmişe dönerek siz okurlarımı bilgilendirmekle kendimi yükümlü sayışım, biraz şahbaz ve araştırmacı amatör köşe yazarı olmam ve biraz da paylaşmayı öne çıkaran hasletim nedeni iledir. Duyurulur!

Tunceli yöresi, eski adı ile Dersim, hırçın bir coğrafyaya sahiptir. Tarım alanları kısıtlıdır.

Halkın geçim derdinin belli olan tek çaresi hayvancılık sayılabilir.

Yüzyıllar önce bu yöreye yerleşenler ise çoklukla Alevi-Bektaşi kökenli olarak, etraflarını sarmış Sünni komşuları tarafından itilip kakılmış ve sindirilmişlerdir.

Sosyal yapı olarak feodalite (derebeylik) hakim unsurdur. Beyler, ağalar ve şeyhler, kendi kurallarını uygulamışlar; gün gelmiş devlete asker vermemişler, günü gelmiş vergileri kendileri toplamışlardır.

Osmanlı ile de sıkça kapışmışlar ve dağlara sığınarak yaşamışlardır. Eşkıyalık yaparak garibanların hasadını almış, hayvanlarını toparlanmışlardır. Örneğin; 1850 yılında Bedirhanlı ve 1870 tarihinde de Şeyh Ubeydullah isyanları Osmanlı Devletine karşı eylemleri olarak tarihe düşmüştür. 1870’ten 1937 yılına kadar, Dersim’de 11 isyan olmuştur.

Feodal yapı, T.C.’nin koyduğu yasaları ve uygarlık çalışmalarını içine sindirmemiştir. Zira, Tunceli’ye gelecek devlet otoritesinin kendi hakimiyet alanlarını yok edeceğini bilmişlerdir. Kaldı ki, Damat Ferit tarafından Dersim Valisi olarak atanan Ali Galip döneminde bile, yörenin şeyh ve ağaları, İngilizlerce kontrol altına alınmak istenmiş ve İngiliz casusu olan Noel, uzun süre burada konuşlanmıştır. İngilizler, Musul’u ele geçirmek için bu düzenin şeyhlerini Osmanlı Devleti’ne karşı kullanmışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti, yörenin uygarlaşması için plan ve program yapmıştır. Amaç, okullar açmak ve köprüler, yollar yaparak yöreye hizmet götürmektir. Bu program, bir “Islahat Programı” adı ile Tunceli Kanunu olarak 1935 yılında yasalaştırılır. Yürürlük tarihi ise 1936 yılı başıdır.

İşte, Dersim İsyanı olarak konuşulan olay, bu yasa ve hükümetin “ıslahat” girişimi ile patlak verir. Ki, bu konu yarının yazısına kalmıştır.

Onur Öymen’e Linç ve Dersim !..
§ II –

(Dünden devam);
Dün, yazımızın içeriğinde Dersim halkının çoklukla Alevi-Bektaşi kökenli olduklarını vurgulamıştık. Etrafları Sünni aşiretlerle çevrili olarak, sanki mezhepsel bir ada halinde yaşadıklarını, zaman zaman sindirildiklerini ve baskı altında kaldıklarını söylemiştik. Bu yazıya başlarken bu konuya ilişkin bir anı ile yazıya girmekte yarar gördüm. Duyumlarımıza göre, isyan hazırlığı yapan Şeyh Sait, destek istemek üzere Dersim Şeyhi Seyit Rıza’ya konuk olarak gelir. Seyit Rıza, misafir edilen hatırlı konuk onuruna hayvan kestirerek yemek hazırlanmasını emreder. Şeyh Sait, bu hazırlığı duyunca, kendilerinin Sünni ve konuk geldikleri evin halkının Alevi olduğunu vurgulamak için; “Biz, sizin kestiğiniz koyunun etini yemeyiz!”, demekle ev sahibini bir tür aşağılar. Seyit Rıza’da, “O halde buyurun hayvanı siz kesin!” der ve kenara çekilir.
Ertesi gün, isyanı için destek isteyen Şeyh Sait’e, hayır cevabı verirken; “Kendi koyununuzu kendinizin kestiği gibi, varın isyanınızı da siz kendinizce yapın!” diyerek uğurlar!
Bu tevatür ne denli doğrudur, bilemiyorum. Ancak, mezhepsel ayrılığın ne denli öne çıkarılmasına bir örnek olsun diye yazmak istedim.
1936 yılı başında uygulama kararı alınan uygarlaşma yasası olarak çıkarılan Tunceli Kanunu için, yöreden tepkiler geleceği duyumu alınınca, Dördüncü Ordu Müfettişi Korgeneral Abdullah Alpdoğan, Tunceli Valisi olarak atanır. Yeni vali, Tuncelili ileri gelenleri toplar, ki hemen hepsi ağalar, beyler şeyhlerdir.
Vali Bey, toplantı da amaçlarını anlatır. Tunceli için okullar, köprüler, yollar, hastaneler inşa edilecektir. Artık devletin şefkat eli buraya uzayacaktır. Tuncelili vergi verecek ve asker gönderecektir…
Toplantıya katılanlar, ağalar, beyler ve şeyhler sessizce dinlerler. Hatta, “iyi olur” gibi bazı sözler dahi söylerler. Ama, devletin elinin Dersim’e uzanmasının kendi otoritelerini ve hakimiyet alanlarını yok edeceğini de anlamışlardır.
Kendi aralarında konuşup anlaşırlar şeyhler ve ağalar. Vali aracılığı ile devlete taleplerini iletirler. Bu talepler;
§ Jandarma çekilsin;
§ Köprüler yapılmasın;
§ Yeni idari yapı olmasın;
§ Silahlara dokunulmasın;
§ Vergiler hükümetle paylaşılsın, şeklinde özetlenmiştir.

Vali Bey, bu taleplere olumsuz yanıt verir.
21 Mart 1937 günü, Seyit Rıza ve arkadaşları eyleme başlarlar. Yusufanlı, Kureyşanlı, Abbasuşağı, Bahtiyar ve Haydaran aşiretleri isyana katılmışlardır.
Bir karakol basılır ve askerler şehit edilir. Telefon telleri kesilir, köprüler berhava edilir.
İsyan güçleri, İngiliz Büyükelçiliği raporuna göre 1.500 ile 5000 kişidir. Asker gelince isyancılar dağa kaçarlar ve mağaralara sığınırlar. İsyana hava kuvvetleri katılır ve isyancılar çembere alınırlar. İsyan elebaşlarından Demenanlı Celal, Seyit Rıza’ya “Teslim olalım” derse de, önerisi kabul görmez.
Sonunda da, isyan bastırılır. Alpdoğan Paşa’nın sert tavrı hükümetinde dikkatinden kaçmamıştır ve görevden alınır.
İngiliz Büyükelçisi’nin kendi hükümetine göndermiş olduğu rapora göre; TSK, 1 subay ve 28 erini şehit vermiştir. 3 subay ve 46 er yaralıdır.
Asilerden de; 265 ölü, 20 yaralı, 849 teslim olan vardır. Mahkeme sonrası ise; 11 idam ( 7 infaz, 4’ü müebbet hapis), 33 ağır cezalık hapis ve 14 beraat vakası kayıtlara geçmiştir.
İsmet İnönü, olaylar sonrası Meclis’e bilgi verirken; “ Dersim tecrübeleri, orada hükümetin emrine karşı muhalefet olunca, mühim bir kuvvet toplayarak ciddi tebidat (uzaklaştırma, sürgün) yapmak ..” kararını açıklamıştır. Ki, bu tür askeri hareketlere de “Sel Seferleri” adını kendisi koymuştur.

Son olarak şunu söylemek gerekecektir; Dersim’de bir feodal hıyanet yaşanmıştır. Bu eylem de sert bir biçimle bastırılmıştır.

Ölenler olmuş, sürgünler yaşanmıştır. Umulur ki, bu olay kötü bir örnek olarak belleklere girsin!

Beklenir ki, eski yanlışlar siyaseten kaşınmasın. Kimseye yararı olmayacaktır.

Ulusun bütünlüğünü zedeleyecektir.

Merhum Uğur Mumcu’nun şu vecizesini daima anımsamak gerekir; “Hainin dili, dini, cinsi ve milleti olmaz!”. Aznavur, Çapanoğlu, Bozkır ve Delibaş isyanlarını yapanlar Türk kökenli hainlerdi.
Dersim ve Şeyh Sait isyanlarını yaratanlar da Kürt kökenli vatandaşlarımızdır.
Ne fark eder?!.

Uğur Mumcu’nun dediği gibi, hain haindir!.. Siyasi yorumlarla hainleri yüceltmek ve uzun yıllar sonra arkalamak, ulusumuza karşı da bir yanılgı ve bence siyasi getirisi küçük, bütünlüğü bozucu tarafı büyük bir hatadır!..
Özellikle cümle siyasetçilere arz olunur!

Erdal Akalın
(23.11.2009 / Mersin İmece)

Bu yaziyi benimle paylasip bu gune isik tutmaya katkida bulunan sayin Senol Sehit beyefendiye saygi ve selamlarimla...

No comments: