Friday, November 28, 2008

Korku Filmi Gibi

ATAOL BEHRAMOĞLU

CHP Milletvekili Şahin Mengü’nün Adalet Bakanı’na yönelik (“Cumhuriyet” dışındaki gazetelerde göremediğim) soru önergesini okumuş olmalısınız.
CHP’li milletvekili, Ergenekon soruşturması ile ilgili olarak Adalet Bakanı’nın yanıtlaması isteği ile soruyor:
“Müsteşarınız aracılığı ile soruşturmaya müdahale ettiğiniz doğru mudur? Levent Adliyesi’nin üst katında Ergenekon soruşturması iddianamesini hazırlamak için özel bir birim kurulmuş mudur?”
Adalet Bakanı’nın görevi iddianame hazırlamak ya da hazırlatmak olmadığına göre Bakan Şahin bu soruları ya hiç yanıtlamayacak ya da soru yönelteni iftiracılıkla suçlayacaktır.
CHP’li milletvekili devam ediyor:
“Levent Adliyesi’nin üst katında iddianame yazım çalışmalarına katılan sivil uzmanlar var mıdır, var ise kimlerdir? Bunlara iş karşılığında ne kadar para ödenmiştir, veya ödenecektir?”
“İddianame ile ilgili yeni savcılar görevlendirilmiş midir?”
Bence Sayın Mengü’nün sorularında eksik kalan bir yan var. Bu iddianamenin hazırlanmasında acaba yabancı istihbarat servislerinin, örneğin -adı çoktandır her nedense unutulur gibi olan- CIA’nın herhangi bir katkısı olmuş mudur?

Bakan Şahin bu soruları da yanıtlamayacak, önerge sahibini suçlamakla yetinecektir.
Kılıçdaroğlu gibi Mengü’nün elinde de umarım sağlam belgeler vardır ve ilgili bakanı TV kameraları önünde tartışmaya çağırarak ikinci bir Mir Fırat olayının kahramanı olur.
***
Yukarıdaki soruların anlamı, ülkemizde hukuk devleti kavramının yok edilmekte, yargı erkinin yürütmenin buyruğuna verilmekte, özetle de yargı bağımsızlığının tümüyle ortadan kaldırılmakta olduğudur.


AKP hükümeti yandaş savcı ve yargıç kadroları oluşturarak kendi hukuk sistemini yerleştirme yönünde yol alıyor. Ergenekon bunun çok açık bir örneği. Dikta dönemlerinde bile az rastlanır bir örnek. Özgürlüğünden 18 ay sorgusuz sualsiz yoksun bırakılan kişi ilk duruşmada kanıt yetersizliğinden serbest bırakılıyor. Buna da şükür demek gerekir… Çünkü bir 18 ay daha içeride kalabilir ve Ergenekon diye anılan, benzeri hiç görülmemiş bu dava bakımından bunda yadırganacak bir yan olmazdı..
***
CHP’li milletvekilinin yukarıda sıraladığım soruları yeterince ürkütücü olmakla birlikte yazının başlığını tam olarak belki hak etmiyor. Buna karşılık sona bırakılan bir soru gerçekten de korku filmlerini çağrıştırıyor. Çünkü soru sahibinin yanıtını istediği şey eğer gerçekse, bu ancak korku filmlerinde ya da en uğursuz dikta rejimlerinde olabilir:


“Silivri Cezaevi içindeki kameralardan alınan görüntüler cezaevi yöneticileri ve bunların dışında kimler tarafından izleniyor? İnternet üzerinden bu görüntülerin Başbakan ve Bakanlar tarafından izlendiği doğru mudur?”

Evet, doğru mudur?

Eğer doğruysa ülkemizdeki siyasal sistemin adı demokrasi değil diktatörlüktür. Hem de üçüncü dünya ülkesi diktatörlüğü… Cezaevinde kurulmuş bir mahkeme salonunda alınan görüntüleri izleyen bir başbakan ve çevresini düşünün. Bu topluluğun bu sıradaki görüntüsünü göz önüne getirin. Üçüncü dünya ülkesi diktatörlüğü derken düşündüğüm şey daha iyi anlaşılacaktır…
***
Korku filmi senaryosu burada da sona ermiyor… 20.11.2008 tarihli “Cumhuriyet”te yer alan “Türkiye İçin 100. Yıl Senaryoları” başlıklı bir başka haberde, 2023’te 100. yaşına basacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geleceği için bir ABD üniversitesince bir rapor hazırlatıldığı, raporda yer alan birkaç senaryodan en olası görülen ilkinde şöyle denildiği bildiriliyor:

“Cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlayan Türkiye, Atatürk’ün hedeflediğinden çok daha muhafazakâr bir ülkedir. Şeriat ile yönetilmez, ancak İslami muhafazakârlık yerleşik baskın bir güce dönüşmüştür. 2011 seçimlerini yine AKP kazanır. CHP marjinalleşir (iyice küçülür). 2011’de Abdullah Gül Anayasa Mahkemesi’ne İslami yönlü yargıçlar atar. 2014’te halk arasında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Tayyip Erdoğan kazanarak cumhurbaşkanı olur. Erdoğan 2019’da yeniden cumhurbaşkanı seçilir.” Vb…
***
Bir kısım duyarsız ya da çıkarcı aydın, arada bir kaygılanır gibi olsa da, alkışlarıyla destek, hatta akıl veriyor…

Toplum, büyük çoğunluğuyla, kurbanın kendisi olduğundan habersiz, filmin sessiz izleyicisi…
Tıpkı bir yılanın, bir başka vahşi yaratığın, yutmadan, parçalayıp yok etmeden önce, korku salıp büyülemişçesine hareketsiz bıraktığı bir tavşanın tıpatıp benzeri olarak…
ataolb@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet 22.11.2008

No comments: