Friday, November 28, 2008

Bu öyle "masum" denebilecek bir "kurgu" değil Can...

OKTAY EKİNCİ
Can...
Mustafa'ya tepkileri okudukça "ilk tanıdığım" 80'li yıllardaki Can'ı anımsıyorum...
Muğla'ya, konuşma yapması için davet etmiştik. 12 Eylül'ün susturulmuş toplumuna öylesine "genç" umutlar vermişti ki...
İlerleyen yıllarda da hep o umut veren "aydınlık gencimiz" oldu.
Bir yazısındaki "ortaçağ karanlığı" benzetmesinden ötürü, "ama Can, bizim Anadolu'daki ortaçağımız aydınlıktı; karanlıkta olan Avrupa'ydı..." dediğimde, zarif teşekkürü de güven vericiydi...
Keşke şu, en hoşgörülü olanımızı bile kızdıran, adeta "zorlama" izlenimi veren "tuhaf" özel yaşam sevdasına kapılmasaydı?
Can böyle değildi...
Akbalları üzmemek
Ben en çok Oktay Akbal'a üzüldüm.
Cumhuriyet edebiyatımızın çınarı, dünyanın en yumuşak insanı, yüreği hep yurt ve insan sevgisiyle atan koca yazarımız, kim bilir ne kadar sarsılmış ki şunları yazmış;
"O adını bile anmak istemediğim genç adam sırtını kimlere dayayarak, kimlerden çıkarlar hesaplayarak kalkışmış bu işe... Yazık etmiş kendine... geleceğini, kişiliğini bir yana atarak!.." (09 Kasım 2008-Cumhuriyet)
Ulusal onur kalemlerimizi böylesine üzmeye hakkımız var mı? Cumhuriyetin neferlerine 70. yılda böylesine gerilimler yaşatmak, Can'ın o hep "saygı"lı haline yakışıyor mu?
Üstelik Ayşe Arman'a da diyor ki: "Tabu nedir şimdi anladım." (Hürriyet-09 Kasım 2008)
Yaşamlarını tabuları yıkmaya adayanlarımıza bu söylenmez. Asıl, Atatürk düşmanlarının "tabu kafalı" olduklarını Can bile kim bilir kaç kez yazmıştır...
NTV'deki 'Neden'?
Peki "neden"?..
Soru işareti büyüdükçe, NTV'deki "Neden?"e takılıyorum...
Bence 'Mustafası'nı da 'Neden'deki Can' yarattı...
Ekrandaki şu "hesaplı kitaplı"; dahası "kararsız" ve "içten"liğini yitirmişçesine sesi titreyen adam, Can mıydı?...
Programda "gerçek neden"ler söylense bile ille de "belirsiz" bitirmesi; gerçekleri açıklayanları çileden çıkartıp "saptıran"ları memnun etmesi "neden"se, Mustafa'nın nedeni de o olmalı...
Üstelik aynı "gerçek"leri kendisi de çok iyi bilmesine rağmen...
Nitekim "diktatör" vurgulamasını savunurken diyor ki; "O dönem bütün dünya basınında diktatör olarak geçiyor. Buna karşı bir duruşumuz olmalıydı..." (Milliyet-07 Kasım 2008)
Güzel ama o "duruş" filmde hiç yok!
Benim bildiğim Can, "O dönemin emperyalist basınında dünyaya diktatör olarak tanıtıldı... Zaten başka türlü bir lider yoktu ki.." demeliydi.
Mustafa'nın en yakınlarını bile gözden çıkarmasının "olağan" sayılması gerektiğini de şöyle belirtiyor; "Hiçbir lider kendine ihanet edeni affetmez. Kaldı ki Atatürk, affetmiştir de..."
Oysa "Belgesel"inde o affedilenlerden bir kişi bile belgelenmediği gibi; Mustafa'nın ezdikleri de "hain"ler olarak değil, yine Can'ın seçtiği sözcükle "muhalefet" olarak tanımlanıyor.
Hem de "bizim programımız CHP programıdır" derken...
Bu öyle "masum" denebilecek bir "kurgu" değil Can...
Yazık olmuş...
Can'ın yazılarındaki "satır araları" ustacadır. Belli ki Mustafa'da da aynı ustalığına güvenmiş ama tarihe yön veren bir yaşama "aykırı saplamalar" yapmaya kalkışınca fena halde tavsamış...
Oysa bu "sokuşturmalar"ını ayıkladığınızda, geriye kalan Mustafa'ya hayran olmamak mümkün mü? Akbal haklı. "Yazık olmuş" o güzel başlangıca, o muhteşem görüntülere, hatta Bregovic'in müziğine..
Filmde Atatürk'ü "son nefesini verdiği mekân"da seslendiren Yetkin Dikinciler demiş ki; "O'nun verdiği son nefes, bizim hâlâ alıp verdiğimiz nefestir..."
Senin de öyle Can; yeter ki ciğerlerine başka nefesler çekme...
ekinci@cumhuriyet.com.tr


Can Dündar'ın 'yıkılma' belgesi
DENIZ SOM
PİYASADA "romantik belgeselci" olarak anılan Can Dündar bir gazetesinin magazin ekine poz vermiş ve "Hakikaten hayatta bir şeye dikkat ettiysem o da tüccar olmamaktır. Zaten anlamam. Benim yakın çevrem çok iyi bilir ki, ben harflerle düşüp kalkarım, rakamlarla değil" demiş. Ancak belgelerle konuşanlar da 1997 yılında Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'na gönderilen üç sayfalık "teklif mektubu"ndan söz ediyor. Uğur Mumcu belgeseli için vakıftan 415 bin dolar istemiş Can Dündar. Ve Uğur Mumcu'nun TRT'nin dolandırılması olayında Can Dündar hakkında 1992'de yazdıkları: "Geldi buraya, şu köşeye oturdu. 'Abi ben yıkıldım. Mahvoldum. Mehmet Ali'nin (Birand) böyle olduğunu bilmiyordum' filan. Sonra 'Ben daha gencim. Lütfen beni bunlardan ayırın, bir tutmayın. Ben bu işleri hiç bilmem' dedi. Ben de 'İyi, tamam' dedim. Gitti, Ama sonradan anladık ki, meğerse Mehmet Ali'nin koltuğuna yıkılmış."
Cumhuriyet 12.11.2008

No comments: